Makaleler

Forum: ‘Türkiye Siyasetinde Ermeni Algısı’na Cevaplar – Özgür Kaymak

Türkiye’de Ermenilere yönelik önyargılar nasıl ve hangi temellere dayanarak açıklanabilir? 1915 Ermeni tehcirinin uluslararası alanda soykırım olarak tanınmasına ilişkin süregelen siyasi tartışmalar, uzun süredir devam eden Nagarno-Karabağ ihtilafı ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında bölge üzerinde son zamanlarda yaşanan savaş çok dikkat çekmiş. Peki Türkiye’de siyasi sınıfın ve geniş toplumun büyük çoğunluğunun Ermenilere yönelik yaygın olumsuz tanımlamalarını/algılarını bu başlıklara atıfta bulunarak açıklayabilmek mümkün müdür ya da yeterli olur mu?

Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar üzerine yapılan akademik çalışmalar şimdiye kadar ekseriyetle devletin bu topluluklara tarihsel olarak eşitsiz ve haksız muamelesine, vatandaş olarak resmi statüleri ile azınlık kimlikleri temelinde yasal olarak tanınan haklar arasındaki farkın nasıl çeliştiğine ve de devlet ve toplum tarafından maruz kaldıkları ayrımcı ve dışlayıcı pratiklere odaklanmıştır.

Grubun Konumu

Alana derin katkılarda bulunan tüm bu çalışmalara rağmen Ermenilere yönelik olumsuz algılara ilişkin Türk siyasi tarihinin farklı dönemlerinde geçerli olabilecek bir teori inşa etmek için sistematik bir analize ihtiyaç bulunmaktadır. Nefes’in araştırması tam da bunu yapmak için yola çıkmıştır. Türkiyeli Ermenilere yönelik olumsuz algıların nasıl bu dereceye varabildiğini sadece, Ermeni kimliğinin yeni cumhuriyetin kuruluş döneminde Türk ulusal kimliğinin “ötekisi” olarak kurgulanması ile açıklamak yeterli ol(a)mamaktadır. Bir diğer taraftan, iç ve dış siyasi bağlamdaki konjüktürel değişikliklere rağmen Cumhuriyet tarihi boyunca bu olumsuz algının nasıl korunduğu ve hatta güçlendirildiğinin de mercek altına alınması gerekmektedir. Baskın grubun kendi grubu dışındakilere yönelik tehdit algısıyla gruplar arası düşmanlığı açıklayan “grup pozisyonu teorisi” (groups position theory) anlayışından yola çıkan Nefes’in araştırması, siyasi elitler tarafından Türkiyeli Ermenilere yönelik olumsuz tanımlamaların devamlılığının altında yatan faktörleri açıklamaya çalışmaktadır.

Söz konusu literatür ve Türk milliyetçiliği-kimlik siyaseti ekseninde yapılan çalışmalar gayrimüslim azınlıkların “yabancı” olarak sınıflandırılmasını ve -Türk siyasetinin devlet güvenlik yönelimini besleyen- Türkiye’nin yabancı ülkeler tarafından tehdit algısını ifade eden Sevr sendromunun baskınlığını zaten tespit ederken, Nefes’in çalışması “Ermeni” kelimesini içeren meclis konuşmalarını üç dönem boyunca analiz ederek: 1946-1960, 1960-1980 ve son olarak 1980-2018, siyasilerin güvenlik tehdidi algıları ile Ermenilere yönelik olumsuz tanımlamaları arasındaki tutarlı ilişkiyi Türkiye Meclisi Genel Kurulu’ndaki konuşmalara dayanarak göstermiştir. Her bir döneme anayasal ve siyasi iç bağlamda farklılıklar ve uluslararası sistemdeki değişiklikler damgasını vursa da sabit kalan nokta, parlamentodaki tartışmalar güvenlik meseleleri ve dış ilişkiler konusuna odaklandığında Ermenilerin olumsuz olarak tanımlanması ve düşman olarak algılanması olmuştur. Bu bulgu kendi başına belki çok şaşırtıcı olmasa da Nefes’in çalışmasını değerli kılan şey literatürde yeterince kullanılmayan bir veriden, uzun bir zaman diliminde yapılan meclis konuşmalarından, özgün ve titiz bir metodoloji kullanarak nicel ve nitel içerik analizine ulaşmış olmasıdır. Bu hem olumsuz hem de olumsuz olmayan açıklamaları ve bunların tartışma konularıyla ilişkisini değerlendirmesine de olanak tanımıştır.

Artış gözlemi

İncelenen farklı dönemlerin karşılaştırılması çok ilgi çekici noktaları ortaya koymaktadır. Burada dikkat çeken bir nokta, her dönem Ermeni(ler) hakkındaki olumsuz tanımlamaların tarafsız olanlara göre artmasıdır. 1946-1960 döneminde konuşmaların sadece %40’ı olumsuz iken, 1960-80 döneminde bu oran %70’e yükselmektedir. 1946-1960 döneminde ulusal güvenlik meseleleri mevzubahis olduğunda “Ermeni azınlık” düşman olarak görülürken Ermenilerin topluma katkıları takdir edilmekte iken; 1960-1980 döneminde politikacılar “sadık Ermeni” vatandaşları ile düşman diaspora arasında bir ayrım yapmaya başlamışlardır. Bu farklılaşmanın varlığına ilişkin Nefes’in yorumu, derinlerde yatan önyargıların yüzeye çıkmasından ziyade siyasilerin, güvenlik ve diplomatik tehdit algılarının Ermenilere yönelik olumsuz algılarını tetiklediği şeklindedir. Bir diğer önemli bulgu ise, 1980 yılına kadar parlamenterlerin ideolojik yönelimleri Ermenilere yönelik algılarını etkilemezken, 1980 askeri darbesi sonrası sağcı siyasi partilerden olanların diğerlerine göre daha olumsuz görüşe sahip oldukları yönündedir. Tüm bunlara ek olarak, Karabağ sorunu, Ermeni soykırımı tartışmaları ve Ermenistan ile ilişkiler gibi uluslararası arenada güvenlik tehditleri tartışıldığında Ermenilere yönelik olumsuz tanımlamalar neredeyse %90’a yükselmiştir. Bir diğer taraftan ulusal meseleler konuşulduğunda olumsuz tanımlamaların yüzdesi azalırken, nispeten fazla sayıda olumsuz olmayan tanımlamaların Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin en aktif olduğu döneme denk gelen konuşmalar olduğunu düşünüyorum. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için konuşmaların yıllık dağılımını görmek faydalı olacaktır.