Kültür Sanat Makaleler

Kulüp’ün 4. Bölümü ve Tepkiler: Börekitas, Türklük, Ada

Netflix’in Kulüp dizisinin dördüncü bölümünde Türkleştirme politikalarının Varlık Vergisi’yle sınırlı olmadığını görüyor, Sefarad mutfağına bir adım atıyor ve en coşkulu kutlanan Yahudi bayramlarından Purim’e tanık oluyoruz.

Bu bölümde belki de ilk defa gayrimüslim lafını duyuyoruz. Bu siyasi olarak önemli bir kimlik. Aslında azınlıklar kendilerini ‘Müslüman olmamak’ üzerinden tanımlamıyor ama sosyal ve siyasi olarak karşılaştıkları muamele sıklıkla bir gruptan ziyade tüm gayrimüslimlere uygulanıyor. Bu yüzden Matilda, kızının Müslüman sevgilisini öğrenince “Gayrimüslim olduğunu söyledin mi” diye soruyor, özellikle Yahudi değil. Çünkü sorun olacak olan Yahudilikten çok Türk-Müslüman olmayış. Zaten (hele Yahudi ve Hıristiyanların sayısının epey azaldığı bugün) çoğu Türk’ün Rum, Yahudi veya Ermeni’yi ayırt edecek bir bilgisi (veya ilgisi) yok.

Bugün de gündemde bir sorun olan İstanbul taksileri de gayrimüslimler için ortak bir ayrımcılık alanı. Taksicilerin yolcu beğenmeme tavrına azınlık olmak yeni bir katman ekliyor. Mesela eski bir paylaşıma göre:

Ölen yaşlı yengelerini yıkamak için kilise gasilhanesine gitmeye çalışan, yaşları 70 yaş civarı üç Ermeni kadın bindikleri taksiye “Patrikhaneye gideceğiz” dediklerinde şoför küfür kafir indi-bindi parasını da zorla alarak indirmiş. Korkudan plakayı almamışlar. Ah alsalarmış!

Bu nedenle Yahudi toplumunda Ulus’taki Türkiye’deki tek Yahudi okuluna giderken hep karşısındaki “Karafırın’da ineceğim” denilir, asla gidilecek yerin okul olduğu söylenmez.

Yine bu bölümde de Yahudi ve Rumlar arasındaki bağlantıları görüyoruz. Matilda’nın babasının eski elemanını ziyarete gittiği Makras Lostra bir Rum dükkânı. Arkada konuşan kadınların da belirgin Rum aksanı var.

Sefarad yemek kültürüne giriş

Evde otururken Matilda kızına börekitas çıkartıyor. Bu belki de Türkiye’de en bilinen Sefarad tarifi. Türlerini de izleyiciye tanıtır gibi hemen sayıyor: Peynirli, patatesli, patlıcanlı. Raşel bir nispet olarak “ıspanaklı severim” diyor ama doğrusu ben hiç ıspanaklı görmedim.

I Learn How to Make Borekitas From Madam Fortuna |
Börekitas

Bu sahnede Raşel “börekitaslar” diyerek artık Türkçe konuşan Yahudilerin dile nasıl Ladino karıştırdıklarının da ufak bir provasını yapıyor. Türkçeye Ladino eklerken Sefaradların sıklıkla zaten -s ile çoğul olan bir kelimeye bir de Türkçe çoğul takar. Viejoslar (yaşlılar), haberesler (ki çifte Türkçe), pipinoslar (hıyarlar) duyulabilir.

Raşel’in geleceği konuşulurken okulun bir seçenek olarak sözünün bile edilmemesi şaşırtıcı değil. Hem ekonomik konumu hem cinsiyeti gereği 1950’lerde genç bir Yahudi kadın için yüksek eğitim bir opsiyon bile değildi. Acilen işe girmek ve para kazanmaya başlamak yaygın olan normdu.

İstanbul’un fiziksel olarak ne kadar değiştiğini yalnız Beyoğlu’nda da plajların kayboluşunda da görüyoruz. Eskiden Caddebostan sayfiye yeri, tarihi yarımadanın Marmara kıyısı kumsallar iken bugün İstanbul’da denize girmek neredeyse mümkün değil. Hele eski şehrin etrafındaki plajların yol yapımı uğruna yok edilmesi büyük bir kayıp.

Vedrelik, Türklük, Asimilasyonculuk

Daha önce de geçen ‘vedre’ kelimesi Ladino argoda Müslüman-Türkler için kullanılır ve aslında yeşil demektir. Tabii ‘Turko’ ve ‘Muslumano’ kelimeleri de mevcuttur ama bu kelimeleri Ladino bilmeyen biri de hemen anlayabilir. Saklı olarak bahsedebilmek için böyle bir kelimeye ihtiyaç duyulmuş.

Kulüp’ün tarihsel yüzleşme açısında değeri Türkleştirme politikasını ne kadar direkt ifade ettiğinden anlaşılıyor. ‘Eğlence sektörünü gayrimüslimlerin elinden kurtarsak’ gibi bir lafı genelde medyada duymuyoruz. Bu planlı merkezi projenin bir parçası da Varlık Vergisi’ydi. Ama Kulüp’teki gayrimüslimlerin işten çıkarılması hikayesini de ekleyerek dizi aslında Türkleştirmenin bir kereye mahsus bir vergiyle sınırlı olmadığının, ardı arkası kesilmeyen bir süreç olduğunun altını çiziyor.

Gayrimüslimleri işten çıkarma telkini veren adam onların yerine Türk alınması gerektiğini söylerken Türklüğün Müslümanlık üzerinden tanımlandığını da bir daha gösteriyor. Bazı asimilasyoncu Yahudiler ne kadar “Bizde Türküz” diye yırtınsa da bu çabanın ne kadar nafile olduğu aşikar. Bu Türklük kanıtlama eğilimini hem Varlık Vergisi döneminde hem de bugün görüyoruz. Bir örneği de BBC Türkçe‘nin Kulüp hakkında görüş aldığı Yaşar Bildirici’den geliyor. Açıkça ayrımcılık meselesini işleyen bir diziden bahsederken bile ‘Türk Yahudi Toplumu Danışmanı’ gibi bir unvanla konuşan Bildirici şu sözleri söylüyor:

“Türkiye Yahudi cemaatinin her üyesi okuldan başlayarak, anne ve babasından başlayarak inanılmaz bir bayrak, Türkiye ve Atatürk sevdasıyla yetişiyor. Dolayısıyla bizim cemaat son derece Türkçü,”

Bu diziyle ilgili bir değerlendirme yaparken bile alakasız bir şekilde Yahudilerin bayrak ve Atatürk sevdasını anlatma ihtiyacı hissetmesi bahsettiğim asimilasyoncu, sadakat kanıtlama peşindeki zihniyetin bariz bir örneği. Kendince tüm Yahudilere, Yahudi toplumuna feci zarar veren ve göçe sebep olan Türkçü ideolojinin destekçileri olarak ilan etmesi de aynı derecede akıl almaz.

Anadolu’dan yeni göç eden Hacı’yla yürürlerken duydukları bir şarkı üzerine Matilda Sefaradların yüzlerce yıl önce bu topraklara göç ettiğini anlatıyor. Buna Hacı’nın cevabı ‘bizim gibi’ demek. Yani Türkiye’de Türk olanların da buraya göç ile geldiğini vurgulamak. Dizi üzerine yazısında Karel Valansi’nin de dikkat çektiği bu sahne aslında yıllardır bir türlü aşılamayan misafir algısının bir reddi. Yüz seneden fazladır Yahudiler Türkiye siyasi kültüründe 500 sene ettikleri göç sebebiyle misafir olarak damgalanıyor ve hala bu göçe ‘izin veren’ sultanlara ve onlar üzerinden tüm Türklere minnet duymaları bekleniyor. Bu beklentiyi karşılamayanlar da nankör olarak yaftalanıyor. Oysa ki, Türkiye’nin büyük bir kısmı bu topraklara göçle geldi ve minnet talep edenlerin hatırı sayılır bir grubu Sefaradlardan sonra göç etti. Göçmenlik üzerinden bir ortaklık kurarak Kulüp Yahudileri misafir değil vatandaş olarak konumlandırıyor.

Orhan Bey’in ofisinde süren diyalogda Kıbrıs meselesi açılıyor. Kıbrıs yüzünden İstanbullu Rumların zan altında kalışının başlangıcına da tanık oluyoruz. 1950’lerden 1980’lere kadar sürecek bir tema bu. 1955 Pogromu sonrasındaki göçü Kıbrıs tetikli 1964 ve 1974 sürgünleri takip edecek. Bu zorunlu göçler sonucunda Türkiye’de yüz binler olan Rum nüfusu bugün sadece birkaç bin.

Haymi Bey’i oynayan İzzet Bana

Dizi boyunca tekrar eden detaylardan biri de Madam Anita adlı assolist. Bu defa gazetede kendisi hakkında ilan görüyoruz. Daha önce posterlerini görmüştük. Kim acaba bu Madam Anita? Belki de ileriki bölümlerde onunla da tanışacağız.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Raşel tekstilde çalışmaya başlıyor. Geleneksel olarak Türkiye’de Yahudilerin yoğun olduğu bir sektördür. Terziden imalata, kıyafet, iplik, kumaş farklı alanlarda bugün bile Yahudileri görmek mümkün.

Matilda’nın Büyükada’ya gidişi de Yahudiler için önemli bir yerin ziyareti. Artık en çok Büyükada Yahudilerle özdeşleşse de daha önce Heybeliada ve bugün hala Burgazada da yazları Yahudi varlığı öne çıkan yerler. Adada Purim bayramına tanık oluyoruz. Purim’i Matilda’ya anlatan Haymi Bey’i Ladino müzik ve tiyatroda çok önemli gayretler gösteren İzzet Bana oynamış.

Purim’in hikayesi (çoğu Yahudi bayram gibi) Yahudileri yok etmek isteyip planları başarısız olanların yenilgisini anlatır ve kutlar. Bu hikâyede İran veziri Aman (veya Haman) Yahudileri öldürmek ister ama Şah Ahaşveroş’un Yahudi karısı Ester (ve onun amcası Mordehay) bunu önlerler. Katliam isteyen Aman öldürülür. Purim Ester’in bayramıdır çünkü halkı kurtaran kahraman odur. Purim’de içki içilir, kostüm giyilir. Mesela 1800’lerde İzmir’de sokaklarda öyle bir Purim karnavalı olurmuş ki burjuva Yahudiler fakir ve sarhoş Yahudilerin ulu orta eğlenip dans edişini skandal addederlermiş. Purim’de geleneksel olarak Aman’ın Kulakları denen reçelli kurabiye yenir.

Bu bölüm de kültürel öğeler, Türkleştirme sorunsalı ve hikâyenin hızlı ilerleyişi arasında iyi bir denge kuruyor. Dizinin ilk sezonu sona yaklaşırken İstanbullu Yahudilerin iç dünyasını bayram ve börekitasla daha da yakından tanıyoruz.

Bu yazı önce Agos’ta yayınlanmıştır.