Göze Çarpanlar Kültür Sanat

Jak Esim: ‘Kulüp’ dizisinden sonra herkes bizim şarkılarımızı paylaştı

Yalnızca Türkiye’ye değil, dünyaya Sefarad müziğini tanıtan Janet ve Jak Esim çiftiyle Sefarad Yahudilerinin kültürlerini, Ladino dilini ve ‘Kulüp’ dizisiyle ilgili düşüncelerini konuştuk.

Kaynak: duvar, Mahmut Çınar

Müzik kültürüyle derinlemesine ilgili olan dinleyici bir şekilde Janet ve Jak Esim’in müziğiyle, albümleriyle karşılaşmıştır bu ülkede. Sefarad müziğini yalnız Türkiyeli dinleyiciye değil, dünyaya tanıtan albümleri, dünyanın birçok ülkesinde verdikleri konserlerle bir müzik mirasının en önemli temsilcileri olan ikili, 80’li yıllardan bugüne çok özel bir yerde duruyor. Erkan Oğur, Bülent Ortaçgil, Nezih Yeşilnil, Yahya Dai gibi daha nice sanatçının da albümlerine ve konserlerine dâhil olduğu ikilinin özel ve özgün müziği, görece sınırlı bir müziksever çevre tarafından beğenilir ve dinlenilirken, bu ay yayınlanan ve büyük ilgi gören ‘Kulüp’ dizisiyle birlikte hem Sefarad Yahudilerine, Ladino diline, hem de bu halkın kültürüne ve özellikle müziğine yönelik bir ilgi ortaya çıktı. Dizide söylenen ‘Yo Era Ninya’ gibi nice Sefarad şarkısını derleyen Jak Esim ve bu müziğe yıllardır sesiyle eşsiz bir katkı sunan Janet Esim’le Sefarad müziğini, kaybolmaya yüz tutan Ladino dilini ve tabii ‘Kulüp’ dizisini konuştuk.

Siz 80’li yıllardan bu yana Sefarad Yahudilerinin müzikleri üzerine tüm dünyada çalışmalar yapıyorsunuz. Albümler, konserler… Çok az tanınan bir kültür, dil ve müzik bu. Bize biraz tarihsel bilgi verebilir misiniz?

Jak Esim: Bu müziğin en az 500 yıllık bir tarihi var. 1492’de İspanyol Engizisyonundan kaçan İspanyol Yahudileridir. Bunlar İspanyol Yahudilerinin yüzde 30’unu teşkil ediyor, yüzde 70’i orada kaldı, dinlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Hatta dönemin hahambaşısı bile orada kalmayı tercih etti. İspanya’dan kaçanlar çok dindar Yahudilerdi, İspanya’nın en dindar Yahudileriydi. Hiçbir şekilde Hıristiyanlığı kabul etmeyenler yani. Çünkü kalanların önemli bir kısmı Hıristiyanlığa döndüklerini söyleseler de gizli biçimde kendi dinlerini yaşamaya devam ettiler, tabii zaman içerisinde asimile oldular. Ancak göç edenler, dinlerini, geleneklerini gizli yaşamayı da kabul etmeyecek denli dindar olanlardı, her şeylerini orada bırakarak kaçtılar. Önemli bir kısmı Osmanlı’ya sığındı, bir kısmı Doğu Avrupa’ya, bir kısmı Kuzey Afrika’ya… Tabii beraberlerinde de kendi kültürlerini taşıdılar. Sefarad müziği de de o toplumun müziği, 15. yüzyıl döneminin İspanyol müziğini de taşıdılar beraberlerinde. Endülüs’ü, müzikte ilk çok sesliliği içinde barındıran romansları ve geleneklerine olan bağlılıklarından dolayı bunu günümüze kadar getirdiler. Tabii bu arada toplum, etkileşmiş olduğu toplumlardan da bir takım şeyler aldı, hem dilde, hem müzikte ve özgün bir hale büründü Sefarad müziği.

‘LADİNO DİLİ BİZDEN SONRA YOK OLACAK’

Bütün bu coğrafi dağınıklığa ve bu halkın gittikleri yerlerin müziklerinden de etkilenmiş olmalarına rağmen bu müziğin bugün her yerde ortak nüveleri var değil mi?

Jak Esim: Mesela Fas, Tunus bölgesine göç edenlerin ortaya koyduğu müzik tabii daha farklı, ya da Hollanda’ya göç etmiş olanların çok daha Batılı… Fakat ortak romanslarımız var. Yani 15. yüzyıldan günümüze taşıdığımız romanslar ortak romanslar. Biz burada daha makamsal halini korumuşuz. Şöyle de bir şey var ki, bu müziğin çok eskiden nasıl yorumlandığını bilemiyoruz çünkü elimizde kayıtlar yok. En eski kayıtlar, 1910’larda Türkiye’de çıkan taş plaklar. Haim Efendi’nin kayıtları, arkasından İzak Algazi; Sefarad müziğinin ilk kayıtları bunlar. Onları dinlediğimizde tamamen makamsal yapıda, tabii klasik Türk müziği tavrıyla söylenen şarkılarla karşılaşıyoruz.

Sözünü ettiğiniz iki ismin çok sayıda klasik Türk musikisi kaydı da var. İnsanın aklına, “Acaba Sefarad müziğini yorumlarken bu etkinin altında fazlaca kaldılar mı?” diye bir soru geliyor.

Jak Esim: Bundan çok emin değiliz, bilemiyoruz. Dediğim gibi, daha önce, örneğin 200, 300 yıl önce bu şarkıların nasıl yorumlandığına dair bilgimiz yok. Ancak ilk dinlediğimiz kayıtlarda makamsal yapı çok belirgin. Endülüs etkisi de var, onu da bazı eserlerde çok net görüyoruz. Bu etkinin 500 yıldır müzikte bu kadar net görülebilmesini de Yahudilerin geleneklerine olan bağlılıklarıyla açıklayabiliriz. Hem dillerini, hem kültürlerini yüzyıllarca yaşatmayı başardılar.

Ancak maalesef biz bu kültürün son kuşağıyız. Ne dili, ne de bu kültürü bir sonraki kuşağa devredemedik. Bu sadece azınlık olmakla ilgili değil. Bakıyoruz, aynı topraklarda yaşayan diğer azınlıklar kültürlerini, dillerini koruyabilmişler. Ermeniler ve Rumlar kendi dillerini konuşabiliyor, yeni nesillere bu dili öğretebiliyor. Çok acı ki bizden sonra bu dil de yok olacak

Bunun nedenleriyle ilgili görüşünüzü merak ediyorum…

Jak Esim: Bununla ilgili tezler de yazıldı, büyük araştırmaların konusu bu. Birçok farklı nedeni var. Mesela zamanında açılan Fransız ekolündeki okullar… O zaman Fransızca etkisindeki kültür dayatıldı bizim toplumumuza. Bu okullara toplumun daha varlıklı kesiminin çocukları gidebildi, sonuçta da Yahudi toplumu içinde bir sınıf ayrımı ortaya çıktı. Fransızca konuşanlar üst sınıftan, Ladino konuşanlar ise aşağı tabakadan sayıldı. Halen devam eder bu. Mesela Büyükada’daki Anadolu Kulübü’ne gidersiniz, Yahudi toplumunun yazın çok gittiği bir yerdir orası, orada Yahudiler kendi aralarında Fransızca konuşurlar. Ladino konuşmak abes kaçar, aşağı sınıfın dili sayılır. Bu hep böyle oldu, aşağılandı bu dil aslında. Belki en önemli neden bu. İkinci sebep, okullarımızda Ladino dersi verilmemesi. Sadece İbranice eğitim verildi ki o da çok azdı. Müfredat tamamen Türkçeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyaları vesaire. Birçok etken var. Bir de tabii dil diğer azınlıkların dili gibi değil, Ortaçağ İspanyolcası. Dolayısıyla birçok terimi kapsamıyor. Mesela 15. yüzyılda çatal olmadığı için Ladino dilinde çatal kelimesinin karşılığı yok. Çatal ortaya çıkınca biz çatal kelimesini Rumcadan almışız, “pironi”den “piron” diye. Ama İspanyollarda “piron” diye bir şey yok mesela, ben İspanya’da “piron” deyince öyle bakıyorlar yüzüme. Dil de ihtiyaç duyduğu kelimeleri konuşulduğu yerlerdeki toplumlardan etkilenerek alıyor. Ladino özgün bir dil oldu tabii ancak korunması da zor oldu bu nedenle çünkü ihtiyaçları karşılamadı. Bu da dilin sürdürülememesinin önemli bir nedeni.

Janet Esim: Ancak bizim çocuklarımıza soracak olursanız bizim yüzümüzden, çünkü biz onlara öğretmedik. Çuvaldızı kendimize batırmalıyız.

Jak Esim: Evet, öğretmedik. Biz de Türk okullarına gittik, dolayısıyla Türkçeyi konuşmak daha kolay geldi, evlerde de hep Türkçe konuştuk. Biz ise Ladinoyu evlerde öğrenmiştik, büyüklerle konuşarak.

Hem Sefarad müziğine yansıyan, hem sizin albümlerinize yansıyan bir hüzün, bir melankoli var kültürünüzde. Hatta albüm isimlerinizde bile görebiliyoruz bunu; ‘Antik Bir Hüzün’, ‘Birkaç Sonsuzluk Anı’ gibi… Hele şimdi konuştuklarımızı, bu dilin yok olmaya yüz tuttuğunu da düşününce. Ancak böyle bakınca, sizin yıllardır yapıyor olduğunu şeyin ne kadar kıymetli olduğunu da anlıyoruz. Bu müziği ortaya çıkarmak, tanıtmak, kaydetmek… Sizi bu müziğe yönelten, bu müzikle ilgili araştırmalar, derlemeler yapmanızı sağlayan neydi? Sadece büyüklerden duymak, dinlemek değildi herhalde çünkü büyürken farklı tarzlarda müziklerle de illa ki tanışmışsınızdır.

Jak Esim: Aslında benim müziğe olan merakım ve müzik yapma isteğimdi. İnsan kendi kültürünün müziğini yapmak ister tabii. Ha biz de gençliğimizde dünyayı kasıp kavuran müziklere ilgi duyduk tabii, popüler müzikleri çalıp söylerdim, ancak bu müziğe özel bir ilgim vardı. Çok küçük yaşlarda mesela, henüz hiçbir kültürel bilincim yokken yaşlıların söylediği Sefarad şarkılarını kaydetmiştim. Henüz derlemenin ne demek olduğunu bilmiyorum ama o yaşta derlemeler yapmıştım aslında. “Evde söylediğin şu şarkıyı okusana, çok güzel, ben de kaydedeyim” diye kayıtlar yaptım ve o kayıtlar hâlâ bende durur. Birçok şarkıyı da o çok erken yaşlarda aldığım kayıtlardan derleyip yapmışımdır. ‘Durme Durme’ oradan çıktı mesela.

Janet Esim: Benimse hiç ilgim yoktu. Ankara’da doğdum büyüdüm, evin içinde büyüklerden duyardık tabii ancak o yaşlarda ben hiç önemsemezdim. Şarkı söylemeyi çok severdim, arkadaşlarım beni konservatuvara yönlendirmek isterdi örneğin. Evlendiğimiz zaman da bir müddet uzak durdum aslında ama ondan sonra baktım olmuyor. Bu arada Erkan Oğur bir belgesel için bir ninni söylememi istedi, ben de bu işin içine girmiş oldum. Tabii şarkıları çok seviyorum. Anladığım, konuşabildiğim bir dil olduğu için de daha içten okuyorum. Bu işte benim çok severek şarkı söylemek gibi bir emeğim var sadece, ama araştırmalar, derlemeler, bir bilgi hazinesi yaratma işi Jak’ın.

Nasıl bir araştırma alanınız var Sefarad müziği için? Çok sayıda şarkı, türkü derlediniz, bu sadece aile çevresinde olacak bir şey değil.

Jak Esim: Çok geniş çerçevede çalışmalar yaptım, çok gezdim hem Türkiye’de, hem dünyada. Ancak bugün artık kaynak kalmadı çünkü bizim kaynaklarımız doğal olarak insanlardı. O kuşak ya da kuşaklar artık yaşamıyor. Eski kaynaklardan, yaptığımız derlemelerden tekrar gözden geçirmelerle yeni eserleri repertuara katmak gibi şeyler yapabiliriz.

”KULÜP’TE BİZ YOKUZ ANCAK HERKES BİZİM ŞARKILARIMIZI PAYLAŞIYOR’

‘Kulüp’ dizisi sayesinde Sefarad Yahudileri ve Ladino dili ve müziği son günlerde çokça konuşulur oldu. Büyük bir beğeni topladı dizi, ayrıca merkezdeki karakterlerin bu boyutta bir işte belki ilk kez azınlıklardan olması da çok önemli bulundu. Siz izlediniz mi diziyi? 

Janet Esim: İzledim ve beğendim. Çok emek verilmiş, çok büyük bir prodüksiyon, yadsımamak lazım. Tabii ki ufak tefek birçok sorun da gördük ama böyle bir işte hataların olmaması mucize olurdu. Emek verilmiş her şeye saygı duymak gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca detaylara da dikkat edilmiş, aksanlar güzel, gayet iyi konuşulmuş Ladino. Matilda’nın bir Şabat duası sahnesi var mesela, gayet başarılı.

Jak Esim: Çok iyi bir çalışma yapılmış tabii. Dizi yapılırken toplumumuzdan kişilere danışılmış olması da doğru. Tabii ufak tefek sorunlar var, bazı ayrıntılara bakmak lazım bu açıdan. Örneğin dizinin ana karakteri Matilda, dizinin en başında Yahudi şivesiyle konuşurken dizinin devamında klasik Türk şivesiyle konuşuyor. Müzik konusunda ise söyleyecek daha çok şeyim var tabii. Şarkılardan söz etmiyorum ama dizinin genel müzikal altyapısını basit buldum. Konuya ve anlatılan döneme çok oturtamadım. Daha özgün, daha geleneksel bir müzik tarzı, altyapısı benimsenebilirdi. Bu dikkatimi çekti. Şarkılara gelince… ‘Yo Era Ninya’ güzel okunmuş, müzikal açıdan bir sorun yok. Ancak bilmediğiniz bir dilde bir şarkı söylüyorsanız orada çok dikkat etmeniz gerekir. Eğer danışmanınız da sizi yanlış yönlendirirse hata yapma ihtimaliniz yüksek. Dünya çapında bir kanalda bir iş yapıyorsunuz ancak mesela ‘Yo Era Ninya’da sözler yanlış okunuyor. Mesela “sufrir” yerine “sofrir” demiş. Sufrir “acı çekmek”, sofrir ise “kızartmak” demek. Ne ilgisi var kızartmanın? Medz Bazar diye bir grup var, onlar da yorumlamıştı bu şarkıyı, oradaki aranjmanın benzerini yapmışlar dizi için de. Esinlendiklerini anlıyoruz çünkü Medz Bazar da aynı hatayı yapmış sözlerde, onlar da “sofrir” demiş. Ayrıca dizideki yorumlarda prozodi, yani şarkı sözlerinde vurgu, hece hataları var, o dili bilen kişi o hataları yapmaz.

Biraz samimi bir yorum yapacağım; ben bu diziye denk geldiğimde sizin bu işin bir yerinde muhakkak olduğunuzu düşündüm. Hele de sizin derlediğiniz ‘Yo Era Ninya’yı duyunca… Ancak araştırınca diziyle bir bağınız olmadığını gördüm ve açıkçası buna çok şaşırdım. Zaten bu konuda da yalnız değilim, sosyal medyada, gazete yazılarında diziyle ilgili konuşulurken hep adınız geçiyor.

Jak Esim: Belki de dünyada görülmüş ilk örnek; bir dizide bir müzik kullanılıyor fakat o müzik başka bir sanatçının okuduğu kaydı “patlatıyor”. Açın bakın internete, herkes bizim şarkımızı paylaşıyor. Biz daha diziyi izlemeden çok şaşırdık, “ne oluyor ya?” dedik. İnsanlar bizi sahiplenmişler, film görüntülerinin altına bizim albümlerdeki ‘Yo Era Ninya’yı kullanarak  birçok video üretmişler ve dizide sanki bu kayıt dönmüş gibi bizim müziğimizi paylaşmışlar. Bu ne demek? Siz ‘Delilah’ı hatırlayınca kimden hatırlarsınız? Tom Jones’tan tabii. Bu da biraz öyle oldu sanıyorum.

Bu arada bizi aradılar şarkının hakları için, biz de olur dedik. Önce bizim yaptığımız yorumu kullanacaklarını söylediler, sonra “Biz yapabilir miyiz?” diye sordular. Böyle bir iletişimimiz oldu ama sonra birden bire ilişkimiz kesildi. Neden bilmiyorum ama böyle bir karar aldılar. Tabii bunun sebebini onlara sormak lazım. Şunu söyleyeyim, bu dizi yapılırken herhangi bir şekilde bizden danışmanlık gibi bir talepleri olmadı.

Benim bununla ilgili bir teorim var ama tabii emin değilim, paylaşmak da istemem. Yani bizim cemaat içinde kiminle görüştüklerini, kimlerin akıl verdiğini tahmin edebiliyorum ama bir yorum yapamıyorum.

‘YAHUDİ CEMAATİ YAPTIĞIMIZ İŞİ HİÇ SAHİPLENMEDİ’

Cemaat, sizin gibi kültür emekçileri dışında, sahip çıkıyor mu bu kültüre?

Janet Esim: Dün verdiğimiz konsere siz de geldiniz, görmediniz mi? Bizim toplumumuzdan neredeyse kimse yoktu. Birkaç arkadaşımız vardı sadece, genelde de böyledir.

Jak Esim: Hiç sahiplenmediler. Bizim genel bir tavrımız var tabii, o da etkiliyor. Biz cemaat içerisinde daha demokratik kanaldayız, şu anda Yahudi cemaati tamamen antidemokratik bir yapıya sahip, yıllardır hep böyle, belki bundan da kaynaklanıyor olabilir. Ben cemaat içerisinde muhalif oldum daha demokratik bir görüşe sahip olduğum için.

Başka bir konuya değinelim istiyorum. Siz yurtdışında yıllardır konserler veriyorsunuz, hatta 1992’de Alman Müzik Eleştirmenleri Ödülü gibi çok prestijli bir ödül de aldınız. Biz, bir süre sizin grubunuzla turnelere çıkan Bülent Ortaçgil’le de bunu konuşmuştuk, o Avrupa’daki dinleyicinin sizin müziğinize ne kadar önem verdiğini, konserleri ne kadar özenle dinlediğini anlatmıştı. Müziğe, kültüre bir kadirşinaslık var değil mi oralarda? Bunu, Türkiye ile kıyaslayarak soruyorum…

Jak Esim: Siyasi iktidarların mantalitesinin değişmesiyle bunun da değişeceğiniz düşünüyorum. Bakın biz uzun yıllardır bu müziği yapıyoruz, müzik hayatımızda ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir salonunda konser verdik. Sizin Ortaçgil’le yaptığınız kitapta Bülent anlatmış, onun 80’lerin sonunda İzmir televizyonunda yaptığı bir program vardı, bir bölüme bizi davet etti. Ben dedim ki, “Türkiye burası, bunlar bizi çıkarmazlar televizyona Yahudi olduğumuz için.” Tam uçağa bineceğiz, telefon ettim, dediler ki “Aman gitme gitme, iptal oldu.” Nitekim Bülent de buna protesto olarak o programı bitirdi. Ben “toplum ilgisizdir” diyemiyorum. Karşılarında göremediler ki. Yoksa gizli bir ilgi var, bakın bu diziyle nasıl da ortaya çıktı, hatta bizim müziğimizi sahiplendiler.

Sizi Türkiye’de sahnelerde sık göremiyoruz ama yurtdışındaki ilgi devam ediyor. Sanırım yakın zamanda bir İspanya turnesinden döndünüz…

Janet Esim: Cordoba’da bir festivale davet edildik. Orada şöyle bir kural varmış, birkaç gün farklı Sefarad sanatçıları sahneye çıkacak ancak dinleyici bu konserlerden sadece birine gidebiliyor Covid önlemleri gereği. Yani bir konseri seçmek zorundasınız. Oradaki konser benim için çok özel oldu çünkü kalabalık ve ilgili bir dinleyici, o festivalde bizi dinlemeyi tercih etmiş. Çok kıymetli başka sanatçılar da vardı ancak o dinleyici onlara gidememe pahasına bizim konserimize gelmeyi seçmiş. Her şey çok güzeldi. Dinleyici çok saygılıydı, sadece dinlemek isteyen gelmiş. Öyle konserleri çok seviyorum.

Jak Esim: İki ay önce gittik. Cordoba’daki festivalden sonra Madrid’de özgün müziklerin icra edildiği bir salonda konser yaptık. Ardından da Barselona’da farklı dinlere, o dinlerin kültürlerine adanmış bir festivalde bir konser yaptık Yahudi cemaati adına.

Sanatçıların birçoğu artık sosyal medyayı kullanıyor, şarkılarını canlı söyleyip, çalıp kaydediyor ve oralarda paylaşıyor. Siz bunu düşünüyor musunuz?

Jak Esim: Evet, düşünüyoruz. Hiç duyulmamış eserler var, onları yapıp bu şekilde paylaşalım istiyoruz ama bunu nasıl bir yöntemle yapacağımıza karar veremedik. Biz iyi bir kayıt yapıp, o kaydı görüntülü yapıp paylaşmak istiyoruz. Ancak dediğim gibi, bunun dağıtımını nasıl yapacağımıza karar vermedik. Çalıştığımız şirketle mi yaparız, kendimiz mi altından kalkamaya çalışırız bunu henüz bilmiyoruz.

Şimdi böyle bir şeyleri kaydetmek, paylaşmak deyince aklıma Çekirdek Sanatevi geliyor tabii. Siz de, Jak Bey, aslında orada başladınız bu serüvene. Orası çok kıymetli bir hazineydi. Biraz bahsedebilir misiniz?

Jak Esim: Biz klasik gitarcı Cem İkiz’le birlikte çalışıyorduk, Janet henüz bize katılmamıştı. Ben Cumhuriyet gazetesi okuruydum, gazete de destek veriyordu oraya, ilanları yayınlıyordu ki o zaman Cumhuriyet dışında hiçbir gazetede kültür-sanat sayfası yoktu. Ben de o sayede haberdar oldum, gittim. Fikret Kızılok’a çalışmalarımdan bahsettim, o da “Gelin burada dinleti yapın, hemen haftaya başlayın” dedi. Öyle başladı, orada iki dönem konserler yaptık.  Çok mutlu olduk çünkü o bizim başlangıç nüvemiz oldu. Sefarad müziğini dünyaya tanıtmanın çekirdeği de oldu orası. Erkan’la, Bülent’le de orada tanıştık. Dolayısıyla Janet & Jak Esim Ensemble’ı da orada oluşturmuş olduk.

‘SEFARAD GRUBU BİR BALONDU, SÖNDÜ’

Bunca emek, bunca araştırma, derleme, kayıt… Bütün dünya kültür mirası açısından çok önemli bir şey yaptınız bu müziği insanlara tanıtarak. Bunun maddi karşılığı olduğunu zaten düşünmüyorum ancak manevi olarak karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz?

Jak Esim: Bu bir misyon. Bu müzikten maddi bir gelirimiz neredeyse hiç olmadı, hep sembolikti. Yol parası gibi şeyler yani… Biz de zaten işin maddi yönünü hiç düşünmedik, bu bizim için bir moral kaynağı oldu. Bu müziği dünyaya tanıtma misyonunu yerine getirdiğimizi düşünüyoruz. Bakın bugün benim derlediğim birçok Sefarad şarkısı, dünyanın birçok yerinde sanatçılar, gruplar tarafından ica ediliyor. Birçoğu da çok farklı biçimlerde icra ediyor, bu çok hoşuma gidiyor. Birilerinin Sefarad müziği icra etmesi, hatta bizim şarkılarımızı icra etmesi bizi mutlu eder, yeter ki doğru icra etsinler.

Daha genç nesilde bu müziği yapanlar, araştıranlar var mı?

Jak Esim: Bunun en önemli örneği Sefarad grubu. Biliyorsunuz, bir dönem çok da popülerdi. Sefarad şarkılarını orijinal dilinde ve Türkçe sözler yazarak icra ettiler. Ben grubun solisti Sami’yi biliyorum, çok iyi bir sesi var, çok iyi bir tenor. İlk kez böyle bir işe giriştiklerinde ben çok umutluydum, diyordum ki “Biz bunu bir sonraki kuşağa devredebildik en azından. Onlar bu bayrağı taşıyacaklar.” Henüz CD’lerini almamıştım, ilk konserlerine gittim, hayal kırıklığına uğradım. Arabeskleştirmişlerdi her şeyi. Sesiniz çok iyi olabilir, çok iyi bir şarkıcı olabilirsiniz ancak tavır çok önemli, kültürel bakış çok önemli. Buna dikkat edemedikleri için o bir balon oldu ve söndü. Tabii bizim kültürümüzün tanınması açısından bir rolü oldu çünkü çok popüler bir gruptu, bütün televizyonlarda görünüyorlardı.

Gençler arasında bu müziği yapan kalmadı sonrasında da.