İlk yazıda birinci bölüme bakmıştım. Bu yazıda ikinci ve üçüncü bölümü, özellikle Kulüp’ün Varlık Vergisi’ni işleyişini mercek altına alıyorum. Bu yazı önce Serbestiyet adlı sitede yayınlanmıştır.
Kulüp dizisi İstanbul’daki Yahudi yaşamını seyircisine aktarırken Türk izleyiciyi tarihle yüzleşmeye de davet ediyor ve bunu, ana akımda alışık olunmayan bir dürüstlükle yapıyor.Matilda’nın Raşel’e Varlık Vergisi’ni anlatışı aslında Türklere bir kısa tarih dersi. Unutmayı yeğledikleri bir gerçeğin hatırlatılması. Matilda bir ihbarcıyı suçlasa da aslında onu ailesinden koparan bir kişi değil bütün bir sistemdir. Suçlu olan ‘o adamların’ arasında dönemin başbakanı Saracoğlu ve cumhurbaşkanı İnönü de vardır. Bugün 11 Kasım. 1942’deki Varlık Vergisi’nin 79’uncu yıldönümü. Ve ırkçı Saracoğlu’nun ismi hâlâ Fenerbahçe stadını süslüyor.
Kulüp dizisinin ikinci bölümünde Matilda’nın çocukken evde duran duvar saatinin Çelebi tarafından çalındığını hemen hissediyoruz. Aseoların evinden çalınan bu saat, bilenlerin aklına hemen Türkiye’deki Yahudilerin belki de en ağır kolektif travması olan Varlık Vergisi’ni getirecek.
79 yıl önce bugün, 11 Kasım 1942’de mecliste onaylanan bu ırkçı uygulama gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesini hedefliyordu. Bu, azınlıkları ekonomik hayatın dışına itme projesinin en katı örneklerinden biriydi. Orhan Bey’i ziyarete gelen yetkilinin dediği gibi: “İstanbul’un gece hayatını artık Türk müteşebbislerce yeniden inşa etmek istiyor…” Burada bahsedilen yabancılar değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan gayrimüslimlerin sektörden atılması. Kulüp, bu zihniyeti bu kadar direkt özetleyerek hâlâ ayrımcılığı inkâr eden Türklere çok esaslı bir ders veriyor.
Varlık Vergisi’ne dönersek, bu ırkçı uygulamayla malvarlıklarının yüzde iki yüzüne varan meblağlarda borç biçilen gayrimüslimler evlerinden halılarına her şeylerini ucuza satmak zorunda kaldı. Dedem bir gün Galata’daki, Kulüp’ün geçtiği mahalledeki evlerinin salonunda mezata uyandı ve oyuncak tahta atı ile renkli kalemlerinin satıldığını içi burkularak gördü. Johann Faber markaydı o kalemler. Özellikle bunu hatırlar.
Kesilen gerçekdışı borcu ödeyemeyen Aseo ailesinden Matilda’nın babası ve abisi polisler tarafından bir gün götürülür. Borçlarını ödeyemedikleri için çalışma kampına (hiç duymayanlar, evet yanlış okumadınız) Aşkale’ye sürüleceklerdir. Ocakta başlayan uygulamayla sürgünler kışın ortasında kar küreme ve yol inşaatında ırgatlık yapmaya Erzurum’un bu ücra köşesine yollanır. Genç yaşlı sürgünler oradaki şartlardan çok acı çeker. Yirminin üzerinde insan ölür. Matilda’nın ailesi de bunların arasındadır.
Bir Hafıza Mekanı Olarak Sirkeci Garı
Bu korkunç yolculuk Galata’daki evlerden toplandıktan sonra Sirkeci’de başlar. Dedem de aynı Matilda gibi babasının yağmurlu bir gece evinden polislerce alınıp Sirkeci’ye götürülüşünü hatırlar. Aşkale’ye yolculuk orada başlar.
Nasıl Raşel kendi ailesinin başına gelen Varlık Vergisi’ni bilmiyorsa, bugün bu bihaberlik Türkiye’nin geneli için geçerlidir. Matilda’nın Raşel’e Varlık’ı anlatışı aslında Türklere bir kısa tarih dersi. Unutmayı yeğledikleri bir gerçeğin hatırlatmasıdır.
Aşkale’de bugün herhangi bir hafızalaştırma yok. Devlet özür dilemedi, tazminat ödemedi. Hatta tam olarak resmen ne yaşandığını bile tanımadı. Hâlâ Varlık Vergisi konusunda etraflı bir meclis araştırmasına muhtacız. Ancak bundan sonra tanıma, hafızalaştırma ve tazminat gibi daha meşakkatli konulara girebiliriz toplum olarak. Bu meseleleri Avlaremoz Varlık Vergisi’nin kaldırıldığı günün anısına yaptığı etkinlikte incelemişti.
Aşkale’de (ve Sivrihisar ile Yozgat’ta) çalışma kamplarına gönderilenlerin tamamı gayrimüslimdi. Devlet hâlâ açıklamadığı için tam sayıları ve listeyi bilmiyoruz. Edindiğimiz bilgiler başka kaynaklardan bize ulaşıyor. Bunların en önemlilerinden biri de kendisi de bir Aşkale sürgünü olan Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğü.
Matilda bir ihbarcıyı suçlasa da aslında onu ailesinden koparan bir kişi değil bütün bir sistemdir. Suçlu olan ‘o adamların’ arasında dönemin başbakanı Saracoğlu ve cumhurbaşkanı İnönü de vardır. Bugün ırkçı Saracoğlu’nun ismi hâlâ Fenerbahçe stadını süslüyor.
Cumhurbaşkanı İnönü ırkçı uygulamayı “Varlık vergisi haklı bir tedbir olarak kabul edilmiştir, bu hükmü veren milletin vicdanıdır” diye nitelemekle yetinirken, Başbakan Saracoğlu yasa hakkındaki gizli oturumda hiçbir bahane üretmeden amacın gayrimüslimleri ezmek olduğunu, bunun da milli bir proje olduğunu belirtiyor:
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Kulüp sayesinde, Türkler Varlık Vergisi’nin azınlık toplumlarına ne yaşattığını belki de ilk defa bu kadar açık biçimde popüler medyada görüyor. Ancak diziyi izlerken gelen yürük burkulması bu meselenin sonu olamaz. Kültürel öğrenmenin siyasal değişime, eşit vatandaşlığı desteğe dönüşmesi de gerekiyor.
Dini pratikler ve sinagog sahnesi
İkinci ve üçüncü bölümde izleyici sadece Varlık gerçeğini izlemiyor. Bu dürüst temsili yaparken Kulüp yalnız ders veren değil, hızlı ilerleyen ve çok yönlü, zengin bir hikâye de sunuyor.
Mesela izleyici Şabat kurallarına dair detaylar öğreniyor. Çelebi’nin dediği üzere Şabat’a bakanlar “elektrik düğmesine basmaz.” Şabat şomerler Cuma hava kararıncadan Cumartesi gecesine elektrik kullanmaz, arabaya binmez, telefon açmazlar. Cumartesileri çamaşır makinesi çalıştırmamak gibi bir pratik yaygın olsa da Şabat’a sıkı bakmak bugün istanbul toplumunda pek yaygın değildir. Şabat sahnelerinde arkada çalan ezgi Şalom Alehem adlı bir şarkıdır ve Şabat’ta söylenir. Kiduş adlı dua söylenirken herkes aynı kadehten bir yudum alır. Geleneksel olarak Türkiyeliler Şabat’ta bezelye, tavuk ve pilav mutlaka yer. Buna ıspanaklı (kalavasucho), kabaklı (prisafuchi), peynirli gibi börekler, pırasa köftesi gibi klasikler de eklenir.
Aşçının İstanbul’a yeni gelene Şabat’ı açıklaması da mantıklı çünkü 50’lere gelindiğinde Anadolu’da Yahudi toplumu pek kalmamıştı. 1900’de Tokat’tan Aydın’a çoğu ilde yaşayan Yahudiler 50’lerden itibaren artık yalnız İstanbul ve İzmir’de manalı sayılarda varlık gösteriyordu.
Sinagog sahnesi Kadıköy’deki Hemdat İsrael Sinagogu’nda çekilmiş. Burada Raşel ve Matilda balkonda oturuyor çünkü Türkiye’deki ‘modern ortodoks’ denebilecek sinagoglarda (camilerdeki gibi) kadın ve erkek kısmı ayrıdır. Asıl ve büyük kısım olan aşağıda erkekler, balkondaysa kadınlar. Bu sinagoglarda kadınlar tevaya çıkamaz, yani kürsüden dua edemez ve cemaati yönlendiremezler. Türkiye cemaatinde kadın haham yoktur. Ancak bu sahnedeki gibi şarkı söylemek için çıkabilirler. Tevaya çıkmak (bu gelenekte) erkeklere mahsustur.
Çocukların söylediği de ünlü bir litürjik Ladino şakıdır. Kuando El Rey Nimrod adlı şarkı Avram Avinu’nun (Babamız Avram/Hz. İbrahim) doğuşunu anlatır. Bu şarkının modern bir düzenlemesini de dinleyebilirsiniz. İlk kıtada geçen kelimelerden biri, djuderia Yahudi mahallesi demektir; La Kula, Hasköy ve Balat İstanbul’un geleneksel djuderia’larıyken Bursa’da bu Türkçe adı da Yahudilik olan mahalledir.
Erkeklerin başında kipa (takke) var ama kadınlar kipa takmaz. Yine de başlarını genelde biraz örttükleri görünüyor. Barmitzva ve düğün gibi özel günlerde kadınlar genelde küçük şapkalar takar. Bunları yapan şapkacılar (bugün de) hep Ermenidir. Matilda’nın daha sonra önünden geçtiği Leoss Şapkacı belki de bunlardan biridir.
İsim dalgaları
Set dekoru, kostümü ve müziği dahil inanılmaz bir detayla üretilen Kulüp’te fark edecek başka bir sürü şey var.
Mesela kullanılan Jak, Moiz, Raşel, Matilda gibi isimler dönemi yine doğru yansıtıyor. Bu isimlerde Fransızcanın kültürel etkisi aşikâr. Geç on dokuzuncu yüzyıldan ta 70’lere kadar Fransız etkili isimler çok popülerdi. Bunlar önce Tevrat kaynaklı David, Eli, Sara gibi isimlerden daha kültürel sermayeli oldular. Mesela (büyük dedemin de ismi olan) Salamon, (yine 3 nesil önce ailemde olan) Luna gibi dizide geçen isimler daha eski, Sefaradlara has isimler. Çakma isim seçerken Raşel’in Aysel’i seçmesi de asimilasyoncu, Türkleşme çabası içindeki bazı Yahudileri iyi yansıtıyor. Onlar da Türkçe isim seçerken Aysel gibi ‘öz Türkçe,’ İslami referansı olmayan isimler tercih ederler. Bazen de isimlerin ters yönde gittiğini görüyoruz: Yahudiler ve Hristiyanlar arasında önceden yaygın olan Rita, Selin gibi isimler zamanla Türkler tarafından da kullanılmaya başlıyor.
İsimlerle ilgili benim gözüme çarpan ama aslında dizide pek de önemli olmayan bir olay da Matilda’nın telefon santralindeki operatörü aradığı sırada ortaya çıkıyor. Matilda, David Pinto diyor ve karşıdaki tek seferde anlıyor. Bu mümkün değil. Hayatımda hiç başıma gelmemiş bir olay. Geleneksel isimli gayrimüslimler bu deneyimi iyi anlayacaktır. Aslında olması gereken Matilda’nın otomatik olarak Denizli Adana Van İstanbul Denizli demesidir.
Göze çarpan diğerleri
Raşel annesine “Orospu musun?” diye soruyor. Direkt böyle bir soru sorması uçuk bir şey olsa da -o anki durumlarından bağımsız düşünüldüğünde bile- bu soru çok da akıldışı değil. Zira geç on dokuzuncu ve erken yirminci yüzyılda İstanbul seks işçileri arasında Yahudiler gerçekten de belirgin bir gruptu. Bu konuda (tabii ki Rıfat Bali’nin) bir kitap bile var.
Bir başka küçük detay Raşel’in (bende de benzeri olan) kolyesi. Aslında evlerin, odaların kapısına asılan, içinde küçük bir dua iliştirilen bir mezuza. Bu tarz veya Davut Yıldızlı kolyeler Yahudiler arasında popülerdir ancak Türkiye’de genelde bunlar tişörtün veya gömleğin içine saklanır.
Matilda’nın Raşel’i Müslümanlarla ilişki kurmak konusunda uyarırken “Seni değil Aysel’i seviyor” demesi aslında büyük bir meseleye adım atıyor. Bugün 50’lere göre karma evlilikler daha da yaygın ancak bazı ortamlarda hâlâ tartışmalı. Bu konuda Özgür Kaymak ve Anna Maria Beylunioğlu yakın zamanda kapsamlı bir çalışma yayınladılar.
Dizi boyunca izlenen bir başka konu eğlence sektörü ve gece hayatının, buralarda çalışan kadınlar için bir şiddet mahalli oluşu. Buna karşılık işyerindeki cinsiyet temelli şiddete karşı kadınların etnik-dini kimlikleri aşan bir dayanışma gösterdiğini de görüyoruz. Kulüp üzerine üretilen onca içerikte henüz diziyi toplumsal cinsiyet lensinden inceleyen biriyle karşılaşmadım ama eminim yakında uzmanlarından bu bakışı da okuyacağız.
Üçüncü bölümün kapanışını Adio Kerida adlı Ladino şarkıyla yapıyoruz. Bunu seslendiren Yasmin Levy Türkiyeli bir ailenin İsrail’de doğan kızıdır. Manisalı babası Yitzhak Levy de kızı gibi müzisyendir ve ikisi Ladino’nun müzik geleneği için önemli isimlerdir. Bu şarkıyı dinlerken Varlık Vergisi’ni google’lamanız ve Şükrü Saracoğlu stadının adının değişmesi üzerine düşünmeniz dileğiyle…
Bu yazı sinagog sahnesinin çekildiği ibadethanenin adını düzeltilerek güncellenmiştir. Önceki halinde hatalı olarak sinagogun Galata’daki Zülfaris Sinagogu olduğu yazıyordu.
İlk yazıda birinci bölüme bakmıştım. Bu yazıda ikinci ve üçüncü bölümü, özellikle Kulüp’ün Varlık Vergisi’ni işleyişini mercek altına alıyorum. Bu yazı önce Serbestiyet adlı sitede yayınlanmıştır.
Kulüp dizisi İstanbul’daki Yahudi yaşamını seyircisine aktarırken Türk izleyiciyi tarihle yüzleşmeye de davet ediyor ve bunu, ana akımda alışık olunmayan bir dürüstlükle yapıyor.Matilda’nın Raşel’e Varlık Vergisi’ni anlatışı aslında Türklere bir kısa tarih dersi. Unutmayı yeğledikleri bir gerçeğin hatırlatılması. Matilda bir ihbarcıyı suçlasa da aslında onu ailesinden koparan bir kişi değil bütün bir sistemdir. Suçlu olan ‘o adamların’ arasında dönemin başbakanı Saracoğlu ve cumhurbaşkanı İnönü de vardır. Bugün 11 Kasım. 1942’deki Varlık Vergisi’nin 79’uncu yıldönümü. Ve ırkçı Saracoğlu’nun ismi hâlâ Fenerbahçe stadını süslüyor.
Kulüp dizisinin ikinci bölümünde Matilda’nın çocukken evde duran duvar saatinin Çelebi tarafından çalındığını hemen hissediyoruz. Aseoların evinden çalınan bu saat, bilenlerin aklına hemen Türkiye’deki Yahudilerin belki de en ağır kolektif travması olan Varlık Vergisi’ni getirecek.
79 yıl önce bugün, 11 Kasım 1942’de mecliste onaylanan bu ırkçı uygulama gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesini hedefliyordu. Bu, azınlıkları ekonomik hayatın dışına itme projesinin en katı örneklerinden biriydi. Orhan Bey’i ziyarete gelen yetkilinin dediği gibi: “İstanbul’un gece hayatını artık Türk müteşebbislerce yeniden inşa etmek istiyor…” Burada bahsedilen yabancılar değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan gayrimüslimlerin sektörden atılması. Kulüp, bu zihniyeti bu kadar direkt özetleyerek hâlâ ayrımcılığı inkâr eden Türklere çok esaslı bir ders veriyor.
Varlık Vergisi’ne dönersek, bu ırkçı uygulamayla malvarlıklarının yüzde iki yüzüne varan meblağlarda borç biçilen gayrimüslimler evlerinden halılarına her şeylerini ucuza satmak zorunda kaldı. Dedem bir gün Galata’daki, Kulüp’ün geçtiği mahalledeki evlerinin salonunda mezata uyandı ve oyuncak tahta atı ile renkli kalemlerinin satıldığını içi burkularak gördü. Johann Faber markaydı o kalemler. Özellikle bunu hatırlar.
Kesilen gerçekdışı borcu ödeyemeyen Aseo ailesinden Matilda’nın babası ve abisi polisler tarafından bir gün götürülür. Borçlarını ödeyemedikleri için çalışma kampına (hiç duymayanlar, evet yanlış okumadınız) Aşkale’ye sürüleceklerdir. Ocakta başlayan uygulamayla sürgünler kışın ortasında kar küreme ve yol inşaatında ırgatlık yapmaya Erzurum’un bu ücra köşesine yollanır. Genç yaşlı sürgünler oradaki şartlardan çok acı çeker. Yirminin üzerinde insan ölür. Matilda’nın ailesi de bunların arasındadır.
Bir Hafıza Mekanı Olarak Sirkeci Garı
Bu korkunç yolculuk Galata’daki evlerden toplandıktan sonra Sirkeci’de başlar. Dedem de aynı Matilda gibi babasının yağmurlu bir gece evinden polislerce alınıp Sirkeci’ye götürülüşünü hatırlar. Aşkale’ye yolculuk orada başlar.
Nasıl Raşel kendi ailesinin başına gelen Varlık Vergisi’ni bilmiyorsa, bugün bu bihaberlik Türkiye’nin geneli için geçerlidir. Matilda’nın Raşel’e Varlık’ı anlatışı aslında Türklere bir kısa tarih dersi. Unutmayı yeğledikleri bir gerçeğin hatırlatmasıdır.
Aşkale’de bugün herhangi bir hafızalaştırma yok. Devlet özür dilemedi, tazminat ödemedi. Hatta tam olarak resmen ne yaşandığını bile tanımadı. Hâlâ Varlık Vergisi konusunda etraflı bir meclis araştırmasına muhtacız. Ancak bundan sonra tanıma, hafızalaştırma ve tazminat gibi daha meşakkatli konulara girebiliriz toplum olarak. Bu meseleleri Avlaremoz Varlık Vergisi’nin kaldırıldığı günün anısına yaptığı etkinlikte incelemişti.
Aşkale’de (ve Sivrihisar ile Yozgat’ta) çalışma kamplarına gönderilenlerin tamamı gayrimüslimdi. Devlet hâlâ açıklamadığı için tam sayıları ve listeyi bilmiyoruz. Edindiğimiz bilgiler başka kaynaklardan bize ulaşıyor. Bunların en önemlilerinden biri de kendisi de bir Aşkale sürgünü olan Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğü.
Matilda bir ihbarcıyı suçlasa da aslında onu ailesinden koparan bir kişi değil bütün bir sistemdir. Suçlu olan ‘o adamların’ arasında dönemin başbakanı Saracoğlu ve cumhurbaşkanı İnönü de vardır. Bugün ırkçı Saracoğlu’nun ismi hâlâ Fenerbahçe stadını süslüyor.
Cumhurbaşkanı İnönü ırkçı uygulamayı “Varlık vergisi haklı bir tedbir olarak kabul edilmiştir, bu hükmü veren milletin vicdanıdır” diye nitelemekle yetinirken, Başbakan Saracoğlu yasa hakkındaki gizli oturumda hiçbir bahane üretmeden amacın gayrimüslimleri ezmek olduğunu, bunun da milli bir proje olduğunu belirtiyor:
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Kulüp sayesinde, Türkler Varlık Vergisi’nin azınlık toplumlarına ne yaşattığını belki de ilk defa bu kadar açık biçimde popüler medyada görüyor. Ancak diziyi izlerken gelen yürük burkulması bu meselenin sonu olamaz. Kültürel öğrenmenin siyasal değişime, eşit vatandaşlığı desteğe dönüşmesi de gerekiyor.
Dini pratikler ve sinagog sahnesi
İkinci ve üçüncü bölümde izleyici sadece Varlık gerçeğini izlemiyor. Bu dürüst temsili yaparken Kulüp yalnız ders veren değil, hızlı ilerleyen ve çok yönlü, zengin bir hikâye de sunuyor.
Mesela izleyici Şabat kurallarına dair detaylar öğreniyor. Çelebi’nin dediği üzere Şabat’a bakanlar “elektrik düğmesine basmaz.” Şabat şomerler Cuma hava kararıncadan Cumartesi gecesine elektrik kullanmaz, arabaya binmez, telefon açmazlar. Cumartesileri çamaşır makinesi çalıştırmamak gibi bir pratik yaygın olsa da Şabat’a sıkı bakmak bugün istanbul toplumunda pek yaygın değildir. Şabat sahnelerinde arkada çalan ezgi Şalom Alehem adlı bir şarkıdır ve Şabat’ta söylenir. Kiduş adlı dua söylenirken herkes aynı kadehten bir yudum alır. Geleneksel olarak Türkiyeliler Şabat’ta bezelye, tavuk ve pilav mutlaka yer. Buna ıspanaklı (kalavasucho), kabaklı (prisafuchi), peynirli gibi börekler, pırasa köftesi gibi klasikler de eklenir.
Aşçının İstanbul’a yeni gelene Şabat’ı açıklaması da mantıklı çünkü 50’lere gelindiğinde Anadolu’da Yahudi toplumu pek kalmamıştı. 1900’de Tokat’tan Aydın’a çoğu ilde yaşayan Yahudiler 50’lerden itibaren artık yalnız İstanbul ve İzmir’de manalı sayılarda varlık gösteriyordu.
Sinagog sahnesi Kadıköy’deki Hemdat İsrael Sinagogu’nda çekilmiş. Burada Raşel ve Matilda balkonda oturuyor çünkü Türkiye’deki ‘modern ortodoks’ denebilecek sinagoglarda (camilerdeki gibi) kadın ve erkek kısmı ayrıdır. Asıl ve büyük kısım olan aşağıda erkekler, balkondaysa kadınlar. Bu sinagoglarda kadınlar tevaya çıkamaz, yani kürsüden dua edemez ve cemaati yönlendiremezler. Türkiye cemaatinde kadın haham yoktur. Ancak bu sahnedeki gibi şarkı söylemek için çıkabilirler. Tevaya çıkmak (bu gelenekte) erkeklere mahsustur.
Çocukların söylediği de ünlü bir litürjik Ladino şakıdır. Kuando El Rey Nimrod adlı şarkı Avram Avinu’nun (Babamız Avram/Hz. İbrahim) doğuşunu anlatır. Bu şarkının modern bir düzenlemesini de dinleyebilirsiniz. İlk kıtada geçen kelimelerden biri, djuderia Yahudi mahallesi demektir; La Kula, Hasköy ve Balat İstanbul’un geleneksel djuderia’larıyken Bursa’da bu Türkçe adı da Yahudilik olan mahalledir.
Erkeklerin başında kipa (takke) var ama kadınlar kipa takmaz. Yine de başlarını genelde biraz örttükleri görünüyor. Barmitzva ve düğün gibi özel günlerde kadınlar genelde küçük şapkalar takar. Bunları yapan şapkacılar (bugün de) hep Ermenidir. Matilda’nın daha sonra önünden geçtiği Leoss Şapkacı belki de bunlardan biridir.
İsim dalgaları
Set dekoru, kostümü ve müziği dahil inanılmaz bir detayla üretilen Kulüp’te fark edecek başka bir sürü şey var.
Mesela kullanılan Jak, Moiz, Raşel, Matilda gibi isimler dönemi yine doğru yansıtıyor. Bu isimlerde Fransızcanın kültürel etkisi aşikâr. Geç on dokuzuncu yüzyıldan ta 70’lere kadar Fransız etkili isimler çok popülerdi. Bunlar önce Tevrat kaynaklı David, Eli, Sara gibi isimlerden daha kültürel sermayeli oldular. Mesela (büyük dedemin de ismi olan) Salamon, (yine 3 nesil önce ailemde olan) Luna gibi dizide geçen isimler daha eski, Sefaradlara has isimler. Çakma isim seçerken Raşel’in Aysel’i seçmesi de asimilasyoncu, Türkleşme çabası içindeki bazı Yahudileri iyi yansıtıyor. Onlar da Türkçe isim seçerken Aysel gibi ‘öz Türkçe,’ İslami referansı olmayan isimler tercih ederler. Bazen de isimlerin ters yönde gittiğini görüyoruz: Yahudiler ve Hristiyanlar arasında önceden yaygın olan Rita, Selin gibi isimler zamanla Türkler tarafından da kullanılmaya başlıyor.
İsimlerle ilgili benim gözüme çarpan ama aslında dizide pek de önemli olmayan bir olay da Matilda’nın telefon santralindeki operatörü aradığı sırada ortaya çıkıyor. Matilda, David Pinto diyor ve karşıdaki tek seferde anlıyor. Bu mümkün değil. Hayatımda hiç başıma gelmemiş bir olay. Geleneksel isimli gayrimüslimler bu deneyimi iyi anlayacaktır. Aslında olması gereken Matilda’nın otomatik olarak Denizli Adana Van İstanbul Denizli demesidir.
Göze çarpan diğerleri
Raşel annesine “Orospu musun?” diye soruyor. Direkt böyle bir soru sorması uçuk bir şey olsa da -o anki durumlarından bağımsız düşünüldüğünde bile- bu soru çok da akıldışı değil. Zira geç on dokuzuncu ve erken yirminci yüzyılda İstanbul seks işçileri arasında Yahudiler gerçekten de belirgin bir gruptu. Bu konuda (tabii ki Rıfat Bali’nin) bir kitap bile var.
Bir başka küçük detay Raşel’in (bende de benzeri olan) kolyesi. Aslında evlerin, odaların kapısına asılan, içinde küçük bir dua iliştirilen bir mezuza. Bu tarz veya Davut Yıldızlı kolyeler Yahudiler arasında popülerdir ancak Türkiye’de genelde bunlar tişörtün veya gömleğin içine saklanır.
Matilda’nın Raşel’i Müslümanlarla ilişki kurmak konusunda uyarırken “Seni değil Aysel’i seviyor” demesi aslında büyük bir meseleye adım atıyor. Bugün 50’lere göre karma evlilikler daha da yaygın ancak bazı ortamlarda hâlâ tartışmalı. Bu konuda Özgür Kaymak ve Anna Maria Beylunioğlu yakın zamanda kapsamlı bir çalışma yayınladılar.
Dizi boyunca izlenen bir başka konu eğlence sektörü ve gece hayatının, buralarda çalışan kadınlar için bir şiddet mahalli oluşu. Buna karşılık işyerindeki cinsiyet temelli şiddete karşı kadınların etnik-dini kimlikleri aşan bir dayanışma gösterdiğini de görüyoruz. Kulüp üzerine üretilen onca içerikte henüz diziyi toplumsal cinsiyet lensinden inceleyen biriyle karşılaşmadım ama eminim yakında uzmanlarından bu bakışı da okuyacağız.
Üçüncü bölümün kapanışını Adio Kerida adlı Ladino şarkıyla yapıyoruz. Bunu seslendiren Yasmin Levy Türkiyeli bir ailenin İsrail’de doğan kızıdır. Manisalı babası Yitzhak Levy de kızı gibi müzisyendir ve ikisi Ladino’nun müzik geleneği için önemli isimlerdir. Bu şarkıyı dinlerken Varlık Vergisi’ni google’lamanız ve Şükrü Saracoğlu stadının adının değişmesi üzerine düşünmeniz dileğiyle…
Bu yazı sinagog sahnesinin çekildiği ibadethanenin adını düzeltilerek güncellenmiştir. Önceki halinde hatalı olarak sinagogun Galata’daki Zülfaris Sinagogu olduğu yazıyordu.
Paylaş: