“Kulüp” isimli dizi, 1950’li yıllarda İstanbul’da bir gece kulübü etrafında yaşananları anlatıyor. Dizinin ana teması Matilda’nın hapisten çıkmasıyla onu o güne kadar hiç tanımamış kızı Raşel’in ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Dizi bugün artık çok az konuşanın kaldığı Ladino diline ve Varlık Vergisi’nin Yahudiler üzerindeki yok edici etkisine ışık tutuyor.
Netflix’te yayınlanan “Kulüp” isimli dizi 1950’lerin İstanbul’unda Matilda Aseo ve yetimhanede büyüyen kızı Raşel’in hayatına odaklanıyor. Ancak dizi bununla sınırlı kalmıyor. Kulüp, ana karakterleri üzerinden Sefarad Yahudilerinin hayatına, bugün artık çok az konuşanın kaldığı Ladino diline ve Varlık Vergisi’nin Yahudiler üzerindeki yok edici etkisine ışık tutuyor.
Hâliyle son birkaç gündür Yahudiler, Türkiye toplumuna şu soruyu yöneltiyor: “Matilda’nın ve bugün Türkiye’deki Yahudilerin hayatını geri dönüşü olmayan şekilde etkileyen Varlık Vergisi’nden ne kadar haberdarız?”
Gökçe Bahadır’ın başrolünü oynadığı Netflix dizisi “Kulüp”, 1950’li yıllarda İstanbul’da bir gece kulübü etrafında yaşananları anlatıyor. Dizinin ana teması Matilda’nın hapisten çıkmasıyla onu o güne kadar hiç tanımamış kızı Raşel’in ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor
Kulüp’le birlikte Türkiye’da ilk defa bir dizide Ladino dili duyuyoruz, İstanbul’daki Sefarad Yahudilerinin geleneklerine, düğünlerine, Şabat sofralarına tanıklık ediyoruz.
1950’ler İstanbul’unda, bir gece kulübünde çalışan zanaatkârların ve işçilerinin büyük çoğunluğunun Yahudi, Rum ve Ermeni olduğunu, yine gayrimüslim halkların kentin neredeyse bütün hatlarında, mekanlarında, iş kollarında, mahallelerinde ne kadar da etkin ve yerleşik olduğunu görüyoruz.
Ancak ilerleyen bölümlerde Kulüp’ün patronu Orhan’a verilecek ödülün ve önünün açılmasındaki anlaşmanın tek bir şarta bağlı olduğu da görüyoruz: “İstanbul’un gece hayatını artık Türk mütesebbislerce yeniden inşa etmek.” Orhan’a tek şart, eğlence sektörünü ‘temizlemek’ için Kulüp’te çalıştırılan gayrimüslimlerden işten çıkarılması oluyor.
“TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR” POLİTİKASI HAYATA GEÇİRİLİYOR
Orhan’ın, işletmecesi Çelebi’nin itirazına verdiği yanıt ise “Türkiye yeni bir döneme girecek, her şey değişecek, gayrimüslimler de buna ayak uyduracak” oluyor. Aslında demek istediği, daha önce mübadeleler, yangınlar, Trakya Pogromu, Yirmi Kur’a, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası ve Varlık Vergisi ile hazırlanan, sonrasında 6-7 Eylül Pogromu ve Rum Kararnamesi ile pekiştirilerek ilerletilecek politikaya işaret ediyor: Türkiye Türklerindir.
Çünkü Varlık Vergisi’nden seneler önce 1915 Ermeni Soykırımı, 1923 Mübadele Anlaşması yaşanmış, 1928’de Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası başlatılmış, 28 Haziran ila 4 Temmuz 1934 tarihleri arasında, ‘Trakya Olayları’ diye anılan Çanakkale, Keşan, Uzunköprü, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski ve Edirne’de yaşayan Yahudilere yönelik bir pogrom yapılmıştı. Saldırılar tüm şehirlerde aynı zamanda başlamış, Çanakkale ve Keşan’da yaşayan yaklaşık 40 Yahudi aile şehri 24 saat içinde terk etmeye zorlanmıştı.
Ardından, özel bir kanunla askere alınan gayrimüslim erkeklere silah verilmesinin, aileleriyle görüşmelerinin yasaklandığı ve yol, köprü yapımı gibi bayındırlık işlerinde amele olarak çalıştırıldıkları 1941 Yirmi Kur’a İhtiyatı yaşanmıştı.
Eğlence hayatının Türkleştirilmesini isteyen müteşebbisler/Kulüp
Matilda’nın, yetimhanede büyüyen kızı Raşel’i alıp büyüdüğü Raşel Salomon apartmanın önüne götürdüğü sahne de hikayenin düğüm noktasını anlatıyor. Bugün hâlâ ayakta olan apartmanın önünde, Matilda ailesinin Varlık Vergisi’nde yüklü miktarda vergi ödediğini, ancak bir sabah abisiye alınıp Aşkale kampına götürüldüğünü, burada korkunç şartlarda çalıştırıldıklarını ve bir daha onlardan haber alamadığını anlatıyor.
İHBARCI TÜRK ÇALIŞAN
Matilda’nın, ailesinin hayatını yok eden kampa giden yolun ise aslında Raşel’in de babası olan, aile şirketinin Türk çalışanı Mithat’ın para karşılığı yaptığı ihbar ve kurduğu tuzakla döşendiği ortaya çıkıyor.
Varlık Vergisi kapsamında vatandaşlar, vergi ödemelerine başladı. Gişe önlerinde kuyruklar oluştu.
“GAYRİMÜSLİMLERİ EZMEK İÇİN YAPILAN BİR VERGİYDİ”
Peki neydi bu Varlık Vergisi, kimler kampa götürülüyordu, Matilda’nın ailesi neden dönememişti, Aşkale kampında neler yaşanmıştı?
“Dedem 6 yaşındayken bir gün evinde büyük bir olaya uyandı. Salonun ortasında bir adam bağırıyor, onu izleyen bir kalabalık açık artırmayla ailesinin eşyalarını satın alıyordu. Gözünün önünde renkli kalemleri, oyuncakları el değiştiriyordu. Varlık Vergisi dediğimiz olay binlerce Yahudi, Ermeni ve Rum’a 1942’den 1944’e böyle deneyimler yaşattı.”
“Vergiye bahane olarak ‘vurgunculuk’ ve ‘savaş ihtiyacı’ verilse de asıl sebebin azınlıkları fakirleştirmek, küçük-büyük her türlü malvarlığının el değiştirmesini sağlamaktı. 1942’de bu gerçeğin herkes farkındaydı. O sırada yazdığı mektup ve notlarında Eli Şaul yasa hakkında şöyle diyor: ‘Varlık Vergisi sırf gayrimüslimleri ezmek için yapılmış bir vergiydi.’”
İNÖNÜ VE SARAÇOĞLU İCRAATI
Bu sözler, Türkiyeli Yahudilerden Nesi Altaras’ın Avlaremoz’daki “11 Kasım’da Çıkan Varlık Vergisi Hâlâ Toplumsal Hafızada Yok” başlıklı yazısına ait.
11 Kasım 1942’te kanunlaştırılan Varlık Vergisi, tek parti döneminde Şükrü Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı olarak TBMM’de kabul edildi. Kanunda ilk görüşmelerde ‘gayrimüslim’ ve ‘müslüman’ gibi olmayan ayrımlar, daha sonra yapılan kapalı oturumlarda geçerli kılındı.
Hemen Servet Komisyonları kuruldu. Dönemin İstanbul Defterdarı Fail Ökte, uygulamada, vergi mükelleflerinin Maliye Bakanlığı’nca belirlenen dört grubu baz alındığını belirtti:
M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde 12,5’ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50’sini; D grubu (dönmeler) yüzde 25’ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12,5’ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de yüzde 5’ini ödeyeceklerdi.
İCRALAR, MALLARA EL KOYMALAR, SATIŞLAR, KAMPLAR…
Ayhan Aktar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları kitabına göre, vergi mükelleflerinin isimleri ve miktarlarının ilan edilmesi, en fazla bir ay ile sınırlandırılmış ödeme süresi, bu süre içinde borçlarını ödeyemeyenlerin mallarının icra yolu ile satışa çıkarılacak oluşu ve borçlarını ödeyemeyen mükelleflerin bedenen çalışarak ödetmek için çalışma kamplarına gönderilmesi, bu kanunun ayrımcılık temelli iktisadi politikanın bir parçası olduğunu işaret etmekteydi.
İnönü ve Saraçoğlu
SARAÇOĞLU’NUN NAZİ ALMANYASI İLE ANLAŞMASI
Saraçoğlu’nun başbakanlık yaptığı dönemde Nazi Almanyası ile Arkadaşlık Antlaşması imzaladığını ve bu çerçevede Holokost’tan kaçan birçok Yahudi’nin Türkiye üzerinden yolculuk etmesine ve Struma gemisindeki Yahudi mültecilere de iniş izni vermemesine de dikkati çekmek gerekiyor.
Nesi Altaras da yukarıda bahsi geçen yazısında, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Cumhurbaşkanı İnönü’nün sözlerini hatırlatıyor. Başbakan Saraçoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vekilleri ile yaptığı kapalı oturumda verginin asıl sebeplerini şöyle aktarmıştı:
SARAÇOĞLU: BİZ TÜRKÇÜYÜZ, BU BİR DEVRİM KANUNUDUR
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Saraçoğlu’nun bu konuşmasından sonra basının azınlıklara yönelik nefret söylemleri arttı. Dönemin birçok gazete ve matbusunda Yahudiler başta olmak üzere Rum ve Ermenilere yönelik nefret söylemi yaygınlaştırıldı.
Kanuna göre, borcunu 1 ay içerisinde ödemeyen mükelleflerin bedeni kabiliyetlerine göre genel hizmetler ve belediye hizmetlerinde çalıştırılması öngörülüyordu.
İstanbul’da kurulan komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Vergi ile hedeflenen zaten İstanbul’daki azınlık sermayesiydi. Ülke genelinde tahakkuk edilen verginin yüzde 54’ü İstanbul’dan tahakkuk edilmişti.
İSTİKLAL’İN ORTASINDA MEZATLAR
4 Ocak 1943’e kadar vergisini ödemeyen mükelleflere birinci hafta için yüzde 1, sonraki haftalar için yüzde 2 gecikme zammı uygulanacağı ilan edildi. Aralık 1942 ve Ocak 1943 tarihleri arasında İstanbul’da, özellikle İstiklal Caddesi’nde gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi.
Satılan mülklerin yüzde 67’si Müslüman Türkler, yüzde 30’u resmi kurum ve kuruluşlar tarafından alındı. 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrimüslime ait ev ve iş yerleri haczedilerek haraç mezat satıldı.
SADECE MAHALLELER DEĞİL, TÜRKİYE SERMAYESİ DE EL DEĞİŞTİRDİ
11 Kasım 1942’de geçen kanun, 15 Mart 1944’e kadar kaldırıldı. Bu iki senede Hristiyanlar ve Yahudi halklar ödeyemeyecekleri vergilerle mükellef kılındılar. Sanılanın aksine hepsi ‘sanat’ ve ‘zanaât’te erbab olmayan, yoksul kesimi de ziyadesiyle fazla olan gayrimüslimlerin eşyaları bir bir sokaklara döküldü. İstanbul’da yüzlerce ev ve dükkan, mal sahipleri tarafından borcunu kapatmak için daha düşük fiyatlara satıldı, bazılarına el konuldu.
Vergi borcu olmayan Müslüman Türkler ise özellikle Varlık Vergisi’nde yüklüce borç çıkarılan gayrimüslimlerin mallarını edinerek, el koyarak bugünün sermaye sahipleri arasına girdi. Dizide, filmlerde, kitaplarda resmedilen o mahalleler birkaç ay içinde el değiştirdi.
KAFİLELER HALİNDE AŞKALE VE SİVRİHİSAR KAMPLARINA GÖNDERİLDİLER
Vergiyi veremeyenler ya da aynı dizideki gibi ihbar yahut tuzakla vergi ödememiş gösterilenler, 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında Erzurum’daki Aşkale kampına gönderildi. Aşkale-Erzurum, Eskişehir-Sivrihisar kamplarına yollanan ve buralarda çalıştırılan gayrimüslimlere verilecek ücretin yarısı borçlarına mashup edildi.
Nesi Altaras, Avlaremoz’daki yazısına şöyle devam ediyor:
“Borçlarını ödeyemeyenler Erzurum, Aşkale’de çalışma kampına gönderildi. Büyük dedem İshak da bu kişilerden biriydi. Aylarca taş kırmaya mahkum edilen ‘borçluların’ tamamı Yahudi ve Hristiyanlardan oluşuyordu. Bu kamp bugün Türkiye’nin toplumsal hafızasında yok. Çalışma kampı başka yerlerde olan, Türkiye’ye yabancı bir kavram gibi davranılıyor. Polonya’nın, Almanya’nın, Rusya’nın çalışma kampları bugün müze olarak topluma yaşananları hatırlatıyor. Aşkale ise toplumun aklından siliniyor. Kampın bir fotoğrafını bile bulmak zor.”
Bini aşkın mükellef, 27 Ocak 1943 tarihinden itibaren Eskişehir’in Sivrihisar ve Erzurum’un Aşkale ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderilmek üzere bazı merkezlerde toplandı.
İKİ SAATLİK YOLU İKİ GÜNDE TAMAMLADILAR
27 Ocak’ta Haydarpaşa’dan Aşkale’ye doğru 32 kişilik 1. kafile trenle yola çıktı. İlk dört kafiledeki toplam 319 kişinin çalışma yeri Erzurum’un Aşkale ilçesi olarak belirlendi. 22 Mart 1943 tarihinde yola çıkan 5. kafiledeki 60 kişi Aşkale tren istasyonuna ulaştığında, artık Varlık Vergisi mükelleflerinin kalacakları boş yer yoktu.
Aşkale kasabasında ve Pırnakapan köyündeki bütün boş odalar, kahvehâneler ve hatta ahırlar gayrimüslim mükelleflerce dolduruldu. Yer bulunamadığında 5. Kafile Erzurum’a sevkedildi. 60 kişi, kızak ve kamyon kiralayarak trenle sadece iki buçuk saatte alınan yolu, iki günde tamamladı.
İstanbul’dan 22 Mart 1943 tarihinden sonra yola çıkan bütün kafileler doğrudan Erzurum’a gönderildi.
ONLAR ÇALIŞTIRILDI, HALK ALAYLA İZLEDİ
Un tüccarı Yorgo Hacıdimitriadis de İkinci Dünya Savaşı yıllarında uygulanmış Varlık Vergisi’nin kurbanlarından birisiydi. Varlık Vergisi borcunu ödeyemediği için 22 Mart 1943 tarihinde Haydarpaşa’dan trenle Aşkale-Erzurum’daki çalışma kampına yollandı. Erzurum’da kaldığı süre boyunca günlük tutan Hacıdimitriadis’in izlenimleri, İletişim Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
Yorgo Hacıdimitriadis, Erzurum’daki ilk gününü şöyle anlatıyor:
“4 Nisan: Pazar olmak münasebeti ile bazı arkadaşlar hamama gittiler. O sırada emir geldi, saat birde iş başına hazır olmamız için ve saat birde ikişer kişilik kafile halinde guruba gittik… Pazar olduğundan Erzurum halkı bizi seyre gelmiş ve çokları gülümser ve hakaretli sözlerle alay ediyorlardı. Gurup binasında kazma, kürek ve el arabaları verdiler ve bina yolundaki kar ve sair pislikleri temizlememizi emrettiler. Saat 17.30’a kadar çalışdık. Bina etrafında seyirciler eksik değildi. Çalıştığımız yer arka sokak, geçitle-temizlikle alakası olmayan tam manası ile mezberelik bir mahal idi. Öyle ki, havanın çok soğuk olmasına rağmen, kazmanın altından pis kokular hissediliyor idi.”
1943 yılında Varlık Vergisi. Evinde bir gayrimüslime polisler tarafından tebligat yapıldı.
AŞKALE’DEN DÖNEMEYENLER
Aşkale ve Erzurum’da kalan gayrimüslimler, Ağustos 1943’te yük vagonlarına bindirilerek Eskişehir’e yollandı. Aşkale’ye gönderilen bin 229 mükelleften birçoğu, ağır beden gücü gerektiren işler, kötü hayat koşulları ve yetersiz tıbbi bakım yüzünden kampta hayatını kaybetti. Hayatını kaybetmeyenler arasında ruh ve beden sağlığını, üzüntüye dayanamayan yakınlarını kaybedenler oldu.
VERGİNİN KALDIRILIŞI VE NAZİLER BAĞLANTISI
Aşkale’ye sürgüne gönderilenler Avrupa’da savaş cephesindeki gelişmeler ve İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Roosevelt ve Britanya Başbakanı Churchill’le görüşmek üzere Kahire’ye gitmesinin arifesinde, 17 Aralık 1943’te evlerine dönebildi.
Varlık Vergisi, Yahudilerin ABD nezdinde yaptıkları lobi faaliyetleri sonucu ABD’nin Türkiye’ye baskıları ve Nazilerin yenileceğinin anlaşılması neticesinde bir muhalif oya karşılık 310 kabul oyuyla 15 Mart 1944 tarihinde kaldırıldı.
Tarihçi Ayşe Hür, 2015 tarihinde Radikal’deki yazısına göre, verginin İstanbul’da uygulanmasından sorumlu olan İstanbul Defterdarı Faik Ökte, toplanan 315.000.000 Türk lirası verginin 280.000.000 Türk lirasını gayrimüslimlerin ödediğini açıkladı.
MAL VARLIKLARINI KAYBETTİLER, GÖÇE ZORLANDILAR
Bu rakamlar, 1942-1944 yılları arasında, gayrimüslim Türk vatandaşlarının mal varlıklarının önemli bir bölümünü kaybettiğine işaret ederken, aslında gayrimüslimlerin, Cumhuriyet’in kuruluşunun aksine eşit vatandaşı olmadıklarını da göstermiş oldu.
Faik Ökte de, “Varlık Vergisi’nde şöven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır. (…) Verginin bu karakteri Lozan’dan sonra yavaş yavaş kazanmaya başladığımız ekalliyetleri (azınlıkları) bizden soğutmuştur. (…) Esefle kaydetmek lazımdır ki, Varlık Vergisi bu yakınlaşma, bu kaynaşma konserinde falsolu bir nota olmuştur” demişti.
“CUMHURİYET TARİHİNİN ACI AĞIDI”
‘Falsolu nota’ya itiraz eden Hür ise 1938 Trakya pogromu, 1941 Yirmi Kur’a ve Varlık Vergisi’nin devamında gelen, Rumlar başta olmak üzere İstanbul ve Anadolu’daki binlerce gayrimüslimin göç etmesine neden olan 6-7 Eylül 1955 Pogromunun da ardından oluşan tabloyu şöyle özetliyor:
“Cumhuriyet tarihinin, Müslüman olmayan azınlıklar için acı bir ağıt olduğunu görürsünüz.”
Kaynak: Kronos, Nermin Kaya
“Kulüp” isimli dizi, 1950’li yıllarda İstanbul’da bir gece kulübü etrafında yaşananları anlatıyor. Dizinin ana teması Matilda’nın hapisten çıkmasıyla onu o güne kadar hiç tanımamış kızı Raşel’in ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor. Dizi bugün artık çok az konuşanın kaldığı Ladino diline ve Varlık Vergisi’nin Yahudiler üzerindeki yok edici etkisine ışık tutuyor.
Netflix’te yayınlanan “Kulüp” isimli dizi 1950’lerin İstanbul’unda Matilda Aseo ve yetimhanede büyüyen kızı Raşel’in hayatına odaklanıyor. Ancak dizi bununla sınırlı kalmıyor. Kulüp, ana karakterleri üzerinden Sefarad Yahudilerinin hayatına, bugün artık çok az konuşanın kaldığı Ladino diline ve Varlık Vergisi’nin Yahudiler üzerindeki yok edici etkisine ışık tutuyor.
Hâliyle son birkaç gündür Yahudiler, Türkiye toplumuna şu soruyu yöneltiyor: “Matilda’nın ve bugün Türkiye’deki Yahudilerin hayatını geri dönüşü olmayan şekilde etkileyen Varlık Vergisi’nden ne kadar haberdarız?”
Gökçe Bahadır’ın başrolünü oynadığı Netflix dizisi “Kulüp”, 1950’li yıllarda İstanbul’da bir gece kulübü etrafında yaşananları anlatıyor. Dizinin ana teması Matilda’nın hapisten çıkmasıyla onu o güne kadar hiç tanımamış kızı Raşel’in ilişkisi üzerine yoğunlaşıyor
Kulüp’le birlikte Türkiye’da ilk defa bir dizide Ladino dili duyuyoruz, İstanbul’daki Sefarad Yahudilerinin geleneklerine, düğünlerine, Şabat sofralarına tanıklık ediyoruz.
1950’ler İstanbul’unda, bir gece kulübünde çalışan zanaatkârların ve işçilerinin büyük çoğunluğunun Yahudi, Rum ve Ermeni olduğunu, yine gayrimüslim halkların kentin neredeyse bütün hatlarında, mekanlarında, iş kollarında, mahallelerinde ne kadar da etkin ve yerleşik olduğunu görüyoruz.
Ancak ilerleyen bölümlerde Kulüp’ün patronu Orhan’a verilecek ödülün ve önünün açılmasındaki anlaşmanın tek bir şarta bağlı olduğu da görüyoruz: “İstanbul’un gece hayatını artık Türk mütesebbislerce yeniden inşa etmek.” Orhan’a tek şart, eğlence sektörünü ‘temizlemek’ için Kulüp’te çalıştırılan gayrimüslimlerden işten çıkarılması oluyor.
“TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR” POLİTİKASI HAYATA GEÇİRİLİYOR
Orhan’ın, işletmecesi Çelebi’nin itirazına verdiği yanıt ise “Türkiye yeni bir döneme girecek, her şey değişecek, gayrimüslimler de buna ayak uyduracak” oluyor. Aslında demek istediği, daha önce mübadeleler, yangınlar, Trakya Pogromu, Yirmi Kur’a, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası ve Varlık Vergisi ile hazırlanan, sonrasında 6-7 Eylül Pogromu ve Rum Kararnamesi ile pekiştirilerek ilerletilecek politikaya işaret ediyor: Türkiye Türklerindir.
Çünkü Varlık Vergisi’nden seneler önce 1915 Ermeni Soykırımı, 1923 Mübadele Anlaşması yaşanmış, 1928’de Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası başlatılmış, 28 Haziran ila 4 Temmuz 1934 tarihleri arasında, ‘Trakya Olayları’ diye anılan Çanakkale, Keşan, Uzunköprü, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski ve Edirne’de yaşayan Yahudilere yönelik bir pogrom yapılmıştı. Saldırılar tüm şehirlerde aynı zamanda başlamış, Çanakkale ve Keşan’da yaşayan yaklaşık 40 Yahudi aile şehri 24 saat içinde terk etmeye zorlanmıştı.
Ardından, özel bir kanunla askere alınan gayrimüslim erkeklere silah verilmesinin, aileleriyle görüşmelerinin yasaklandığı ve yol, köprü yapımı gibi bayındırlık işlerinde amele olarak çalıştırıldıkları 1941 Yirmi Kur’a İhtiyatı yaşanmıştı.
Eğlence hayatının Türkleştirilmesini isteyen müteşebbisler/Kulüp
Matilda’nın, yetimhanede büyüyen kızı Raşel’i alıp büyüdüğü Raşel Salomon apartmanın önüne götürdüğü sahne de hikayenin düğüm noktasını anlatıyor. Bugün hâlâ ayakta olan apartmanın önünde, Matilda ailesinin Varlık Vergisi’nde yüklü miktarda vergi ödediğini, ancak bir sabah abisiye alınıp Aşkale kampına götürüldüğünü, burada korkunç şartlarda çalıştırıldıklarını ve bir daha onlardan haber alamadığını anlatıyor.
İHBARCI TÜRK ÇALIŞAN
Matilda’nın, ailesinin hayatını yok eden kampa giden yolun ise aslında Raşel’in de babası olan, aile şirketinin Türk çalışanı Mithat’ın para karşılığı yaptığı ihbar ve kurduğu tuzakla döşendiği ortaya çıkıyor.
Varlık Vergisi kapsamında vatandaşlar, vergi ödemelerine başladı. Gişe önlerinde kuyruklar oluştu.
“GAYRİMÜSLİMLERİ EZMEK İÇİN YAPILAN BİR VERGİYDİ”
Peki neydi bu Varlık Vergisi, kimler kampa götürülüyordu, Matilda’nın ailesi neden dönememişti, Aşkale kampında neler yaşanmıştı?
“Dedem 6 yaşındayken bir gün evinde büyük bir olaya uyandı. Salonun ortasında bir adam bağırıyor, onu izleyen bir kalabalık açık artırmayla ailesinin eşyalarını satın alıyordu. Gözünün önünde renkli kalemleri, oyuncakları el değiştiriyordu. Varlık Vergisi dediğimiz olay binlerce Yahudi, Ermeni ve Rum’a 1942’den 1944’e böyle deneyimler yaşattı.”
“Vergiye bahane olarak ‘vurgunculuk’ ve ‘savaş ihtiyacı’ verilse de asıl sebebin azınlıkları fakirleştirmek, küçük-büyük her türlü malvarlığının el değiştirmesini sağlamaktı. 1942’de bu gerçeğin herkes farkındaydı. O sırada yazdığı mektup ve notlarında Eli Şaul yasa hakkında şöyle diyor: ‘Varlık Vergisi sırf gayrimüslimleri ezmek için yapılmış bir vergiydi.’”
İNÖNÜ VE SARAÇOĞLU İCRAATI
Bu sözler, Türkiyeli Yahudilerden Nesi Altaras’ın Avlaremoz’daki “11 Kasım’da Çıkan Varlık Vergisi Hâlâ Toplumsal Hafızada Yok” başlıklı yazısına ait.
11 Kasım 1942’te kanunlaştırılan Varlık Vergisi, tek parti döneminde Şükrü Saraçoğlu hükümetinin ilk icraatı olarak TBMM’de kabul edildi. Kanunda ilk görüşmelerde ‘gayrimüslim’ ve ‘müslüman’ gibi olmayan ayrımlar, daha sonra yapılan kapalı oturumlarda geçerli kılındı.
Hemen Servet Komisyonları kuruldu. Dönemin İstanbul Defterdarı Fail Ökte, uygulamada, vergi mükelleflerinin Maliye Bakanlığı’nca belirlenen dört grubu baz alındığını belirtti:
M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde 12,5’ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50’sini; D grubu (dönmeler) yüzde 25’ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12,5’ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de yüzde 5’ini ödeyeceklerdi.
İCRALAR, MALLARA EL KOYMALAR, SATIŞLAR, KAMPLAR…
Ayhan Aktar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları kitabına göre, vergi mükelleflerinin isimleri ve miktarlarının ilan edilmesi, en fazla bir ay ile sınırlandırılmış ödeme süresi, bu süre içinde borçlarını ödeyemeyenlerin mallarının icra yolu ile satışa çıkarılacak oluşu ve borçlarını ödeyemeyen mükelleflerin bedenen çalışarak ödetmek için çalışma kamplarına gönderilmesi, bu kanunun ayrımcılık temelli iktisadi politikanın bir parçası olduğunu işaret etmekteydi.
İnönü ve Saraçoğlu
SARAÇOĞLU’NUN NAZİ ALMANYASI İLE ANLAŞMASI
Saraçoğlu’nun başbakanlık yaptığı dönemde Nazi Almanyası ile Arkadaşlık Antlaşması imzaladığını ve bu çerçevede Holokost’tan kaçan birçok Yahudi’nin Türkiye üzerinden yolculuk etmesine ve Struma gemisindeki Yahudi mültecilere de iniş izni vermemesine de dikkati çekmek gerekiyor.
Nesi Altaras da yukarıda bahsi geçen yazısında, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Cumhurbaşkanı İnönü’nün sözlerini hatırlatıyor. Başbakan Saraçoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vekilleri ile yaptığı kapalı oturumda verginin asıl sebeplerini şöyle aktarmıştı:
SARAÇOĞLU: BİZ TÜRKÇÜYÜZ, BU BİR DEVRİM KANUNUDUR
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız… Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir… Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz… Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Saraçoğlu’nun bu konuşmasından sonra basının azınlıklara yönelik nefret söylemleri arttı. Dönemin birçok gazete ve matbusunda Yahudiler başta olmak üzere Rum ve Ermenilere yönelik nefret söylemi yaygınlaştırıldı.
Kanuna göre, borcunu 1 ay içerisinde ödemeyen mükelleflerin bedeni kabiliyetlerine göre genel hizmetler ve belediye hizmetlerinde çalıştırılması öngörülüyordu.
İstanbul’da kurulan komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Vergi ile hedeflenen zaten İstanbul’daki azınlık sermayesiydi. Ülke genelinde tahakkuk edilen verginin yüzde 54’ü İstanbul’dan tahakkuk edilmişti.
İSTİKLAL’İN ORTASINDA MEZATLAR
4 Ocak 1943’e kadar vergisini ödemeyen mükelleflere birinci hafta için yüzde 1, sonraki haftalar için yüzde 2 gecikme zammı uygulanacağı ilan edildi. Aralık 1942 ve Ocak 1943 tarihleri arasında İstanbul’da, özellikle İstiklal Caddesi’nde gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi.
Satılan mülklerin yüzde 67’si Müslüman Türkler, yüzde 30’u resmi kurum ve kuruluşlar tarafından alındı. 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrimüslime ait ev ve iş yerleri haczedilerek haraç mezat satıldı.
SADECE MAHALLELER DEĞİL, TÜRKİYE SERMAYESİ DE EL DEĞİŞTİRDİ
11 Kasım 1942’de geçen kanun, 15 Mart 1944’e kadar kaldırıldı. Bu iki senede Hristiyanlar ve Yahudi halklar ödeyemeyecekleri vergilerle mükellef kılındılar. Sanılanın aksine hepsi ‘sanat’ ve ‘zanaât’te erbab olmayan, yoksul kesimi de ziyadesiyle fazla olan gayrimüslimlerin eşyaları bir bir sokaklara döküldü. İstanbul’da yüzlerce ev ve dükkan, mal sahipleri tarafından borcunu kapatmak için daha düşük fiyatlara satıldı, bazılarına el konuldu.
Vergi borcu olmayan Müslüman Türkler ise özellikle Varlık Vergisi’nde yüklüce borç çıkarılan gayrimüslimlerin mallarını edinerek, el koyarak bugünün sermaye sahipleri arasına girdi. Dizide, filmlerde, kitaplarda resmedilen o mahalleler birkaç ay içinde el değiştirdi.
KAFİLELER HALİNDE AŞKALE VE SİVRİHİSAR KAMPLARINA GÖNDERİLDİLER
Vergiyi veremeyenler ya da aynı dizideki gibi ihbar yahut tuzakla vergi ödememiş gösterilenler, 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında Erzurum’daki Aşkale kampına gönderildi. Aşkale-Erzurum, Eskişehir-Sivrihisar kamplarına yollanan ve buralarda çalıştırılan gayrimüslimlere verilecek ücretin yarısı borçlarına mashup edildi.
Nesi Altaras, Avlaremoz’daki yazısına şöyle devam ediyor:
“Borçlarını ödeyemeyenler Erzurum, Aşkale’de çalışma kampına gönderildi. Büyük dedem İshak da bu kişilerden biriydi. Aylarca taş kırmaya mahkum edilen ‘borçluların’ tamamı Yahudi ve Hristiyanlardan oluşuyordu. Bu kamp bugün Türkiye’nin toplumsal hafızasında yok. Çalışma kampı başka yerlerde olan, Türkiye’ye yabancı bir kavram gibi davranılıyor. Polonya’nın, Almanya’nın, Rusya’nın çalışma kampları bugün müze olarak topluma yaşananları hatırlatıyor. Aşkale ise toplumun aklından siliniyor. Kampın bir fotoğrafını bile bulmak zor.”
Bini aşkın mükellef, 27 Ocak 1943 tarihinden itibaren Eskişehir’in Sivrihisar ve Erzurum’un Aşkale ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderilmek üzere bazı merkezlerde toplandı.
İKİ SAATLİK YOLU İKİ GÜNDE TAMAMLADILAR
27 Ocak’ta Haydarpaşa’dan Aşkale’ye doğru 32 kişilik 1. kafile trenle yola çıktı. İlk dört kafiledeki toplam 319 kişinin çalışma yeri Erzurum’un Aşkale ilçesi olarak belirlendi. 22 Mart 1943 tarihinde yola çıkan 5. kafiledeki 60 kişi Aşkale tren istasyonuna ulaştığında, artık Varlık Vergisi mükelleflerinin kalacakları boş yer yoktu.
Aşkale kasabasında ve Pırnakapan köyündeki bütün boş odalar, kahvehâneler ve hatta ahırlar gayrimüslim mükelleflerce dolduruldu. Yer bulunamadığında 5. Kafile Erzurum’a sevkedildi. 60 kişi, kızak ve kamyon kiralayarak trenle sadece iki buçuk saatte alınan yolu, iki günde tamamladı.
İstanbul’dan 22 Mart 1943 tarihinden sonra yola çıkan bütün kafileler doğrudan Erzurum’a gönderildi.
ONLAR ÇALIŞTIRILDI, HALK ALAYLA İZLEDİ
Un tüccarı Yorgo Hacıdimitriadis de İkinci Dünya Savaşı yıllarında uygulanmış Varlık Vergisi’nin kurbanlarından birisiydi. Varlık Vergisi borcunu ödeyemediği için 22 Mart 1943 tarihinde Haydarpaşa’dan trenle Aşkale-Erzurum’daki çalışma kampına yollandı. Erzurum’da kaldığı süre boyunca günlük tutan Hacıdimitriadis’in izlenimleri, İletişim Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
Yorgo Hacıdimitriadis, Erzurum’daki ilk gününü şöyle anlatıyor:
“4 Nisan: Pazar olmak münasebeti ile bazı arkadaşlar hamama gittiler. O sırada emir geldi, saat birde iş başına hazır olmamız için ve saat birde ikişer kişilik kafile halinde guruba gittik… Pazar olduğundan Erzurum halkı bizi seyre gelmiş ve çokları gülümser ve hakaretli sözlerle alay ediyorlardı. Gurup binasında kazma, kürek ve el arabaları verdiler ve bina yolundaki kar ve sair pislikleri temizlememizi emrettiler. Saat 17.30’a kadar çalışdık. Bina etrafında seyirciler eksik değildi. Çalıştığımız yer arka sokak, geçitle-temizlikle alakası olmayan tam manası ile mezberelik bir mahal idi. Öyle ki, havanın çok soğuk olmasına rağmen, kazmanın altından pis kokular hissediliyor idi.”
1943 yılında Varlık Vergisi. Evinde bir gayrimüslime polisler tarafından tebligat yapıldı.
AŞKALE’DEN DÖNEMEYENLER
Aşkale ve Erzurum’da kalan gayrimüslimler, Ağustos 1943’te yük vagonlarına bindirilerek Eskişehir’e yollandı. Aşkale’ye gönderilen bin 229 mükelleften birçoğu, ağır beden gücü gerektiren işler, kötü hayat koşulları ve yetersiz tıbbi bakım yüzünden kampta hayatını kaybetti. Hayatını kaybetmeyenler arasında ruh ve beden sağlığını, üzüntüye dayanamayan yakınlarını kaybedenler oldu.
VERGİNİN KALDIRILIŞI VE NAZİLER BAĞLANTISI
Aşkale’ye sürgüne gönderilenler Avrupa’da savaş cephesindeki gelişmeler ve İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Roosevelt ve Britanya Başbakanı Churchill’le görüşmek üzere Kahire’ye gitmesinin arifesinde, 17 Aralık 1943’te evlerine dönebildi.
Varlık Vergisi, Yahudilerin ABD nezdinde yaptıkları lobi faaliyetleri sonucu ABD’nin Türkiye’ye baskıları ve Nazilerin yenileceğinin anlaşılması neticesinde bir muhalif oya karşılık 310 kabul oyuyla 15 Mart 1944 tarihinde kaldırıldı.
Tarihçi Ayşe Hür, 2015 tarihinde Radikal’deki yazısına göre, verginin İstanbul’da uygulanmasından sorumlu olan İstanbul Defterdarı Faik Ökte, toplanan 315.000.000 Türk lirası verginin 280.000.000 Türk lirasını gayrimüslimlerin ödediğini açıkladı.
MAL VARLIKLARINI KAYBETTİLER, GÖÇE ZORLANDILAR
Bu rakamlar, 1942-1944 yılları arasında, gayrimüslim Türk vatandaşlarının mal varlıklarının önemli bir bölümünü kaybettiğine işaret ederken, aslında gayrimüslimlerin, Cumhuriyet’in kuruluşunun aksine eşit vatandaşı olmadıklarını da göstermiş oldu.
Faik Ökte de, “Varlık Vergisi’nde şöven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır. (…) Verginin bu karakteri Lozan’dan sonra yavaş yavaş kazanmaya başladığımız ekalliyetleri (azınlıkları) bizden soğutmuştur. (…) Esefle kaydetmek lazımdır ki, Varlık Vergisi bu yakınlaşma, bu kaynaşma konserinde falsolu bir nota olmuştur” demişti.
“CUMHURİYET TARİHİNİN ACI AĞIDI”
‘Falsolu nota’ya itiraz eden Hür ise 1938 Trakya pogromu, 1941 Yirmi Kur’a ve Varlık Vergisi’nin devamında gelen, Rumlar başta olmak üzere İstanbul ve Anadolu’daki binlerce gayrimüslimin göç etmesine neden olan 6-7 Eylül 1955 Pogromunun da ardından oluşan tabloyu şöyle özetliyor:
“Cumhuriyet tarihinin, Müslüman olmayan azınlıklar için acı bir ağıt olduğunu görürsünüz.”
Paylaş: