Makaleler

Şu “Türkiyeli” meselesi: Bölücü mü Birleştirici mi?

Etnik olarak Türk olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından bahsederken Türk mü yoksa Türkiyeli mi tanımını kullanmak daha doğru konusu belli aralıklarla özelikle sosyal medyada gündeme geliyor.

Son olarak da, Türkiyeli(ya da Türk)-İsrailli şarkıcı Linet’in Eurovision’da İsrail’i temsil etme olasılığının haberi üzerinden tartışılması gözüme çarptı. Linet’in İsrail’de katıldığı bir ses yarışmasındaki videosu paylaşılırken kimileri Türk kökenli Yahudi, kimileri Türk Yahudi, kimileri ise Türkiyeli Yahudi olarak Linet’ten bahsetti.

Kendisini nasıl tanımladığını herhalde ki en iyi Linet bilir, ben onun adına konuşamam. Bu yüzden de bu yazıda herhangi bir gruba ait üyelerin kendini nasıl tanımladığına ve nasıl tanımlaması gerektiğine dair kanaat belirtmektense, “Türk” kimliğinin neden ayrıştırıcı “Türkiyeli” kimliğinin ise neden birleştirici olabileceğini tartışmak istedim. Daha önce siyasi, hukuksal ve tarihsel açıdan tartışılan bu meseleye biraz sosyal ve politik psikoloji yönünden de bakmaya çalışacağım.

Türkiye cumhuriyetinde Türk üst-kimliği gerçekten de sadece vatandaşlık temelli miydi?         

Çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından Türkiye cumhuriyeti kurulurken ulus-devlet inşasının bir parçası olarak vatandaşlık üzerinden bir üst-kimlik yaratmak elzemdi. 1924 Anayasası bu konuda “Türk ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” diyor. 1961 Anayasasında ise “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesi yer alır. “Türk” kimliğinin yeteri kadar kapsayıcı olduğunu savunanlar anayasada yer alan bu maddeleri işaret edip “Türk” ifadesinin belirli bir ırk veya etnik kökeni göstermek amacı taşımadığını iddia ediyorlar.

Anayasada “Türk” tanımı teknik olarak vatandaşlık üzerinden olabilir.  Peki, vatandaşlık bağıyla bağlı ve etnik Türk olmayan azınlıkların hafızasında “Türklük” bu anlama mı geliyor? Devlet ve Türk toplumu, etnik ve dini azınlıkları “Türk” olarak gördü mü?

Eğer “Türklük” Türkiye’de safi vatandaşlığı tanımlıyorsa, neden Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere Müslümanlardan kat be kat daha fazla varlık vergisi  uygulandı ve ödeyemeyenler Aşkale’ye gönderildi? Eğer hem devlet hem Türk toplumu etnik-dini kimlik fark etmeden herkesi vatandaşlık üzerinden “Türk” olarak görüyorsa, neden devlet yetkilileri tarafından ortaya atılan Yunanistan’da Atatürk’ün evinin bombalandığı yalanının yayılması üzerine Türkiye vatandaşı Rumların evleri, dükkânları yağmalandı ve bu insanlar linç edildi?

Eğer bu ülkeye vatandaşlıkla bağlı olan herkes gerçekten eşit ise ve devlet katında herkes “Türk” olarak görülüyorsa neden Cumhuriyetin kuruluşundan neredeyse 100 yıl sonra ilk defa bir Ermeni vatandaşın kaymakam  olabileceği haberine sevindik(ve şaşırdık)? Eğer anayasadaki “Türk” kimliğinin Türkiye’de hiçbir etnik karşılığı yok ise, neden bu ülkenin tek resmi dili Türkçe, neden devlet destekli Vatandaş Türkçe Konuş kampanyasıyla kendi anadilini konuşan Türkiye vatandaşları susturuldu ve kimi zaman cezalandırıldı?

Cumhuriyet döneminin azınlıklara yönelik politikalarını zamanın şartlarıyla gerekçelendiren, hatta savunanlar olabilir. Ancak, bu tarihsel gerçekler ışığında hala, anayasadaki “Türklük” ibaresinin-özellikle de azınlıktaki gruplara mensup kişilerin hafızasında- sadece vatandaşlığı temsil ettiğini söylemek abes olur.

Çok-kimlikli nüfustan ulus devlet yaratma sorunsalı

Yukarıda belirtilen sorular/sorunlar Türkiye bağlamına özel olsa da üst-kimliğin yeterince üst-kimlik olamaması özellikle multietnik yapıdaki ulus devletleri ilgilendiren genel bir sorun.  Sosyal psikoloji açısından bakıldığında ortak üst kimlikler, gruplar arası önyargıları azaltmakta işe yarıyor. Ortak kimlik modeline göre farklı grupların üyeleri, kendilerini iki ayrı grup yerine tek bir üst grubun parçası olarak düşünürlerse, karşı grubun üyelerine yönelik tutumları pozitif yönde değişiyor.[1] Politik anlamda da ortak üst kimlikler özellikle uluslararası çatışma ortamında ülke içindeki farklı grupları bir arada tutmayı sağlayabilir, dayanışmayı güçlendirebilir. Öte yandan, tek ortak kimliğin sanıldığı kadar dayanıklı olmadığını söyleyen çalışmalar da var. Marilynn Brewer’in (1991) öne sürdüğü üzere tekil üst kimlikler, insanların benzersiz ve diğerlerinden farklı hissetme ihtiyacını tehlikeye atabilir. Böyle bir tehdide karşı, farklı alt grup kimlikleri zamanla yeniden ortaya çıkma eğilimi gösterir. Bu nedenle ortak bir kimlik yaratmayı amaçlayan müdahaleler dirençle de karşılaşıp ters tepebilir.[2]

Bu noktada, baskın grup tarafından oluşturulan üst kimliğin azınlıkta kalan grup tarafından nasıl algılandığı önem kazanıyor. Çoğunluğun aksine, azınlık gruplarındaki bireyler asimile olma korkusuyla ulusal üst kimlik oluşturulmasına direnç gösterebilir. Özellikle de çoğunluğu oluşturan grupla aralarında belirgin statü, güç farklılıkları olduğunu düşündüklerinde tekil üst kimlik altında yeniden kategorize edilmeye karşı çıkabilirler.[3] Bu konu üzerine yapılan deneysel çalışmalar, baskın gruba mensup kişilerin yeni üst kimliği kendi alt kimliklerinin bir devamı olarak gördüklerini, azınlık gruba mensup kişilerin ise yeni bir kimlik benimsemek zorunda olduklarını düşündüklerini gösteriyor.[4] Bu dinamikler gözetildiğinde bir de üst kimliğin ismi “Türk” örneğindeki gibi baskın grubun ismiyle birebir örtüşünce azınlıktaki gruplar tarafından kabul edilmesi haliyle iyice zorlaşıyor. Türkiyeli/Türk kimliği üzerine çokça yazan Baskın Oran, 2009’da yazdığı bir yazıda tam da bu noktaya değiniyor:

“Ülkenin üst-kimliğinin (devlet tarafından vatandaşa biçilen kimliğin) adı, bütün bu alt-kimlikleri (vatandaşın kendine biçtiği kimliği) kucaklayabilmek için, bütün bunların adlarından farklı bir ad olarak seçilir. Yoksa, bunlardan üstün olanının adı üst-kimlik ilan edilip sonra da “Bu ad herkesi temsil ediyor” denemez. Ama Türkiye’de deniyor!… Asıl, “Türk” parçalıyor. Türk etnik kimliğinden olmayanları yabancılaştırıyor. “Ben Türk’üm” demeyen insanlar nasıl “Türk” üst-kimliğinde birleşir?”[5]

Sosyal kategoriler dışında kolektif bellek üzerine yapılan çalışmalar da “Türk” kimliğinin bazen neden kabul görmediğini anlamaya yardımcı olabilir. Kolektif bellek, grupların geçmişlerini nasıl hatırladıklarını ifade eder. Her birimizin ait olduğumuz sosyal gruplara dair bir tür kolektif hafızası vardır. Aynı tarihi olay farklı grupların belleğinde farklı şekilde yer edinebilir. Bu hafızalar aynı grup içerisinde de kuşaktan kuşağa değişebilir.[6] Dolayısıyla aynı ülkede yaşayan farklı etnik-dini gruplar ülke tarihini farklı hatırlayabilir, hatta bu hafızalar kimi zaman birbirleriyle de çelişebilir. Türkiye’de baskın grup olan Sünni Türklerin kolektif belleğinde, yukarıda bahsedildiği gibi azınlıkta kalan grupları doğrudan ilgilendiren olaylar yer almayabilir. Bu hafıza eksikliğinin nedeni belki gerçekten sadece cahillik, belki de kolektif suçluluk duygusundan kaçmak için aidiyet hissettiği grubunun neden olduğu olayları hafızadan silme dürtüsü. Diğer yandan, kolektif hafızasında cumhuriyet tarihi boyunca maruz kaldığı dışlayıcı politikalar olan azınlık gruplara mensup kişilerin “Türk” kimliğini sadece vatandaşlık üzerinden algılaması anlaşılacağı üzere zor olacaktır.

“Türkiyeli” neden “Türk” kimliğinden daha kapsayıcı?

“Türkiyeli” ile “Türk” arasında sadece “-iyeli” eki var ama bu küçük fark şu zamanda birinin vatan haini ilan edilmesi için bile gerekçe olabiliyor. Düşünceler dili şekillendirdiği gibi dil de düşünceleri, kimlikleri şekillendirir. Bu yüzden hem çoğunluk hem azınlık gruplara mensup kişiler hangi terimin kullanılacağı konusunda çok hassaslar. İki kelime arasındaki bu küçük fark bir ulusun parçası olmaya, aidiyet duygusuna dair farklı fikirleri de beraberinde getiriyor.

En basitinden, “Türkiyeli” daha kapsayıcı bir terim çünkü “Türk”ün aksine ülkedeki baskın etnik kimliğin birebir kopyasını alıp vatandaşlık üzerinden yeniden tanımlamıyor. Aslında sadece bu “iyeli” ekiyle hiçbir grubun diğerinin önünde olmadığını ifade ediyor. Bu sayede, cumhuriyet tarihi boyunca “yeterince Türk” olmadığı için ayrımcı politikalara maruz kalan azınlıklar için yeni bir kolektif hafıza yaratıyor.

Türk cumhuriyeti değil de Türkiye cumhuriyeti diyorsak eğer, bu cumhuriyete ait hissedenler için neden Türkiyeli tanımını yapmayalım? Mustafa Kemal Atatürk de Kurtuluş Savaşı boyunca “Türk” yerine “Türkiye” sözcüğünü kullanmış sıklıkla (Türkiye Halkı, Türkiye Milleti, Türkiye Ordusu, Türkiye genci).[7] Ayrıca “Türk” üst kimliği baskın grup tarafından yeniden tanımlanıp bütün etnik-dini gruplara dayatılırken, “Türkiyeli” terimi daha demokratik bir şekilde, devlet tarafından dışlanmış grupların katılımıyla bu dayatmaya bir alternatif sunuyor. Türkiye eğer Türklerin çoğunlukta olduğu bir ulustan daha fazlası ise, Türkiyeli terimi bu topraklarda yaşamış, yaşayan bütün halklara aidiyeti vurguluyor.

Türkiyeli terimini eleştirenler kelimenin yapay olduğunu, sonradan icat edildiğini, başka dillerde bir karşılığı olmadığını söylüyor. Oysaki dil zaten canlı bir varlıktır, hiç bir zaman sabit kalmaz. Zamanla koşullara göre değişir, yeni fikirlere, ihtiyaçlara adapte olur ve yeni düşünceleri de beraberinde getirir. Sonradan bir kelimenin ortaya çıkması ve yaygınlaşması o kelimeyi anlamsız kılmaz. Kullandığımız bütün terimler ortaya çıktığı zaman “sonradan icat edilmiş” yapay kelimelerdi, zaman geçtikçe kanıksadık, içselleştirdik.  

‘Türkiyeli’ yeni mi? Çevirisiz oluşu kusur mu?

“Türkiyeli” teriminin ne kadar yeni olduğu da tartışmalı bir konu fakat “Türkiyeli”ye denk gelecek başka bir terim 19. Yüzyılda Sefaradlar tarafından zaten kullanılıyordu. Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Yahudiler, kendilerini tanımlamak için “Turkino” kelimesini kullanıyordu çünkü Osmanlı vatandaşları olmakla birlikte Türk olmadıklarının bilincindelerdi ve kendilerini ana dili Türkçe olan Müslümanlardan ayrı tanımlamak istediler.[8] “Türkiyeli” teriminin başka dillerde karşılığı olmadığı argümanı da bana göre anlamsız çünkü her dil kendi bağlamında anlaşılır. Türkçede yaygın kullanılan ve başka dillere tam olarak çevrilemeyen birçok kelime var. Zaten tam da başka dillerde tam karşılığının olmaması o kelimeyi yerli ve bize özgü yapıyor.

Son olarak, herkes kendi kimliğini tanımlamakta, isimlendirmekte özgürdür. Kimlikler bireysel deneyimlerle şekillenir bu yüzden aynı etnik gruptan, milletten, vatandaşlıktan gelen kişiler de,  farklı tanımlamaları tercih edebilirler.  Ben Türkiyeli Yahudi tanımını kendi adıma daha uygun buluyorum ama başka bir Türkiye vatandaşı Yahudi ben Türküm diyorsa o sadece kendisinin bileceği iştir, benim bununla ilgili hiçbir sorunum yoktur. Diğer taraftan da, Türkiyeliyim diyen birine “Biz Türk vatandaşı olan Yahudilere Türk Yahudisi diyoruz, ’Türkiyeli’ nedir ya hu?” demek birçok açıdan yanlış. Türkiyeli kimliğinin kapsayıcı veya gerekli olup olmadığı konusunda tabii ki de fikir ayrılıkları yaşanabilir. Diğer yandan, “Ben Türk değil Türkiyeliyim” diyen etnik olarak Türk olmayan birine “hayır sen Türkiyeli değil, Türk’sün, çünkü Türklük kapsayıcıdır, Türkiyeli bölücüdür” demenin ironikliğinin farkına vararak başka insanların kendilerini nasıl tanımlaması gerektiğini dikte etmekten umarım vazgeçilir.


Dipnotlar

[1] Gaertner, S. L., Dovidio, J. F., Anastasio, P. A., Bachman, B. A., & Rust, M. C. (1993). The

common ingroup identity model: Recategorisation and the reduction of intergroup bias. In

W. Stroebe & M. Hewstone (Eds.), European review of social psychology (Vol. 4. pp. 1 – 26).

New York: John Wiley & Sons.

[2] Brewer, M. B. (1991). On the social self: On being the same and different at the same time.

Personality and Social Psychology Bulletin, 17, 475 – 482.

[3] Bettencourt, B. A., Charlton, K., Dorr, N., & Hume, D. L. (2001). Status differences and in-group bias: A meta-analytic examination of the effects of status stability, status legitimacy, and group permeability. Psychological Bulletin, 127(4), 520–542.

[4] van Leeuwen, E., van Knippenberg, D., & Ellemers, N. (2003). Continuing and changing group identities: The effects of merging on social identification and ingroup bias. Personality and Social Psychology Bulletin, 29(6), 679–690. https://doi.org/10.1177/0146167203029006001

[5] Baskın Oran: Son Defa Türk ve Türkiyeli. (2021). Retrieved 5 November 2021, from https://m.bianet.org/bianet/siyaset/46127-baskin-oran-son-defa-turk-ve-turkiyeli

[6]Henry L. Roediger, K. (2021). The Power of Collective Memory. Retrieved 5 November 2021, from https://www.scientificamerican.com/article/the-power-of-collective-memory/

[7] B.Oran, Atatürk Milliyetçiliği, resmî ideoloji dışı bir inceleme, 5. baskı, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1999, s. 209-211, dn. 343a.

[8] Turkino: Un Biervo Util en Muestro Tiempo. (2021). Retrieved 5 November 2021, from https://www.salom.com.tr/haber-114709-turkino_un_biervo_util_en_muestro_tiempo.html