Hiç birlikte çalışmamış olsak da Sami Bey yaptığı işe olan inancı, tutkusu, ciddiyeti ve işini yaparkenki disiplini, meslek ahlakıyla en derin ilham kaynaklarımdan birisi olmuştu…
Sami Kohen haberini yapamayacağı son seyahatine çıkmış. Sami beyle birlikte bir zamanlar var olan, var olduğunu düşündüğümüz bir Türkiye’nin simgelerinden, şahsiyetlerinden birisi daha bizden ayrılıyor. Hiç birlikte çalışmamış olsak da Sami Bey yaptığı işe olan inancı, tutkusu, ciddiyeti ve işini yaparkenki disiplini, meslek ahlakıyla en derin ilham kaynaklarımdan birisi olmuştu. Yıllar içinde kendisini daha yakından tanıdıkça kendisine sevgim ve saygım da katlanmıştı. Tıfıl bir yazarken verdiği desteği ve yol gösterici tavsiyelerini de unutmam mümkün değil. Artık Abdi Bey’e kavuşuyor. İkisi de nur içinde yatsın.
Bu yazı Sami Kohen’in gazeteci Nihal Boztekin’le yaptığı uzun sohbetin Ver Elini Dünya: 70 Yıllık Gazetecilik Serüveni başlığıyla Libra yayınları tarafından yayınlandığı kitaptaki yazımdır.
Bir meslek aşığı
Çocukluğumun dünyadan büyük ölçüde kopuk ülkesinde Sami Kohen bize dünyayı tanıtan adamdı. O günlerde hangi maceralar ya da riskler sonucu yapılabildiklerini bilmediğimiz yolculukların ardından gelen yazılar sokağımızın, mahallemizin, şehrimizin dışında bir hayatın varlığını bize öğretir, hayalini kuracağımız bir macera arzusunu da içimize yerleştirirdi. Elbette o yazılardaki siyasi içeriği anlayacak donanımda değildim ama o zamanların en güçlü ya da etkili dört gazetesinin (Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Akşam) girdiği, masada ve geniş çevredeki dostlarla siyaset muhabbetlerinin hiç eksik olmadığı bir evde o yazılarda anlatılanların bağlamından tamamen bihaber olduğumu da söyleyemem.
Benim favorim zaten Milliyet’ti. Yıllar içinde pek çok bakımdan kimliğimi, en azından düşünsel kimliğimi tanımlayacak önemli yazarlar oradaydı. Namık Sevik, Halit Kıvanç, İslam Çupi’li kadrosuyla Milliyet spor bir efsaneydi. Yılın sporcusunu da o nedenle başkası seçemezdi. Milliyet Liselerarası Müzik yarışması hem İzmir’i hem Türkiye’yi dalgalandıran bir şölendi. Üstelik o zamanki adıyla İzmir Koleji hep başa güreşirdi. Mehmet Ali Birand henüz gazeteci olarak sivrilmeye başladığı dönemde bir yıl sunuculuğunu yapmıştı ve cümlelerinin arasında her eeee deyişinde dinleyiciler de ona katılırlardı!!
Hiç tanımadığım ancak üsluplarıyla, olayları değerlendirmede nesnelliğe verdikleri önemle, Türkiye 1970’lerde tarihinde sık sık yaşadığı cinnet krizlerinden birisine girdiğinde soğukkanlılıklarını muhafaza etmeye gösterdikleri ihtimamla Abdi İpekçi ve Ali Gevgilili beni çok etkilerdi. Abdi beyin kimbilir hangi dehlizlerdeki karanlık adamların emriyle gerçekleştirilen suikastı o nedenle aklı başında kalmış olanları derinden yaralamıştı. Ama daha yeniyetme bir oğlan için parlak yıldız Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi kitabının arka kapağındaki gepgenç resmiyle İsmail Cem’di. O kitabın 29 yaşında yazılmış olması belli ki bilinçaltımda derin bir yer etmişti, hiçbir zaman planlamadığım hayat veya kariyer çizgim açısından.
Sami beyi işte o Milliyet’ten ayrı düşünmek mümkün değildir. Çok genç yaşta bir araya gelmiş ekibin temel direklerinden birisiydi. Küçük cemaatimiz açısından da yüksek sesle söylenmese bile müthiş bir gurur kaynağıydı. O dünyayı gezer, biz onu okuyarak başka yerlerin, dünyaların, hayatların varlığını bizden farklılıklarını ya da benzerliklerini keşfederdik. Kolay okunacak şekilde yazardı. O yazıların yazılabilmesinin de okundukları kadar kolay olduğunu düşündüm yıllarca. Biraz mesleği öğrendikten, biraz koşulları keşfettikten, biraz o günlerin imkanlarını ya da imkansızlıklarını anladıktan sonra hiç de kolay ya da kolaycı bir iş yapmadığını idrak etmiş oldum. Kendim de dış politikaya, dünya meselelerine daha fazla merak sardıkça sanırım Sami bey ben hiç farketmeden deniz fenerim de oldu.
Belli ki babasından sadece bir meslek değil o mesleği icra etmek için gereken azmi, heyecanı, disiplini ve hepsinden önemlisi merakı bolca almıştı. Nesilden nesile aktarılan bir zanaatın icracısı olduğundan bir zanaat sahibi olmanın haysiyetini de başından beri taşımıştı. Yıllar sonra artık tanışmışken ve engin tecrübesini cömertçe paylaştığı konuşmalarımızdan birisini yaparken bir anısını anlatmıştı. Genç yaşta gazetelerde çalışmaya başlamıştı. Ya da çalışmaya çalışıyordu. Babası vefat ettiğinden maddi durumları sanırım pek iyi değildi. Genç Sami farklı kapıları çalıyordu. Gerisini, Rita Ender’e verdiği söyleşiden kendi sözleriyle aktarayım:
O dönem çok iş aradım. Mesela Anadolu Ajansı ilan vermişti. Lisan bilen birini arıyorlardı. Gittim görüşmeye, adamlar “Harika” dediler. Sonra Ankara’dan “Yok, gayrimüslim olmaz” cevabı geldi. Vatan gazetesi daha uygun görünüyordu; Ahmet Emin Yalman vardı, o da dönme, halden anlar vs. Benimle ilgilendi. Fakat gazetenin sahibi olduğundan, beni başkalarına havale etti, onlar da ‘Kohen’i duyunca pas geçtiler. Yani, hangi kapıyı çalsam…
Sami bey yılmaz. Yahudi cemaatinin antisemit diye bildiği Habib Edip Törehan’ın Yeni İstanbul gazetesinde önce geçici olarak çalışmaya başlar. Ancak daha sonraları onu tanımlayan en önemli özelliklerinden birisi haline gelecek “kapıdan olmasa da bacadan girme” ilkesi uyarınca bu gazetede kendisini değerli kılacak iyi işler yapar. Bu gelişmenin ardından patronuyla arasında geçen konuşmada hem kendi cevabı ve sonuçta Nazilere krom satmasıyla bilinen patronunun tavrı bence çok etkileyicidir. Sami beyin şahsiyeti ve kıratı hakkında çok iyi bir fikir verir bu konuşma. Gene Rita Ender söyleşisinden alıntılayarak:
Bir gün Habib Edip beni çağırdı, “Evladım, yazıların gayet iyi gidiyor. Yalnız, benim çevremde bazı insanlar soruyor, ‘Bu Kohen soyadı ne demek?’ diye. Ben de izah etmekte zorlanıyorum” dedi. Maksat belli! “Onun için, beraber bir müstear isim bulalım, onu kullanalım bundan sonra, e mi?” dedi. “Neden?” dedim, “Rahat tanınırsınız, kolay olur” dedi. “Hayır!” dedim. Düşünün, koca adam, benim meslek hayatımda ilk haftalarım, “Hayır” diyorum. “Neden?” diye sordu. “Benim babamdan kalan en önemli miras budur, mirasımı reddedemem” deyip kalktım. “Anlıyorum, sizi dostlarınızın karşısında zor duruma düşürmek istemem, müsaade isteyeceğim” dedim. “Yok evladım, dur bakalım, niye sinirleniyorsun” dedi. Babacan bir duruşla oturttu beni ve bir daha bunun sözünü etmedi…Gencecik bir adamdım, hiçbir şeyim yok… Karşımda yaşlı, milyarder bir adam… Diretmeyebilirdim ve bugüne kadar müstear isimle devam ederdim. Ama o anda damarım tuttu. Gururuma yediremedim. “Niye değiştirmek istiyor?” dedim. Babam yeni vefat etmişti; ona yapacağım en büyük saygısızlık bu olurdu diye düşündüm.
Özellikle 1970’lerde siyasal açıdan bilinçlenmeye başlayanlar açısından Sami beyin yazıları çok bilgi içerse de yeterince siyasi olmadıkları daha doğrusu taraf tutmadıkları, yargılamadıkları için eleştirilirdi. Ya da bu yöndeki beklenti hep kafaların bir yerinde dururdu. Yıllar sonra o yazıları başka şekilde değerlendirebildim. Aslında Sami Kohen yazıları, aradan geçen onyıllarda hep aynı şekilde yazılmışlardı sanırım. Titizlikle elde edilen veriler, arka planı anlamaya yetecek bir bilgi dağarcığı, eldeki verilerin ışığında spekülasyona kalkışmadan yapılan analizler ve evet ister istemez daha muhafazakâr bir yaklaşım. Bir de o yumuşak başlı insandan belki de beklenmeyecek derecede yoğun bir hırs vardır sanıyorum içinde. Bir haberin ya da konunun peşinden koşmak, engellere rağmen inatla işi kotarmaya çalışmak, inatla istediğini elde etmeden bir işin ucunu bırakmamak, bunlar da kariyerinin belirleyici özellikleridir.
Geçen zaman içinde değişen bir şey varsa yöntem, titizlik, verilere sadakat, nesnellik çabasında rastlanmaz bunlara. Yazılarda geçmişe göre daha fazla fark yaratan o koskoca kariyerin getirmiş olduğu bilgeliktir. Bir de Sami bey aslında ne kadar geniş ve derin bir okuma listesine yaslandığını hiç sezdirmez. Halbuki çocukluğundan beri çok kapsamlı şekilde okumuştur, kendini donatmış ve yenilemiştir. Kendisiyle bir konferansta ya da haber yolculuğunda birlikte olanlar da bilir ki hep ama hep haberi kovalar. Tembellik etmez.
Aslında Sami beyin radikal bir tarafı yok değildir. Evlendikten bir gün sonra balayına çıkacağı gün Namık Gedik’in intiharı üzerine gazeteye çağrıldığında çiçeği burnunda gelin Mirka hanımı Milliyet’e getirip, eline tebrik telgraflarını tutuşturarak işe koşmak başka nasıl açıklanır ki? İşine aşık birisidir Sami bey ve eşi kocasını gazetecilikle paylaşmayı kabullenmiş ve daha önemlisi becerebilmiştir. İşe bağlılık karakterindeki, yazılarda sezilmeyen çizgi dışına çıkma, delice işler yapmaya açık olma boyutunu ortaya çıkaran unsurdur. Hayli özensiz hazırlanmış (hiç Sami beylik bir durum değil yani) Dünyanın Yazısı kitabında habere erişmek, merak ettiği ülkelere gitmek, oralarda verili koşulları zorlamak için neler yaptığı etraflıca anlatılır aslında. Kimi habercilik işleri, gazetecilik merakının kendisini götürdüğü yerler aslında tehlikelidir. 1968’te işgal altındaki Çekoslovakya’ya gitmek. Çin’de Altan Erbulak kendisinden rica etti diye Yüzsüz Zühtü afişiyle resim çektirmek, Arnavutluk’a Beşiktaş futbol takımının masörü diye gitmek, Kuzey Kore gibi bir kapalı kutudan etraflı bilgi aktarabilmek her babayiğidin yapabileceği işler değildir.
Gazeteciliğinin mesleki kalitesi yurt dışında çalıştığında da çok iyi anlaşıldığından oralarda kalma teklifleri alsa da gitmez ama kâh Sam Cohen, kâh Sami Kohen olarak dünya basınının önemli gazetelerinde yazıları ve haberleri çıkar. The Guardian, The Economist, Newsweek, Christian Science Monitor, Maariv, Jewish Chronicle gibi yayınların Türkiye muhabirliğini de yapar. Bir bakıma küreselleşme döneminden önce küreselleşebilmiş bir gazetecidir. Bu sayede gittiği yerlerde resmi makamların kapıları da ona açılır. Daha da önemlisi Kohen soyadıyla Türkiye nomenklaturası tarafından da kabul görmesidir bence.
Bugünlerde, Sami bey hala Milliyet gazetesinde yazıyor. Gazetenin adı aynı olsa da artık Abdi İpekçi’nin gazetesiyle pek bir alakası yok. Hala günlük gelişmeleri yakından takip ediyor. 91 yaşında mesleğinin başından beri olaylara nasıl yaklaştıysa aynı nesnellikle, açık görüşle, detayları kaçırmadan ve karmaşık gelişmeleri anlaşılır kılarak yazılarını yazıyor. Sadece Türkiye’de değil dünyada da benzer bir sicile sahip gazeteci pek yoktur sanıyorum. Bunlardan birisinin Türkiye’den çıkması, uzun kariyerinde nice değerler yetiştirmesi ve hala gazetecilik mesleğinin ruhuna ve ahlakına sahip çıkarak çalışması aslında bu ülkenin ve biz okurların şansıdır. Çok kıymetin fena harcandığı bir ülkede bu değerin Sami bey yaşarken bilinmesiyse tüm hikayenin en sevindirici taraflarından birisidir.
Hiç birlikte çalışmamış olsak da Sami Bey yaptığı işe olan inancı, tutkusu, ciddiyeti ve işini yaparkenki disiplini, meslek ahlakıyla en derin ilham kaynaklarımdan birisi olmuştu…
Kaynak: T24
Sami Kohen haberini yapamayacağı son seyahatine çıkmış. Sami beyle birlikte bir zamanlar var olan, var olduğunu düşündüğümüz bir Türkiye’nin simgelerinden, şahsiyetlerinden birisi daha bizden ayrılıyor. Hiç birlikte çalışmamış olsak da Sami Bey yaptığı işe olan inancı, tutkusu, ciddiyeti ve işini yaparkenki disiplini, meslek ahlakıyla en derin ilham kaynaklarımdan birisi olmuştu. Yıllar içinde kendisini daha yakından tanıdıkça kendisine sevgim ve saygım da katlanmıştı. Tıfıl bir yazarken verdiği desteği ve yol gösterici tavsiyelerini de unutmam mümkün değil. Artık Abdi Bey’e kavuşuyor. İkisi de nur içinde yatsın.
Bu yazı Sami Kohen’in gazeteci Nihal Boztekin’le yaptığı uzun sohbetin Ver Elini Dünya: 70 Yıllık Gazetecilik Serüveni başlığıyla Libra yayınları tarafından yayınlandığı kitaptaki yazımdır.
Bir meslek aşığı
Çocukluğumun dünyadan büyük ölçüde kopuk ülkesinde Sami Kohen bize dünyayı tanıtan adamdı. O günlerde hangi maceralar ya da riskler sonucu yapılabildiklerini bilmediğimiz yolculukların ardından gelen yazılar sokağımızın, mahallemizin, şehrimizin dışında bir hayatın varlığını bize öğretir, hayalini kuracağımız bir macera arzusunu da içimize yerleştirirdi. Elbette o yazılardaki siyasi içeriği anlayacak donanımda değildim ama o zamanların en güçlü ya da etkili dört gazetesinin (Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Akşam) girdiği, masada ve geniş çevredeki dostlarla siyaset muhabbetlerinin hiç eksik olmadığı bir evde o yazılarda anlatılanların bağlamından tamamen bihaber olduğumu da söyleyemem.
Benim favorim zaten Milliyet’ti. Yıllar içinde pek çok bakımdan kimliğimi, en azından düşünsel kimliğimi tanımlayacak önemli yazarlar oradaydı. Namık Sevik, Halit Kıvanç, İslam Çupi’li kadrosuyla Milliyet spor bir efsaneydi. Yılın sporcusunu da o nedenle başkası seçemezdi. Milliyet Liselerarası Müzik yarışması hem İzmir’i hem Türkiye’yi dalgalandıran bir şölendi. Üstelik o zamanki adıyla İzmir Koleji hep başa güreşirdi. Mehmet Ali Birand henüz gazeteci olarak sivrilmeye başladığı dönemde bir yıl sunuculuğunu yapmıştı ve cümlelerinin arasında her eeee deyişinde dinleyiciler de ona katılırlardı!!
Hiç tanımadığım ancak üsluplarıyla, olayları değerlendirmede nesnelliğe verdikleri önemle, Türkiye 1970’lerde tarihinde sık sık yaşadığı cinnet krizlerinden birisine girdiğinde soğukkanlılıklarını muhafaza etmeye gösterdikleri ihtimamla Abdi İpekçi ve Ali Gevgilili beni çok etkilerdi. Abdi beyin kimbilir hangi dehlizlerdeki karanlık adamların emriyle gerçekleştirilen suikastı o nedenle aklı başında kalmış olanları derinden yaralamıştı. Ama daha yeniyetme bir oğlan için parlak yıldız Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi kitabının arka kapağındaki gepgenç resmiyle İsmail Cem’di. O kitabın 29 yaşında yazılmış olması belli ki bilinçaltımda derin bir yer etmişti, hiçbir zaman planlamadığım hayat veya kariyer çizgim açısından.
Sami beyi işte o Milliyet’ten ayrı düşünmek mümkün değildir. Çok genç yaşta bir araya gelmiş ekibin temel direklerinden birisiydi. Küçük cemaatimiz açısından da yüksek sesle söylenmese bile müthiş bir gurur kaynağıydı. O dünyayı gezer, biz onu okuyarak başka yerlerin, dünyaların, hayatların varlığını bizden farklılıklarını ya da benzerliklerini keşfederdik. Kolay okunacak şekilde yazardı. O yazıların yazılabilmesinin de okundukları kadar kolay olduğunu düşündüm yıllarca. Biraz mesleği öğrendikten, biraz koşulları keşfettikten, biraz o günlerin imkanlarını ya da imkansızlıklarını anladıktan sonra hiç de kolay ya da kolaycı bir iş yapmadığını idrak etmiş oldum. Kendim de dış politikaya, dünya meselelerine daha fazla merak sardıkça sanırım Sami bey ben hiç farketmeden deniz fenerim de oldu.
Belli ki babasından sadece bir meslek değil o mesleği icra etmek için gereken azmi, heyecanı, disiplini ve hepsinden önemlisi merakı bolca almıştı. Nesilden nesile aktarılan bir zanaatın icracısı olduğundan bir zanaat sahibi olmanın haysiyetini de başından beri taşımıştı. Yıllar sonra artık tanışmışken ve engin tecrübesini cömertçe paylaştığı konuşmalarımızdan birisini yaparken bir anısını anlatmıştı. Genç yaşta gazetelerde çalışmaya başlamıştı. Ya da çalışmaya çalışıyordu. Babası vefat ettiğinden maddi durumları sanırım pek iyi değildi. Genç Sami farklı kapıları çalıyordu. Gerisini, Rita Ender’e verdiği söyleşiden kendi sözleriyle aktarayım:
O dönem çok iş aradım. Mesela Anadolu Ajansı ilan vermişti. Lisan bilen birini arıyorlardı. Gittim görüşmeye, adamlar “Harika” dediler. Sonra Ankara’dan “Yok, gayrimüslim olmaz” cevabı geldi. Vatan gazetesi daha uygun görünüyordu; Ahmet Emin Yalman vardı, o da dönme, halden anlar vs. Benimle ilgilendi. Fakat gazetenin sahibi olduğundan, beni başkalarına havale etti, onlar da ‘Kohen’i duyunca pas geçtiler. Yani, hangi kapıyı çalsam…
Sami bey yılmaz. Yahudi cemaatinin antisemit diye bildiği Habib Edip Törehan’ın Yeni İstanbul gazetesinde önce geçici olarak çalışmaya başlar. Ancak daha sonraları onu tanımlayan en önemli özelliklerinden birisi haline gelecek “kapıdan olmasa da bacadan girme” ilkesi uyarınca bu gazetede kendisini değerli kılacak iyi işler yapar. Bu gelişmenin ardından patronuyla arasında geçen konuşmada hem kendi cevabı ve sonuçta Nazilere krom satmasıyla bilinen patronunun tavrı bence çok etkileyicidir. Sami beyin şahsiyeti ve kıratı hakkında çok iyi bir fikir verir bu konuşma. Gene Rita Ender söyleşisinden alıntılayarak:
Bir gün Habib Edip beni çağırdı, “Evladım, yazıların gayet iyi gidiyor. Yalnız, benim çevremde bazı insanlar soruyor, ‘Bu Kohen soyadı ne demek?’ diye. Ben de izah etmekte zorlanıyorum” dedi. Maksat belli! “Onun için, beraber bir müstear isim bulalım, onu kullanalım bundan sonra, e mi?” dedi. “Neden?” dedim, “Rahat tanınırsınız, kolay olur” dedi. “Hayır!” dedim. Düşünün, koca adam, benim meslek hayatımda ilk haftalarım, “Hayır” diyorum. “Neden?” diye sordu. “Benim babamdan kalan en önemli miras budur, mirasımı reddedemem” deyip kalktım. “Anlıyorum, sizi dostlarınızın karşısında zor duruma düşürmek istemem, müsaade isteyeceğim” dedim. “Yok evladım, dur bakalım, niye sinirleniyorsun” dedi. Babacan bir duruşla oturttu beni ve bir daha bunun sözünü etmedi… Gencecik bir adamdım, hiçbir şeyim yok… Karşımda yaşlı, milyarder bir adam… Diretmeyebilirdim ve bugüne kadar müstear isimle devam ederdim. Ama o anda damarım tuttu. Gururuma yediremedim. “Niye değiştirmek istiyor?” dedim. Babam yeni vefat etmişti; ona yapacağım en büyük saygısızlık bu olurdu diye düşündüm.
Özellikle 1970’lerde siyasal açıdan bilinçlenmeye başlayanlar açısından Sami beyin yazıları çok bilgi içerse de yeterince siyasi olmadıkları daha doğrusu taraf tutmadıkları, yargılamadıkları için eleştirilirdi. Ya da bu yöndeki beklenti hep kafaların bir yerinde dururdu. Yıllar sonra o yazıları başka şekilde değerlendirebildim. Aslında Sami Kohen yazıları, aradan geçen onyıllarda hep aynı şekilde yazılmışlardı sanırım. Titizlikle elde edilen veriler, arka planı anlamaya yetecek bir bilgi dağarcığı, eldeki verilerin ışığında spekülasyona kalkışmadan yapılan analizler ve evet ister istemez daha muhafazakâr bir yaklaşım. Bir de o yumuşak başlı insandan belki de beklenmeyecek derecede yoğun bir hırs vardır sanıyorum içinde. Bir haberin ya da konunun peşinden koşmak, engellere rağmen inatla işi kotarmaya çalışmak, inatla istediğini elde etmeden bir işin ucunu bırakmamak, bunlar da kariyerinin belirleyici özellikleridir.
Geçen zaman içinde değişen bir şey varsa yöntem, titizlik, verilere sadakat, nesnellik çabasında rastlanmaz bunlara. Yazılarda geçmişe göre daha fazla fark yaratan o koskoca kariyerin getirmiş olduğu bilgeliktir. Bir de Sami bey aslında ne kadar geniş ve derin bir okuma listesine yaslandığını hiç sezdirmez. Halbuki çocukluğundan beri çok kapsamlı şekilde okumuştur, kendini donatmış ve yenilemiştir. Kendisiyle bir konferansta ya da haber yolculuğunda birlikte olanlar da bilir ki hep ama hep haberi kovalar. Tembellik etmez.
Aslında Sami beyin radikal bir tarafı yok değildir. Evlendikten bir gün sonra balayına çıkacağı gün Namık Gedik’in intiharı üzerine gazeteye çağrıldığında çiçeği burnunda gelin Mirka hanımı Milliyet’e getirip, eline tebrik telgraflarını tutuşturarak işe koşmak başka nasıl açıklanır ki? İşine aşık birisidir Sami bey ve eşi kocasını gazetecilikle paylaşmayı kabullenmiş ve daha önemlisi becerebilmiştir. İşe bağlılık karakterindeki, yazılarda sezilmeyen çizgi dışına çıkma, delice işler yapmaya açık olma boyutunu ortaya çıkaran unsurdur. Hayli özensiz hazırlanmış (hiç Sami beylik bir durum değil yani) Dünyanın Yazısı kitabında habere erişmek, merak ettiği ülkelere gitmek, oralarda verili koşulları zorlamak için neler yaptığı etraflıca anlatılır aslında. Kimi habercilik işleri, gazetecilik merakının kendisini götürdüğü yerler aslında tehlikelidir. 1968’te işgal altındaki Çekoslovakya’ya gitmek. Çin’de Altan Erbulak kendisinden rica etti diye Yüzsüz Zühtü afişiyle resim çektirmek, Arnavutluk’a Beşiktaş futbol takımının masörü diye gitmek, Kuzey Kore gibi bir kapalı kutudan etraflı bilgi aktarabilmek her babayiğidin yapabileceği işler değildir.
Gazeteciliğinin mesleki kalitesi yurt dışında çalıştığında da çok iyi anlaşıldığından oralarda kalma teklifleri alsa da gitmez ama kâh Sam Cohen, kâh Sami Kohen olarak dünya basınının önemli gazetelerinde yazıları ve haberleri çıkar. The Guardian, The Economist, Newsweek, Christian Science Monitor, Maariv, Jewish Chronicle gibi yayınların Türkiye muhabirliğini de yapar. Bir bakıma küreselleşme döneminden önce küreselleşebilmiş bir gazetecidir. Bu sayede gittiği yerlerde resmi makamların kapıları da ona açılır. Daha da önemlisi Kohen soyadıyla Türkiye nomenklaturası tarafından da kabul görmesidir bence.
Bugünlerde, Sami bey hala Milliyet gazetesinde yazıyor. Gazetenin adı aynı olsa da artık Abdi İpekçi’nin gazetesiyle pek bir alakası yok. Hala günlük gelişmeleri yakından takip ediyor. 91 yaşında mesleğinin başından beri olaylara nasıl yaklaştıysa aynı nesnellikle, açık görüşle, detayları kaçırmadan ve karmaşık gelişmeleri anlaşılır kılarak yazılarını yazıyor. Sadece Türkiye’de değil dünyada da benzer bir sicile sahip gazeteci pek yoktur sanıyorum. Bunlardan birisinin Türkiye’den çıkması, uzun kariyerinde nice değerler yetiştirmesi ve hala gazetecilik mesleğinin ruhuna ve ahlakına sahip çıkarak çalışması aslında bu ülkenin ve biz okurların şansıdır. Çok kıymetin fena harcandığı bir ülkede bu değerin Sami bey yaşarken bilinmesiyse tüm hikayenin en sevindirici taraflarından birisidir.
Paylaş: