Makaleler

Mutluluk nedir? Shakespeare mi Buddha mı?

Mutluluk zamanı Sukot bayramı gelmişken mutluluğun benim için anlamını tekrar sorguladım. Bakalım sizi de farklı yönlerden düşünmeye davet edebilecek miyim?

Shakespere’in az bilinen ama benim en sevdiğim eseri ‘All is Well That Ends Well’: ‘Yeterki Sonu İyi Bitsin’, etkileyici başlığıyla mutluluk anlayışımın uzun seneler temelini oluşturdu. Okumanızı çok tavsiye ederek bir cümleyle özetlemek gerekirse, kendisini sevmeyen birini onunla evlenmeye ikna eden Helena’nın ve sonunda ona gerçekten aşık olan Bertram’ın hikayesini yazmış Shakespeare. Helena başından geçen türlü saçmalıklara rağmen sonunda istediğini alır ve gerçekten mutlu olur. Bu cümledeki mutluluk gerçek mutluluk mudur sizce? Başka bir deyişle, çok çabaladığın bir şeye erişmek midir mutluluk? Yoksa Buddha’nın dediği gibi mutluluk bir varış noktası değil de yolculuğun kendisi midir?

Başvuran her yedi bin kişiden sadece birinin kabul edildiği üniversite programını kovalarken de, başlayışımın birinci haftasında kapatılan departman nedeniyle kendi yerimi güvence altına almak için verdiğim sonsuz uğraşla Microsoft’ta kendime bir pozisyon garantilediğimde de yaşadığım bütün zorluklara rağmen kendimi çok iyi hissediyordum. Bu mutluluk değilse nedir?

Öbür taraftan da mutluluğu arayan bir insanın, kuyruğunu kovalayan kediye benzetilmesi fikrine de çok katılıyorum. Mutluluk koşullara bağlı olunca, arayınca bulunuyor mu? Buna, kim kaybetmiş de biz bulalım denmez mi şimdi!

O zaman sanırım mutluluk da biraz bu ikisi arasında bir akrobasi demek, bana daha iyi geliyor. Bir tarafında elde etmek istediklerimiz peşindeki çabamız, öbür tarafında da anın tadını çıkarma halimiz olan bir terazi canlandı gözümde. Belki de gerçekten mutlu insan bu teraziyi mümkün olduğunca dengede tutabilendir ne dersiniz?

Sukot demişken peki, evimizden çıkıp bir düzenekte oturarak bu dengeyi nasıl tutturacağız, bunun mutlulukla ne alakası var diye sordum kendime. Ve aklıma birkaç zaman önce okuduğum bir kitap geldi. Klinik psikolog Dr. Chris Germer, hayatın koşuşturmacası içinde, insan beyninin, hemen önünde duran düşüncede takılıp kaldığını ama onu çözmek için hemen dışında duranı görmediğinden bahsediyordu. Böyle durumlarda özşevkatle bilinçi olarak bize yoğun hisler veren bir düşünceden kendimizi uzaklaştırıp belki de nedenini anlamanın, içinde olduğumuz durumu çözmek için yapılabilecek en verimli adım olduğundan bahsediyordu. Evden çıkmak bence tam da bu işte. Hayatımızı hep otopilotta yaşarken bir şeyleri değiştirmek böylesine zorken, alışkanlıklarımızla yaşayıp giderken, terazimizin dengesinden bile haberdar değilken mutluluğumuz adına neler yapıyoruz, neleri değiştirebiliriz? Bu otopilotu durdurmak, kargaşası içinde akıp gittiğimiz hayattan uzaklaşmak için bir haftalığına alıştığımız, bildiğimiz, konforlu olduğumuz evin dışına çıkıp hayatımıza, dengelerimize şöyle bir uzaktan bakmak aslında Sukkot’un benim için anlamı.

Dileğim gelecek hayallerimizin doyasıya peşinden koşabilmek için bol hayal kurduğumuz, bunu yaparken de dengenin öbür tarafını da unutmamak adına küçük gülümsemeleri iliklerimizde hissedeceğimiz bir bayram olması. Böyle zor zamanlardan geçerken bile belli mi olur, dışardan bakarak mutluluğu hiç beklemediğimiz bir yerden bulabiliriz belki de. Aydilge Sarp’ın şarkısında söylediği gibi: ‘’Hayat şaşırtır hep zaten, ben bittim ay derken, hiç umudun kalmamışken, bir güneş parlar bazen!’’

Sizin için mutluluk nedir? Shakespeare mi Buddha mı? Benimle paylaşmak isterseniz çok mutlu olurum!

* Yazarı Instagram’da @coachanitakaneti ismiyle bulabilirsiniz.