Arşiv

Yani Vlastos: Çengelköy’de 6-7 Eylül Pogromunun Hafızası

Kıymetli yazar Yani Vlastos’u 2017 yılında kaybettik. Onun İstos Yayınlarından çıkmış “Baba Konuşabilir Miyim?” adlı kitabını okuyanlar eminim ki anlatımındaki akıcılığı ve içtenliği hemencecik fark etmişlerdir. Her şeyi aynı kitabındaki gibi içtenlikle aktaran hoşsohbet bir insandı Yani ağabey.

Hem kendisini tanımış olmaktan ne kadar mutluluk duyduğumu, hem de ona yapılan haksızlıklara, sözlü ve fiziksel saldırılara ne kadar öfkeli olduğumu her fırsatta dile getirmişimdir. Bu kadar kötülüğü kim hak eder?
Evet, 1979 yılına kadar doğup büyüdüğü göz bebeği İstanbul’unu terk etmemek için çok direnmişti. Rumca konuştuğu için fiziksel saldırıya, hakarete uğramıştı Yani ağabey. Kendi çocuğu aynı şeyleri yaşamasın diye gitti buradan.

Ama İstanbulsuz da kalamazdı. Her fırsatta ziyaret etti şehri, sevdiklerini, dostlarını. Yaşamının sonuna dek iyisiyle ve kötüsüyle sevdi bu kenti. Bize bıraktığı güzel izlerle onu anarken, 6-7 Eylül pogromunun ona bıraktığı acı izleri hatırlatalım.

6-7 Eylül 1955’te Ne Oldu?

Yani Vlastos o yıl 12 yaşında ilkokulu yeni bitirmiş bir çocuktu. Çengelköy’de yaşıyorlardı. Daha ilkokuldan mezun olmadan İstanbul’un en iyi okuluna girmeye karar vermişti. Hayali; imtihana girip Robert Koleji’nde okumak, yabancı dil öğrenmekti. Tüm yaz hem sınava hazırlanmış hem de babasını ikna etmeye çalışmıştı. Zira babası için Yani’yi o koleje göndermek oldukça masraflıydı. Yani imtihanı kazandı, babası parayı tamamladı. Günler çok güzeldi, 6 Eylül’e kadar.

Eylül ayının bulutlu ve soğukça bir akşamı babasıyla birlikte Galata Köprüsünden Çengelköy’e giden vapur iskelesine yaklaşırlarken seyyar gazetecinin sesini işitmişlerdi. Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalanmıştı.

Çengelköy’e vardıklarında ise ortamın çok gergin olduğunu, etraftaki insanların davranışlarının tuhaflaştığını fark etmişlerdi. Tanıdıkların selamı değişmişti. Yine de endişelenmek akıllarından geçmemişti. Eve varıp yemek yedikten sonra

Biz daha odaya geçmeden oda pencerelerinden birinin camını kıran irice bir taş oturma odamızın tam ortasına düştü. Daha ne olduğunu anlamadan ilk taşı, evin yola bakan bütün pencerelerinin camlarını paramparça eden bir taş yağmuru takip etti.” diye anlatmıştı Yani Vlastos kitabında.

O şaşkınlık haliyle bodruma saklanmışlardı. Dışarda ise evler kırılacak cam kalmayana kadar taşlanırken, içeriye giren gruplar da odalardaki eşyayı kullanılamayacak hale getiriyor, bazı eşyaları ise çalıyorlardı.

Bodrumdaki sessiz bekleşiyi Türk komşunun sesi bozmuştu. Onları evinde saklamak istiyordu. Evin oğlu da Yani’nin arkadaşıydı. Hep birlikte komşularına sığındılar. Evde ne kadar “rahat” olduklarını da Vlastos’un satırlarından okuyalım:

“Annesi her ne kadar bizi kurtarmak için evine çağırdıysa da olanlardan çok etkilenmiş, Atatürk’ün evini bombalayarak bu geceye sebep olan Yunanlılara ve Kıbrıslı “Rumlara” ateş püskürüyordu. Cevap vermek bunlarla ilgimizin olmadığını söylemek haddimize mi?”

Halbuki Atatürk’ün evine o bombayı Selanik’te üniversitede okuyan Oktay Engin isimli bir öğrenci koymuştu. Amaç kışkırtmadan başka bir şey değildi. Olaydan sonra Türkiye’ye kaçan Oktay Engin Çankaya kaymakamlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Siyasi İşler Müdürlüğü, Nevşehir Valiliği yapmıştır.

Çengelköy’de 6-7 Eylül

O geceyi komşuda geçiren Vlastos ailesi evlerine döndüklerinde eşyaların ya kırıldığı ya da çalındığı gerçeğiyle karşılaştılar. Ve Çengelköy’deki evlerini uzun bir süre geri dönmemek üzere terk ettiler.

Yaşanan tüm bu dehşete dair iki şeyin altını özellikle çizmişti Yani Vlastos. Birincisi evleri taşlayan ve türlü şiddet olaylarına karışanların çoğunlukla tanıdıkları simalar olması. Her sabah alışveriş ettikleri, selamlaştıkları kişilerdi onlar. Diğeri ise oyuncak dükkanı yerle bir edilmiş olan dayısının o karmaşa içinde bulduğu özel yapım sopalardır. O sopalar belli ki bu iş için özellikle üretilmişti. Pogromun çok önceden planlanmış olduğu oldukça açıktı.

Günümüze gelecek olursak, 6-7 Eylül pogromuna dair henüz resmi bir yüzleşme yapılmadı. Failler cezalandırılmak bir yana ödüllendirildi. Cezalandırılmayan, özür dilenmeyen, mağdurların zararı tazmin edilmeyen suçlar o kadar sinsidir ki her an yeniden ortaya çıkmayı bekler. Dün Rumca konuştuğu için darp edilen vatandaşın yerini bugün Kürtçe konuşan alır, dün bakkalı talan edilen Rum’un yerini Suriyeli göçmen alır. Cezasızlık şiddetten ve tarihin utanç defterini doldurmaktan başka hiçbir şey getirmiyor. Bir daha asla sözü anlamını yitirmesin artık. Adalet geç de olsa gelsin.