Holokost Makaleler

Alman Müslümanların Holokost’a ‘Şok Edici’ Tepkisi

Prof. Esra Özyürek’in bu yazısının orijinali 1 Şubat 2021’de Haaretz’de “German Muslims’ ‘Shocking’ Response to the Holocaust” başlığıyla yayımlanmıştır.

Çeviri: Tuğba Yavuz

Aşırı sağ ve ırkçı ideolojiler dünya çapında yaygınlaşırken, sol eğilimli ve liberal entelektüeller yüzlerini Almanya’ya, İkinci Dünya Savaşı dönemi Nazilere ve ülkenin Holokost sonrası ulusal kefaret ve hatırlama projesine dönüyor. Alman hikayesi içinde kendilerine ırkçılık ve insanlık suçlarıyla mücadele etmek için aktarılabilir dersler arayışına giriyorlar. Ancak, çok kültürlü bir dayanışma kültürü kurma ve kolektif hafızayı güçlendirme çabası içindekiler için Almanya’nın bazı önemli eksikleri var.

Kendisini aşırı milliyetçiliğe karşı tanımlamış olsa da Almanya Holokost hafızası kültürü, toplumun etnik olarak Alman olmayan üyelerini kendisine dahil etmekte başarısız kalıyor. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşın harap ettiği ülkeyi yeniden inşa etmeleri için davet edilen göçmenler, yakın zamana kadar Batı Almanya’nın geçmişten ders alarak demokratikleşme süreci içinde yabancı ve alakasız görülüyordu.

2000’lere geldiğimizde ise, Müslüman kökenli Almanlar beklenmedik bir şekilde ülkenin Holokost hafızası kültürünün merkezi haline geldiler – ancak hoş karşılanan katılımcılar değil, birer hedef olarak.

Son yirmi yılda, Türk ve Arap kökenli Almanlar, Almanya’nın Nazi dönemi geçmişiyle hesaplaşma girişimleri için alakasız görülmekten çıktı ve bu süreç içinde başlıca engel olarak addedilmeye başlandı. Bu rolü paylaştıkları diğer bir grup da şimdi Alman aşırı sağının kalesi olan eski sosyalist Doğu Almanya vatandaşları.

Bugün, Müslüman kökenli Almanlar yaygın olarak Holokost tarihiyle bağdaşamamakla, Holokost’un Yahudi kurbanlarıyla empati kuramamakla ve kendi Yahudi karşıtı ırkçılığıyla başarılı bir şekilde mücadele ettiği varsayılan bir ülkeye yeni antisemitizm türleri ithal etmekle suçlanıyor.

Gazeteler, Müslüman öğrencilerin toplama kampı turlarına katılmayı nasıl reddettiğine ve tarih derslerinde Nasyonal Sosyalizm konusuyla ilgilenmediğine dair haberler yayımlıyor. Antisemit nefret suçlarının yüzde 90’ının sağcı beyaz Almanlar tarafından işlendiği bir ülkede, antisemitizmin temel taşıyıcıları iddiasıyla suçlayıcı parmaklar Müslümanları işaret ediyor.

Buna bağlı olarak, hükümet ve sivil toplum kuruluşları, özellikle Müslüman kökenli göçmen ve mülteciler için, Holokost’tan dersler çıkarabilsinler ve böylece Almanya’nın en önemli savaş sonrası siyasi değerlerini sahiplenebilsinler diye Holokost eğitimi ve antisemitizmi önleme programları tasarlıyorlar. En çarpıcı biçimde, hükümet, yakın zamanda savaş bölgelerinden kaçmış mültecileri Nazi ölüm kamplarına ziyarete götürerek kişisel deneyim yoluyla antisemitizmi öğreten programları fonluyor.

‘Müslüman kökenli Almanlar’ın Holokost’a Tepkisi “Yanlış” Bulunuyor’

Almanya’daki 15 yıllık saha çalışmamda, ortak algının aksine, Müslüman kökenli Almanların Holokost’u umursamamak yerine konuyla tutkuyla ilgilendiğini gördüm. Ancak, bu kişilerin Holokost karşısında gösterdikleri tepkiler “yanlış” olarak değerlendiriliyor.

Holokost eğitimcileri sıklıkla bana Müslüman Almanların Holokost karşısında “uygunsuz” duygular ifade ettikleri konusunda şikâyette bulundular. Neydi bu “yakışıksız” tepkiler? En sık duyduklarım, katılımcıların bir gün Holokost tarzı bir katliamın kendilerinin de başına gelebileceğinden korkmaları, Yahudi kurbanların “statü”sünü kıskanmaları ve kendi ulusal geçmişleriyle gurur duymalarıydı.

Juliana’nın [burada kullanılan bütün isimler kişi gizliliğini korumak adına takma adlardır], Almanya’daki pek çok eski toplama kampında tur rehberi olarak çalıştığını biliyordum. Ona kampları ziyaret eden Müslüman azınlıklar hakkındaki izlenimlerini sordum. Yanıtı oldukça çarpıcıydı.

“Birçok göçmen [Türk ve Arap Almanlar] kampları ziyarete geliyordu,” dedi, “ve onların diğer ziyaretçilerden farklı olduğunu hissettim.” Biraz durakladıktan sonra ekledi: “Şimdi gerçekten farklı olup olmadıklarını bilmiyorum ama ben ve diğer rehberlerin onlardan rahatsız olduğumuzu söyleyebilirim. Oraya ait olmadıklarına ve Alman tarihiyle ilişkilenmemeleri gerektiğine dair bir hissiyat vardı. Bir şekilde, kamptaki varlıkları oraya uymuyordu.”

Ne demeye çalıştığını açıklaması için onu biraz daha zorladığımda, Juliana, “Örneğin, kampları ziyarete gittiklerinde, göçmenler bir sonraki sefere kendileri oraya gönderilecekmiş gibi hissetmeye başlıyorlar. Kamptan gergin ve korkmuş olarak çıkıyorlar. Böyle yapmaları hiç hoşuma gitmiyor ve bu yüzden onları oraya götürmek bile istemiyorum.” dedi.

Göçmen kadınlar için Holokost eğitimi organize ettiğini duyunca, 40’lı yaşlarında Türkiye kökenli, minyon tipli ve hoşsohbet bir kadın olan Neshide ile tanıştım. Neshide bana, beraber çalıştığı genç kadınlarla birlikte çok şey öğrense de Holokost eğitiminin hepsi için çok rahatsız edici bir deneyim olduğunu anlattı:

“Hepimiz şoktaydık. Bir toplum nasıl bu kadar fanatik hâle gelebildi? Böyle bir şeyi bize de yapıp yapamayacaklarını sormaya başladık. Kendimizi Yahudilerle aynı durumda bulup bulmayacağımıza dair endişelenmeye başladık.”

Bu tam da Juliana’nın Alman eğitimcilerin azınlıklara Holokost’u öğretirken en rahatsız edici bulduklarını söylediği duruma denk düşüyordu. Neshide ve arkadaşları da korkularını dillendirdiklerinde çok sertçe bir tepkiyle karşılaşmışlar:

“Bir ay sonra, eğitim programımızın bir parçası olarak bir kilisedeydik. Onlara [göçmenleri Holokost hakkında eğitme] projemizden bahsettik ve sonra [bir gün] kendimizin de kurban olabileceğinden korktuğumuzu söyledik.

‘Böyle düşünüyorsak ülkemize geri dönmemizi söylediler’

“Kilisedekiler bize çok sinirlendi. Böyle düşünüyorsak ülkemize geri dönmemizi söylediler. Bu tepkilerine gerçekten şaşırdım. Bunun neden meşru bir soru olmadığını anlayamadım. Naziler hakkında neden kişisel olarak endişelenmeyeyim?”

Bu hararetli konuşma sırasında Neshide, Holokost hayatta kalanı Primo Levi’nin şu cümlesini tekrarlamış: Bir kere olduysa, yine olabilir.

Primo Levi Tournette, Fransa’da (wsimag.com/it/arte)

Ancak bu, kilisedeki hanımları daha da öfkelendirmiş. Neshide ve arkadaşlarının kiliseyi terk etmeleri istenmiş. Bana bu hikâyeyi anlatırken Neshide’nin yüzü kızarmıştı. Sonradan vatandaşı olduğu bir ülkenin tarihiyle kurduğu empati ve özdeşleşme için takdir görmek yerine maruz bırakıldığı bu olağanüstü kızgınlık karşısında deneyimlediği şok ve dehşeti yeniden yaşıyordu.

Alman filozof Edmund Husserl bize, başkalarıyla kurduğumuz empatinin başlangıç noktasının kendi bedensel deneyimlerimiz olduğunu söyler. Diğer insanların kendi bedenlerinde ne yaşayabiliyor olacağını kendi bedenimiz içinde yaşadıklarımıza dayanarak anlamaya çalışırız. Aynı şekilde, ırksallaştırılmış, sınıflandırılmış ve cinsiyetlendirilmiş bir bireyi, özellikle de ayrımcılığa maruz bırakılmış birini gördüğümüzde, nasıl hissedebileceklerine dair içgörü sahibi olabiliriz çünkü her birimiz insanları bu tür kategoriler açısından sıralayan bir toplumda yaşıyoruz.

‘Soykırımın kurbanları ile girdikleri derin bir empati’

Kimi Türk ve Arap kökenli Almanların Holokost tarihiyle karşılaştıklarında, böyle bir kıyım yeniden olursa kendilerinin de kurban olabileceklerinden korkmaları, soykırımın kurbanları ile girdikleri derin bir empati ilişkisine işaret ediyor. Kimileri de antisemitizmi kendi deneyimledikleri İslamofobi üzerinden anlıyor ve bu süreçte Almanya’da antisemitizm kabul edilirken İslamofobinin göz ardı edilmesinden rahatsızlık duyuyor.

Almanya’daki “geleneksel” Holokost eğitimi programları, vicdan ve sorumluluk duygularını tetiklemeyi amaçlar. Benim saha çalışmamda fark ettiğim, Müslüman kökenli Almanların bu beklentiye uymadıklarıydı. Birçok yönden, kendi deneyimledikleri ayrımcılık ile Yahudilerin maruz kaldıkları şiddetin ölçeklerinin tamamen farklı olduğunu kabul ederken bile, Müslüman azınlıklar Yahudilerin karşı karşıya kaldığı antisemitizmi derinden ve güçlü bir şekilde hissediyorlar. Holokost eğitimi sırasında ortaya çıkan duyguları klasik beklentilere uymadığı için eğitimciler tarafından ahlaki niteliklerden ve iyi vatandaş olma kapasitesinden yoksun olarak değerlendiriliyorlar. Oysa, kendini bir başkasının yerine koymak olarak tanımlanan empati, kişinin halihazırda bulunduğu yerden başlar ve yine orada biter.

Kapsayıcı bir Holokost hafızası ve eğitimi, Holokost kurbanlarının özgüllüğünü anlamamıza yardımcı olacak bir alan yaratmalıdır. Ancak bu, mağdurları anan ve onlarla empati kuran bireylerin aynı yerden gelmediğini de kabul eden bir alan olmalıdır. En azından Holokost hafızasını böylesine keskin, düşünceli ve bugüne dair bir şekilde yeniden canlandırdığında “doğru”, saygılı ve empatik tepkiler yelpazesi cezalandırılmamalı, aksine onlara yer açılmalı.

Müslüman kökenli Almanların tepkileri, Holokost’u tarihe emanet etmekle yetinmiyor; bunun yerine, Primo Levi’nin şu sözlerini yaşatıyorlar: “Auschwitz bizim dışımızda, ama o etrafımızda, havada.”


Esra Özyürek

Cambridge Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sultan Qaboos İbrahimi İnançlar ve Ortak Değerler kürsüsü sahibi ve Cambridge Dinlerarası Programı’nın akademik direktörüdür. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde tamamladı. Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini Michigan Üniversitesi’nde Antropoloji alanında aldı. Türkçeye çevrilen kitapları arasında Modernlik Nostaljisi: Kemalizm, Laiklik ve Gündelik Hayatta Siyaset (Boğaziçi Yayınevi), Müslüman Olmak, Alman Kalmak: Yeni Avrupa’da Millet, Din ve Din Değiştirme (İletişim Yayınları) ve Hatırladıkları ve Unuttuklarıyla Türkiye’nin Hafızası (İletişim Yayınları) vardır.