Kültür Sanat Makaleler

Toplumsal Hastalıklarımızın İlacı Levinas Felsefesi (2)-Hakan Altıok

Levinas’a göre Totalité’nin (bütüncülük) hemen yanı başında dimdik duran  benzer olma, özdeşliktir (identité). Levinas özdeş olmayı bir tür özdeşleştirme yani benzeşmenin zorlanması olarak görür. Mesela Almanlarda Ben ile beden arasında bir özdeşleştirme vardır. Kişi bedenini ben-likten ayırmaz. Levinas’ta ise katı bir özdeşlik fikri yoktur. Özdeşleştirmede kendinden çıkıp kendine geri dönme vardır. Bir kişinin diğerine benzemeye zorlanmasında da bu görülebilir.

Levinas’ın  Totalité et Infini  kitabındaki tüm içsellik Batı’nın özdeşlik ve kimlik fikrine karşı yazılmıştır. Ben, kendisine çakılmış ve mıhlanmıştır. Bir kaçma ihtiyacı ve kaçmanın imkansızlığı. Varlıktan çıkmak yeni bir kavram olarak karşımıza çıkar. Başka’da birleşmek, Aynı’da erimek değildir, başka olmakta mümkündür. Levinas için bu yenilik  1974’te ‘Olmaktan başka türlü’ (Autrement qu’etre…) olacak. Sınırını aşmada (excédence) ilk olarak Ben’i kaybetmeden kendinden çıkıp, Başka olup kendine geri dönmemekten bahsediyoruz.

Levinas’ı kendi sınırlarını aşmak istediği noktasına getiren  işte bu özdeşlik örgüsü ve bütüncülük (totalité), gerçekte Başkası konuşmadan önce  Başka’nın ne olduğu hakkında fikir yürüttüğüm ya da bildiğimi düşündüğüm anda meydana gelir. Bütüncülük, Başka’nın farklılıklarının yadsınmasıdır, başkanın başkalığının yadsınmasıdır. O, Başka’nın Aynı’ya nakşedilmesidir. Eğer etik gerçek anlamda bir başkasını kabul edecekse, böyle bir bütüncülük hiç de etik olmayacaktır. Evrensellik kendini kişinin sahip olduğu değerler olmaksızın sunar ve orada insanlık dışı başka bir şey vardır.**

Olan’dan önce Olmak, metafizikten önce ontolojidir ki bu adaletten önce özgürlüktür. Başka’ya karşı olan yükümlülükten önce Aynı’daki bir etkinliktir. Levinas’ta mutlak Başka, Başkası’dır (autrui). O ve ben bir sayı oluşturmayız. “Siz” veya “biz” dediğimdeki müştereklik, “ben” in çoğulu değildir.** Levinas Başka’yı değerlerken Ben ve Başka arasındaki ayrılık (seperation) üzerinde durur ve kendisini dolaysızca dışarıda tutar. Onun hayatı Başkasını   düşünürken bir referans noktasıdır.

Litvanyalı bir Yahudi, ana dilleri Rusça ve İbranice olan bu adam Strassbourg’da Fransızca’yı, Fribourg’da Almanca’yı öğrendi. O Stalag’daki Fransız subayları için kurulan Nazi esir kampında acı ‘deneyimler’ yaşadı. Bu deneyimler ona özgü deneyimlerdi.  O, Batı’nın tüm felsefi tarihinin düğümlendiği tarihteki o şimdide  holokostun seyircisidir. Kendisi bir Fransız subayı olduğu için ölüm kamplarından kurtulsa da, halkının yaşadığı zulümden fiziksel olarak etkilenmese de hayatının geri kalan yılları hem tinsel hem de zihinsel olarak Yahudi soykırımının seyircisi olmanın verdiği ‘içsel  acı’ ile geçer.

Kanımca  Levinas, o şimdideki Levinas’tan çıkarak Başka ve Başkalık üzerine refleksiyonda bulunmaktadır. Halkı infaz edilirken, zulme uğrarken, o esir olarak hayatta kalır ve bunun verdiği istemsiz  utancı içselleştirerek suçluluk hisseder. Seyircisi olmak, tanığı olmaktır. Zulme uğrayan insanlar acı çekmişler ve Batı felsefe tarihinin düğümlendiği o noktada artık totaliterliğin  kurbanıdırlar. Levinas rehine olarak kalmıştır çünkü tüm olup bitenlere tanıktır. Kendisini belki de sürekli yitip gidenlerin yerine koyar (substitution). Kurban kendisine yapılan eziyetin acısını çekmiştir çekmesine ama geride kendisi için acı çeken, Başkası için acı çeken, rehin bıraktığı rehineler vardır. Rehine için hayatta kalmanın bedeli çok ağırdır. Hayatta kalmanın getirdiği ödemesi gereken  bir  bedel vardır, hayatta kalarak o fidyeyi öder.

Levinas  Başka’yı düşünürken rehine ve kurban etiğini de aynı anda kurar. Kendi üzerinden kurduğu bir etiktir onun rehine ve kurban etiği. Sorumluluk, rehine ve kurban arasındaki ilişkidir (relation). Rehine kavramında hayatta kalma,  keyifli olmayan bir keyfilik olarak   bizi kefaret düşüncesine götürür. Levinas rehinenin  yerine kendisini koydu ve içinde bulunduğu  yapının  ‘memnun’ bir üyesi  olduğunu anladı. Bununla birlikte talepkâr kurbandan talep almak durumunda kalmıştı.

Rehine kurbanın yerinde değildir. Öyle ki rehineler üyesi oldukları sosyal yapının  getirilerini beğenseler de kurbanlarla ‘yüz yüze gelmek’ ve onların yardım taleplerine kulak vermek durumunda kalırlar. Evet ne kadar bulunduğu durumdan hoşnut ise de  (absence de besoin) rehine kurbana bir şekilde  yanıt verir. Kurbanlar hep bizim önümüzdedirler, o bazen hep dilenmeye mahkum özürlü bir çocuk, incinmiş gözlerle size bakan sokak ortasında dövülen kadındır. Gözümüzün önünden gitmeyen bizi kendisine mecbur eden mayına basan on sekiz yaşındaki  pırıl pırıl bir gençtir, sırtını döndüğünde yüzü size dönükken vurulan bir diğeri ya da bir daha geri dönmemecesine yola çıkan terör örgütlerine tüm maddi varlığını ve hayallerini veren Afgan mültecinin ‘sınırı geçerken’ vurularak düşmesidir. Onlar benimle ‘yüz yüze  düşerken’ ereksel olan ne varsa düşüp gider.

Levinas’ın Mesianik Barış Eskatolojisi’nde eskatoloji bir tarihin sonu ve bir teleoloji olsa da bundan bahsetmez. Onun eskatolojisi ereksel ve dinsel değildir, tarihin içinde tarihin ötesinde bir ilişki kurmaktan bahseder. Şimdiyi gelecekteki sonuçlara kurban eden, anlamın sondan geldiği, şimdiye tahakküm eden bir eskatoloji değildir. Levinas şimdinin biricikliğini sürdürmek ister. Şimdide varolan önceden (a priori) bir sorumluluktur. Kurban, bir şey yapma ‘zorunluluğundan’ artık kurtulamadığım ‘mevcudiyeti’ (presence) itham eden yüz yüze düşendir. Ben bunun üzerinde daha sonra düşünmek üzere bırakabilirim, döner gider ve onu unutabilirim. Bu bilinçli karar ve edimler sonradandır (a posteriori).

Bizi zorunda bırakan Mevcudiyet’i bozan acı deneyimden sonra gelirler. Görünürlük/görünmezlik ve aşkınlık arasında gözümün önünden gitmeyen, musallat olup hep görünen o yüzdür (le visage). Başkası için sorumluluğumda, rehinesi olduğum kişiye nazaran eşitsizliğimdeki adaletle temsil edilen adaletten ve fakat onun içerdiği eşitlikten daha eski olsa bile, anlamın (la signification) adalette anlamı olur. Başkası bütün başka insanların hemen de kardeşidir. Bana musallat olan insan yüzüdür, aynı zamanda, karşılaştırılabilir ve karşılaştırılamaz olan, adalet kaygısında tam olarak görünen başka yüzlerle ilişkili biricik yüz.*** Peki yardım talebine cevap vermek mantıklı mıdır? Başkası beni niçin ilgilendirsin? Ben kardeşimin koruyucusu muyum? Bu sorular ‘Ben’im kendisinden kaygılandığım ancak kendisi için endişelendiğim varsayıldığında anlam ifade ederler. Bu hipotezde, gerçekten de beni ilgilendiren ‘Başkası’ – Mutlak Ben’in dışındaki – kavranılamaz olarak kalır.

Kendi (soi) için ortaya çıkan ‘Ben’in tarih öncesinde, sorumluluk konuşur. İlkelerden önce, Ego’dan daha eski olan kendi, tepeden tırnağa rehinedir. Kendi için söz konusu olan şey varlığın varlığındadır. Egoizm ve özgeciliğin (altruisme) ötesinde, bu kendinin dindarlığıdır. Acıma, merhamet, özür ve yakınlık dünyasında sahip olduğumuz ‘rehin olmanın koşulu’ adınadır.*** Biz bedensel ve maddi dünyanın eğilimleriyle yola devam edersek kendi hayatına karşı hatırşinas, başkalarınınkine değil, mantığın sınırlarını kendi hayatına göre tanımlayan bireyler görürüz. Mantıklı olan her şey demek değildir. Özgürlük burada rehinede değil kurbanda belirir.

Levinas kardeşler: Emmanuel, Aminadav ve Boris

Alman filozof Heidegger’in ontolojisi ve geleneksel fenomenoloji, memnun olanların felsefeleridir ki onların memnuniyeti bilinmeyen bir başlangıç noktasıdır ve gerçeklik (verité)  olarak alınır. Gerçeklik nedir? Konulaştırmak suretiyle bana dünyayı veren başkadır. Levinas’ta iki tür gerçeklik var. İlki ifşa eden örtüsünü kendi açar. İkincisi dışsallıkla ilişki olan benim özgürlüğümün sorgulanmasıdır. Levinas anlam için dışsallığın mevcudiyetidir diyecektir. Memnun olmayan zayıf ve yoksul ile yüz yüze gelmek Levinas’ın önümüzde açtığı boyutları merak etmeye başlamaktır. Rehinenin deneyimlediği kurbana yönelen Arzu’da (Désir) mutluluktan ayrı bir şey tanımlar. Levinas için Arzu öncesinde bir eksiklik tarafından koşullanmayan şiddetli bir istektir. Levinas’a göre Arzu, mutluluk ve varlığın üstünde bulunur. Batıda Arzu’nun iki kavrayışı var: Bir taşma olarak arzu bir de ihtiyaç olarak arzu. Levinas’ın bahsettiği aşkın bir arzudur. Üzerinde durduğu ihtiyaç olan arzu değil, taşma tarzında bir arzudur. Levinas’ta kurban için rehinenin arzusu yaratıcı bir eğilimdir.

Öyle ki Arzu yaratıcı bir şekilde bir şeylerin ortaya çıkmasına sebep olur, dahası o Dionysos ruhunun ardında bulunur ve ona nazaran tamamen aşkındır. Arzu kaybedilmiş bir şeyin bilinci değildir. Başka ile ilişki nostaljik bir ilişki olamaz. Başka olana giden ve geri dönen bir gidiş değildir. Doğmadığımız yabancısı olduğumuz bir ülkenin içinde olmaktır, kendinden çıkmak Ben’i Başka’da yitirmek değildir. Levinas, metafizik olarak istek duyulan Başka’nın, yediğim ekmek gibi bir ‘Başka’ olmadığını yazmıştır. Metafiziksel Arzu tamamıyla başka bir şeye yönelir, Mutlak Başka’ya.**

Levinas tarafından kullanıldığı şekliyle ihtiyaç (besoin), Metafiziksel Arzu  esasında ele alınmaz. Metafiziksel Arzu iyilik gibidir, arzulanmış, istek duyulmuş olan onu tatmin edemez, ama onu derinleştirir. Metafiziksel Arzu tatminsiz bir Arzu’dur ve onda Başka’nın başkalığı ve uzaklığı işitilir.**

Daha önce söylediğim gibi Levinas’ta Arzu varlığın ve mutluluğun üstünde bulunur ve o mutluluk düşüncesinin aşılması gereken bir durum olarak üzerinde durur. Levinas’ta Metafiziksel Arzu ‘dönüşü’ istemez, İbrahim Ur’dan, Musa Mısır’dan çıkıp dönmemişti. Bizim hiç yaşamadığımız bir ülkedir Arzu, hiçbir zaman vatanımız olmamış,  bizim hiç gitmediğimiz  bize tüm doğasıyla  yabancı bir ülkedir. Metafiziksel Arzu önceden olan hiçbir yakınlığa dayanmaz. Tatmin etmeyi, doyurmayı bilmediğim bir Arzu’dur. Çünkü insanlar düşüncesizce seksüel ihtiyaçlar hatta dini, ahlaki ve kişisel ihtiyaçlar gibi  tatmin edilen arzulardan bahsediyorlar. Öyle ki  aşkın kendisi bile yüce bir açlığın tatmini olarak düşünülür. Eğer bu ifade mümkün bir ifade ise bizim arzularımızın çoğunluğu aşk dahil saf değildir.

Tatmin edebildiğimiz arzular Metafiziksel Arzu’ya benzemez. O Arzu ki basitçe tamamlayamayacağın her şeyin ötesindedir, iyilik gibidir, o Arzu dolduramayacağın bir çukurdur.** Biz kendisine meyleden bir özne ile yüzleşiyoruz. Özne kendi varlığında kalma temayülü ile karakterize edilir. Heidegger formülünü kullanırsak, onun varoluşu kendi varoluşuna esas teşkil eder. Çünkü varolan varlığı kendi varolduğundan bilir.

Heideggerci bu özne kendisi için bir ilgi (sorge) tarafından karakterize edilir ve kendisi için mutlulukta faaliyet gösterir. Eğer Başkası için  Arzu, tatmin olmuş bir varlıktan çıkarsa (yayılırsa) kendisi için bir şey istemeyen özgür birisindendir. Bundan sonra Arzu, rehinede, artık ihtiyaçları olmayan birinin ihtiyacı üzerinde kurulur. Ateizm, Tanrı’nın varlığını yok saymaktan ibaret değildir  hatta varlığı yokluğu meselesi bile değildir. Levinas’a göre Tanrı kendi kaynağına sahip olmayan bir varlıktır. Örneğin ateizmi talepsiz olan  ateist Ben, Arzu’da kendisini aşar, o Arzu ki ona Başka’nın huzurundan gelir. Bu  Arzu mutlu bir varlıkta arzudur. Bu nedenle Arzu mutlunun talihsizliğidir, felaketidir.

Buradaki talihsizlik pek tabii ironik olarak düşünülmelidir. Başka tarafından sorumluluk çağırılır, kişisel mutluluğunu aramanın ötesinde birey kendi sessizliğinden, huzurundan ve güvenliğinden koparılır ve riskli bir maceraya fırlatılır…Macera başkasının uğrunda adaleti aramaktır. Zayıf, dul ve yetim için Adalet… Levinas’ta mecbur eden ve sevk eden temayül – adalete doğru bir meyil – onun Başkalık (altérité) isteğiydi. Kurban (Başka) benim önümde belirdiğinde, güçlü bir şekilde Başka’ya doğru çekilirim ve benim kendiliğindenliğime Başka’nın mevcudiyeti tarafından meydan okunulur. İşte bu yüzden ben rehineyim.

Etik, Başka’nın mevcudiyeti tarafından kendiliğindenliğimin (spontanéité) sorguya çekilmesine bizim verdiğimiz addır. Metafiziksel Arzu’yu terk eden – geleneksel olarak anlaşıldığı şekliyle – ‘Ontoloji Başka’yı Aynı’ya indirger’ teorisi Arzu’nun yaşadığı dışsallığın harikuladeliğini terk eder. Ama dışsallığa saygı olarak anlaşılan teori kritik bir niyete sahip ki ontoloji gibi başkayı aynıya indirgemez, ama Aynı’nın yaptıklarını sorguya çeker. Metafizik, Aşkınlık, Aynı tarafından Başka’nın buyur edilmesi, Ben’im tarafımdan Başka’nın buyur edilmesi kesinlikle Başka tarafından Aynı’nın sorguya çekilmesi olarak üretilir. Felsefe muhatapla ilişkidir, Başka’nın sorgulanması bu ilişki üstünden bir mantıktır. ‘Bilmek’ denen şey bir nesneye doğru gitmek değildir.** Bilmek burada kendini sorgulayabilmektir. Felsefe, Apollon tapınağında yazdığı gibi bir ‘Kendini Bil’dir. Ama Levinas, biz kendi için ‘Kendini Bil’ üzerinden felsefe yapmayacağız der. Çünkü içinde solipsizm ve egoizm barındırır.

Devam edecek…

* Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.

** Emmanuel Levinas, Totalité et Infini-essai sur l’extériorité (Paris: Martinus Nijhoff, 1971)

*** Emmanuel Levinas, Autrement qu’etre ou au-dela de l’essence (Paris: Martinus Nijhoff, 1978)