Makaleler

Ruth Bader Ginsburg: Hayatı ve Mirası – Yunus Emre Erdölen & Nesi Altaras

Geçtiğimiz hafta vefat eden Ruth Bader Ginsburg Amerikan siyasetinde ve yargısında özellikle cinsiyet eşitliğinde önemli gelişmeler getiren bir figürdü. 1993’ten beri Yüksek Mahkeme’de olan Ginsburg Amerikan Yahudi toplumunun da önemli bir ismiydi.

Babası Ukrayna’dan gelmişti. Annesinin ailesi ise Krakow’dan. Doğup büyüdüğü Brooklyn’de Yahudi bir ortamda yetişti. Pek de dindar olmayan ailesi bir sinagoga üyeydi. Yazlarını Yahudi gençlik kamplarında geçirdi. Mahallesindeki James Madison Lisesi’nden mezun oldu – bugün Amerikan siyasetinde önde gelen Senatör Bernie Sanders ve Senato Demokrat Lideri Chuck Schumer da bu mahallede büyümüş ve bu liseden mezun olmuşlardı.

Kariyerinde Cinsiyet Ayrımcılığı

Ruth Bader Ginsburg özellikle erken kariyeri boyunca cinsiyet ayrımcılığının bir çok şekline maruz kalmış, ardından yasal kariyerini cinsiyet ayrımcılığını bitirmeye adamıştı. Kocasıyla taşındığı Oklahoma’da memur olarak çalışırken çocuk doğurduğu için alt kademe bir işe geçmek zorunda bırakılmıştı. Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdiğinde 500 erkek arasında 9 kadından biriydi. Okulda dekan tarafından bu kadınlar direkt olarak sorgulanmıştı: ‘Neden bir erkeğin yerini almayı hak ettiğinizi düşünüyorsunuz?’

Kocası da hukuk fakültesinden olan Ginsburg sonunda onunla beraber New York’taki Columbia Hukuk Fakültesine transfer oldu. Birincilikle mezun olmasına rağmen iş bulmakta zorluk çekti. Bir başka Yahudi Yüksek Mahkeme Yargıcı olan Felix Frankfurter kadın olduğu için kendisini yargıç asistanlığına kabul etmedi. Ancak Columbia’nın dekanının önemli desteğiyle bir yargıç asistanlığı bulan Ginsburg kısa bir süre sonra akademik hayata döndü ve Rutgers Üniversitesi’nde hukuk profesörü oldu. İşinde erkek meslektaşlarından daha az maaş alacağı, çünkü kocasının zaten geliri olduğu ona açıkça belirtildi. Anayasa’nın Eşit Koruma ilkesinin altında kadınları savunan birçok davada avukatlık yaptı.

Yüksek Mahkeme’ye Gelişi

1980 yılında Demokrat başkan Jimmy Carter tarafından, Columbia Bölge İstinaf Mahkemesi yargıçlığına atanan Ruth Bader Ginsburg, Yüksek Mahkeme yargıcı Byron White’nin emekliye ayrılması üzerine Demokrat başkan Bill Clinton tarafından 22 Haziran 1993 tarihinde Yüksek Mahkeme yargıçlığına aday gösterildi.

Yargıçlık hayatı boyunca sadece Demokratlar tarafından göreve getirilmiş liberal yargıçlarla değil, Cumhuriyetçiler tarafından atanan muhafazakar yargıçlarla da işbirliği yapan, özellikle kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda muhafazakar yargıçları ikna etme kabiliyeti ile tanınan Ginsburg’in adaylığı hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar tarafından desteklendi. Bill Clinton’ın aday göstermesinin ardından 3 Ağustos 1993 tarihinde Senato’da yapılan oylama 100 senatörden 96 senatörün oyunu alan Ginsburg, Cumhuriyetçi ve Demokrat senatörlerin ortak ve yoğun desteğiyle Yüksek Mahkeme’nin ikinci kadın ve ilk kadın Yahudi yargıcı olarak göreve başladı.

‘Adalet, Adalet Peşinde Olmalısın’

Kariyeri boyunca kimliğinden hep bahsetti. Kendini anlatırken şöyle dedi: ‘Bir Yahudi olarak kültürüm ve hakim olarak mesleğim simetrik bir şekilde bir araya geliyor. Adalet feryadı Yahudi tarihi ve Yahudi geleneğinin tümünde var. Ben kimliğimle gurur duyuyor ve kuvvet alıyorum. Ofisimde de bunun işaretleri mevcut… [Tevrat’ın] Tesniye kitabında da emredildiği gibi ‘tsedek, tsedek, tirdof’ – ‘Adalet, Adalet Peşinde Olmalısın’ Bu kelimeler her hakimin ilerlemek için yapması gerekendir.”

Yahudiliğin din pratiğiyle sınırlanamayacağının, kimliğinden taviz vermeden Amerikan toplumunda en önemli mercilere Yahudi kadınların gelebileciğinin göstergesi olmuştu. Kendinden sonra Mahkeme’ye atanan iki kadına, Sotomayor ve Kagan’a da destek olmuştu.

Kararlarında Cinsiyet Eşitliği Vurgusu

Her ne kadar muhafazakar yargıçlarla yakın ilişkilerinde dolayı bazı feminist hak savunucuların tepkisini çekse de Ginsburg’in Yüksek Mahkeme yargıcı olarak uzun vadedeki hedefi ABD Anayasası’nın 14. Değişiklik Maddesi’nde öngörülen eşitlik kuralının toplumsal cinsiyet eşitliğini de federal düzeyde koruyan bir hüküm niteliği kazanması ve Yüksek Mahkeme’nin verdiği kararlarda maddeyi toplumsal cinsiyet eşitliğini koruyacak şekilde yorumlamasıydı. Ginsburg, yazdığı çoğunluk veya azınlık kararlarında her zaman bu konunun önemini vurguladı ve özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda mahkemenin çoğunluğunu ikna edemediği zaman yazdığı azınlık görüşlerinde Kongre’nin hareket geçmesi ve federal yasa hazırlaması gerektiği konusunda yönlendirmelerde bulunarak siyasi kurumları cesaretlendirdi.

Ginsburg, 1996 yılında Yüksek Mahkeme önüne gelen ABD vs. Virginia davasında, yazdığı çoğunluk görüşünde vergi finansmanıyla faaliyet gösteren devlet destekli okulların kadınları öğrenci olarak kabul etmemesinin anayasaya aykırı olduğunu belirtti ve bu görüşte belirttiği birçok argüman uzun yıllar boyunca federal ve yerel mahkemelerin atıf yaptığı, birçok siyasinin yasa yapım sürecinde kullandığı dayanaklar olarak etkisini yıllarca kaybetmedi. Ginsburg, ayrıca eyaletlerin kürtaj hakkını kısıtlamasını engelleyen Roe vs. Wade kararının da Yüksek Mahkeme tarafından bozulmamasını da sağlayan ve kadınların kürtaj hakkını koruyan etkin yargıçlardan da biriydi. Ginsburg aynı zamanda, eşcinsel evlilik hakkının federal düzeyde korunmasını sağlayan 2015 tarihli Obergefell vs. Hodges kararının 1 oy farkla verilmesi sürecinde de özellikle ileri sürdüğü argümanlarla ve diğer yargıçları ikna etme kabiliyetiyle büyük rol oynamasıyla da bilinmektedir.

Ginsburg’un Mirası

Pandemi gölgesinde kutlanan Roş Aşana (Yahudi Yeni Yılı) akşamında Ginsburg hayata gözlerini yumdu. Yıllardır kanserle boğuşan hakim 87 yaşındaydı. Ölümü üzerine naaşı Meclis binasından uğurlanan ilk kadın ve Yahudi olan Ruth Bader Ginsburg’ın ölümü, daha önce verilmesini sağladığı ve ABD halkının federal düzeyde sahip olduğu hak ve özgürlüklerin genişlemesini sağlayan kararların geleceğini de riske atmakta.

Özellikle Cumhuriyetçilerin ve Trump’ın 3 Kasım 2020 seçimlerinden önce yargıç atama sürecini başlatmaları ve yeni senato ve başkan göreve başlamadan bu süreci tamamlayacaklarını belirtmesi, 6-3 çoğunlukta oldukça muhafazakar olan bir Yüksek Mahkeme’nin oluşmasına ve Ginsburg’in geçmişte oluşmasında katkısı olan birçok karardan Yüksek Mahkemece geri dönülmesine neden olabilir.

Son dileği ölmesi durumunda yerine Donald Trump’ın yargıç atamaması olan Ginsburg’in son dileği Cumhuriyetçiler tarafından daha muhafazakar bir Yüksek Mahkeme sağlanması için es geçilmekte, fakat birçok Demokrat ve liberal hak savunucusu da Ginsburg’in kendisine yapılan tavsiyeleri dinlemeyip 2008-2014 arasında hem Senato hem Başkanlık makamı Demokratlardayken ileri yaşına rağmen istifa etmeyip yerine atanacak yargıcın Demokrat Senato ve Başkanca atanmasına izin vermemesini hatırlatıyor ve bunun hayati bir hata olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda Amerikan Yerlileri hakları konusundaki kararları ve uzun kariyeri boyunca işe aldığı 100 kadar yargıç asistanından neredeyse hiçbirinin siyah olmaması da eleştiri konusu oldu. Cinsiyet eşitliği konusunda su götürmez bir öncü olan Ginsburg arkasında liberal ancak tartışmalı bir miras bırakıyor.

O da de birçok ABDli gibi Donald Trump’ın 2016 seçimlerinde seçilemeyeceğini düşündüğü ve daha uzun yıllar görevde kalacağına inandığı için bu 2014’ten önce emekli olmamıştı. Yaşarken birçok konuda ABD’yi derinden etkileyen Ginsburg, ölümüyle de ABD’yi derinden etkilemeye devam edecek.