“Dünya Savaşı, evet evet evet evet evet.” Yazarın geçtiğimiz Mart’ta Türkçeye çevrilen son kitabı böyle başlıyor. Evet, konumuz Dünya Savaşı. “Yüklerin En Değerlisi”, 2. Paylaşım Savaşı sırasında Yahudi bir bebeğin ailesiyle birlikte toplama kampına giderken annesinin sütünün bitmesi sonucunda trenden gizlice dışarıya bırakılması ile başlıyor.
Jean Claude Grumberg’i 2016 yılında Türkçeye çevrilen çocuk kitabı “Çabuksığınlar” ile tanıyoruz. Bayan Çabuksığın ile Bay Çabuksığın ve üç çocuğunun yaşadığı göçmenlik sorununu anlatan kitap, çağımızın en önemli meselelerinden birine parmak basıyordu. “Çabuksığınlar”ın yazarı Grumberg, 1939’da Fransa’da doğmuş tiyatro ile gençlik kitapları yazarı ve senaristtir. Yazarın büyükbabası, Paris’in Drancy komününden 2. Paylaşım Savaşı sırasında Nazi işgali altındaki Polonya Auschwitz Toplama Kampı’na ölüme gönderilen bir Yahudi’dir ve Grumberg’in kitaplarında “ırkçılık, savaş ve göçmenlik” konularını çokça görürüz. Özellikle çocuklar ve gençler olmak üzere yetişkinlerin de ilgiyle okuduğu kitaplarda yazarın ailesinin yaşadıkları önemli bir yer tutar.
Yazar, savaş, ırkçılık ve göç gibi konuları çocuk romanlarında nasıl işlemiş olabilir ve tüm bunlar çocuk ve gençlere nasıl hitap eder, diye merak edilebilir. Yazarın son kitabını anlatmadan önce kitaplarının daha çok dokuz yaş sonrasını hedeflediğini, söyleyebilirim; ayrıca son kitabını masal türünde kaleme alsa da aslında yetişkinlere de yönelik olduğunu görüyoruz. Grumberg, konunun doğasından gelen sertlik ve acıyı, sık sık araya girerek hatta anlattıklarının gerçek hayatta bulunmadığını söyleyerek hafifletir. Böylece gerçek ve kurgu arasında gidip gelmemizi sağlarken aynı zamanda masalın ve gerçek hikâyenin arasında da gidip geliriz.
“Dünya Savaşı, evet evet evet evet evet.” Yazarın geçtiğimiz Mart’ta Türkçeye çevrilen son kitabı böyle başlıyor. Evet, konumuz Dünya Savaşı. “Yüklerin En Değerlisi”, 2. Paylaşım Savaşı sırasında Yahudi bir bebeğin ailesiyle birlikte toplama kampına giderken annesinin sütünün bitmesi sonucunda trenden gizlice dışarıya bırakılması ile başlar. Küçük bebeği, Tanrılardan çocuk dileyen ve “yük treninin Tanrılarının” ona bir bebek hediye ettiğini sanan oduncu bir kadın bulur ve çok sevinerek bebeği evine götürür. Kitabın devamı, bu “küçük yük”ün ve oduncu kadının yaşadıklarını, 1942’den Kızıl Ordu’nun 1945’teki zaferine kadar geçen süreyi kapsıyor.
“Aslında ikizler en kötü zamanda dünyaya gelmiş, 1942 ilkbaharında. Dünyaya Yahudi bir çocuk getirmenin sırası mıymış? Daha da fenası, bir seferinde iki Yahudi çocuk. Onların böyle sarı yıldız altında doğmalarına izin vermeli miymiş? Bununla birlikte, onlar sayesinde, bundan eminmiş, 42 Noel’ini Drancy Kampı’nda hep birlikte geçirmişler.”
Grumberg J.C., Yüklerin En Değerlisi, Çev: A. Bora, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2020, ss.11 (Bundan sonraki alıntılar aynı kitaptan olmak üzere yanında sayfa numarası ile verilmiştir.)
Grumberg “Bir Masal” adını verdiği anlatısına “Bir varmış bir yokmuş” şeklinde klasik bir giriş ile başlayıp “Parmak Çocuk” masalına atıf yapıyor, ancak yukarıdaki alıntıda da görülebileceği gibi zamanı ve mekânı belirsiz bırakmamış. İkizlerin doğduğu 1942’de, Drancy Kampı’nda daha doğrusu Fransa’da neler olup bittiğine baktığımızda Yahudi bir ailenin çocuklarının başlarına gelebilecekleri önceden tahmin edebiliriz. İkinci Paylaşım Savaşı sırasında Fransa’daki Nazi işbirlikçisi Vichy Hükümeti ile Naziler arasında 1942 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Fransa’da yaşayan Yahudilerin nasıl toplanacağına dair bir toplantı yapılır. Bu toplantılarda alınan kararlar gereği Fransız polisi, Paris ve banliyösünde yaşayan on üç binin üzerinde Yahudi’yi ev ve iş yerlerinden alarak Fransa içinde hazırlanmış toplama kamplarına yerleştirir. Drancy de bu kamplardan biridir ve başka ülkelerde de kurulanlar gibi bu kamplardaki birçok insan Polonya’daki Auschwitz İmha Kampı’na gönderilmiştir.
İşte 1942 yılında dünyaya gelen ikizler Auschwitz’e doğru anne ve babalarıyla birlikte yola çıkarlar. İkizler arasından süt bittiği için vazgeçilen şansız bebek ise aslında bir anlamda şanslıdır çünkü ölüm kampı Auschwitz’e çok az kala trenden çıkarılmıştır.
Kendisini hem mutlu hem de ölesiye endişeli, yani yeni anne olmuş gibi hisseden oduncu kadın, bulduğu bebeği eve götürür ancak kocası onun bir Yahudi çocuğu getirdiğini anlar anlamaz çocuğun evden gitmesini ister.
“Kalpsizleri saklamanın yasak olduğunu ve ölümle cezalandırıldığını bilmiyor musun sen? Tanrı’yı öldürdüler onlar.” (Sayfa 22)
Bebeği bulan oduncu kadının kocası zorunlu olarak kamu görevindedir ve yiyecek ekmeği bile olmayan bu adamın ırkçılığının diğer yoksullarda da olduğu gibi din üzerinden inşa edildiğini görüyoruz. Kitapta “Kalpsizler” diye bahsedilenler Yahudilerdir ve İsa’yı yakmakla suçlandıkları için bu isimle adlandırılmışlardır. “Kalpsizleri avlayanlar” diye bahsedilenler ise Nazilerdir ancak oduncu kadının kocası onları, Tanrı’yı öldürenleri avladıkları için haklı bulmaktadır. Küçük bebeğin annesi ve ikiz kardeşi ise bu sırada “Polonya’nın kasvetli göğünün sonsuz derinliklerinde buharlaşırlar.” Aileden geriye ikiz kardeşlerden kız olanı ve baba kalır, babaya ise mahkûmların saçlarını tıraşlamak görevi verilir. Bu saçlar toplanarak çeşitli şekillerde kullanılmak üzere trenlerle gönderilmektedir.
Grumberg’in masalını klasik masallardan ayıran diğer bir öğe de kişilerin iç dünyasının anlatılması olmuş. Önceden bebeği istemeyen oduncu kadının kocası sonradan bebekle yakınlık kurar hatta bu yakınlık onun için kendi canını verebilecek kadar ileri gider. Romanda bu değişikliğe giden başlangıç oldukça coşkulu bir dille anlatılıyor ve yüreğiniz ağzınızda okuyorsunuz.
“Hissediyor musun? Hissediyor musun? Şu çarpan minik kalbi hissediyor musun? Hissediyor musun? Hissediyor musun? Kalpsizlerin de bir kalbi var.” (Sayfa 34)
“Minik Yük”, bu ailenin yanında büyüyerek küçük bir kız çocuğuna dönüşür böylece aile de ona çok alışacaktır. Bu yoksul aileyi hayata bağlayan küçük kızı başka oduncular fark eder ve küçük kızı ailenin elinden almak üzere görevlileri çağırırlar. Bu sırada Nazilerin en büyük ölüm kampı olan Auschwitz’te ise vahşet devam etmektedir. Avrupa’nın dört bir yanından gelen Yahudiler, Romanlar, Sintiler ve diğerleri Nazi güçleri tarafından kitlesel olarak öldürülmektedir. Tutuklular sağlık durumlarına göre burada tasnif edilirler ve sağlıklı olanlar çalıştırılmak için ayrılırken sağlıksız olanlar, çocuklar ve yaşlılar gaz odalarında Zyklon B gazı verilerek öldürülür. On binlerce kişi krematoryum denilen ocaklarda yakılır.
Gerçek hayatta kötü biten hikâyeler vardır ancak bir masal her ne kadar modern anlatı ile harmanlanmış olsa da kötü bir sonla bitebilir mi? Hayır, hayır… Masalların sonu her zaman iyi biter ve sonunda hep iyiler kazanır. Küçük kız ve oduncu kadın hatta tüm insanlık için her şeyin kötüye gittiği bir anda muhteşem bir şey olur. İşte insanlığın yaşadığı en kötü anlardan bir tanesinin nasıl sona yaklaştığını ise kafaları tıraşlayan tıp öğrencisi babanın arkadaşından duyuyoruz.
“Kızıllar geliyormuş, kurukafalar sonunda donlarına sıçacak.” (Sayfa 51)
Masaldan gerçeğe doğru uzanalım. İnsanların acımasızca çalıştırıldığı, öldürüldüğü üç yılın ardından 27 Ocak 1945’te, çoğu Yahudi bir milyon yüz bin kişinin katledildiği Polonya’nın Krakov kentindeki Auschwitz Toplama Kampı, Sovyet Kızıl Ordusu tarafından kurtarılır. Kızıl Ordu’nun gelişi ve insanların sevinci kitapta büyük bir coşkuyla betimlenmiş. Bu bilgiden sonra tekrar masalımıza dönelim:
“Ölüm gelmemiş ve kurtuluş kendini, keşfettiği dehşeti yuvalarından fırlamış gözlerle belli eden kızıl yıldızlı genç bir asker şeklinde sunmuş. Daha dün karın, kurukafalı kasketlilerin çizme ve kamçılarının hüküm sürdüğü yerde, sayısız minik beyaz çiçeklerle bezeli dipdiri ve gürbüz otlar bitiyormuş. İşte o an bir kuşun avaz avaz hayata dönüş marşını söylediğini duymuş.” (Sayfa 53)
Çok geçmeden kızıl yıldızlı uçaklar gri yeşillerin mevzilerini bombalar ve kalpsizlerin avcıları ya saklanır ya da Batı’ya doğru yol alır. Böylece yepyeni bir hayat başlar ve toplama kamplarında eski cellatlarla eski kurbanlar yan yanadır. Kamptan kurtulan babanın kızına kavuşup kavuşmadığını anlatmayacağım ya da oduncu kadın ve “küçük yük”e neler olduğunu. Siz yine de sosyalizmin ayak bastığı yerlerde küçük ve yoksul kızların da ileride adını başarıları ile hatırlayacağımız kadınlara dönüştüğünü bilirsiniz.
Masallar her zaman güzel sonla biter, evet bizim masalımız da güzel sonla bitti. Gerçek hayata baktığımızda ise ırkçılığın hâlâ can aldığını, kapitalizm tarafından beslendiğini çünkü bu alçak düzenin buna ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Dünyanın her yerinde ırkçılığa, eşitsizliğe ve sömürüye karşı ayağa kalkan büyük insanlığın masalının güzel sonla bitmesi için daha fazlasına, örgütlü hareket etmeye ve düzeni değiştirme iradesini ortaya koymaya ihtiyacı var. Masalların iyiliğinin iktidarda olmaya, hepimizin güzel sonlara ve güzel başlangıçlara ihtiyacı var.
Kaynak: Sol Gazete, Duygu Dombaz
“Dünya Savaşı, evet evet evet evet evet.” Yazarın geçtiğimiz Mart’ta Türkçeye çevrilen son kitabı böyle başlıyor. Evet, konumuz Dünya Savaşı. “Yüklerin En Değerlisi”, 2. Paylaşım Savaşı sırasında Yahudi bir bebeğin ailesiyle birlikte toplama kampına giderken annesinin sütünün bitmesi sonucunda trenden gizlice dışarıya bırakılması ile başlıyor.
Jean Claude Grumberg’i 2016 yılında Türkçeye çevrilen çocuk kitabı “Çabuksığınlar” ile tanıyoruz. Bayan Çabuksığın ile Bay Çabuksığın ve üç çocuğunun yaşadığı göçmenlik sorununu anlatan kitap, çağımızın en önemli meselelerinden birine parmak basıyordu. “Çabuksığınlar”ın yazarı Grumberg, 1939’da Fransa’da doğmuş tiyatro ile gençlik kitapları yazarı ve senaristtir. Yazarın büyükbabası, Paris’in Drancy komününden 2. Paylaşım Savaşı sırasında Nazi işgali altındaki Polonya Auschwitz Toplama Kampı’na ölüme gönderilen bir Yahudi’dir ve Grumberg’in kitaplarında “ırkçılık, savaş ve göçmenlik” konularını çokça görürüz. Özellikle çocuklar ve gençler olmak üzere yetişkinlerin de ilgiyle okuduğu kitaplarda yazarın ailesinin yaşadıkları önemli bir yer tutar.
Yazar, savaş, ırkçılık ve göç gibi konuları çocuk romanlarında nasıl işlemiş olabilir ve tüm bunlar çocuk ve gençlere nasıl hitap eder, diye merak edilebilir. Yazarın son kitabını anlatmadan önce kitaplarının daha çok dokuz yaş sonrasını hedeflediğini, söyleyebilirim; ayrıca son kitabını masal türünde kaleme alsa da aslında yetişkinlere de yönelik olduğunu görüyoruz. Grumberg, konunun doğasından gelen sertlik ve acıyı, sık sık araya girerek hatta anlattıklarının gerçek hayatta bulunmadığını söyleyerek hafifletir. Böylece gerçek ve kurgu arasında gidip gelmemizi sağlarken aynı zamanda masalın ve gerçek hikâyenin arasında da gidip geliriz.
“Dünya Savaşı, evet evet evet evet evet.” Yazarın geçtiğimiz Mart’ta Türkçeye çevrilen son kitabı böyle başlıyor. Evet, konumuz Dünya Savaşı. “Yüklerin En Değerlisi”, 2. Paylaşım Savaşı sırasında Yahudi bir bebeğin ailesiyle birlikte toplama kampına giderken annesinin sütünün bitmesi sonucunda trenden gizlice dışarıya bırakılması ile başlar. Küçük bebeği, Tanrılardan çocuk dileyen ve “yük treninin Tanrılarının” ona bir bebek hediye ettiğini sanan oduncu bir kadın bulur ve çok sevinerek bebeği evine götürür. Kitabın devamı, bu “küçük yük”ün ve oduncu kadının yaşadıklarını, 1942’den Kızıl Ordu’nun 1945’teki zaferine kadar geçen süreyi kapsıyor.
Grumberg “Bir Masal” adını verdiği anlatısına “Bir varmış bir yokmuş” şeklinde klasik bir giriş ile başlayıp “Parmak Çocuk” masalına atıf yapıyor, ancak yukarıdaki alıntıda da görülebileceği gibi zamanı ve mekânı belirsiz bırakmamış. İkizlerin doğduğu 1942’de, Drancy Kampı’nda daha doğrusu Fransa’da neler olup bittiğine baktığımızda Yahudi bir ailenin çocuklarının başlarına gelebilecekleri önceden tahmin edebiliriz. İkinci Paylaşım Savaşı sırasında Fransa’daki Nazi işbirlikçisi Vichy Hükümeti ile Naziler arasında 1942 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Fransa’da yaşayan Yahudilerin nasıl toplanacağına dair bir toplantı yapılır. Bu toplantılarda alınan kararlar gereği Fransız polisi, Paris ve banliyösünde yaşayan on üç binin üzerinde Yahudi’yi ev ve iş yerlerinden alarak Fransa içinde hazırlanmış toplama kamplarına yerleştirir. Drancy de bu kamplardan biridir ve başka ülkelerde de kurulanlar gibi bu kamplardaki birçok insan Polonya’daki Auschwitz İmha Kampı’na gönderilmiştir.
İşte 1942 yılında dünyaya gelen ikizler Auschwitz’e doğru anne ve babalarıyla birlikte yola çıkarlar. İkizler arasından süt bittiği için vazgeçilen şansız bebek ise aslında bir anlamda şanslıdır çünkü ölüm kampı Auschwitz’e çok az kala trenden çıkarılmıştır.
Kendisini hem mutlu hem de ölesiye endişeli, yani yeni anne olmuş gibi hisseden oduncu kadın, bulduğu bebeği eve götürür ancak kocası onun bir Yahudi çocuğu getirdiğini anlar anlamaz çocuğun evden gitmesini ister.
Bebeği bulan oduncu kadının kocası zorunlu olarak kamu görevindedir ve yiyecek ekmeği bile olmayan bu adamın ırkçılığının diğer yoksullarda da olduğu gibi din üzerinden inşa edildiğini görüyoruz. Kitapta “Kalpsizler” diye bahsedilenler Yahudilerdir ve İsa’yı yakmakla suçlandıkları için bu isimle adlandırılmışlardır. “Kalpsizleri avlayanlar” diye bahsedilenler ise Nazilerdir ancak oduncu kadının kocası onları, Tanrı’yı öldürenleri avladıkları için haklı bulmaktadır. Küçük bebeğin annesi ve ikiz kardeşi ise bu sırada “Polonya’nın kasvetli göğünün sonsuz derinliklerinde buharlaşırlar.” Aileden geriye ikiz kardeşlerden kız olanı ve baba kalır, babaya ise mahkûmların saçlarını tıraşlamak görevi verilir. Bu saçlar toplanarak çeşitli şekillerde kullanılmak üzere trenlerle gönderilmektedir.
Grumberg’in masalını klasik masallardan ayıran diğer bir öğe de kişilerin iç dünyasının anlatılması olmuş. Önceden bebeği istemeyen oduncu kadının kocası sonradan bebekle yakınlık kurar hatta bu yakınlık onun için kendi canını verebilecek kadar ileri gider. Romanda bu değişikliğe giden başlangıç oldukça coşkulu bir dille anlatılıyor ve yüreğiniz ağzınızda okuyorsunuz.
“Minik Yük”, bu ailenin yanında büyüyerek küçük bir kız çocuğuna dönüşür böylece aile de ona çok alışacaktır. Bu yoksul aileyi hayata bağlayan küçük kızı başka oduncular fark eder ve küçük kızı ailenin elinden almak üzere görevlileri çağırırlar. Bu sırada Nazilerin en büyük ölüm kampı olan Auschwitz’te ise vahşet devam etmektedir. Avrupa’nın dört bir yanından gelen Yahudiler, Romanlar, Sintiler ve diğerleri Nazi güçleri tarafından kitlesel olarak öldürülmektedir. Tutuklular sağlık durumlarına göre burada tasnif edilirler ve sağlıklı olanlar çalıştırılmak için ayrılırken sağlıksız olanlar, çocuklar ve yaşlılar gaz odalarında Zyklon B gazı verilerek öldürülür. On binlerce kişi krematoryum denilen ocaklarda yakılır.
Gerçek hayatta kötü biten hikâyeler vardır ancak bir masal her ne kadar modern anlatı ile harmanlanmış olsa da kötü bir sonla bitebilir mi? Hayır, hayır… Masalların sonu her zaman iyi biter ve sonunda hep iyiler kazanır. Küçük kız ve oduncu kadın hatta tüm insanlık için her şeyin kötüye gittiği bir anda muhteşem bir şey olur. İşte insanlığın yaşadığı en kötü anlardan bir tanesinin nasıl sona yaklaştığını ise kafaları tıraşlayan tıp öğrencisi babanın arkadaşından duyuyoruz.
Masaldan gerçeğe doğru uzanalım. İnsanların acımasızca çalıştırıldığı, öldürüldüğü üç yılın ardından 27 Ocak 1945’te, çoğu Yahudi bir milyon yüz bin kişinin katledildiği Polonya’nın Krakov kentindeki Auschwitz Toplama Kampı, Sovyet Kızıl Ordusu tarafından kurtarılır. Kızıl Ordu’nun gelişi ve insanların sevinci kitapta büyük bir coşkuyla betimlenmiş. Bu bilgiden sonra tekrar masalımıza dönelim:
Çok geçmeden kızıl yıldızlı uçaklar gri yeşillerin mevzilerini bombalar ve kalpsizlerin avcıları ya saklanır ya da Batı’ya doğru yol alır. Böylece yepyeni bir hayat başlar ve toplama kamplarında eski cellatlarla eski kurbanlar yan yanadır. Kamptan kurtulan babanın kızına kavuşup kavuşmadığını anlatmayacağım ya da oduncu kadın ve “küçük yük”e neler olduğunu. Siz yine de sosyalizmin ayak bastığı yerlerde küçük ve yoksul kızların da ileride adını başarıları ile hatırlayacağımız kadınlara dönüştüğünü bilirsiniz.
Masallar her zaman güzel sonla biter, evet bizim masalımız da güzel sonla bitti. Gerçek hayata baktığımızda ise ırkçılığın hâlâ can aldığını, kapitalizm tarafından beslendiğini çünkü bu alçak düzenin buna ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Dünyanın her yerinde ırkçılığa, eşitsizliğe ve sömürüye karşı ayağa kalkan büyük insanlığın masalının güzel sonla bitmesi için daha fazlasına, örgütlü hareket etmeye ve düzeni değiştirme iradesini ortaya koymaya ihtiyacı var. Masalların iyiliğinin iktidarda olmaya, hepimizin güzel sonlara ve güzel başlangıçlara ihtiyacı var.
Paylaş: