Edirne’ye ilk kez altı yıl önce günübirlik bir geziyle gittim. Otobüsten ilk indiğimde Yüce Tanrım “Bu ne güzel hava” dedim ve Edirne’nin o temiz havasını içime çektim. Aylardan Ekim ayı olduğu için hava biraz serindi ama İstanbul’un egzoz dolu havasından sonra keşke biraz bu havadan İstanbul’a götürebilsem diye de düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
O sırada Edirne’de yıllar önce bir Yahudi Cemaatinin olduğu aklıma geldi. Bizim arkadaşlar veya uzak akrabalarımızdan birçok kişinin Edirne’li olduklarını biliyorum ama yıllar önce Edirne’yi terk etmişler ve şu anda sanırım orada yaşayan bir cemaat yok. Bunun için biraz araştırma yaptım. Bir sürü kitap ve çeviri okudum. Sizinle aşağıda paylaşıyorum.
1492’de İspanya’dan kovulan Yahudiler, 2. Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na getirilmişler. 2. Beyazıt’ın o zamanlar İspanya’yı yöneten ve Yahudilerden nefret eden kraliçe İsabella ve Ferdinand’a “Siz onları kovmakla kendinizi fakirleştiriyorsunuz. Ben onları ülkeme katmakla çok zenginleştiriyorum” dediği biliniyor.
Gerçekten de Osmanlı imparatorluğunu yöneten sultanların annelerinin de Yahudi olduğu biliniyor. Yahudileri ülkesine getirten 2. Beyazıt, doğru bir iş yaptığının çok farkındaymış çünkü bu Yahudiler, hekimbaşından, tüccarlara, bankerlerden paşalara kadar, Osmanlı imparatorluğuna canla başla hizmet etmekle kalmamış, bu ülkeyi kendi vatanları olarak koruyarak askere gitmişler vergi ödemişler ve bu ülkeyi çok sevmişler.
İşte Osmanlı imparatorluğu’nda Yahudilerin yerleştikleri kentlerden biri de Edirne. Burada Yahudiler örgütlenmiş ve Edirne Yahudi Cemaatini kurmuşlar. Ticaret merkezi olan şehir aynı zamanda kültür, sanat ve edebiyat alanında birçok ünlü kişiyi barındırmış. Yahudiler Edirne’ye şarapçılık ve ticaretin haricinde susam, ayçiçeği yağı üretimi, peynircilik, şekercilik gibi dallarda da girişimlerde bulunmuşlar. Edirne peynirciliğin gelişmesinde mandıracı Albert Sarfati, Nesim Marko Kohen ve Malki aileleri de ilk akla gelen isimlerden. Hatta Osmanlı döneminde Yahudilerin sık olan yangınlardan dolayı itfaiye örgütünde de aktif olduklarını biliyoruz. Ancak zaman içinde yaşanan olaylarla Edirne’nin Yahudi nüfusu gitgide azalarak yok olmuş.
Sultan Murat, 1361’de Edirne’yi fethettiğinde, bu şehirde Yahudilerle karşılaşmış. Buradaki Yahudiler, Roma İmparatoru Adrien (117-138) Filistin’i alınca oradan gelmişler. İspanya’dan 1492’de Yahudilerin kovulmasından sonra, Osmanlı kadırgalarını İspanyol limanlarında bekleyen Yahudi göçmenlerin Edirne’ye gelip yerleşmesi bu şehrin daha da kalkınmasına neden olmuş. Kent, 16. yüzyılda bir ticaret merkezi olmakla kalmamış, burada bir de dini eğitim veren okullardan biri olan bir Yeşiva açılmış ki, bu Yeşiva binlerce din adamı yetiştirmiş ve eğer yanılmıyorsam Osmanlı imparatorluğundaki ilk Yeşiva olmuş. Edirne Hahambaşısı bile o zamanlar Osmanlı ülkesindeki Yahudiler üzerinde nüfuz sahibiymiş. Daha sonra gittikçe kalabalıklaşan bu güzel şehir, Fatih’in İstanbul’u fethetmesinden sonra İstanbul’dan Edirne’ye gelen Yahudilerle birlikte burada bir Yahudi mahallesi kurulmuş.
O zamanlar Edirne’de o kadar çok Yahudi yaşarmış ki, Edirne’de idari bakımdan birbirlerinden özerk on üç sinagog mevcutmuş. İki yüz yıl boyunca Edirne’ye hahambaşılar ve hahamlar yetiştiren Geron Ailesinden Yakir Geron, 1835’te 22 yaşındayken Edirne Hahambaşısı olmuş. 19. yüzyılın ikinci yarısında Edirne de Alliance Universelle Okulu kurulmuş.
Edirne (eski adı Andrinopolis) kenti Yahudi topluluğu her zamanki gibi doğudaki emsallerinden daha örgütlüymüş. Üçü rabbi toplam otuz altı kişi cemaati yönetiyormuş.
1926’da Edirne’de yedi bin kadar Yahudi yaşıyormuş. Ayrıca Yosef Baritshak tarafından 1910’dan beri kentte ‘La Boz de la Verdad’ adlı bir gazete yayınlanıyormuş. 1905’teki mevcut olan on üç sinagog yangında kül olunca hahambaşı İstanbul’a gelerek Sultan’dan ferman alarak bağış ve para toplamış. 1905’te yarım milyon altına mal olan okulda 900 öğrenci varmış. Ayrıca bu yıllarda Edirne’de Yetimhane, Bikur Holim gibi bir sürü hayır kuruluş ve dernekleri varmış. Ayrıca müzikte Maftirim çalışmaları da varmış. Edirneli Yahudiler, hem dindar hem de geleneklerine sadık olarak örf ve adetlerini uygulamışlar. Dini bayramlar titizlikle ve coşkuyla kutlamışlar.
O zamanlar Edirne, entelektüel düzeyi çok yüksek bir kentmiş. Talmud yorumcusu, filozof, astronom ve matematikçi Comtino (1420-1487), dev yapıtı Beit Yosef ile Yahudi hukukunun çeşitli bölümlerini tek eser olan çok ünlü Şulhan Aruh’ta derleyen Yosef Ben Efraim Karo (1488-1575), çeşitli hakimliklerde görev yapan Moiz Zeki Bey Albala (1874-1954), Eliezer Menda (Hoca) (1887-1978), 8. dönem milletvekili Salamon Adato (1894-1954) hep bu kentte iz bırakmışlar.
2. Beyazıt’tan sonra; dönemin Hahambaşısı Yitshak Sarfati tarafından XV. yüzyıl ortalarında yazıldığı sanılan ve Avrupa’daki muhtelif Yahudi cemaatlerine yollanan tarihi İbranice mektupta Osmanlılardan gördükleri insancıl tutumu vurgulayan Sarfati, Avrupa’da zulme uğrayan dindaşlarına, mektubunun sonunda şöyle diyordu: “Şimdi bütün bunları gördükten sonra, niçin hala uyuyorsunuz? Uyanın ve bu lanetli ülkeleri (Almanya, vb.) sonsuza dek terk edin.” yazıyormuş.
Bu mektuptan sonra yüzlerce Yahudi ailesi Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmiş. Ve bunların soyları; Çanakkale, Balkan, Trablusgarp, Şark gibi cephelerde ve Kurtuluş Savaşları’nda Müslüman silah arkadaşları ile birlikte vatanları için canlarını vermişler. Kendilerini kucaklayan ve çok sevdikleri bu topraklara karışmışlar. Binlercesi evine dönmemiş.
Benim Büyükada’da en çok karşılaştığım ve Edirne’den geldiğini söyleyen Yahudilerin kanımca ilk izlenimleri, cana yakın, güleç yüzlü ve çok insancıl olduğu yönünde. Ayrıca tatlı bir Ladino konuşmalarıyla hafif şarkıyı andıran Türkçeleri bazen gülümsememe de neden olmuştu.
Benim anneannemin arkadaşlarından duyduğum en ilgi çekici nokta ise; Yahudi vatandaşlar Müslüman komşularıyla kardeş gibi geçinmişler ve din adamları arasında samimiyet oluşmuş. Yahudiler, Edirne’de her zaman siyasetten uzak, komşuları ve tanıdıkları ile dostluk ilişkileri kurmaya özen göstermişler. Yahudiler, Edirne’nin ticaret, kültür, sanat ve edebiyatında çok etkili olmuşlar ve şehrin sosyal hayatına renk katmışlar.
Yaşı altmış üstünde olan birçok Edirneli, her zaman Yahudi dostlarından öğrendikleri bu kültürü ve beceriyi anlatırlar. Nitekim Edirne’ye gittiğimde çevrede tanıştığım kişilerden de bunları duymak beni çok sevindirdi.
Daha sonra Edirne ile ilgili bir sürü kitap yayınlandığını keşfettim. Sevgili Yusuf Besalel’in kitabı bunlardan birisi. Başka bir kitap ise: Atatürk’ün arkadaşı ve Kuran’ı ezbere bilen Haham Haim Becerano ile ilgili. Kendisi 1909’da Edirne Hahambaşısı olmuş gerçek bir yurtsevermiş ve 1912’de nişan ile taltif edilmiş. Kendisi Tevrat’tan başka Kuran-ı Kerim’i ve İncil’i ezbere bilirmiş ve başka bir kitap daha: 1934’de Trakya Olayları ilgi çekiyor. Bu olaylar sonrası 15 bi Yahudi ya İstanbul’a ya da İsrail’e üzülerek göç etmek zorunda kalmış.
Hatta İsrail’de gördüğüm gene 80 yaş üzeri Edirneli Yahudiler oradaki anılarını ağlayarak anlatıyorlar. Türkiye özlemi o kadar büyük ve içlerini yakıyor ki… Kelimelerle anlatamam. Hem Türkiye’yi hem de Müslüman arkadaşlarını özlüyorlar. Üstelik İsrail’de tanıştığım her Yahudi Türk halkını, yemeklerini, kültürünü ve ülkeyi o kadar çok seviyorlar ki…
Eski günlerini anarken ağlıyorlar ve oraları çok özlediklerini belirtiyorlar. Tabii onları anlayabilirsiniz. İnsan nereye taşınırsa taşınsın doğduğu ülkeyi ve dili ve o yörenin insanlarını, yemeklerini, gelenek ve göreneklerini asla unutmaz ve unutamaz.
Mesela ben Ankara’da doğdum. İstanbul’a taşındığımızda her yerin bir kısmını Ankara’ya benzetirdim. Eski Edirneliler, yıllar sonra doğdukları yerleri ziyaret edince ağladıklarını söyleyerek tekrar yüzlerini hüzün kaplıyor. Hatta bir tanesi bana şöyle dedi: Kalbim Edirne’de kaldı…
Birden aklıma akrabamız babamın amcasının hanımı Edirneli Kolomba Yolak Kastoryano geldi. Nur içinde yatsın. Büyükada’da birkaç kez gördüğüm babamın bana tanıştırdığı eski Edirnelilerden Kolomba teyze.
Nasıl cana yakın, nasıl güleç yüzlü. Hanum diye başlayan sözcükleriyle birden beni şapur şupur öpen…
Edirne Yahudilerinin çoğu gibi, Kolomba (Mitrani) Yolak Kastoryano da 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudiler’in torunlarından. Kolomba teyze de yıllar önce Osmanlı imparatorluğunun Edirne kentine yerleşen Yahudiler’in torunlarının torunlarından biri. Ancak zaman içinde yaşanan olaylarla Edirne’nin Yahudi nüfusu gitgide azalarak yok olmuş. Kolomba teyzenin dediğine göre hemen herkes birbirini tanırdı. Hatta kimin kızı kimin oğlu var herkes bilirdi. Evlenme çağına gelen gençler zaten birlikte büyümüşlerdi. Bir de eskiden görücü usulüyle evlenildiği için arabulucu kadınlar vardı. Edirne Yahudileri gibi Kolomba teyze de ailesiyle birlikte dini kuralları öğrenmiş, örf adet ve geleneklerine bağlı yaşayan bir ailedendi. Çocukluğu mutlu geçen Kolomba teyze ve ailesi sık sık her bayram akrabalarını ve havrayı ziyaret ederlerdi. Tüm bayramlar bir titizlik ve geleneklere uygun kutlanır ve birçok şey hazır alınmaz evde yapılırdı. Her bayram tüm tatlıları evlerinde yapan aile de annelerine büyük iş düşüyordu. Ailenin büyükleri de onlarla yaşadığı için kızlar anneanne veya babaannelerinden çok şey öğrendiler. Çeyizleri için el işi nakış dikiş öğreniyorlardı. O zamanlarda özellikle kız ailelerinin çeyiz vermesi adetten olduğu için aile üyeleri ve akrabalarının yanı sıra gündelik terziler de uygun bir fiyata çeyizlere yardım etti. Kolomba teyze 1912 doğumlu Edirne Karaağaç mevkide doğmuş. Annesini adı Sara, babasının adı Shlomo.
Edirne’de doğan her Yahudi gibi Kolomba teyze de elişi derslerine katıldı. Ladino dilinini oldukça iyi konuşan Kolomba teyze gibi İspanya’dan göç eden Yahudiler de 500 yıldan fazla bu dili muhafaza ettiler. Ladino’ya ilaveten Türkçe konuşuyorlardı. Oldukça mutlu ve huzurlu bir hayatları olan Kolomba teyze ve ailesi 1934’de Trakya Olayları ile İstanbul’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Kolomba teyzeyi sürekli, olarak Büyükada’da görürdüm. Onu bana ilk kez babam tanıştırmıştı. Her gördüğümde yuvarlak yüzü ve tatlı diliyle hatır sorar genellikle bazı Cumartesileri havraya giderdi. Bir de sürekli Edirneli arkadaşlarıyla birlikte gezerdi. Onlar da onun gibi İstanbul’a taşınmışlardı.
Çok yıllar önce Kolomba teyze Edirne’den İstanbul’a taşınmış. Kızkardeşi babamın amcası Sabetay Yolak ile evlenince akraba olmuşuz. Tabii ben hiçbirini tanımam. Çünkü yıllar önce bu dünyadan göç etmişler. Yalnız her mevludunu babam yapardı. Yıllar içinde babam da olmayınca onun adına biz dua okutuyoruz. Babam ışıklar içinde uyusun Baruh Faruk Yolak, oldukça cana yakın bir adamdı.
Kolomba teyzenin kız kardeşi ölünce babamın amcası Sabetay Yolak onunla 1953 yılında evlenmiş. Kolomba teyze Edirne’den İstanbul’a taşınınca büyükçe bir ev almış ve oda oda öğrencilere pansiyon olarak kiraya vermiş. Hatta benim babam İstanbul’a geldiğinde annemle evlenmeden orada kalırmış. Diğer şehirlerden İstanbul’a okumaya gelen bir sürü öğrenci Kolomba teyze sayesinde güvenilir ve temiz kalacak bir pansiyon bulmuş. Babamın amcası Sabetay Yolak ölünce de Kolomba teyze soyadı Kastoryano olan ikinci beyiyle evlenmiş. Işıklarda uyusun. Bu ismi unutmam. Çünkü her havraya gittiğimizde ona da dua okuturuz.
Kolomba teyze ev hanımı idi ve insanlara yardımı çok severdi. Mesela Musevi ilkokuluna gider, gönüllü olarak çocuklara yardımcı olurdu. Bir de Misne Tora yardım derneğine gider, hanımların hazırladıkları kermeste yardım derneklerine yardım ederdi.
İnsanlar yaşadıkları yıllarda davranışlarıyla iz bırakıyorlar ve unutulmuyorlar.
İşte Edirne’li daha bir sürü arkadaşım veya onların çocukları var. Hatta belki benim tanıyamadığım bir sürü akrabamız var. Ya da her gün karşılaştığım ama Edirne’li olmadığını bilmediğim arkadaşlarım da olabilir.
Bildiğim tek şey Edirne’den dönerken gerçekten güzel anılar biriktirdim. Edirne’yi çok sevdim. Çarşısını, müzelerini gezdim.
Havasını hiç unutamadım. Umarım hiç kirlenmez. Edirne’nin havası gibi, insanlarının da temiz yüreği asla unutulamaz.
Edirne tek kelimeyle kendine özel..
Benim aklımda hep o temiz havası.
Ciğerlerimde hissettiğim bir ferahlık..
Keşke o havadan alıp evime getirebilseydim..
Ya da keşke bir daha Edirne’ye gelebilsem..
İşte benim de kalbim Edirne’de kaldı.
Resimleri bana ulaştıran ve yazıma katkıda bulunan sevgili Roza Avigdor ve bir kısım bilgiye ulaşmamı sağlayan Selim Kastoryano’ya da teşekkürler.
*Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Edirne’ye ilk kez altı yıl önce günübirlik bir geziyle gittim. Otobüsten ilk indiğimde Yüce Tanrım “Bu ne güzel hava” dedim ve Edirne’nin o temiz havasını içime çektim. Aylardan Ekim ayı olduğu için hava biraz serindi ama İstanbul’un egzoz dolu havasından sonra keşke biraz bu havadan İstanbul’a götürebilsem diye de düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
O sırada Edirne’de yıllar önce bir Yahudi Cemaatinin olduğu aklıma geldi. Bizim arkadaşlar veya uzak akrabalarımızdan birçok kişinin Edirne’li olduklarını biliyorum ama yıllar önce Edirne’yi terk etmişler ve şu anda sanırım orada yaşayan bir cemaat yok. Bunun için biraz araştırma yaptım. Bir sürü kitap ve çeviri okudum. Sizinle aşağıda paylaşıyorum.
1492’de İspanya’dan kovulan Yahudiler, 2. Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na getirilmişler. 2. Beyazıt’ın o zamanlar İspanya’yı yöneten ve Yahudilerden nefret eden kraliçe İsabella ve Ferdinand’a “Siz onları kovmakla kendinizi fakirleştiriyorsunuz. Ben onları ülkeme katmakla çok zenginleştiriyorum” dediği biliniyor.
Gerçekten de Osmanlı imparatorluğunu yöneten sultanların annelerinin de Yahudi olduğu biliniyor. Yahudileri ülkesine getirten 2. Beyazıt, doğru bir iş yaptığının çok farkındaymış çünkü bu Yahudiler, hekimbaşından, tüccarlara, bankerlerden paşalara kadar, Osmanlı imparatorluğuna canla başla hizmet etmekle kalmamış, bu ülkeyi kendi vatanları olarak koruyarak askere gitmişler vergi ödemişler ve bu ülkeyi çok sevmişler.
İşte Osmanlı imparatorluğu’nda Yahudilerin yerleştikleri kentlerden biri de Edirne. Burada Yahudiler örgütlenmiş ve Edirne Yahudi Cemaatini kurmuşlar. Ticaret merkezi olan şehir aynı zamanda kültür, sanat ve edebiyat alanında birçok ünlü kişiyi barındırmış. Yahudiler Edirne’ye şarapçılık ve ticaretin haricinde susam, ayçiçeği yağı üretimi, peynircilik, şekercilik gibi dallarda da girişimlerde bulunmuşlar. Edirne peynirciliğin gelişmesinde mandıracı Albert Sarfati, Nesim Marko Kohen ve Malki aileleri de ilk akla gelen isimlerden. Hatta Osmanlı döneminde Yahudilerin sık olan yangınlardan dolayı itfaiye örgütünde de aktif olduklarını biliyoruz. Ancak zaman içinde yaşanan olaylarla Edirne’nin Yahudi nüfusu gitgide azalarak yok olmuş.
Sultan Murat, 1361’de Edirne’yi fethettiğinde, bu şehirde Yahudilerle karşılaşmış. Buradaki Yahudiler, Roma İmparatoru Adrien (117-138) Filistin’i alınca oradan gelmişler. İspanya’dan 1492’de Yahudilerin kovulmasından sonra, Osmanlı kadırgalarını İspanyol limanlarında bekleyen Yahudi göçmenlerin Edirne’ye gelip yerleşmesi bu şehrin daha da kalkınmasına neden olmuş. Kent, 16. yüzyılda bir ticaret merkezi olmakla kalmamış, burada bir de dini eğitim veren okullardan biri olan bir Yeşiva açılmış ki, bu Yeşiva binlerce din adamı yetiştirmiş ve eğer yanılmıyorsam Osmanlı imparatorluğundaki ilk Yeşiva olmuş. Edirne Hahambaşısı bile o zamanlar Osmanlı ülkesindeki Yahudiler üzerinde nüfuz sahibiymiş. Daha sonra gittikçe kalabalıklaşan bu güzel şehir, Fatih’in İstanbul’u fethetmesinden sonra İstanbul’dan Edirne’ye gelen Yahudilerle birlikte burada bir Yahudi mahallesi kurulmuş.
O zamanlar Edirne’de o kadar çok Yahudi yaşarmış ki, Edirne’de idari bakımdan birbirlerinden özerk on üç sinagog mevcutmuş. İki yüz yıl boyunca Edirne’ye hahambaşılar ve hahamlar yetiştiren Geron Ailesinden Yakir Geron, 1835’te 22 yaşındayken Edirne Hahambaşısı olmuş. 19. yüzyılın ikinci yarısında Edirne de Alliance Universelle Okulu kurulmuş.
Edirne (eski adı Andrinopolis) kenti Yahudi topluluğu her zamanki gibi doğudaki emsallerinden daha örgütlüymüş. Üçü rabbi toplam otuz altı kişi cemaati yönetiyormuş.
1926’da Edirne’de yedi bin kadar Yahudi yaşıyormuş. Ayrıca Yosef Baritshak tarafından 1910’dan beri kentte ‘La Boz de la Verdad’ adlı bir gazete yayınlanıyormuş. 1905’teki mevcut olan on üç sinagog yangında kül olunca hahambaşı İstanbul’a gelerek Sultan’dan ferman alarak bağış ve para toplamış. 1905’te yarım milyon altına mal olan okulda 900 öğrenci varmış. Ayrıca bu yıllarda Edirne’de Yetimhane, Bikur Holim gibi bir sürü hayır kuruluş ve dernekleri varmış. Ayrıca müzikte Maftirim çalışmaları da varmış. Edirneli Yahudiler, hem dindar hem de geleneklerine sadık olarak örf ve adetlerini uygulamışlar. Dini bayramlar titizlikle ve coşkuyla kutlamışlar.
O zamanlar Edirne, entelektüel düzeyi çok yüksek bir kentmiş. Talmud yorumcusu, filozof, astronom ve matematikçi Comtino (1420-1487), dev yapıtı Beit Yosef ile Yahudi hukukunun çeşitli bölümlerini tek eser olan çok ünlü Şulhan Aruh’ta derleyen Yosef Ben Efraim Karo (1488-1575), çeşitli hakimliklerde görev yapan Moiz Zeki Bey Albala (1874-1954), Eliezer Menda (Hoca) (1887-1978), 8. dönem milletvekili Salamon Adato (1894-1954) hep bu kentte iz bırakmışlar.
2. Beyazıt’tan sonra; dönemin Hahambaşısı Yitshak Sarfati tarafından XV. yüzyıl ortalarında yazıldığı sanılan ve Avrupa’daki muhtelif Yahudi cemaatlerine yollanan tarihi İbranice mektupta Osmanlılardan gördükleri insancıl tutumu vurgulayan Sarfati, Avrupa’da zulme uğrayan dindaşlarına, mektubunun sonunda şöyle diyordu: “Şimdi bütün bunları gördükten sonra, niçin hala uyuyorsunuz? Uyanın ve bu lanetli ülkeleri (Almanya, vb.) sonsuza dek terk edin.” yazıyormuş.
Bu mektuptan sonra yüzlerce Yahudi ailesi Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmiş. Ve bunların soyları; Çanakkale, Balkan, Trablusgarp, Şark gibi cephelerde ve Kurtuluş Savaşları’nda Müslüman silah arkadaşları ile birlikte vatanları için canlarını vermişler. Kendilerini kucaklayan ve çok sevdikleri bu topraklara karışmışlar. Binlercesi evine dönmemiş.
Benim Büyükada’da en çok karşılaştığım ve Edirne’den geldiğini söyleyen Yahudilerin kanımca ilk izlenimleri, cana yakın, güleç yüzlü ve çok insancıl olduğu yönünde. Ayrıca tatlı bir Ladino konuşmalarıyla hafif şarkıyı andıran Türkçeleri bazen gülümsememe de neden olmuştu.
Benim anneannemin arkadaşlarından duyduğum en ilgi çekici nokta ise; Yahudi vatandaşlar Müslüman komşularıyla kardeş gibi geçinmişler ve din adamları arasında samimiyet oluşmuş. Yahudiler, Edirne’de her zaman siyasetten uzak, komşuları ve tanıdıkları ile dostluk ilişkileri kurmaya özen göstermişler. Yahudiler, Edirne’nin ticaret, kültür, sanat ve edebiyatında çok etkili olmuşlar ve şehrin sosyal hayatına renk katmışlar.
Yaşı altmış üstünde olan birçok Edirneli, her zaman Yahudi dostlarından öğrendikleri bu kültürü ve beceriyi anlatırlar. Nitekim Edirne’ye gittiğimde çevrede tanıştığım kişilerden de bunları duymak beni çok sevindirdi.
Daha sonra Edirne ile ilgili bir sürü kitap yayınlandığını keşfettim. Sevgili Yusuf Besalel’in kitabı bunlardan birisi. Başka bir kitap ise: Atatürk’ün arkadaşı ve Kuran’ı ezbere bilen Haham Haim Becerano ile ilgili. Kendisi 1909’da Edirne Hahambaşısı olmuş gerçek bir yurtsevermiş ve 1912’de nişan ile taltif edilmiş. Kendisi Tevrat’tan başka Kuran-ı Kerim’i ve İncil’i ezbere bilirmiş ve başka bir kitap daha: 1934’de Trakya Olayları ilgi çekiyor. Bu olaylar sonrası 15 bi Yahudi ya İstanbul’a ya da İsrail’e üzülerek göç etmek zorunda kalmış.
Hatta İsrail’de gördüğüm gene 80 yaş üzeri Edirneli Yahudiler oradaki anılarını ağlayarak anlatıyorlar. Türkiye özlemi o kadar büyük ve içlerini yakıyor ki… Kelimelerle anlatamam. Hem Türkiye’yi hem de Müslüman arkadaşlarını özlüyorlar. Üstelik İsrail’de tanıştığım her Yahudi Türk halkını, yemeklerini, kültürünü ve ülkeyi o kadar çok seviyorlar ki…
Eski günlerini anarken ağlıyorlar ve oraları çok özlediklerini belirtiyorlar. Tabii onları anlayabilirsiniz. İnsan nereye taşınırsa taşınsın doğduğu ülkeyi ve dili ve o yörenin insanlarını, yemeklerini, gelenek ve göreneklerini asla unutmaz ve unutamaz.
Mesela ben Ankara’da doğdum. İstanbul’a taşındığımızda her yerin bir kısmını Ankara’ya benzetirdim. Eski Edirneliler, yıllar sonra doğdukları yerleri ziyaret edince ağladıklarını söyleyerek tekrar yüzlerini hüzün kaplıyor. Hatta bir tanesi bana şöyle dedi: Kalbim Edirne’de kaldı…
Birden aklıma akrabamız babamın amcasının hanımı Edirneli Kolomba Yolak Kastoryano geldi. Nur içinde yatsın. Büyükada’da birkaç kez gördüğüm babamın bana tanıştırdığı eski Edirnelilerden Kolomba teyze.
Nasıl cana yakın, nasıl güleç yüzlü. Hanum diye başlayan sözcükleriyle birden beni şapur şupur öpen…
Edirne Yahudilerinin çoğu gibi, Kolomba (Mitrani) Yolak Kastoryano da 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudiler’in torunlarından. Kolomba teyze de yıllar önce Osmanlı imparatorluğunun Edirne kentine yerleşen Yahudiler’in torunlarının torunlarından biri. Ancak zaman içinde yaşanan olaylarla Edirne’nin Yahudi nüfusu gitgide azalarak yok olmuş. Kolomba teyzenin dediğine göre hemen herkes birbirini tanırdı. Hatta kimin kızı kimin oğlu var herkes bilirdi. Evlenme çağına gelen gençler zaten birlikte büyümüşlerdi. Bir de eskiden görücü usulüyle evlenildiği için arabulucu kadınlar vardı. Edirne Yahudileri gibi Kolomba teyze de ailesiyle birlikte dini kuralları öğrenmiş, örf adet ve geleneklerine bağlı yaşayan bir ailedendi. Çocukluğu mutlu geçen Kolomba teyze ve ailesi sık sık her bayram akrabalarını ve havrayı ziyaret ederlerdi. Tüm bayramlar bir titizlik ve geleneklere uygun kutlanır ve birçok şey hazır alınmaz evde yapılırdı. Her bayram tüm tatlıları evlerinde yapan aile de annelerine büyük iş düşüyordu. Ailenin büyükleri de onlarla yaşadığı için kızlar anneanne veya babaannelerinden çok şey öğrendiler. Çeyizleri için el işi nakış dikiş öğreniyorlardı. O zamanlarda özellikle kız ailelerinin çeyiz vermesi adetten olduğu için aile üyeleri ve akrabalarının yanı sıra gündelik terziler de uygun bir fiyata çeyizlere yardım etti. Kolomba teyze 1912 doğumlu Edirne Karaağaç mevkide doğmuş. Annesini adı Sara, babasının adı Shlomo.
Edirne’de doğan her Yahudi gibi Kolomba teyze de elişi derslerine katıldı. Ladino dilinini oldukça iyi konuşan Kolomba teyze gibi İspanya’dan göç eden Yahudiler de 500 yıldan fazla bu dili muhafaza ettiler. Ladino’ya ilaveten Türkçe konuşuyorlardı. Oldukça mutlu ve huzurlu bir hayatları olan Kolomba teyze ve ailesi 1934’de Trakya Olayları ile İstanbul’a taşınmak zorunda kalmışlardı. Kolomba teyzeyi sürekli, olarak Büyükada’da görürdüm. Onu bana ilk kez babam tanıştırmıştı. Her gördüğümde yuvarlak yüzü ve tatlı diliyle hatır sorar genellikle bazı Cumartesileri havraya giderdi. Bir de sürekli Edirneli arkadaşlarıyla birlikte gezerdi. Onlar da onun gibi İstanbul’a taşınmışlardı.
Çok yıllar önce Kolomba teyze Edirne’den İstanbul’a taşınmış. Kızkardeşi babamın amcası Sabetay Yolak ile evlenince akraba olmuşuz. Tabii ben hiçbirini tanımam. Çünkü yıllar önce bu dünyadan göç etmişler. Yalnız her mevludunu babam yapardı. Yıllar içinde babam da olmayınca onun adına biz dua okutuyoruz. Babam ışıklar içinde uyusun Baruh Faruk Yolak, oldukça cana yakın bir adamdı.
Kolomba teyzenin kız kardeşi ölünce babamın amcası Sabetay Yolak onunla 1953 yılında evlenmiş. Kolomba teyze Edirne’den İstanbul’a taşınınca büyükçe bir ev almış ve oda oda öğrencilere pansiyon olarak kiraya vermiş. Hatta benim babam İstanbul’a geldiğinde annemle evlenmeden orada kalırmış. Diğer şehirlerden İstanbul’a okumaya gelen bir sürü öğrenci Kolomba teyze sayesinde güvenilir ve temiz kalacak bir pansiyon bulmuş. Babamın amcası Sabetay Yolak ölünce de Kolomba teyze soyadı Kastoryano olan ikinci beyiyle evlenmiş. Işıklarda uyusun. Bu ismi unutmam. Çünkü her havraya gittiğimizde ona da dua okuturuz.
Kolomba teyze ev hanımı idi ve insanlara yardımı çok severdi. Mesela Musevi ilkokuluna gider, gönüllü olarak çocuklara yardımcı olurdu. Bir de Misne Tora yardım derneğine gider, hanımların hazırladıkları kermeste yardım derneklerine yardım ederdi.
İnsanlar yaşadıkları yıllarda davranışlarıyla iz bırakıyorlar ve unutulmuyorlar.
İşte Edirne’li daha bir sürü arkadaşım veya onların çocukları var. Hatta belki benim tanıyamadığım bir sürü akrabamız var. Ya da her gün karşılaştığım ama Edirne’li olmadığını bilmediğim arkadaşlarım da olabilir.
Bildiğim tek şey Edirne’den dönerken gerçekten güzel anılar biriktirdim. Edirne’yi çok sevdim. Çarşısını, müzelerini gezdim.
Havasını hiç unutamadım. Umarım hiç kirlenmez. Edirne’nin havası gibi, insanlarının da temiz yüreği asla unutulamaz.
Edirne tek kelimeyle kendine özel..
Benim aklımda hep o temiz havası.
Ciğerlerimde hissettiğim bir ferahlık..
Keşke o havadan alıp evime getirebilseydim..
Ya da keşke bir daha Edirne’ye gelebilsem..
İşte benim de kalbim Edirne’de kaldı.
Resimleri bana ulaştıran ve yazıma katkıda bulunan sevgili Roza Avigdor ve bir kısım bilgiye ulaşmamı sağlayan Selim Kastoryano’ya da teşekkürler.
*Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Paylaş: