Röportajlar

Türkiye’de Şehita: Yahudi Et Kesim Uygulamaları

Yahudilikte yemekle ilgili geniş kural külliyatına toplu olarak kaşerut adı veriliyor. Birçok farklı yanı olan bu kurallar silsilesine uyan yemeklere kaşer (veya koşer) deniyor. Uygunsuz olanlar ise trefa sayılıyor. Bu kurallardan bazıları hayvanların kesimiyle ilgili. Şehita olarak bilinen bu kesim kurallarının Türkiye’de nasıl uygulandığını Türkiye Hahambaşılığı’nda şehitadan sorumlu olan Rav İzak Perez ile konuştuk.

Şohetin şahsiyeti çok önemli

Ne kuralların gözetildiği sorusuna Perez şöyle diyor:

“Öncelikle bıçağın çok iyi ve kaliteli olması lazım hayvana zarar vermemesi açısından. Bir de şohetin dini kurallara uyan bir yaşantısı olması lazım. Yani şohetin [kasabın] şahsiyeti çok önemli. Şohetin bir rav [haham] gibi yaşıyor olması lazım. Dini kurallarla, şabat, kaşerut, tefilla, taharat amişbaha, [farklı dini vecibeler] hepsine riayet etmesi lazım.”

Şehitaya uygun kesim yapan kişiler şohet oluyor. Bu kişilerin eğitimi ve dindar yaşam tarzı dışında da kurallar gözetiliyor.

“Hayvanın kalitesine bakılıyor ama tabi kesildikten sonra. Biz önümüze gelen her hayvana bıçak atıyoruz ondan sonra karar veriyoruz bu hayvan kaşer mi değil mi, bu hayvan yenilir mi yenilmez mi diye. En çok baktığımız şey aslında ciğerleri. Alaha’ya [Yahudi din kurallarına] göre nerelerinde ne kaşer ne trefa olur. Çok ince detaylar ve çok kural var. Tabi öğrendikten ve bizzat yaşadıktan sonra bizim şohetler uzman oldular.”

Çok ince detaylar ve çok kural var

Ciğerde aranan şey direkt olarak hayvanın sağlığıyla ilgili değil:

“Biz adını koymuyoruz. Alaha diyor ki ciğer bu şekilde görüldüğü zaman yenilmeye uygun değildir. O şekil sağlıkla ilgili olabilir olmayabilir.”

Yeniköy Sinagogu haham akali de olan Rav Perez şehita ve kaşerut konularının başında tek başına çalışmıyor:

“Biz bir ekip olarak çalışıyoruz ben ekibin başındayım şu anda. 20 senedir şohetlik yapıyorum yeni başa geçtim. Bıçakları kontrol etmek ve şohetlerin ne şekilde görev alacağını belirlemek benim görevim. 6 kişi var. Hepsi şehita konusunda eğitim aldılar. Bir kısmı burada İstanbul’da eski şohetlerden eğitim almış bir kısmı İsrail’den diplomalı. İsrail’den diplomaları olanlar İbranice bildikleri için bu işi daha rahat yapabildiler. Buradakiler eski rabilerden yaşça büyük şohetlerden aldılar. Burada eğitime de devam ediyoruz. Sıfırdan iki tane adam yetiştirdik burada biz. Yeşivamız var Rabi David başında.”

Marmara bölgesinde yeterince hayvan yetiştirilmiyor

Kesim farklı yerlerde her hafta oluyor:

“Haftada iki büyükbaş, bir kuzu, on beş [günde] bir tavuk. En son Tuzla’daydı. Şimdi biraz ekonomik sıkıntı var Türkiye’de hayvan bulunamıyor. Şimdi en son Tekirdağ, Hayrabolu ve Büyükkarıştıran, tavuğu da Hendek’te. Şimdilik buralar. Oturmuş bir sistemimiz vardı, krizle ve Türkiye’nin tarım ve hayvancılık politikaları nedeniyle Marmara bölgesinde yeterince hayvan yetiştirilmiyor.”

Bu süreçte celepler hahambaşılık için hayvan buluyor:

“Celep hayvanı nereden bulursa oradan alıyor. [Fiyatı] celep ve kasap belirliyor, bizim bir alakamız yok. Kesim yaptıktan sonra yapılan firma kasaplara dağıtıyor. Dağıtan iki firma var biri Ender diğeri Altın Kasap. Bu iki toptancı perakendeci kasaplara satıyor. Denet Gıda cemaat bünyesinde daha ucuz bir fiyata satmaya çalışıyor, donmuş olarak.”

Bizzat bıçağı biz atmazsak et kaşer olmaz

Dağıtım ve alım-satım ayrı olsa da asıl kesim işlemlerini şohet olan 6 kişi yürütüyor. Bu kurallarla aslında Yahudilik endüstriyel hayvancılığa da bazı engeller koymuş oluyor:

“Her şeyi biz yapıyoruz, biz kesiyoruz, biz kontrol ediyoruz, biz mühürlüyoruz. Bizzat bıçağı biz atmazsak kaşer olmaz et.”

Manevi açıdan sağlıklı olmamız için

Bu alışıldık süreçte bazen aksaklıklar çıkabiliyor. Perez bir dönem hayvanlarda yaygın olan şarbon sorunundan bahsetti:

“Mesela en son bir hastalık çıktı Türkiye’de; şarbon. Hastalık ciğerlerde başlıyor, ciğerlerin üstünde leke oluyor. Bize sordular ‘bu yenir mi’ diye çünkü bir hastalık çıkmıştı özellikle Tekirdağ bölgesinde. Biz dedik ki bizim alahaya göre kurallar dahilinde bu hayvanların yenilmesinde bir sakınca yoktur. O dönemde normalde kaşer almayanlar da kaşere yöneldi güvenli olduğu için. Tabi biz kaşerutu sağlık olarak söylemiyoruz. Biz diyoruz ki kaşerut Tora’nın emridir, bizim manevi açıdan sağlıklı olmamız için bunu önerdi. Risk aldık aslında ama biz güvendik alahaya. 3000 senedir böyle yaşıyoruz. Şohetler arasında karar verdik, şohetlerin arasında veteriner de var. Alnımızın akıyla çıktık.”

Küçülen Yahudi toplumu, en azından büyük çoğunluğun yaşadığı İstanbul’da, dini kurallara uygun et ihtiyacını bu şekilde gideriyor.