Makaleler

“Psikolojinin Babası” Sigmund Freud – Can Sabaner

Geçtiğimiz hafta 6 Mayıs günü, dünya çapında Sigmund Freud’un doğum gününü kutladık. “Psikolojinin babası” olarak taçlandırılan Freud, modern toplumun en önemli figürlerinden. Geliştirdiği psikoterapi metoduyla ve yazdıklarıyla yirminci yüzyıla şekil veren yegâne isimlerden. Hayatı ve topluma bıraktığı mirası muazzam olduğu kadar da tartışmalı.

Freud, (tam ismi Sigismund Schlomo Freud), 6 Mayıs 1856 tarihinde, o zamanların Avusturya İmparatorluğu’na bağlı Freiberg kasabasında doğdu. Babası, Hasidik bir aileden gelen bir yün tüccarıydı. Fakir bir ailede yetişen Freud’un dört kız kardeşi, bir de erkek kardeşi vardı. Freud çocukluğundan itibaren mükemmel bir öğrenciydi. Edebiyata hayranlık duyuyordu; genç yaşında Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, İbranice, Latince ve Yunanca biliyordu. 1873’te Viyana’da tıp okumaya başladı. 1880’li yıllarda ise “sinir hastalıkları” üzerine çalışmaya başlamıştı. Arkadaşı ve akıl hocası Josef Breuer ile beraber histeri gibi sinir hastalıklarını hipnoz kullanarak tedavi ediyordu.

Psikoloji bilimini sonsuza dek değiştirecek olan insan, Freud’un çalışmalarında önemli yer tutan, ancak aslında Josef Breur’in danışanı olan “Anna O.” idi. Anna O. (Bertha Peppanheim’ın Freud’un yazılarında kullanılan uydurma ismi), hipnoz altındayken hastalığının belirtileri hakkında konuşarak bu belirtilerini azaltıyordu. Anna O.’nun kendi isimlendirmesiyle bu yöntem, bir tür “konuşma tedavisi” idi. Freud’a göre cinsellik ve şiddet gibi içerikler zihnin derinliklerine bastırılıyordu ve bu da sinir bozukluklarına yol açıyordu. Bu bastırılan içerikler bilince taşınarak sinir bozuklukları tedavi edilebilirdi. Freud, ileriki yıllarında hipnozdan vazgeçip, “serbest çağrışım” yöntemini yaratmıştı. Serbest çağırışım esnasında hasta, kendisini sansürlemeden, özgürce bilinçaltının içerikleri hakkında konuşuyordu. Serbest çağrışımın yanında Freud, bilinçaltını bilince taşımak için hastaların rüyalarını analiz ediyordu.

Psikalanizin Ortaya Çıkışı

Freud’un cinsellik ve şiddet hakkında yazdıkları, o zamanın tutucu toplumu için oldukça sarsıcıydı. Freud’un hastaları, çoğunlukla Viyana’nın zengin ailelerinin genç kızlarıydı. Freud, erken yaşta yaşanan cinsel istismarın ileride sinir bozukluklarına sebep olduğunu iddia ediyordu. Aslında bu iddiasıyla, zengin ailelerde gerçekleşen cinsel istismarı su yüzüne çıkartmıştı. Fakat yazıları, bu ailelerin baskılarıyla sansürleniyordu.

Sonunda baskıya dayanamayan Freud, bu iddiasını geri çekerek cinsel istismarları da ört-bas etmiş oldu. Yeni teorisi “Oedipus karmaşası” ile beraber her çocuğun karşı cins ebeveynine aşık olduğunu, bu sebeple de hemcins ebeveyni ile devamlı bir kıskançlık, çatışma ve yarış içinde olduğunu iddia ediyordu. Freud, teorilerini ve tedavi yöntemlerini “psikanaliz” çatısı altında birleştirip, 1900’lerin ilk yıllarında Histeri Üzerine Çalışmalar, Rüyaların Yorumu, Günlük Yaşamın Psikopatolojisi kitaplarıyla genel topluma yaydı. Bu eserlerinden sonra psikanaliz, Batı dünyasının dört bir köşesine yayıldı. Avrupa’da, İngiltere’de, Amerika’da, Kudüs’te psikanaliz merkezleri açılmaya başladı. İleriki senelerinde dürtüler, yaşam ve ölüm içgüdüleri ve ego, id ve süperego kuramları gibi psikolojiyi derinden değiştiren teoriler yarattı.

1923 yılında ağız kanseri tanısıyla beraber, Freud’un konuşma becerisi oldukça kötüleşti. Psikanaliz derneklerindeki faaliyetlerinden yavaşça çekildi. 1933 yılında Nazi partisinin ve Hitler’in başa geçmesinden sonra Nazi Almanya’sında kitapları yakılmaya başlandı. Freud’un buna yorumu ise şöyleydi, “toplumumuz ne kadar da gelişmiş, Orta Çağ’da olsaydık beni yakarlardı, şimdi ise sadece kitaplarımı yakıyorlar”. 1938 yılında, arkadaşlarının yardımıyla kızı Anna Freud ile beraber Londra’ya kaçtı. 1939 yılında kanserinin sebep olduğu sancı oldukça artmıştı. Doktor arkadaşı Max Shur’a şöyle yazdı, “zamanı geldiğinde beni zor durumda bırakmayacağına dair anlaşmamızı unutma. Bunun işkenceden farkı yok ve çok anlamsız. Kızım Anna ile konuşun ve gerekirse bunu sonlandırın”. Ve böylece 23 Eylül 1939’da doktorunun verdiği morfin sonucu Sigmund Freud hayatını kaybetti.

Freud’un Entellektüel Mirası

Psikanaliz, 20. yüzyıl insanının kendi iç dünyasına bakış açısını şekillendirmiştir. Erich Fromm’a göre Freud, Einstein ve Karl Marx’la beraber, “modern çağın mimarlarındandı”. Freud’un yarattığı kuramı kızı Anna Freud ve Melanie Klein devam ettirdi. Alfred Adler, Otto Rank, Karen Horney, Erich Fromm gibi yeni akım Freud’cular psikanalizi geliştirdiler. Fransız psikiyatr Jacques Lacan ise bu kuramı yeni boyutlara taşıdı. Hemen hemen bütün psikoterapi ekollerinin psikanalizden türediğini de söyleyebiliriz. Freud’un fikirleri sadece psikolojide değil aynı zamanda felsefede, politikada, sinemada ve edebiyatta da hala tartışılıyor.

Freud, teorileriyle olduğu kadar kişisel yaşamıyla da oldukça tartışmalı bir şahsiyetti. En sonunda ağız kanserine ve ölümüne yol açacak tütün ve puro bağımlılığı vardı. Özellikle gençliğinde ağır kokain bağımlılığı vardı. Dindar yetiştirilişine rağmen, tek tanrılı dinlerin güçlü bir baba figürüne ihtiyaçtan doğan çocuksu bir yanılsama olduğunu düşünüyordu. Fakat en sorunlu mirası kadınlar hakkında düşündükleriydi. Kadın psikolojisine ve histeriye bakış açısı oldukça cinsiyetçiydi ve hala da eleştirilmekte.

Örneğin Freud’un tedavi ettiği ve hakkında kitaplar yazdığı histeri hastalığı, 19 ve 20. yüzyılların toplumsal cinsiyet rollerine uymayan kadınlara konulan bir tanıydı. Freud’un histeri tanısı koyduğu genç kadınlar, esasında babaları tarafından Freud’a kontrol altına alınmaları için getiriliyorlardı. Freud her ne kadar da histeri tanısı ve tedavisiyle ünlense de günümüz psikolojisinde bu tanı cinsiyetçi ve asılsız olarak görülür. Freud’a göre her kadın erkek olarak doğmadığı için hayata kızgındır; kadınlık onları “değişimden korkak, pasif ve etkisiz” yapar. Ölümünden sonra varoluşçu filozof ve feminizmin öncülerinden Simone de Beauvoir gibi büyük isimler de Freud’un kadınları nasıl zayıf gördüğüne dikkat çekmiştir. Freud her ne kadar modern toplumun etkili figürlerinden olsa da kültürel mirasını hatırladığımız gibi cinsiyetçi mirasını da unutmamamız gerekir.

Günümüzde Psikanaliz

20. yüzyılın başlarına kıyasla günümüzde psikanalizin gücü yavaş yavaş yok olmakta. Her ne kadar bu akım Avrupa’da ve Türkiye’de psikanaliz dernekleri sayesinde hala devam etse bile Amerika’da popülerliğini kaybetmekte. Bunun en büyük sebebi ruh sağlığı hizmetlerinin sağlık sigortalarına bağlı olmaları, sigorta şirketlerinin de psikanalizi kabul etmemeleridir. Psikanaliz temelinde bir keşif ve analiz yöntemidir. Tam da bu sebeple felsefe, edebiyat, sinema ve politika psikanaliz ile yürütülebilir. Terapi odasında ise bu keşif ve analiz, iç dünyanın, zihnin derinliklerinin keşfi ve analizidir.

Bu bağlamda çağdaş neoliberal toplumumuzda psikanalizin işe yaramaz görülmesi normaldir, çünkü çağdaş toplumumuzda önemli olan derinlik değil hızdır. Sigorta şirketleri psikanalizin sunduklarını yeteri kadar verimli bulmaz. Onlar için önemli olan hastanın kendini derinlikli bir biçimde anlaması değildir, bir an önce iyileşip normale dönmesidir. Psikanaliz, çağdaş insanımız için de oldukça zorlayıcıdır. Pozitife odaklanan, negatiften bir an önce kurtulmak isteyen insanımız için yaraları deşmek, bilinçaltının travmalarını su yüzüne çıkarmak büyük tehlike arz eder. Fakat, kendini keşfedememiş, tanıyamamış insan hiçbir zaman kendini tam hissedemez. Freud’un ve psikanalizin bize öğretebileceği en önemli ders belki de budur: insanın kendini keşfi hayatidir ve bunun için sabır gerekir.

Uzman Psikolog Can Sabaner, ABD’de Brandeis Üniversitesi’nde Psikoloji ve Felsefe üzerine lisans yaptı. Ardından Boston College’da “Mental Health Counseling” üzerine yüksek lisansını tamamladı. Can Sabaner, terapi uygulamalarında Hümanist psikoloji, varoluşçuluk ve bilişsel teorilerini kullanıyor ve kaygı ve duygudurum bozuklukları ile çalışıyor. Bunun dışında Budizm ve Hinduizm gibi doğu dinlerine de ilgi duyuyor. İletişim için: [email protected]