Kaynak: Hudut Gazetesi
BEN MOİZ BAYER
Ben Edirne’de 12 Eylül 1956’da dünyaya geldim. Ağaç yaşken eğilirmiş derler ve ben de çocuk ve daha sonra bir genç olarak kişiliğimin gelişimini tamamen Edirne’de tamamladım. İlkokulu Şehit Asım İlkokulu’nda tamamladım. 1962’nin bir Eylül sabahı annelerimiz bizi okula getirmiş öğretim hayatımızın ilk gününe heyecan içinde başlamıştık. Sınıf arkadaşlarımın arasında deha diyebileceğim öğrenciler vardı. Bu öğrencilerle lisenin sonuna kadar birlikte oldum. İlkokuldan sonra 1967 yılında Atatürk Ortaokulu’nda çok değerli öğretmenlerle eğitimime devam ettim. Hocalarımın arasında Okul Müdürü Şaban Aslanbakan ve herkesin tanıdığı Matematik Ögretmeni Kabak Cahit de vardı. Hayatimin en ilginç yıllarının geçtiği orta öğrenimimdeki hatıraları daha sonraki yazılarımda sizinle paylaşmayı diliyorum.
Ortadan sonra Edirne Lisesi’ne başladım. Biz Ayşekadın’da inşa edilen yeni binanın ilk öğrencileri idik. Hem ortaokulda ve hem de lisede hep takdirname almıştım. Lise son yılı ise kolay geçmemişti. Fen bölümünde Matematik beni çok zorluyor, çalışma saatlerini bu derse ayırdığımdan diğer derslere hazırlanmaya zaman bulamıyordum. Yine de 1973 senesinde hiç takıntısız mezun oldum.
O sene girdiğim ve ilki iptal edilen Üniversite Giriş Sınavı’nda aldığım sonuç tam anlamıyla hayal kırıklığı idi. En yakın arkadaşlarım çok yüksek puanlarla tip fakültelerine kolayca girerken ben İktisat Yüksekokulu’na ancak kabul edildim. Bir sene sonra ise yine sınava girip Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğrenci oldum. Zorlu gecen 5 sene sonunda da takıntısız mezun oldum 1979’da. İstanbul’daki bazı kliniklerde ve Edirne Devlet Hastanesi’nde gönüllü olarak dişhekimliği yaptım.
Bu arada yıllar önce Amerika’ya göç etmiş olan ve doktor olarak görev yapan benden 10 yaş büyük, 1964 Edirne Lisesi mezunu olan büyük ağabeyim yanına gelmem için beni teşvik ediyordu. Ben de bir maceraya atılarak ve 6 sene bekledikten sonra 1985 yılında Los Angeles şehrinde ikamet etmeye başladım. Burada dişhekimligi yapmak için caba gösterdim ama başarılı olamadım. Hastalara büyük empatim olduğu için okula gidip solunum terapisti oldum ve 30 senedir çeşitli hastanelerde bu görevi yürütmekteyim. Bu meslek sahipleri maalesef ancak makineler yardımıyla nefes alıp veren kişilere tedavi verirler.
Hiç evlenmedim ve çocuğum yok. İşyerinde serbest çalıştığımdan çok sık olarak tatile çıkarım. Senede en az 2 kez Türkiye’ye gelirim. 1985 yılından beri 72 kez İstanbul’a gitmişim. Türkiye dışında Cin, Filipinler, Tayland, Hong Kong gibi bir çok Asya ülkesini ve Avrupa ve Ortadoğu’daki bir çok ülkeyi ziyaret imkanım oldu. Yabancı bir memlekete gittiğimde ben en çok mutlu eden turistik mekanlar ve müzeler değil yerli halkla kaynaşmaktır. Onların bindiği otobüslere biner, onların yediği lokantalara giderim. Ve mümkün olduğunda yerli halkla konuşmayı çok severim.
Bir kaç gün önce Edirne’de yaşayan bir arkadaşımın tavsiyesiyle Hudut Gazetesi’ne anılarımı göndermeye karar verdim. İnsanlar bir gün bu dünyadan göç eder, hiç olmazsa hatıraları yaşasın.
Edirne’nin Keke Doktoru
Babam Doktor Yasef Bayar, “Keke Doktor” diye bilinirdi ve bazen de “Pepe Doktor”. Çünkü çocukluğundan beri kekelerdi. Küçük bir çocukken sinagog korosuna katılmak istemiş ancak kekeliği nedeniyle adeta kovulmuş.
1913 yılında Bostanpazarı’ndaki kerpiç bir evde dünyaya gelen babamın pederi bağcı idi. Bağcı Mordu. Çok usta bir meyve yetiştiricisi idi. Bağda yalnız üzüm değil her türlü meyve de yetiştirilir ve toptancılara satılırdı. Ayrıca kendi üzümünden şarap ve sirke de imal ederdi. Ama o günler Türkiye ve özellikle Edirne için çok kötü günlerdi. Balkan Savaşı ve şehrin kuşatılması, Bulgarların Edirne’ye girişi, ve hemen sonra başlayan Birinci Dünya Savaşı Edirne’yi perişan etmişti. Herkes fakirdi. Büyükbabam da aç değildi ama fakirdi.
Bu zor şartlarda babam 8 sene Fransızca eğitim veren Aliyans Universal Israelite Okulu’ndan basarı ile mezun olmuş. Bu okullar dünyadaki Yahudilere hizmet etmesi için Fransa tarafından kurulmuştu. Okulun adındaki Israelite kelimesinin İsrail devleti ile bir ilgisi yoktu ve Yahudi anlamına geliyor. Babamın anlattıklarına göre okulda sadece Yahudi öğrenciler değil şehrin ileri gelen ailelerinden çocuklar da eğitim görüyorlarmış. Öğretmenler arasında rahip ve rahibeler, Yahudi ve Yahudi olmayanlar da varmış.
Bu eğitimi bitiren babam İstanbul’da yine Fransızca eğitim veren Musevi Lisesi, Bene Berit’te eğitimine devam etmiş. Bu okulda da sadece Yahudiler değil, Müslüman ve diğer dine mensup gençler de eğitim görüyorlarmış. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi de bu okulda eğitim görmüş. Öğretmenler o günlerin en seçme hocaları imiş. Örneğin Edebiyat derslerine dönemin ünlü şair ve yazarları gelirmiş. Okuldan mezun olanlar mükemmel Fransızca bilirlermiş.
Bu okuldan mezun olan babam 1935 yılında Türkiye’deki tek tip fakültesi olan İstanbul Üniversitesi Tip Fakültesi’nde öğretime başlamış. Hemen herkes gibi mali durumu kötü olan babama Beyoğlu’nda pansiyon işleten bir halası kalması için içerisinde tuvaleti olmayan çok küçük bir oda vermiş.
Babam üniversiteye başlamadan önce Ulu Önder Atatürk 1933 yılında üniversite reformu gerçekleştirmiş ve bu yüksek öğrenim kurumunu modernleştirmiş. Almanya’da Nazilerden büyük baskı gören Yahudi veya Hristiyan profesörler Türkiye’ye davet edilmiş. Bu hocalar zamanın en tanınmış doktorları, yazarları ve filozofları idiler ve çeşitli fakültelerde görevlendirilmiş.
Babam bu ünlü hocalardan aldığı derslerle mali zorluklar içinde de olsa 1941 senesinde büyük başarı ile Tip Fakültesi’nden mezun olmuş. Aynı yıl Kayseri’deki bin yataklı hastanede askerliğini yapmaya başladığında kendi muayenehanesini de açmış ve kendi deyimiyle: Yılların sefaleti bitmiş, para kazanmaya başlamış. Edirne’deki ailesine büyük bir sevinçle mali yardim etmeye başlamış.
Mutlu gecen 3 yılsonunda Edirne’ye donen babam Eski İstanbul yolu girişinde Camlı Kahve karşısındaki iki katli binada kliniğini açmış. Babamın doktorluğu da başarı ile doluydu. Muayenesi hem şehirli ve hem de köylü hastalarla dolup taşıyordu. Bazen zor şartlar altında yolu olmayan köylere at ve hatta kağnı arabası ile gittiği çok olmuştu. Aynı gün köyden dönmek imkansız olduğundan en az bir gece köyde kalıyordu.
Mali durumu düzelen babam hala Bostanpazarı’nda anne ve babası ile yaşıyordu. O günlerde şehre elektrik gelmiş ve onun ailesi evine ilk elektrik hattı çekebilenler arasındaydı.
Babam reçeli çok severdi. Babasının yetiştirdiği yüzde yüz doğal meyvelerden reçeller yaptırıyor ve adeta kepçe ile yiyordu. Muayenesinin karşısında Tatlıcı İsmail vardı. Rahmetli İsmail tatlının adeta profesörü idi. Hiç bir elektrik aygıtının bulunmadığı günlerde tamamen el gücüyle dondurmadan keşküle, elma suyundan ekmek kadayıfına kadar her ürünü mükemmel bir şekilde imal ediyordu. Ben de Tatlıcı İsmail’in Kristal çanaklarda sunduğu keşküllerden, beyaz antik tabaklarda ikram ettiği taze kaymaklı ekmek kadayıfından çok yemiştim 50-55 sene önce.
Babam 1950 yılına kadar Edirne’de doktorluk yaptı.
Babamla ilgili diğer anıları ilerdeki yazılarımda anlatacağım.
[…] Bayer’in yazısının ilk kısmı için buraya […]