Kadın işçinin hem ekmeği hem de gülleri olmalı diyen feminist sosyalist Rose Schneiderman 1882 yılında dindar Yahudi bir ailenin ilk çocuğu olarak Polonya’da doğmuştu. Ama Rose Polonya’da pek kısa yaşayacaktı. Zira ailesinin bezdiği ekonomik sıkıntılara bir de antisemit şiddet eklenmişti. Bu nedenle Rose’nin babası Samuel Schneirderman daha iyi bir hayat kurabilmek ümidiyle Amerika’ya gidecek, orada birkaç ay para biriktirip ailesini de yanına getirtecekti. Baba planını gerçekleştirdi.
Ailede kimsenin pasaportu yoktu, göç tehlikeli başlamıştı. Anne ve çocuklar Alman sınırından gizlice geçtiler. Gece yola koyuldular, yanlarında parası ödenmiş bir “rehber” sırtlarında ise birkaç parça kıyafet, kap kacak, yatak örtüsü ve aile için en değerli eşya olan semaver vardı. Öyle ya yeni bir hayata atıldılar diye Rus çayından vazgeçecek halleri yoktu. Bir faydasını göremedikleri Rus çarından vazgeçmişlerdi sadece. Ve uzun deniz yolcuğu yüzünden midesi allak bullak olmuş bir sürü göçmenle birlikte New York’a varmışlardı.
Rose’nin adı o gün konuldu aslında. Gerçekte Raşel olan adı daha Amerikan görünen Rose’ye çevrilmişti. Yidiş konuşuyordu, İngilizceyi okulda öğrenecekti. Yeni hayatın peşinde geçen iki yılın ardından baba Samuel Schneirderman aniden ölünce küçük Rose kardeşlerine bakmak için okulu bıraktı. Anne Deborah terzilik yapıyordu ama kazandığı para yoksul ve kalabalık hayatlarına çare olmuyordu. Rose’nin kardeşleri bu nedenle yetimhaneye verildi. Rose ise 13 yaşında tezgahtarlığa başladı. O saatten sonra diplomasını mektepten değil, kendini geliştirme azmiyle dolu örgütlü mücadelesinden alacaktı.
Üç yıllık satış işinin ardından şapka imalat fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Burada biraz daha iyi kazanıyordu kazanmasına ama kadın işçilerin uğradığı haksızlıklar, cinsiyet hiyerarşisi dehşete düşmesine neden olmuştu. Bir gün çalıştığı fabrikada büyük bir yangın çıktı. Her şeyin tamemen kül olduğu, kullanılabilecek hiçbir şeyin kalmadığı bir yangın. Fabrika yönetimi sigorta şirketinden yüklü miktarda tazminat almıştı. Buna rağmen zararı karşılamak bahanesiyle kadın işçilerin maaşından kesinti yaptı. Zaten ağır ve kötü olan çalışma koşullarına bir haksızlık daha eklenmişti.
Rose’nin dehşeti öfkeye ve mücadeleye dönüşünce sendikaya üye oldu. Bununla da kalmayıp atölyedeki işçi arkadaşlarını Birleşik Kumaş Şapka ve Kasket İmalatı İşçileri Sendikası’nda örgütledi. Bir yıl sonra Uluslararası Kadın Kıyafeti İmalatı İşçileri Sendikası’nın genel yönetim kuruluna seçildi ve bu sayede ulusal bir sendikada görev yapan ilk kadın oldu.
İşçi hareketi içerisinde yeterince görünür kılınmayan göçmen Yahudi kadın işçilerin temsiliyeti ve örgütlenmesi için de çok çalışmıştı Rose Schneirderman. Öyle ki 1909 yılında gerçekleşen 20.000 ayaklanması genel grevinde göçmen Yahudi işçi kadınlar ön saflardaydı.
Hitabet yeteneği ile pek çok kişiyi etkileyen Rose, iş güvenliği olmadığı için 1911’de çıkan Triangle yangınında ölenler adına yapılan anmada şöyle seslenmiştir insanlara: “Buraya sırf güzel sözler etmeye gelseydim, bu zavallı, yanmış bedenlere ihanet etmiş olurdum. Kadınlar bu şehirde ilk kez diri diri yakılmıyorlar. Her hafta işçi kız kardeşlerimden birinin zamansız ölüm haberini alıyorum. Her yıl binlercemiz sakat kalıyor. Hayatlarımız öylesine ucuz ve mülkiyet öylesine kutsal ki, tek bir iş için öylesine çoğuz ki, yüz kırk altımızın birden yanarak can vermesi pek az önem taşıyor. İşçiler dayanılmaz koşulları protesto etmek için bildikleri tek yolla seslerini her duyurmaya çalıştığında yasanın güçlü yumruğunun bizi ağır bir şekilde bastırmasına izin veriliyor. Resmî görevlilerin tek bildiği uyarı yapmak. Son derece barışçıl olmamız gerektiği konusunda bu uyarılar ve tüm uyarıların arkasında patronların desteği var. Yaşamı dayanılmaz kılan koşullara karşı ayağa kalktığımızda yasanın gücü, yumruğu bizi püskürtüyor.”
Rose’nin yaptığı konuşmalara başlarda müstehzi gülücükler atan erkek sendikacılar, onu dindikçe hipnoza uğramaya başlamıştı. Şehir şehir dolaşıp örgütlediği grevlerle iş gününün 14-15’ten 8 saate düşürülmesi için çalışmalar yürütüyor, kadınların oy hakkına sahip olmasının mücadelenin en önemli parçası olduğunu söylüyordu. Kadınların erkeklerden daha uzun saatlerce ve daha ucuza çalıştırılması yerine eşit saat eşit ücret diyordu. Çocuk sahibi işçiler için kamu destekli çocuk bakımı, doğum izni düzenlemesi mutlaka lazımdı. Çalışma koşulları artık düzelmeliydi ve işçi ücretleri arttırılmalıydı.
Rose Schneiderman, Eleanor ve Franklin Roosevelt ile dost olunca onları da kendi davasının haklılığı konusunda etkilemeyi başarmıştı. Franklin Roosevelt’in başkanlığı sırasında Rose, Ulusal Çalışma Danışma Kurulunda görev alır. Bu göreve ilk kez bir kadın gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’yı terk etmeye çalışan Yahudilerin Amerika’ya ulaşabilmesi için elinden geleni yapmıştı Rose Schneiderman.
Onun mücadelesi kadınların hem ekonomik özgürlüklerine adil bir şekilde kavuşması hem de güzelliklerle dolu bir yaşama ulaşmasıydı. 90 yıllık ömründe ne ekmekten ne de gülden vazgeçti. Bu yüzden davası, varoluş ve yaşam davasıydı.
KAYNAKÇA:
Rosie’s Mom: Forgotten Women Workers of the First World War, Carrie Brown, University Press of New England, 2013.
Kadın işçinin hem ekmeği hem de gülleri olmalı diyen feminist sosyalist Rose Schneiderman 1882 yılında dindar Yahudi bir ailenin ilk çocuğu olarak Polonya’da doğmuştu. Ama Rose Polonya’da pek kısa yaşayacaktı. Zira ailesinin bezdiği ekonomik sıkıntılara bir de antisemit şiddet eklenmişti. Bu nedenle Rose’nin babası Samuel Schneirderman daha iyi bir hayat kurabilmek ümidiyle Amerika’ya gidecek, orada birkaç ay para biriktirip ailesini de yanına getirtecekti. Baba planını gerçekleştirdi.
Ailede kimsenin pasaportu yoktu, göç tehlikeli başlamıştı. Anne ve çocuklar Alman sınırından gizlice geçtiler. Gece yola koyuldular, yanlarında parası ödenmiş bir “rehber” sırtlarında ise birkaç parça kıyafet, kap kacak, yatak örtüsü ve aile için en değerli eşya olan semaver vardı. Öyle ya yeni bir hayata atıldılar diye Rus çayından vazgeçecek halleri yoktu. Bir faydasını göremedikleri Rus çarından vazgeçmişlerdi sadece. Ve uzun deniz yolcuğu yüzünden midesi allak bullak olmuş bir sürü göçmenle birlikte New York’a varmışlardı.
Rose’nin adı o gün konuldu aslında. Gerçekte Raşel olan adı daha Amerikan görünen Rose’ye çevrilmişti. Yidiş konuşuyordu, İngilizceyi okulda öğrenecekti. Yeni hayatın peşinde geçen iki yılın ardından baba Samuel Schneirderman aniden ölünce küçük Rose kardeşlerine bakmak için okulu bıraktı. Anne Deborah terzilik yapıyordu ama kazandığı para yoksul ve kalabalık hayatlarına çare olmuyordu. Rose’nin kardeşleri bu nedenle yetimhaneye verildi. Rose ise 13 yaşında tezgahtarlığa başladı. O saatten sonra diplomasını mektepten değil, kendini geliştirme azmiyle dolu örgütlü mücadelesinden alacaktı.
Üç yıllık satış işinin ardından şapka imalat fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Burada biraz daha iyi kazanıyordu kazanmasına ama kadın işçilerin uğradığı haksızlıklar, cinsiyet hiyerarşisi dehşete düşmesine neden olmuştu. Bir gün çalıştığı fabrikada büyük bir yangın çıktı. Her şeyin tamemen kül olduğu, kullanılabilecek hiçbir şeyin kalmadığı bir yangın. Fabrika yönetimi sigorta şirketinden yüklü miktarda tazminat almıştı. Buna rağmen zararı karşılamak bahanesiyle kadın işçilerin maaşından kesinti yaptı. Zaten ağır ve kötü olan çalışma koşullarına bir haksızlık daha eklenmişti.
Rose’nin dehşeti öfkeye ve mücadeleye dönüşünce sendikaya üye oldu. Bununla da kalmayıp atölyedeki işçi arkadaşlarını Birleşik Kumaş Şapka ve Kasket İmalatı İşçileri Sendikası’nda örgütledi. Bir yıl sonra Uluslararası Kadın Kıyafeti İmalatı İşçileri Sendikası’nın genel yönetim kuruluna seçildi ve bu sayede ulusal bir sendikada görev yapan ilk kadın oldu.
İşçi hareketi içerisinde yeterince görünür kılınmayan göçmen Yahudi kadın işçilerin temsiliyeti ve örgütlenmesi için de çok çalışmıştı Rose Schneirderman. Öyle ki 1909 yılında gerçekleşen 20.000 ayaklanması genel grevinde göçmen Yahudi işçi kadınlar ön saflardaydı.
Hitabet yeteneği ile pek çok kişiyi etkileyen Rose, iş güvenliği olmadığı için 1911’de çıkan Triangle yangınında ölenler adına yapılan anmada şöyle seslenmiştir insanlara: “Buraya sırf güzel sözler etmeye gelseydim, bu zavallı, yanmış bedenlere ihanet etmiş olurdum. Kadınlar bu şehirde ilk kez diri diri yakılmıyorlar. Her hafta işçi kız kardeşlerimden birinin zamansız ölüm haberini alıyorum. Her yıl binlercemiz sakat kalıyor. Hayatlarımız öylesine ucuz ve mülkiyet öylesine kutsal ki, tek bir iş için öylesine çoğuz ki, yüz kırk altımızın birden yanarak can vermesi pek az önem taşıyor. İşçiler dayanılmaz koşulları protesto etmek için bildikleri tek yolla seslerini her duyurmaya çalıştığında yasanın güçlü yumruğunun bizi ağır bir şekilde bastırmasına izin veriliyor. Resmî görevlilerin tek bildiği uyarı yapmak. Son derece barışçıl olmamız gerektiği konusunda bu uyarılar ve tüm uyarıların arkasında patronların desteği var. Yaşamı dayanılmaz kılan koşullara karşı ayağa kalktığımızda yasanın gücü, yumruğu bizi püskürtüyor.”
Rose’nin yaptığı konuşmalara başlarda müstehzi gülücükler atan erkek sendikacılar, onu dindikçe hipnoza uğramaya başlamıştı. Şehir şehir dolaşıp örgütlediği grevlerle iş gününün 14-15’ten 8 saate düşürülmesi için çalışmalar yürütüyor, kadınların oy hakkına sahip olmasının mücadelenin en önemli parçası olduğunu söylüyordu. Kadınların erkeklerden daha uzun saatlerce ve daha ucuza çalıştırılması yerine eşit saat eşit ücret diyordu. Çocuk sahibi işçiler için kamu destekli çocuk bakımı, doğum izni düzenlemesi mutlaka lazımdı. Çalışma koşulları artık düzelmeliydi ve işçi ücretleri arttırılmalıydı.
Rose Schneiderman, Eleanor ve Franklin Roosevelt ile dost olunca onları da kendi davasının haklılığı konusunda etkilemeyi başarmıştı. Franklin Roosevelt’in başkanlığı sırasında Rose, Ulusal Çalışma Danışma Kurulunda görev alır. Bu göreve ilk kez bir kadın gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’yı terk etmeye çalışan Yahudilerin Amerika’ya ulaşabilmesi için elinden geleni yapmıştı Rose Schneiderman.
Onun mücadelesi kadınların hem ekonomik özgürlüklerine adil bir şekilde kavuşması hem de güzelliklerle dolu bir yaşama ulaşmasıydı. 90 yıllık ömründe ne ekmekten ne de gülden vazgeçti. Bu yüzden davası, varoluş ve yaşam davasıydı.
KAYNAKÇA:
Rosie’s Mom: Forgotten Women Workers of the First World War, Carrie Brown, University Press of New England, 2013.
https://jwa.org/encyclopedia/article/schneiderman-rose
Paylaş: