Yazı: Antaios Hrisostomidis’in 33 yazarla Yunan televiyon kanalı ERT için yaptığı çekimlerin yazılı versiyonu olan, “Çağımızın duyargaları: 33 Ünlü Yazarla Bir Odada Seyahat Ederken” isimli kitaptan alınmıştır.
Çeviri: Melike Karaosmanoğlu
Kibutz Hulda’da her gün ona özenle bakan insanların büyük övünç kaynağı olmuş yemyeşil çayırın ortasında son fotoğrafımızı çektirmiştik. Bir anıt gibi duran eskimiş traktörün önündeydik. Röportaj henüz sona ermişti, birkaç dakika sonra Oz evine dönmek için otobüse binecekti. İşte o son fotoğraf için poz verdik, elini dostça omuzuma koydu. Objektife ciddiyetle baksak da tedirgin değildik, işimiz bitmişti. Belli etmiyordum fakat heyecanlıydım. Oz benimle yayın yapmayı kabul etmiş ilk yazardı ve muhteşemdi. Kamera karşısındaki tecrübesizliğimin her boşluğunu doldurdu ve inceliği sayesinde hikayenin iyi başladığını hissediyordum.
Oz 1954’ten 1986 yılına kadar Hulda’da yaşamıştı. Oğlunun ciddileşen astımı, havası daha kuru olan Arad şehrine yerleşmek zorunda bırakmıştı onları doktor tavsiyesiyle. “Taşınmaksa hiç kolay değildi.” diye anlatıyor Oz. Çünkü Hulda Oz’u Oz yapan yerdi. Hulda’da aşık olmuş, evlenmiş, can dostlarını edinmişti. Çocukları orada doğmuştu. Ve aniden bırakmak, terk etmek zorunda kaldı, yoldaşlarıyla birlikte ekip biçtiği yeşilliklerle bezeli vahayı. 25 – 30 yıl önce diktiği ağaçları bana gururla gösteriyordu. Fakat çaresizce gitmek zorundaydı Judea çölünden bir başka çöle, en yakın ağaçtan, su kaynağından, kentten kilometrelerce uzakta olan Ben Gurion’un önderliği ile kurulmuş o şehre. Arad’a.
Şehri inşa eden Yahudilerin siyah beyaz çarpıcı fotoğraflarını gösteriyordu bana. Kadın, erkek, çocuk demeden aynı şevkle inşa etmişlerdi bu şehre dönüşen küçük toprak parçasını. Gurion, sol görüşe sadık birisi olarak çölün içinde küçük bir kibutzda yaşamaya başlayıp insanlara örnek olmuş. Üç odalı küçük bir evde, başkanlık konutunu anımsatacak hiçbir şeyi olmadan yalnızca oturma odası, karısının odası ve bir kitaplık ile. Ve hatta sık sık koridorda uyurmuş; çünkü odasını kitaplarla, Antik Yunan filozoflarının eserleriyle doldurmayı tercih ediyormuş.
Kibutz -Oz bize açıklıyor- yoldaşlık ve işbirliği sözcükleriyle eşanlamlıdır. Ve şöyle devam ediyor:
”İsrail’in son 10 yıldır yürüttüğü agresif politikalar ile unutmaya meyilli olduk; aslında bu ülke başka fikirlerle, başka ideallerle, başka umutlarla kurulmuştu. Kibutz dünya çapında ilk kez uygulanan yeni kolektif bir yapıydı ve sosyalist fikirlerin hayata geçirilmesiydi.”
Kibutza sığındığında ise henüz 15 yaşındaydı Amos Klausner. 2,5 yıl önce annesi intihar etmişti. Annenin ölüme gidişiyle baba ve henüz 12 yaşında olan oğul arasındaki ilişki dengesini yitirdi. Yüksek ihtimalle oğul annesinin intiharından babasını sorumlu tutuyordu. Ve babasıyla arasında büyük bir çatışma başladı.
Evi artık terk etme zamanının geldiğini hisseden genç Amos, Kibutz Hulda’nın varlığını duyunca, onun bir parçası olmak istemiş. Böylelikle orada traktör kullanmayı öğrenmiş ve hatta soyadını da değiştirmiş. (İbranicede cesaret, güç, azim anlamına gelen Oz kelimesini seçmiş) Ve geceleri gizlice ilk yazılarını, özellikle şiirlerini ve hatta kısa öykülerini de kibutz’da yazmaya başlamış.
Girişteki eski traktörün önünde son hatıra fotoğrafımızı çektirip oradan ayrılmadan önce Oz bizi kibutzun aynı zamanda bugün hala tören, eğlence ve etkinlik düzenlenen karşılama salonuna götürdü. Böylelikle genç Oz’un gecenin ilerleyen saatlerine kadar gizlice yazılarını yazdığı yeri görmüş olduk. O yazarken kibutzun diğer sakinleri ise Oz’a muzipçe takılırlarmış. Kibutzdan taşınmadan önce ailesiyle yaşadığı eski evini de gösterdi bizlere. Küçük ahşap kaplamalı bir giriş katı ve çardağı olan aynı büyüklükte yanyana sıralanmış el işçiliği evlerin sonuncusuydu. Oraya geleceğimizi duyup bizi bekleyen eski arkadaşlarının evine davet edildik. Oz yüksek sesle işte ailemin diğer üyeleri derken gerçekten duygulanmıştı. Biri yıllarca kibutzun veznedarıyken, diğeri öğretmeniymiş. Bu evde gördüklerim 60’lı yılların Atina’sında sosyalistlerin yaşadığı evlerde de bulabileceğimiz şeyleri aniden aklıma getirmişti: ihtişamdan uzak mobilyalar, ufak alanlara düzensizce yerleştirilmiş kitaplar, çeşitli ülkelerden alınmış süs eşyaları. Evin tam ortasında kadife emprime kumaşla kaplı büyükçe bir masa. Oturur oturmaz evine konuk olduğumuz misafirperver yaşlı çiftle politikaya dair derin bir muhabbete koyulurken, hatıralarının içinden şu sözleri işittik: “Bu devlet mücadeleci bir geçmiş ve derin bir acıyla dünyanın dört bir yanından gelmiş solcuların umuduyla kurulmuşken sağcı hükümetler İsrail’in yönünü değiştirdi.”
Politikadan Oz’un ilk gençlik yıllarına doğru söyleşmeye devam ediyorduk.
Bir iki gazetede yazıları övgüyle yayımlanmaya başlayınca, genç Oz kibutz sekreterliğine gitmiş ve yazı yazmaya devam etmek, kalemini geliştirebilmek için ağır çalışma koşullarına en azından haftada bir gün ara vermek istediğini bildirmiş. Kolay bir karar değilmiş bu; zira kibutzda yaşam çalışmak demek. Çalışmak yemek ve barınmayı sağlayan yegane unsur. Haftanın bir günü bunlardan nasıl mahrum kalınabilir? Talep üzerine konu kibutz genel sekreterliğinde oylamaya sunulmuş. Madem ki Amos’un yazıları önemli gazetelerde basılmayı hakedecek kadar iyi, haftada bir akşamüstü yazması için izin verilebilir miydi? Karar oybirliği ile kabul edilmiş. Oz’un ilk kitabı yayımlanınca traktör izni haftada 2 güne çıkmış. Derken Oz Michael ile Hannah isimli romanıyla dünya çapında ün kazanmış. Kitaptan kazandığı parayı kibutzun kasasına götürüp, veznedarın parayı saymasıyla birlikte Amos Oz trakör işine tamamen veda etmiş. Tüm hafta yazı yazmaya böylelikle başlamış. Üstelik daha fazla yazabilmesi için 2 asistan da ayarlamışlar.
Oz’un Arad’daki evi elbette ki Hulda’daki eviyle benzer değildi. Daha lüks olduğu kanaatindeydik ve ev bana yeniden 60’lar ve 70’lerde ziyaret ettiğim Yunan sol entelektüellerinin evlerini hatırlatmıştı. Küçük bahçeyi gören bir salon-mutfak. Minik merdivenlerden inince yazarın çalışma odası, yine merdivenler ile çıkılan üst katta 2 yatak odası. Oz bahçesiyle övünüyordu. Çünkü Arad şehri sakinlerinin tüketeceği su miktarı kanunen sınırlıyken, Oz ailesi bahçeyi güzelleştirebilmek için fazla tüketim cezası ödemeye razı olmuşlar. Yeşilliği görerek yazmayı isteyen Oz’un eve girer girmez size göstereceği yer tipik, orta büyüklükteki, kitaplarla çevrili ofisi değil o bahçe olacaktır. Yazı masasında ise henüz yürümeye başlamış Amos’un, annesi ve babası ile çektirdiği fotoğraf duruyordu.
Bu programı yapmaya karar verdiğim an aklıma ilk olarak şahsen tanıdığım iki yazar gelmişti: Antonio Tabucchi ve Amos Oz. İkisi de sade anlatımları olan, insanları oldukları gibi kabul eden, sıcak kanlı karakterleriyle sorularıma ivediklikle karşılık verecek yazarlardı. Sözün özü bu insanlar -ki adımlarını kağıttan dışarı atmak zorundaydılar- serinin en başından beri beni güvende hissettirdiler. Her ikisi de çekimler için 3 tam gün ayırabildi. Veria ve Selanik’teki çekimleri de eklersek Oz ile beş gün geçirdik diyebilirim.
Arad şehri ile Kibutz Hulda arasındaki ilk durak Tel Arad oldu. Tel Arad Kral Süleyman döneminde engebeli tepeye kurulmuş bir akropol. İkinci durak ise sonsuzluk hissi veren vahşi güzelliği ile Judea çölü. Ve derken Yeruşalayim’e doğru devam ettik, orası babasının ona 16 dilde okuduğu kitaplarla dolu denizaltısıydı. Bir zamanlar Avrupalı mültecilere sığınak olan semtte Yeruşalayim’in gri parlak taşlarıyla inşa edilmiş iki odalı küçük bir evin giriş katı burası. Mahallede bugün Ortodoks Yahudiler yaşıyor. Bu ev Aşk ve Karanlık kitabının zeminiymiş. Annesinin intihar ettiği ve babasının her şeye rağmen hayatını devam ettirdiği yerdi. Kibutz’dan önceki son durak ise Tel Aviv oldu. Tel Aviv Yeruşalayim’e göre daha modern ve yenilikçi İsraildi. Oradaki gökdelenlerden birine gidiyor Oz çocuklarını ve torunlarını ziyaret etmek için.
Bacağındaki ağrıya rağmen hatır kırmadan gece gündüz demeden bizimle her yere geliyor, öğle molalarını istemiyor, sorduğumuz her soruyu saatlerce anlatıyordu. Amos Oz müthiş bir konuşmacı. Tüm iyi yazarlar gibi onun da zihin dünyası mükemmel bir işleyişe sahip, fikirlerini kültürel birikiminden gelen düzgün bir diksiyonla kusursuzca ifade ediyor. Sakın ola ki romanlarında politika ve tarih yok sanmayın. Aksine her romanında var. Onu dünyaca ünlü bir yazar yapan Michael ile Hannah romanı sadece kadın erkek ilişkilerini ve aşkı anlatmaz, İsrail’in tarihinden Süveyş krizine kadar pek çok olayı içerir. 1982 tarihinde basılan Mükemmel Barış romanı ise ismiyle ironik bir şekilde çelişen olayları aktarır ve yine İsrail tarihi kitapta önemli bir yer tutar. Kara Kutu’da kendinizi Yom Kipur savaşında bulurken Fima’da başkahraman ülkenin başbakanını ziyaret eder. Aşk ve Karanlık ise İsrail’in kuruluşunu anlatır. Çünkü politik olmadan kişisel bir şeyi anlatamazsınız. (Amos Oz hem annesinin hem de babasının doğduğu ülke olan günümüz Ukrayna’sını hayatları boyunca sürekli andıklarını, günlerce süren yağmurları ve Avrupa kültürünü hiç unutmadıklarını söylüyor.)
Devam ediyor: “40’lı yıllarda henüz küçük bir çocukken Yeruşalayim’de hayat son derece belirsizdi. Avrupa’da yaşananların aynısının burada da olacağı, hiçbir Yahudi’nin canlı kalmayacağı söylentisinden azade bir yaşam yoktu. Küçücüktüm, pek çok şeyi anlayamıyordum ama o söylentilerin getirdiği güvensizlik içimde asla büyüyememe, asla yetişkin biri olamama korkusu yaratmıştı. Öldürülecek miydim? Ve babamın adeta koca bir dağı andıran kitaplarına bakıyordum, kitaplar kimsenin ne düşündüğüne aldırmazlar. Ben de kitap olmak istiyordum asla bir yazar değil. Bir de herkesin iddia ettiğinin aksini düşünüyorum. Bir yazar sonsuza dek yaşamayamaz. Belki diğerlerinden birkaç yüzyıl fazla. Fakat sonsuza dek ifadesi çok ağır bir ifade. Değil benim gibi yazarlar için Shakespeare için bile ağır. Kitap yazarken aklım çoğu kez henüz doğmamış insanlara gidiyor. Acaba kitaplarımızı okuyacaklar mı? Ya da ne düşünecekler okuduktan sonra? Sevecekler mi bizleri ya da tamamıyla saçma mı bulacaklar yazdıklarımızı? Peki yazar ne demektir? Fikrimce tarihi öyküleyen bir anlatıcıdan çok da farklı değildir. Bugün de insanlarla oturup, onlara hikayeler anlatmaktan çok hoşlanıyorum. Küçükken de bunu çok yapardım, tabii o zamanlar amacım kızları etkileyebilmekti. Yazının en güzel yanı daha geniş bir kitleye ulaşabiliyor olmak.
Romana temel olarak hep “Bir varmış, bir yokmuş” kalıbıyla başlamışımdır, sonra ise “bir adam, bir kadın, bir çöl, bir ev vardı” diye devam ettiririm. Yazarken yaşam öykümüz ile itiraflarımızın arasına bir çizgi çekmek zorundayız. Ben itiraflarımı yazmıyorum, itiraflar uyduruyorum. Ama uydurmak da yaşam öykünüzün içinden gelir. Diyelim ki Rahibe Teresa ile George Bush arasında geçen bir aşk hikayesi yazacağım, o da otobiyografik olacaktır. Yazabileceklerim elbetteki kendi deneyimlerimden doğacaktır. Evcimen bir yazar olduğumu düşünüyorum. Ve hayatımızdaki en gizemli, çoğu zaman gerçeküstü, paradokslarla dolu ve hatta trajikomik olan şeyin aile olduğu kanısındayım. Benim için aile – benimki ya da bir başkasının ki farketmez- çok önemli bir kaynak. Şüphesiz ki aile dediğimiz zaman politika, sosyoloji ve tarih işin içine giriyor. Özellikle İsrail’de tarih ailelerin gündelik hayatlarında da tesirini gösterir.
Peki Oz’un annesinin çocukluk gibi hassas bir çağda intihar etmesi onun yazar olmasına etki etmiş miydi? Annesi intihar etmeseydi Oz belki de yine yazar olacaktı fakat başka bir hayatla başka bir yazar olacaktı, şimdiki Amos Oz değil.
Ve tekrar şu sözlerini hatırlatıyor:” Eğer benden kitaplarımın hangi konudan yola çıktığını tek bir kelime ile açıklamamı isterseniz size “aile” derim, eğer iki kelime ile açıklamamı isterseniz “mutsuz aile” derim ve üç kelime isterseniz “sırayla kitaplarımı okuyun.” derim.
Uluslararası üne sahip bir yazar olarak Oz, Orta Doğu’da barışın sesi olmak için çok çaba sarfeden bir yazar. Hatta sahip olduğu ünden aldığı güç ile barış fikirlerinin yayılmasını sağlamaya çalışmış. Ama gelin görün ki günlük yaşantısında ünlü olduğunu sıkça da unutan bir kişi. Arad sokaklarında dolaşırken neredeyse hiçkimse onu tanırmış gibi görünmüyor, ya da biri tanısa da tutkulu bir sevinç göstermiyordu. Amos Oz da bu durumdan memnun ”Bana ünlü bir yazarmışım gibi davranmıyorlar, bu hoşuma gidiyor.” diyordu.
Arad’ın kendine özgü restoranlarından birine yemeğe gittik. Dünyanın pek çok yerinden futbol takımının bayrakları duvarlara asılmıştı, televizyonlarda futbol müsabakaları gösteriliyordu. Hamburger ve birkaç meze sipariş ettik. Bu ücra restorana ilk kez bu kadar çok Yunan turist gelmesi Oz’dan daha çok ilgi çekmişti. Duvardaki bayrakların arasında Olympiakos ve Panathinaikos’u bulmamızın bizde yarattığı sevinç ise Oz’un da tebessümüne ve hatta eğlenmesine neden olmuştu.
Yemeğimizi yerken sohbete devam ediyorduk: ”Hiçbir zaman beynimde bir konu belirleyip başlamam yazmaya. Öncelikle karakterleri oluştururum. Onları kafamın içinde dinlerim. Bazen de ben konuşurum onlar dinler. Bu da uzun bir süreçtir ve o süreçte tek satır yazamam. Ve sonra onları görmeye başlarım. Nasıl giyinirler, gözlük takarlar mı, kısa mı yoksa uzun boylular mı tek tek seçerim. Sonra sıra birbirleriyle çatıştıkları anları yakalamaya gelir, o anları toplarım. Bu çatışmalar kitabın temel taşlarını oluşturur. “
Oz’un edebiyatı elitizmi reddeden bir edebiyattır. Tarihin başlangıcı isimli deneme kitabında sırayla edebi eserleri analiz ederken, edebiyat sevmeyen bir insana bile ilgiyle okutacak bir çalışma hazırlamış.
“Beyaz bir sayfa, kapısı ve penceresi olmayan badanalı bir duvar gibidir. Yazmaya sanki restoranda hiç tanımadığın birisiyle sohbete dalar gibi başlarsın. Çehov’un Köpekli Hanımefendi öyküsündeki Gurov’u hatırlar mısınız? Gurov hanımefendinin köpeğini çağırır ve köpek yanına gelince ona parmağını sallar. Köpek bunun üzerine hırlayınca Gurov yine parmağını sallar. Hanımefendi ise Gurov’a utangaç bir şekilde “Isırmaz” der. Ve Gurov köpeğe bir kemik vermek için izin alır. İşte flörtün böylece başlaması hikayenin başlaması demektir.”
Amos Oz Aynı Deniz isimli romanının Yunancaya çevrilmesi vesilesiyle 2001 yılında Atina’ya gelmişti. Katıldığı panelde kitabı hakkında söyleştikten sonra, söz politikadan açıldı. O günlerde iki şeyi keşfetmemizi sağlamıştı. Birincisi; salt iyi ya da kötü İsrailliler- Filistinliler yoktu. Barış yapmaktan, uzlaşmaktan, müzakere etmekten kaçınan ve savaşın sürmesini isteyenler arasındaydı kötülük. İkincisi ise İsrailli entelektüellerin barıştan yana seslerini yükseltip, hem İsrail’in hem de Filistin’in devlet olarak haklarını savunmasına nefretle tepki gösteren İsrailli milliyetçilerin varlığıydı, ki bu da Yunanistan sağının 50’li ve 60’lı yıllardaki fanatiklerini hatırlatmıştı bizlere. Oz dünyanın halini çok iyi özetlemişti. İsrail’deki küçük bir sol partinin üyesi olan Oz’a arkadaşları daha fazla siyaset yapması için baskı yapıyormuş. Oz ise bu baskıya pek uymamış. Ama öyle ilginçtir ki Oz pek çok politikacıdan daha fazla özellikle Filistin konusundaki fikirlerini dünyanın her yerinde her fırsatta insanlarla paylamıştır. Sanıyorum ki yine 2001 yılında hem Atina’da hem de Selanik’te şu sözleri işitmiştim ondan: ”İsrail ve Filistin birlikte yeni bir ev inşa etmeli ve öncelikle kapılarını kilitli tutmalı. İlk yıllarda komşular birbirlerini görmese de sorun değil. Fakat sonra yani belli bir süre geçtikten sonra geçmişin gölgesi unutulunca iyi komşuluk ilişkileri başlayacak ve hatta iyi arkadaşlık ilişkileri olacaktır. Neden olmasın?”
Yine Oz’un 2006 yılında Selanik Üniversite’sinde gerçekleştirdiği konuşmasında dediği gibi: ”İsrail – Filistin meselesi tamamiyle “haklar” meselesidir. İki taraf da kendi hakkına sahiptir. Filistinliler orada yaşıyorlar çünkü orası onların vatanıdır. Ve İsrailliler de orada yaşamak için mücadele veriyorlar; çünkü sahip oldukları tek vatan orasıdır.
21. yüzyılın en büyük problemi fanatizmdir. Fanatizm saplantılı bir şekilde kendi halinden emin olmak ve ısrarla başkalarını değiştirme halidir. Fanatik iyi bir şey yaptığından çok emindir ve sürekli sen istemediğin halde seni değiştirmeye çalışır. Seni kurtaracağını düşünür ve kurtaramayacağını anlayınca seni senin iyiliğin için öldürür. Bunu sevdiği için yaptığını söyler. Çözüm asla fanatizmde değildir, çözüm uzlaşıdadır.“
Yazı: Antaios Hrisostomidis’in 33 yazarla Yunan televiyon kanalı ERT için yaptığı çekimlerin yazılı versiyonu olan, “Çağımızın duyargaları: 33 Ünlü Yazarla Bir Odada Seyahat Ederken” isimli kitaptan alınmıştır.
Çeviri: Melike Karaosmanoğlu
Kibutz Hulda’da her gün ona özenle bakan insanların büyük övünç kaynağı olmuş yemyeşil çayırın ortasında son fotoğrafımızı çektirmiştik. Bir anıt gibi duran eskimiş traktörün önündeydik. Röportaj henüz sona ermişti, birkaç dakika sonra Oz evine dönmek için otobüse binecekti. İşte o son fotoğraf için poz verdik, elini dostça omuzuma koydu. Objektife ciddiyetle baksak da tedirgin değildik, işimiz bitmişti. Belli etmiyordum fakat heyecanlıydım. Oz benimle yayın yapmayı kabul etmiş ilk yazardı ve muhteşemdi. Kamera karşısındaki tecrübesizliğimin her boşluğunu doldurdu ve inceliği sayesinde hikayenin iyi başladığını hissediyordum.
Oz 1954’ten 1986 yılına kadar Hulda’da yaşamıştı. Oğlunun ciddileşen astımı, havası daha kuru olan Arad şehrine yerleşmek zorunda bırakmıştı onları doktor tavsiyesiyle. “Taşınmaksa hiç kolay değildi.” diye anlatıyor Oz. Çünkü Hulda Oz’u Oz yapan yerdi. Hulda’da aşık olmuş, evlenmiş, can dostlarını edinmişti. Çocukları orada doğmuştu. Ve aniden bırakmak, terk etmek zorunda kaldı, yoldaşlarıyla birlikte ekip biçtiği yeşilliklerle bezeli vahayı. 25 – 30 yıl önce diktiği ağaçları bana gururla gösteriyordu. Fakat çaresizce gitmek zorundaydı Judea çölünden bir başka çöle, en yakın ağaçtan, su kaynağından, kentten kilometrelerce uzakta olan Ben Gurion’un önderliği ile kurulmuş o şehre. Arad’a.
Şehri inşa eden Yahudilerin siyah beyaz çarpıcı fotoğraflarını gösteriyordu bana. Kadın, erkek, çocuk demeden aynı şevkle inşa etmişlerdi bu şehre dönüşen küçük toprak parçasını. Gurion, sol görüşe sadık birisi olarak çölün içinde küçük bir kibutzda yaşamaya başlayıp insanlara örnek olmuş. Üç odalı küçük bir evde, başkanlık konutunu anımsatacak hiçbir şeyi olmadan yalnızca oturma odası, karısının odası ve bir kitaplık ile. Ve hatta sık sık koridorda uyurmuş; çünkü odasını kitaplarla, Antik Yunan filozoflarının eserleriyle doldurmayı tercih ediyormuş.
Kibutz -Oz bize açıklıyor- yoldaşlık ve işbirliği sözcükleriyle eşanlamlıdır. Ve şöyle devam ediyor:
”İsrail’in son 10 yıldır yürüttüğü agresif politikalar ile unutmaya meyilli olduk; aslında bu ülke başka fikirlerle, başka ideallerle, başka umutlarla kurulmuştu. Kibutz dünya çapında ilk kez uygulanan yeni kolektif bir yapıydı ve sosyalist fikirlerin hayata geçirilmesiydi.”
Kibutza sığındığında ise henüz 15 yaşındaydı Amos Klausner. 2,5 yıl önce annesi intihar etmişti. Annenin ölüme gidişiyle baba ve henüz 12 yaşında olan oğul arasındaki ilişki dengesini yitirdi. Yüksek ihtimalle oğul annesinin intiharından babasını sorumlu tutuyordu. Ve babasıyla arasında büyük bir çatışma başladı.
Evi artık terk etme zamanının geldiğini hisseden genç Amos, Kibutz Hulda’nın varlığını duyunca, onun bir parçası olmak istemiş. Böylelikle orada traktör kullanmayı öğrenmiş ve hatta soyadını da değiştirmiş. (İbranicede cesaret, güç, azim anlamına gelen Oz kelimesini seçmiş) Ve geceleri gizlice ilk yazılarını, özellikle şiirlerini ve hatta kısa öykülerini de kibutz’da yazmaya başlamış.
Girişteki eski traktörün önünde son hatıra fotoğrafımızı çektirip oradan ayrılmadan önce Oz bizi kibutzun aynı zamanda bugün hala tören, eğlence ve etkinlik düzenlenen karşılama salonuna götürdü. Böylelikle genç Oz’un gecenin ilerleyen saatlerine kadar gizlice yazılarını yazdığı yeri görmüş olduk. O yazarken kibutzun diğer sakinleri ise Oz’a muzipçe takılırlarmış. Kibutzdan taşınmadan önce ailesiyle yaşadığı eski evini de gösterdi bizlere. Küçük ahşap kaplamalı bir giriş katı ve çardağı olan aynı büyüklükte yanyana sıralanmış el işçiliği evlerin sonuncusuydu. Oraya geleceğimizi duyup bizi bekleyen eski arkadaşlarının evine davet edildik. Oz yüksek sesle işte ailemin diğer üyeleri derken gerçekten duygulanmıştı. Biri yıllarca kibutzun veznedarıyken, diğeri öğretmeniymiş. Bu evde gördüklerim 60’lı yılların Atina’sında sosyalistlerin yaşadığı evlerde de bulabileceğimiz şeyleri aniden aklıma getirmişti: ihtişamdan uzak mobilyalar, ufak alanlara düzensizce yerleştirilmiş kitaplar, çeşitli ülkelerden alınmış süs eşyaları. Evin tam ortasında kadife emprime kumaşla kaplı büyükçe bir masa. Oturur oturmaz evine konuk olduğumuz misafirperver yaşlı çiftle politikaya dair derin bir muhabbete koyulurken, hatıralarının içinden şu sözleri işittik: “Bu devlet mücadeleci bir geçmiş ve derin bir acıyla dünyanın dört bir yanından gelmiş solcuların umuduyla kurulmuşken sağcı hükümetler İsrail’in yönünü değiştirdi.”
Politikadan Oz’un ilk gençlik yıllarına doğru söyleşmeye devam ediyorduk.
Bir iki gazetede yazıları övgüyle yayımlanmaya başlayınca, genç Oz kibutz sekreterliğine gitmiş ve yazı yazmaya devam etmek, kalemini geliştirebilmek için ağır çalışma koşullarına en azından haftada bir gün ara vermek istediğini bildirmiş. Kolay bir karar değilmiş bu; zira kibutzda yaşam çalışmak demek. Çalışmak yemek ve barınmayı sağlayan yegane unsur. Haftanın bir günü bunlardan nasıl mahrum kalınabilir? Talep üzerine konu kibutz genel sekreterliğinde oylamaya sunulmuş. Madem ki Amos’un yazıları önemli gazetelerde basılmayı hakedecek kadar iyi, haftada bir akşamüstü yazması için izin verilebilir miydi? Karar oybirliği ile kabul edilmiş. Oz’un ilk kitabı yayımlanınca traktör izni haftada 2 güne çıkmış. Derken Oz Michael ile Hannah isimli romanıyla dünya çapında ün kazanmış. Kitaptan kazandığı parayı kibutzun kasasına götürüp, veznedarın parayı saymasıyla birlikte Amos Oz trakör işine tamamen veda etmiş. Tüm hafta yazı yazmaya böylelikle başlamış. Üstelik daha fazla yazabilmesi için 2 asistan da ayarlamışlar.
Oz’un Arad’daki evi elbette ki Hulda’daki eviyle benzer değildi. Daha lüks olduğu kanaatindeydik ve ev bana yeniden 60’lar ve 70’lerde ziyaret ettiğim Yunan sol entelektüellerinin evlerini hatırlatmıştı. Küçük bahçeyi gören bir salon-mutfak. Minik merdivenlerden inince yazarın çalışma odası, yine merdivenler ile çıkılan üst katta 2 yatak odası. Oz bahçesiyle övünüyordu. Çünkü Arad şehri sakinlerinin tüketeceği su miktarı kanunen sınırlıyken, Oz ailesi bahçeyi güzelleştirebilmek için fazla tüketim cezası ödemeye razı olmuşlar. Yeşilliği görerek yazmayı isteyen Oz’un eve girer girmez size göstereceği yer tipik, orta büyüklükteki, kitaplarla çevrili ofisi değil o bahçe olacaktır. Yazı masasında ise henüz yürümeye başlamış Amos’un, annesi ve babası ile çektirdiği fotoğraf duruyordu.
Bu programı yapmaya karar verdiğim an aklıma ilk olarak şahsen tanıdığım iki yazar gelmişti: Antonio Tabucchi ve Amos Oz. İkisi de sade anlatımları olan, insanları oldukları gibi kabul eden, sıcak kanlı karakterleriyle sorularıma ivediklikle karşılık verecek yazarlardı. Sözün özü bu insanlar -ki adımlarını kağıttan dışarı atmak zorundaydılar- serinin en başından beri beni güvende hissettirdiler. Her ikisi de çekimler için 3 tam gün ayırabildi. Veria ve Selanik’teki çekimleri de eklersek Oz ile beş gün geçirdik diyebilirim.
Arad şehri ile Kibutz Hulda arasındaki ilk durak Tel Arad oldu. Tel Arad Kral Süleyman döneminde engebeli tepeye kurulmuş bir akropol. İkinci durak ise sonsuzluk hissi veren vahşi güzelliği ile Judea çölü. Ve derken Yeruşalayim’e doğru devam ettik, orası babasının ona 16 dilde okuduğu kitaplarla dolu denizaltısıydı. Bir zamanlar Avrupalı mültecilere sığınak olan semtte Yeruşalayim’in gri parlak taşlarıyla inşa edilmiş iki odalı küçük bir evin giriş katı burası. Mahallede bugün Ortodoks Yahudiler yaşıyor. Bu ev Aşk ve Karanlık kitabının zeminiymiş. Annesinin intihar ettiği ve babasının her şeye rağmen hayatını devam ettirdiği yerdi. Kibutz’dan önceki son durak ise Tel Aviv oldu. Tel Aviv Yeruşalayim’e göre daha modern ve yenilikçi İsraildi. Oradaki gökdelenlerden birine gidiyor Oz çocuklarını ve torunlarını ziyaret etmek için.
Bacağındaki ağrıya rağmen hatır kırmadan gece gündüz demeden bizimle her yere geliyor, öğle molalarını istemiyor, sorduğumuz her soruyu saatlerce anlatıyordu. Amos Oz müthiş bir konuşmacı. Tüm iyi yazarlar gibi onun da zihin dünyası mükemmel bir işleyişe sahip, fikirlerini kültürel birikiminden gelen düzgün bir diksiyonla kusursuzca ifade ediyor. Sakın ola ki romanlarında politika ve tarih yok sanmayın. Aksine her romanında var. Onu dünyaca ünlü bir yazar yapan Michael ile Hannah romanı sadece kadın erkek ilişkilerini ve aşkı anlatmaz, İsrail’in tarihinden Süveyş krizine kadar pek çok olayı içerir. 1982 tarihinde basılan Mükemmel Barış romanı ise ismiyle ironik bir şekilde çelişen olayları aktarır ve yine İsrail tarihi kitapta önemli bir yer tutar. Kara Kutu’da kendinizi Yom Kipur savaşında bulurken Fima’da başkahraman ülkenin başbakanını ziyaret eder. Aşk ve Karanlık ise İsrail’in kuruluşunu anlatır. Çünkü politik olmadan kişisel bir şeyi anlatamazsınız. (Amos Oz hem annesinin hem de babasının doğduğu ülke olan günümüz Ukrayna’sını hayatları boyunca sürekli andıklarını, günlerce süren yağmurları ve Avrupa kültürünü hiç unutmadıklarını söylüyor.)
Devam ediyor: “40’lı yıllarda henüz küçük bir çocukken Yeruşalayim’de hayat son derece belirsizdi. Avrupa’da yaşananların aynısının burada da olacağı, hiçbir Yahudi’nin canlı kalmayacağı söylentisinden azade bir yaşam yoktu. Küçücüktüm, pek çok şeyi anlayamıyordum ama o söylentilerin getirdiği güvensizlik içimde asla büyüyememe, asla yetişkin biri olamama korkusu yaratmıştı. Öldürülecek miydim? Ve babamın adeta koca bir dağı andıran kitaplarına bakıyordum, kitaplar kimsenin ne düşündüğüne aldırmazlar. Ben de kitap olmak istiyordum asla bir yazar değil. Bir de herkesin iddia ettiğinin aksini düşünüyorum. Bir yazar sonsuza dek yaşamayamaz. Belki diğerlerinden birkaç yüzyıl fazla. Fakat sonsuza dek ifadesi çok ağır bir ifade. Değil benim gibi yazarlar için Shakespeare için bile ağır. Kitap yazarken aklım çoğu kez henüz doğmamış insanlara gidiyor. Acaba kitaplarımızı okuyacaklar mı? Ya da ne düşünecekler okuduktan sonra? Sevecekler mi bizleri ya da tamamıyla saçma mı bulacaklar yazdıklarımızı? Peki yazar ne demektir? Fikrimce tarihi öyküleyen bir anlatıcıdan çok da farklı değildir. Bugün de insanlarla oturup, onlara hikayeler anlatmaktan çok hoşlanıyorum. Küçükken de bunu çok yapardım, tabii o zamanlar amacım kızları etkileyebilmekti. Yazının en güzel yanı daha geniş bir kitleye ulaşabiliyor olmak.
Romana temel olarak hep “Bir varmış, bir yokmuş” kalıbıyla başlamışımdır, sonra ise “bir adam, bir kadın, bir çöl, bir ev vardı” diye devam ettiririm. Yazarken yaşam öykümüz ile itiraflarımızın arasına bir çizgi çekmek zorundayız. Ben itiraflarımı yazmıyorum, itiraflar uyduruyorum. Ama uydurmak da yaşam öykünüzün içinden gelir. Diyelim ki Rahibe Teresa ile George Bush arasında geçen bir aşk hikayesi yazacağım, o da otobiyografik olacaktır. Yazabileceklerim elbetteki kendi deneyimlerimden doğacaktır. Evcimen bir yazar olduğumu düşünüyorum. Ve hayatımızdaki en gizemli, çoğu zaman gerçeküstü, paradokslarla dolu ve hatta trajikomik olan şeyin aile olduğu kanısındayım. Benim için aile – benimki ya da bir başkasının ki farketmez- çok önemli bir kaynak. Şüphesiz ki aile dediğimiz zaman politika, sosyoloji ve tarih işin içine giriyor. Özellikle İsrail’de tarih ailelerin gündelik hayatlarında da tesirini gösterir.
Peki Oz’un annesinin çocukluk gibi hassas bir çağda intihar etmesi onun yazar olmasına etki etmiş miydi? Annesi intihar etmeseydi Oz belki de yine yazar olacaktı fakat başka bir hayatla başka bir yazar olacaktı, şimdiki Amos Oz değil.
Ve tekrar şu sözlerini hatırlatıyor:” Eğer benden kitaplarımın hangi konudan yola çıktığını tek bir kelime ile açıklamamı isterseniz size “aile” derim, eğer iki kelime ile açıklamamı isterseniz “mutsuz aile” derim ve üç kelime isterseniz “sırayla kitaplarımı okuyun.” derim.
Uluslararası üne sahip bir yazar olarak Oz, Orta Doğu’da barışın sesi olmak için çok çaba sarfeden bir yazar. Hatta sahip olduğu ünden aldığı güç ile barış fikirlerinin yayılmasını sağlamaya çalışmış. Ama gelin görün ki günlük yaşantısında ünlü olduğunu sıkça da unutan bir kişi. Arad sokaklarında dolaşırken neredeyse hiçkimse onu tanırmış gibi görünmüyor, ya da biri tanısa da tutkulu bir sevinç göstermiyordu. Amos Oz da bu durumdan memnun ”Bana ünlü bir yazarmışım gibi davranmıyorlar, bu hoşuma gidiyor.” diyordu.
Arad’ın kendine özgü restoranlarından birine yemeğe gittik. Dünyanın pek çok yerinden futbol takımının bayrakları duvarlara asılmıştı, televizyonlarda futbol müsabakaları gösteriliyordu. Hamburger ve birkaç meze sipariş ettik. Bu ücra restorana ilk kez bu kadar çok Yunan turist gelmesi Oz’dan daha çok ilgi çekmişti. Duvardaki bayrakların arasında Olympiakos ve Panathinaikos’u bulmamızın bizde yarattığı sevinç ise Oz’un da tebessümüne ve hatta eğlenmesine neden olmuştu.
Yemeğimizi yerken sohbete devam ediyorduk: ”Hiçbir zaman beynimde bir konu belirleyip başlamam yazmaya. Öncelikle karakterleri oluştururum. Onları kafamın içinde dinlerim. Bazen de ben konuşurum onlar dinler. Bu da uzun bir süreçtir ve o süreçte tek satır yazamam. Ve sonra onları görmeye başlarım. Nasıl giyinirler, gözlük takarlar mı, kısa mı yoksa uzun boylular mı tek tek seçerim. Sonra sıra birbirleriyle çatıştıkları anları yakalamaya gelir, o anları toplarım. Bu çatışmalar kitabın temel taşlarını oluşturur. “
Oz’un edebiyatı elitizmi reddeden bir edebiyattır. Tarihin başlangıcı isimli deneme kitabında sırayla edebi eserleri analiz ederken, edebiyat sevmeyen bir insana bile ilgiyle okutacak bir çalışma hazırlamış.
“Beyaz bir sayfa, kapısı ve penceresi olmayan badanalı bir duvar gibidir. Yazmaya sanki restoranda hiç tanımadığın birisiyle sohbete dalar gibi başlarsın. Çehov’un Köpekli Hanımefendi öyküsündeki Gurov’u hatırlar mısınız? Gurov hanımefendinin köpeğini çağırır ve köpek yanına gelince ona parmağını sallar. Köpek bunun üzerine hırlayınca Gurov yine parmağını sallar. Hanımefendi ise Gurov’a utangaç bir şekilde “Isırmaz” der. Ve Gurov köpeğe bir kemik vermek için izin alır. İşte flörtün böylece başlaması hikayenin başlaması demektir.”
Amos Oz Aynı Deniz isimli romanının Yunancaya çevrilmesi vesilesiyle 2001 yılında Atina’ya gelmişti. Katıldığı panelde kitabı hakkında söyleştikten sonra, söz politikadan açıldı. O günlerde iki şeyi keşfetmemizi sağlamıştı. Birincisi; salt iyi ya da kötü İsrailliler- Filistinliler yoktu. Barış yapmaktan, uzlaşmaktan, müzakere etmekten kaçınan ve savaşın sürmesini isteyenler arasındaydı kötülük. İkincisi ise İsrailli entelektüellerin barıştan yana seslerini yükseltip, hem İsrail’in hem de Filistin’in devlet olarak haklarını savunmasına nefretle tepki gösteren İsrailli milliyetçilerin varlığıydı, ki bu da Yunanistan sağının 50’li ve 60’lı yıllardaki fanatiklerini hatırlatmıştı bizlere. Oz dünyanın halini çok iyi özetlemişti. İsrail’deki küçük bir sol partinin üyesi olan Oz’a arkadaşları daha fazla siyaset yapması için baskı yapıyormuş. Oz ise bu baskıya pek uymamış. Ama öyle ilginçtir ki Oz pek çok politikacıdan daha fazla özellikle Filistin konusundaki fikirlerini dünyanın her yerinde her fırsatta insanlarla paylamıştır. Sanıyorum ki yine 2001 yılında hem Atina’da hem de Selanik’te şu sözleri işitmiştim ondan: ”İsrail ve Filistin birlikte yeni bir ev inşa etmeli ve öncelikle kapılarını kilitli tutmalı. İlk yıllarda komşular birbirlerini görmese de sorun değil. Fakat sonra yani belli bir süre geçtikten sonra geçmişin gölgesi unutulunca iyi komşuluk ilişkileri başlayacak ve hatta iyi arkadaşlık ilişkileri olacaktır. Neden olmasın?”
Yine Oz’un 2006 yılında Selanik Üniversite’sinde gerçekleştirdiği konuşmasında dediği gibi: ”İsrail – Filistin meselesi tamamiyle “haklar” meselesidir. İki taraf da kendi hakkına sahiptir. Filistinliler orada yaşıyorlar çünkü orası onların vatanıdır. Ve İsrailliler de orada yaşamak için mücadele veriyorlar; çünkü sahip oldukları tek vatan orasıdır.
21. yüzyılın en büyük problemi fanatizmdir. Fanatizm saplantılı bir şekilde kendi halinden emin olmak ve ısrarla başkalarını değiştirme halidir. Fanatik iyi bir şey yaptığından çok emindir ve sürekli sen istemediğin halde seni değiştirmeye çalışır. Seni kurtaracağını düşünür ve kurtaramayacağını anlayınca seni senin iyiliğin için öldürür. Bunu sevdiği için yaptığını söyler. Çözüm asla fanatizmde değildir, çözüm uzlaşıdadır.“
Paylaş: