Bu hafta kaybettiğimiz Rafael/Raffi/Rıfat Demircan, Gençler Birliği’nin yıldızıydı. Lefter gibi ona da teşekkür etmeyi bilmedik.
Kaynak: artıgerçek, Ragıp Zarakolu
Arkadaş arkadaştır. Onun dini ya da milliyeti beni ilgilendirmez. Elbette bilirim bunları. Ama kimileri gibi, benim, mesela “Kürt” arkadaşım var diye, hafif övünür pozlara girmem ne kadar “hoşgörülü”, “liberal” olduğumu göstermek için. Ya da ne kadar “komünist” ne kadar “sosyalist” olduğumu kanıtlamak için.
Mesela Nişantaşı’nda en iyi arkadaşım bir “Yahudiydi”. Kitapçım “Selanikli”ydi. Selanik aksanı ile konuşurdu Türkçeyi. Ustam Yani ise “Rum”du. Bana “nişanlım” diye iltifat eden ve beni bunla mutlu eden, 6-7 Eylül pogromunda, evimizin olduğu Rumeli Caddesi’nde ateşe verilen, Rio Pastanesindeki matmazel “Rum” du.
Öğretmenim Erzurumlu Kadriye’nin abisi, Şube Müdürü (o zamanlar kaymakam ve valiler aynı zamanda belediye başkanı idi. Şube müdürleri onlar adına belediye başkanlarına bakarlardı.) Ahmet beyin eşi Rum’du. Çocukları Türkçeyi Rum aksanı ile konuşurdu.
İstanbul pogromu sonrası Müslüman/Türk toplumunu kanser gibi saran ırkçılık dalgasına, “Rum tohumu” hakaretlerine dayanamayan Ahmet Beyin çocukları Belçika’ya kapağı atacaklardı. 60’ların başında Avrupa’ya başlayan “misafir işçi” göçü ile.
İnsanlara Anadolu’da nefes aldırmamayı, onlara İstanbul’u bile dar etmeyi başardık.
1958 yılında Üniversiteliler “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” diye, yine Kıbrıs için sokağa döküldüğünde, İstanbul’da OHAL ilan edilecek, evimizin arkasında, kapısı Şair Nigar Sokak’ta olan küçük futbol sahasına askerler yerleşecekti. 10 yaşındaydım daha.
2 yıl önce annemin dayısı Şehri Beyin, gelini Jülide hanım, ablamı, kızkardeşim Deniz’i arabayla, tam gününü bulmuşlar, Beyoğlu’na alışverişe götürüyormuş arabasıyla.
Rıfat ile Fırat’ın Avusturya’da buluşması. Hrant vurulmadan önce, Raffi’yi sonsuz acıya terk etmeden…
Şehri Bey Samsun’un sayılan tacirlerinden, Tokat’ın Paris’i denilen Erbaa’dan gelmiş oraya. Oğlunu Amerikalara tahsile yollamış 2. Savaş sırasında. Sonra kızını yine Trabzon tacirlerinden bir ailenin, Arnavutköy Koleji mezunu kızı Jülide hanım ile evlendirmiş. En büyük korkusu ya oğlu Amerika’da bir Amerikalı kıza takılırsa imiş.
Jülide hanım deseniz, Türk-Amerikan Kadın Derneğinde. Belki de başkan.
Bizimkiler arabayı yumruklayan güruha, pencere açıp, “Biz Türküz, Türküz” diye bağırıyormuş. “Türk iseniz niye bayrağınız yok!” Sonunda öfkeli kalabalık ikna olmuş.
Bayrak yerine arabanın arkasına bir kumaş rulosu bağlamışlar. Jülide hanım dehşet ile gazlarken, kumaş rulosu bir halı gibi açılıyormuş arabanın arkasında. Çok sürrealist bir görüntü.
Şehri beyin soyadı “Ayasun”. İstanbul’u kasıp kavuran pogromcular, bu soyadını yeteri kadar “Türk” bulmadıkları için, onun Talimhane’deki, otomobil yedek parçası ithal eden dükkanını ateşe vereceklerdi.
Az İstanbullu yok Avustralya’da… Raffi’nin cenazesindeydi birçoğu.
Şehri bey, oğlu Amerikalı kız bulur kalır diye korkuyordu ama torunları Tarık ve Hülya Amerika’ya yerleşecek, oğlu Nurettin ve gelini Jülide de 70’li yılların sonunda çocuklarının ardından oraya gidecekti. Geçen yıl Mayıs ayında New Jersey’de ölmüş Jülide abla.
“Türklüğün” yeniden doğuş merkezi Ankara’da Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, bu eski Roma kentinde en az 2 bin yıllık kökü olduğunu kaç gencimiz biliyor. Ankara Ermenilerinin Katolik olduğunu, Kütahya Ermenileri gibi anadillerinin Türkçe olduğunu kaç kişi biliyor. Üstelik Aleviler gibi, inançtı kimlik olarak seçtikleri. Kimliklerini sorduklarında sadece “Katolihiz” derlerdi.
Bu hafta kaybettiğimiz Rafael/Raffi/Rıfat Demircan, Gençler Birliği’nin yıldızıydı. Lefter gibi ona da teşekkür etmeyi bilmedik. 1954 yılında Yunanistan-Türkiye milli maçında zafer kazandıran golü attığında, Atina stadı “yuh”, “hain” sesleri ile inliyordu. Lefter’in evi 1955 pogromunda yakılıp yıkılmaktan zor kurtuldu.
Teşkilatı Mahsusa elemanı olarak 1914 yılında Ege’yi “Rumdan” arındıran Celal bey, olayı hemen sosyalistlerin üstüne yıkmaya çabaladı. Talat Paşa uyanıklığı ile, “Komünizm tehditi arttı, yardımı arttırın” dedi Amerikalılara. Aziz Nesin ve bir çok sosyalisti, Harbiye askeri zindanına soktu. Mağdur olan Rum toplumunun gazetecilerini de. Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Orhan Birgit’i de göstermelik olarak tutuklayıp, Harbiye Kışlası’nın bahçesinde top oynamasına izin verdiler.
Eski Ankara’nın izlerini Ergün Küzenk’in kitaplarından okumayı seviyorum, beni çocukluğumun Ankarası’na götürüyor. Raffi ile Facebook’dan arkadaş olmaları şaşırtıcı değil.
Askere gittiğinde, o zaman Cumhurbaşkanı sekreteri olan Cihat Paşa (Alpan) ona destek çıktığı halde sıkıntılar yaşadı. Cihat Paşa da gençliğinde Ordu (viayet değil!) futbol takımında oynamıştı. Hem de benim Rafael’in doğduğu yıl 1948’de. 1964, 1974, 1980… Taciz hiç bitmedi. Sonunda çocuklarının geleceği için Avustralya’ya göç etti. Biz göç ettirdik onu!
Ama gönlü hep burada yaşadı. Baskın Oran’dan Bodrumlu Ahmet’e, birçok insanımızın can dostu. Rafael kanseri yendi. 2014 yılında Avustralya’ya gittiğimde en mutlu buluşmalarımdan birini onunla yaşadım. Nuro ile, Muzaffer (Okçuoğlu) ile, 94 yılında bombalanan gazetemizin İzmir bürosundan genç arkadaşımızla buluşmam gibi. TC, kimleri oradan oraya, Amerikalar’a Avustralyalar’a savurmadı ki!
Raffi, yine takımının maçını izlerken, tekerlikli iskemlede, bir yaşlılar evinde, uyuyakaldı ve düşen sigarası üstündeki plastiği ateşe verdi.
Rafael/Rıfat/Raffi, can dostumuz bir anlamda, farkında olmasa da kendini ateşe verdi, böyle veda etti hayata.
Ne istediniz Ankaralı futbolcu Rıfat’tan?
Bu hafta kaybettiğimiz Rafael/Raffi/Rıfat Demircan, Gençler Birliği’nin yıldızıydı. Lefter gibi ona da teşekkür etmeyi bilmedik.
Kaynak: artıgerçek, Ragıp Zarakolu
Arkadaş arkadaştır. Onun dini ya da milliyeti beni ilgilendirmez. Elbette bilirim bunları. Ama kimileri gibi, benim, mesela “Kürt” arkadaşım var diye, hafif övünür pozlara girmem ne kadar “hoşgörülü”, “liberal” olduğumu göstermek için. Ya da ne kadar “komünist” ne kadar “sosyalist” olduğumu kanıtlamak için.
Mesela Nişantaşı’nda en iyi arkadaşım bir “Yahudiydi”. Kitapçım “Selanikli”ydi. Selanik aksanı ile konuşurdu Türkçeyi. Ustam Yani ise “Rum”du. Bana “nişanlım” diye iltifat eden ve beni bunla mutlu eden, 6-7 Eylül pogromunda, evimizin olduğu Rumeli Caddesi’nde ateşe verilen, Rio Pastanesindeki matmazel “Rum” du.
Öğretmenim Erzurumlu Kadriye’nin abisi, Şube Müdürü (o zamanlar kaymakam ve valiler aynı zamanda belediye başkanı idi. Şube müdürleri onlar adına belediye başkanlarına bakarlardı.) Ahmet beyin eşi Rum’du. Çocukları Türkçeyi Rum aksanı ile konuşurdu.
İstanbul pogromu sonrası Müslüman/Türk toplumunu kanser gibi saran ırkçılık dalgasına, “Rum tohumu” hakaretlerine dayanamayan Ahmet Beyin çocukları Belçika’ya kapağı atacaklardı. 60’ların başında Avrupa’ya başlayan “misafir işçi” göçü ile.
İnsanlara Anadolu’da nefes aldırmamayı, onlara İstanbul’u bile dar etmeyi başardık.
1958 yılında Üniversiteliler “Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır” diye, yine Kıbrıs için sokağa döküldüğünde, İstanbul’da OHAL ilan edilecek, evimizin arkasında, kapısı Şair Nigar Sokak’ta olan küçük futbol sahasına askerler yerleşecekti. 10 yaşındaydım daha.
2 yıl önce annemin dayısı Şehri Beyin, gelini Jülide hanım, ablamı, kızkardeşim Deniz’i arabayla, tam gününü bulmuşlar, Beyoğlu’na alışverişe götürüyormuş arabasıyla.
Rıfat ile Fırat’ın Avusturya’da buluşması. Hrant vurulmadan önce, Raffi’yi sonsuz acıya terk etmeden…
Şehri Bey Samsun’un sayılan tacirlerinden, Tokat’ın Paris’i denilen Erbaa’dan gelmiş oraya. Oğlunu Amerikalara tahsile yollamış 2. Savaş sırasında. Sonra kızını yine Trabzon tacirlerinden bir ailenin, Arnavutköy Koleji mezunu kızı Jülide hanım ile evlendirmiş. En büyük korkusu ya oğlu Amerika’da bir Amerikalı kıza takılırsa imiş.
Jülide hanım deseniz, Türk-Amerikan Kadın Derneğinde. Belki de başkan.
Bizimkiler arabayı yumruklayan güruha, pencere açıp, “Biz Türküz, Türküz” diye bağırıyormuş. “Türk iseniz niye bayrağınız yok!” Sonunda öfkeli kalabalık ikna olmuş.
Bayrak yerine arabanın arkasına bir kumaş rulosu bağlamışlar. Jülide hanım dehşet ile gazlarken, kumaş rulosu bir halı gibi açılıyormuş arabanın arkasında. Çok sürrealist bir görüntü.
Şehri beyin soyadı “Ayasun”. İstanbul’u kasıp kavuran pogromcular, bu soyadını yeteri kadar “Türk” bulmadıkları için, onun Talimhane’deki, otomobil yedek parçası ithal eden dükkanını ateşe vereceklerdi.
Az İstanbullu yok Avustralya’da… Raffi’nin cenazesindeydi birçoğu.
Şehri bey, oğlu Amerikalı kız bulur kalır diye korkuyordu ama torunları Tarık ve Hülya Amerika’ya yerleşecek, oğlu Nurettin ve gelini Jülide de 70’li yılların sonunda çocuklarının ardından oraya gidecekti. Geçen yıl Mayıs ayında New Jersey’de ölmüş Jülide abla.
“Türklüğün” yeniden doğuş merkezi Ankara’da Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, bu eski Roma kentinde en az 2 bin yıllık kökü olduğunu kaç gencimiz biliyor. Ankara Ermenilerinin Katolik olduğunu, Kütahya Ermenileri gibi anadillerinin Türkçe olduğunu kaç kişi biliyor. Üstelik Aleviler gibi, inançtı kimlik olarak seçtikleri. Kimliklerini sorduklarında sadece “Katolihiz” derlerdi.
Bu hafta kaybettiğimiz Rafael/Raffi/Rıfat Demircan, Gençler Birliği’nin yıldızıydı. Lefter gibi ona da teşekkür etmeyi bilmedik. 1954 yılında Yunanistan-Türkiye milli maçında zafer kazandıran golü attığında, Atina stadı “yuh”, “hain” sesleri ile inliyordu. Lefter’in evi 1955 pogromunda yakılıp yıkılmaktan zor kurtuldu.
Teşkilatı Mahsusa elemanı olarak 1914 yılında Ege’yi “Rumdan” arındıran Celal bey, olayı hemen sosyalistlerin üstüne yıkmaya çabaladı. Talat Paşa uyanıklığı ile, “Komünizm tehditi arttı, yardımı arttırın” dedi Amerikalılara. Aziz Nesin ve bir çok sosyalisti, Harbiye askeri zindanına soktu. Mağdur olan Rum toplumunun gazetecilerini de. Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Orhan Birgit’i de göstermelik olarak tutuklayıp, Harbiye Kışlası’nın bahçesinde top oynamasına izin verdiler.
Eski Ankara’nın izlerini Ergün Küzenk’in kitaplarından okumayı seviyorum, beni çocukluğumun Ankarası’na götürüyor. Raffi ile Facebook’dan arkadaş olmaları şaşırtıcı değil.
Askere gittiğinde, o zaman Cumhurbaşkanı sekreteri olan Cihat Paşa (Alpan) ona destek çıktığı halde sıkıntılar yaşadı. Cihat Paşa da gençliğinde Ordu (viayet değil!) futbol takımında oynamıştı. Hem de benim Rafael’in doğduğu yıl 1948’de. 1964, 1974, 1980… Taciz hiç bitmedi. Sonunda çocuklarının geleceği için Avustralya’ya göç etti. Biz göç ettirdik onu!
Ama gönlü hep burada yaşadı. Baskın Oran’dan Bodrumlu Ahmet’e, birçok insanımızın can dostu. Rafael kanseri yendi. 2014 yılında Avustralya’ya gittiğimde en mutlu buluşmalarımdan birini onunla yaşadım. Nuro ile, Muzaffer (Okçuoğlu) ile, 94 yılında bombalanan gazetemizin İzmir bürosundan genç arkadaşımızla buluşmam gibi. TC, kimleri oradan oraya, Amerikalar’a Avustralyalar’a savurmadı ki!
Raffi, yine takımının maçını izlerken, tekerlikli iskemlede, bir yaşlılar evinde, uyuyakaldı ve düşen sigarası üstündeki plastiği ateşe verdi.
Rafael/Rıfat/Raffi, can dostumuz bir anlamda, farkında olmasa da kendini ateşe verdi, böyle veda etti hayata.
Ne istediniz Ankaralı futbolcu Rıfat’tan?
Paylaş: