Arşiv Göze Çarpanlar

Dünya Ailesi Paristanbul’da

Kaynak: Gazete Duvar, Sait Fehmi Ağduk

Nissim de Camondo müzesi benim için herhangi bir yer değil artık. Hiç tanımadığım bir babanın oğlundan sonsuza kadar ayrılması ile kendi oğlumla yeni bir döneme girmenin birbirine karıştığı yoğun hislerin yaşandığı; bir şekilde çok yakın hissettiğim, tekrar tekrar gidip görmek istediğim mekanlardan birisi.

Gelmiş geçmiş en büyük tefeci ailesi, peeehhh…
Padişaha bile borç vermişler. 

Aynen böyle dedi. Fütursuzca. Peeehhh diye eklemese olmazdı!

Kamondolar’a ya da İtalya’dan alıp Fransa’da kullandıkları asalet unvanlı soyadlarıyla “de Camondo” (1) ailesinin evine misafir olacağız bu hafta. İstanbul Paris arasında mekik dokuyacağız; ayaklarına rahat bir ayakkabı giy, üzerine de bol giysiler.

Haklarında yazılan kitapların tamamının baskısı tükendiği için sahafları geziyorum. Burada aileyi tanımayan yok, kendini bilmeyense çok. Sahafın birinin ağzından “tefeci” sözü nasıl da rahatça dökülüyor. Bir insanı, bir aileyi, bir milleti, bir dini yermek ne kadar da kolay; hakkında atıp tutmak… Yüzyılların nefreti tek bir sözde ifade buluyor: “Tefeci!”. Neyin nefretiyse bu? İkinci el jest ve mimikler de cabası…

Tefeci, el altından yüksek faizle ödünç para veren kimse, faizci, murabahacı demek; murabahacı da bir malı çok fazla kârla satan kimse demek (2). Adın çıkacağına canın çıksın derler ya, Kamondoların sadece adları değil canları da çıkıyor ne yazık ki.

Osmanlı vatandaşı bir banker aile Kamondolar. On dokuzuncu yüzyılda imparatorluğu birçok konuda finanse ediyor, İstanbul’a modern belediyeciliğin gelmesinde önemli rol oynuyorlar. Bizi bunların hiçbirisi ilgilendirmiyor aslında. Yazımızın konusu bu değil çünkü. Ancak söz konusu faslı kapatmadan, asıl konuya gelemeyeceğimiz aşikâr. Hangi fasıl mı, zenginlik ve Yahudilik faslı. Konuşalım, zehri akıtalım ki yolumuza devam edebilelim.

Aklı başında her insanın tahmin edebileceği gibi: “Bütün Yahudiler zengin değildir!”. Sen hiç “Yahudhane” diye bir şey duydun mu?

Türk toplumunda Yahudi cemaati ile ilgili birtakım önyargıların olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün. Bunlardan biri de tüm cemaat üyelerinin zengin olduğu yönündedir. Hatta cemaat mensuplarının yaşam alanlarını teşkil eden Caddebostan, Göztepe, Teşvikiye, Ulus gibi semtler de bu iddiaya delil olarak gösterilir. Esasen tarih bilmezliğimizin izlerine burada da rastlamak mümkündür. Zira İsrail devleti kurulana ve orta ya da alt sınıfa mensup pek çok Türkiye Yahudi’si oraya göç edene kadar Balat, Hasköy, Galata gibi semtlerde durumu hiç de parlak olmayan pek çok Yahudi yaşamakta idi. Alt gelir seviyesine mensup bu insanların ikamet etmesi için bazen cemaat mensuplarınca, bazen de Müslüman girişimciler ya da vakıf sahipleri tarafından ‘Yahudhane’ denilen yapılar inşa ettirildiği bilinir. (3)

İlk defa babamdan duyduğum İzmir’deki yahudhanelerde, babamın okuldan birkaç arkadaşı da yaşıyordu. Bu nedenle zengin Yahudi illüzyonu, nefreti ve kıskançlığı bizden uzak oldu hep. Bütün evlerden de uzak olsun, dünya tarihine gömülsün.

Bu yapılar genellikle 8-10 metrekarelik pek çok küçük odadan oluşan, bir bodrumu ve çatısı olan, toplu yerleşkelerdi. Söz konusu yerleşkelerde mahremiyet namına hemen hiçbir şey yoktu. Tuvalet, banyo, lavabo gibi temel ihtiyaçlara dair mekânlar ise ortak kullanım alanı durumundaydı. (4)

Lafı açılmışken, hadi gel banyosundan dalalım konuya, su ile aksın gitsin ruhumuzun bütün kirleri, Nissim de Camondo Müzesi’ni (Le Musée Nissim de Camondo) başlayalım gezmeye. (5) Müze evleri ne çok sevdiğimi biliyorsun. Müze evlerde görmeyi en çok sevdiğim yerler de banyo ve mutfaklar. Buraları, evlerin en mahrem ve günlük yaşama ilişkin en çok ipucu veren yerleri olmalarına karşın, çoğu zaman ziyarete açık olmuyor; nedense restorasyon dışı tutulup orijinal halleri korunmuyor, sık sık depo olarak kullanılıyorlar.

Le Musée Nissim de Camondo banyosu

Neresi mi “Le Musée Nissim de Camondo”?

Hımmm, o zaman hikâyenin en başına gitmemiz gerekiyor; evrenin toz ve bulut, hayatımızın toz duman olduğu o döneme. Bir baba-oğul hikayesi dinlemeye hazır mısın?

– Endişe etmemiz gereken bir durum yok değil mi doktor bey?

– Hayır var!

Hangi doktor böyle bir cümle kurabilir ki! “Gelin çocuklar şöyle oturun.” dese; eşimi ve beni bir kenara çekip, alıştıra alıştıra söylese.

– Çocuğunuzun hem fiziksel hem de zihinsel engelli olma olasılığı çok çok yüksek.

Çocuklar daha doğmadan ebeveynlerini sınamaya başlarlar, her halleriyle oldukları gibi kabul edilmek isterler. Uzuuun lafın kısası, bir gün anlatırım, çocuğumuzu olduğu gibi kabul etmeye karar verdik. Hayati riski yüksek bir sürü tıbbi tahlili pas geçtik ve bekledik. İlk oğlumuz, “Umut” adını kendi kendine seçmiş oldu böylece. Bize kalsa, hayat en başında fikrimizi sorsa; oğlumuza “Emin” ‘ya da ’Garanti” gibi bir ad koyardık herhâlde.

Umut sağlıklı bir şekilde doğdu, büyüdü. Üniversite çağı geldi çattı. El bebek gül bebek, evden uçtu uçacak. Hayat getirdi bizi Paris kapılarına bıraktı. Eeee… Paris bu, gelmişken biraz da gezmek istiyor, yerimde duramıyorum. Tempoma ayak uydurmak zor. Hadi dedim bugün ayrı ayrı vakit geçirelim. Neredeyse mutluluktan uçacaklar benimle gezmeyecekleri için.

Nereye gitsem ki bugün? Önceden de planlamamışım, baktım internete: “Le Musée Nissim de Camondo” çarptı gözüme. Burayı bir yerden anımsıyorum da nereden? Monceau Parkı’nın dibinde. Öncesi ve sonrasında biraz yürümeyi göze alırsan, Paris şehir merkezinde neredeyse her yere metro ile ulaşmak mümkün. Öyle yaptım, yürüdüm. Ağustos Avrupa’da tatil ayıdır, yerlileri şehirlerini adeta sürüler halinde terk ederler. Dükkânların camekanlarına, Eylül başında işbaşı yapacaklarına dair kağıtlar yapıştırılmış. İstiklal Caddesi’nde gördüğümüz ecnebi apartmanların beş bin kat güzelleri ve büyüklerinin arasından ilerliyorum, in cin top oynuyor.

Tamam şimdi buldum, Karaköy’deki meşhur Kamondo Merdivenleri’ni onlar yaptırmamış mıydı?

Karaköy’deki meşhur Kamondo Merdivenleri

Camondolar, Osmanlı Yahudi cemaatinin en kalabalık kısmını oluşturan Sefaradlar’dan, yani İspanyol Yahudileri’nden. Abraham Salomon Camondo, İstanbul maliyecilerinin sarraflıktan modern bankacılığa geçmelerine önayak olmuş, Yahudi cemaatiyle Bâbıâli arasındaki ilişkilerde de önemli bir rol oynamış, Galata’nın 19. yüzyıl boyunca modern bir finans merkezine dönüşmesine öncülük etmiştir…Osmanlı devleti, Avrupa’nın finans kurumlarıyla iş yapmayı tercih edince Abraham ve Nissim biraderler de Paris’e taşınmışlar.(6)

İstanbul ve Osmanlı’ya pek çok olumlu katkıları oluyor. Eğitimde görece laik ve aydınlanmacı bir yaklaşım benimsedikleri için cemaatlerinin muhafazakâr kanadı tarafından hoş karşılanmıyorlar. Yukarıda adı geçen Nissim, “Le Musée Nissim de Camondo” müzesine adını veren Nissim’in dedesi. Abraham ve Nissim biraderlerin her ikisinin de birer oğlu oluyor. Kuzenler Isaak ve Moïse de babaları gibi hep bir aradalar, o dönemin yüksek burjuva ve asil ailelerinin evlerinin bulunduğu Monceau Parkı’nın kıyısında yan yana iki malikanede yaşıyorlar.

Paris’teki malikânelerinde gösterişli balolar düzenleyerek buradaki görkemli hayata süratle uyum sağlamışlar. Avrupa finans dünyasıyla ilişkilerini sağlamlaştırırken İstanbul’u ihmal etmeyip, Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerinden Hıristaki Zoğrafos ve Zafiropulo ile Dersaadet Tramvay Şirketi’ni kurmuşlar. 1889’da birkaç ay arayla ölen Abraham ve Nissim’in başlattığı sanat eserleri koleksiyonculuğunu oğulları Isaac ve Moïse de Camondo sürdürmüş. Isaac, Paris’in en önemli ve en etkin koleksiyoncusu olmuş. Degas, Monet ve Manet gibi empresyonist ressamların başyapıtlarından oluşan koleksiyonunu Louvre’a bağışlamış (7).

Moïse’e gelince, tam bir on sekizinci yüzyıl hayranı. Porselenler hariç tüm aile koleksiyonunu satıp, onların yerine on sekizinci yüzyıl tablo, mobilya, halı ve dekoratif eşyalarından oluşan yepyeni bir koleksiyon oluşturuyor. Bu eserlerle iç içe yaşamak için halihazırdaki evlerini yıktırıp yerine mimar René Sergent’a, Versailles Sarayı’ndaki Küçük Trianon’dan esinlenen yeni bir malikane inşa ettiriyor.

Görünüm on sekizinci yüzyılı yansıtsa da; yirminci yüzyıl başındaki bütün teknolojik gelişmelerin kullanıldığı evde; filtrelenmiş ve darbeli hava ısıtma düzeni, basınçlı hava asansörü, vakumlu temizleme sistemi, su arıtma cihazı, ışıklı kornişler ve hijyenik banyolar bulunuyor. Gözümüze sıradan görünen fayans döşeli, klozetli, lavabolu banyolar o gün için lüks. Mutfağı, devasa fırın ve porselen yemek takımı odasını gördükten sonra, evde pişen yemeklerle tatlıları gözümde canlandırmaya çalışıyorum da… Verilen davetlere Paris sosyetesinin koşa koşa geldiği söyleniyor.

Le Musée Nissim de Camondo mutfağı

Daha önce herhangi bir malikane ya da saray gezdin mi? Çoğu zaman odadan odaya atlar, şatafatlı mobilyalara, halılara, perdelere göz gezdirir; burasının birilerinin yuvası olduğunu anlamadan geziyi bitiririz. Paris’te geçirecek bir günün olsa “Le Musée Nissim de Camondo’ya mı, Versailles’a mı gideyim?” diye bana sorsan, yanıtım hemen Le Musée Nissim de Camondo olur. Çünkü burası gerçek bir ev, tüm şaşaasına rağmen yaşanmışlığı derinden hissedebiliyorsun. Kaldı ki on sekizinci yüzyıl mimarisi ya da mobilyalarına zerre kadar ilgim olmadığı halde yine de tavsiye ediyorum.

Evin gidinceye kadar bilmediğim, ancak ilk gördüğüm andan itibaren buram buram hissettiğim hikayesini, ikinci kattaki videoyu izleyince öğreniyorum. Yaşlar gözümden yavaş ve istemsiz süzülüyor.

Aile büyükleri karar veriyor. Irène Cahen d’Anvers, kendinden daha yaşlı Moïse ile evlendiriliyor. Sermaye birleşimi kalplerin kavuşmasından elbette daha önemli. Beklenti karşılanıyor ilk çocuk bir oğlan, veliahdın adı Nissim. Sonrasında aileye Béatrice katılıyor. Moïse’in çapkınlıkları göz ardı edilse de Irène’in aşkı büyük mesele oluyor. Boşanma. Moïse iyi bir baba, hayatını çocuklarına ve koleksiyonunu genişletmeye adayıp, elini ayağını işten güçten çekiyor.

İstanbul’da doğan Moïse’in oğlu Nissim, ata toprağı Türkiye’yi bir kez görüyor, eğitimi ve hayata bakışıyla tam bir Fransız. Birinci Dünya Savaşı’nda ülkesini savunmak için orduya pilot olarak katılıyor.

5 Eylül 1917 tarihinde Moïse acı haberi alıyor:

Mösyö, bu sabah oğlunuz…İki saat sonra dönmediler…Çok kahramandı… Falan, filan…

Çocuklarımız.
Onlardan kocaman beklentilerimiz.
Mükemmeliyetçiliklerimiz.
Garanticiliklerimiz…

Umut üniversiteye başladı. Ayrılık ne zormuş. On yedi yıl nasıl akıp geçti. Beşiğinde ancak iki elinden destek alarak ayağa kalkabildiği, olduğu yerde çırpınarak yaylanmaya çalıştığı, kahkahalar attığı günler sanki dün gibi.

Nissim de Camondo müzesi benim için herhangi bir yer değil artık. Hiç tanımadığım bir babanın oğlundan sonsuza kadar ayrılması ile kendi oğlumla yeni bir döneme girmenin birbirine karıştığı yoğun hislerin yaşandığı; bir şekilde çok yakın hissettiğim, tekrar tekrar gidip görmek istediğim mekanlardan birisi.

Camondoların Sonuncusu” (8) adlı romanın yazarı Pierre Assouline’in ifade ettiği gibi:

Bir gün, adımlarım beni Paris’in sekizinci bölgesine, Manceau Sokağı’ndaki 63 numaraya kadar götürdü. Oradan bir daha geri dönemedim. O günden beri, o konak benim içimde yaşıyor.

Moïse de Camondo’nun, kızı evlendikten sonra da ölünceye kadar hayatını geçirdiği bu malikane yalnızlık kokuyor. Edebiyat yapmıyorum, ev bildiğin kokuyor ve bu yalnızlığın kokusu. Sonuç olarak Moïse, aile evlerini içindeki tüm eşyalarla birlikte, oğlunun anısını yaşatacak bir müzeye dönüştürülmek üzere Dekoratif Sanatlar Derneği’ne bağışlıyor. Nissim de Camondo Müzesi 1936 yılında halka açılıyor.

Türkiye’ye döndük. İçimde bir tamamlanmamışlık hissi. Yazı bitmiyor bir türlü. Fransız vatandaşı olduğu için kendisine bir şey olmayacağını zannedip İkinci Dünya Savaşı’nda yuvasını terk etmeyi reddeden Béatrice ile iki çocuğunun Auschwitz toplama kampında hayatlarını yitirdiklerini bilmek içimi ayrıca burkuyor.

Bana ne oluyor ki? Bu insanlar benim hiçbir şeyim değil sonuçta!

Yine de kendimi tutamıyor hayatlarını okumaya devam ediyorum. Öğreniyorum ki, hayatının sadece son birkaç yılını Paris’te geçiren büyük dede Salomon İstanbul’a gömülmeyi vasiyet etmiş. Eminönü’nden 47 numaralı otobüse atlayıp, Haliç’in kıyısında Hasköy Parkı’nda iniyor, içeri doğru ilerliyorum.

Abraham Salomon’un anıt mezarı

Eğer sen de bir gün gitmek istersen, Hasköy Meydanı’na gelince Türk Mezarlığı’nı sor. Tam ortasından geçen yokuşu sonuna kadar yürü. Tepeye gelince Yahudi Mezarlığı karşında. Hayır Salomon orada değil. E5 Karayolu’nun açılabilmesi için 1952’de mezarlığı istimlak edip ortasından yarıyorlar. Salomon’un anıt mezarı yolun öteki tarafında yapayalnız kalıyor. Artık işlevini yitirmiş, sahiplerini kaybetmiş ve etrafa saçılmış birçok mezar taşının arasında kaderine terk edilen anıt mezar “Zengin adamdı içinde kesin hazine vardır.” diye yağmalanıyor. Neyse ki son yıllarda aslına uygun restore edilmiş. Kesintisiz bir trafik uğultusu içinde Haliç’i nazlı nazlı seyre devam ediyor.

Camondo sözcüğünün kökeni, Fransız tarihçi Philippe Erlanger’e göre, Venedik lehçesinde “Dünya Evi” anlamına gelen “Ca’mondo”ymuş. Camondolar çok çabalamış, yaşadıkları her ülkenin insanı olmaya çalışmışlar ancak yine de bu dünyayı bir türlü mesken edinemeden uçuuup gitmişler. Geriye tek bir aile ferdi kalmamış.

(1) “Dö Kamondo” diye okunur. Soyadındaki “de” eki ailenin asaletini simgeliyor ve Fransa’da kullanılıyor. Soyadları Türkiye’de “Kamondo” diye söylense, hatta Kamondo Merdivenleri’ne adını verse de; haklarında yazılan iki önemli kitabın Türkçe çevirisinde “Camondo” olarak kullanılıyor.

(2) https://sozluk.gov.tr/

(3) http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-100914-bir_toplu_konut_ornegi_olarak_yahudhaneler__kortejolar.html

(4) http://www.salom.com.tr/arsiv/haber-100914-bir_toplu_konut_ornegi_olarak_yahudhaneler__kortejolar.html

(5) https://madparis.fr/francais/musees/musee-nissim-de-camondo/ Lö Müze dö Nissim dö Kamondo

(6) https://www.iletisim.com.tr/kitap/camondolar/6857#.XXtw_pMzY_U

(7) Abraham ve Nissim, Abraham Salomon Camondo’nun iki erkek torunu. Rebecca adında bir kız kardeşleri var, evleniyor ancak çocuk sahibi olmuyor. https://www.iletisim.com.tr/kitap/camondolar/6857#.XXtw_pMzY_U

(8)  Camondoların Sonuncusu, Pierre Assouline, Can Yayınları, s.13