Spinoza hakkında Türkçe yazılmış metinlere ve videolara bakarken Metin Sarfati’nin “Bu topraklarda neden bir Spinoza yetişmiyor?” sorusunu sorduğu programı izlemiştim. Yorumları, referansları kendisi ile tanışma, sohbet etme isteği uyandırmıştı. Bu videoyu bugün tekrar hatırladım. Nasıl mı?
İvo Molinas’a Twitter’da paylaştığı videoyu bir Zafer Bayramı kutlaması olarak sunması dolayısıyla Avlaremoz’da yazılan eleştiri yazısını okudum, video gönderisinin arkasından gelen yanıtlara baktım ve Metin Bey’in yanıtını gördüm.
Bu yanıtı şimdilik bir kenara bırakalım. Metin Bey’in gönderisi ve gelen yorumlarda Avlaremoz’daki yazının üslubu (hedef gösterme, nefret söylemi) ile ilgili yerinde veya yersiz eleştiriler olmakla birlikte, kesinlikle yazının içeriğinde eleştirilen “hakikatin üstünü örtbas etme” konusunu ilgilendiren hiç bir yorum yoktu.
Haydi, bir başka Yahudi’nin fikirlerine bir ziyarette bulunalım. Bastırılan düşüncenin / travmanın psişe (benlik/zihin/nefs/can, tam çevirisi olmayan bir sözcük olduğunu düşündüğüm için böyle bırakıyorum) içerisinde patojen hale gelmesi ve insanı “hasta” hale getirmesi durumuna karşı, Freud psikanalitik sağıltımda hastanın bu travma ile yüzleşip onu sözle dile getirmesi vasıtası ile ondan kurtulabileceğini ortaya koymuştur. Bu bir nevi “hakikat”e doğru korkmadan ilerlemeyi gerektirir. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi, hakikat, olmayanın mağarasından dışarı çıkmak, zincirlerini kırmayı gerektirir. Mağaradan çıkan kişinin gözleri kamaşır, ışık önce onu rahatsız eder. Ama dışarıda, güneşin aydınlattığı yerde gözü alışan o kişi hakikati görecektir. “Ruhu karanlıktan aydınlığa çevirme, bizim gerçek felsefe dediğimiz budur işte.” (Devlet, 521c). Platon’un felsefesi aynı zamanda psikanalitiktir. Psişe’nin hakikate tabi olmayan düşünceden arınmasıdır. Özetle hakikate doğru yolculuk önce bir miktar acı verir.
Platon bilgiyi saklayan ve
insanları kandıran Sofist’i anlattığı diyaloğunda ise şöyle der: Sofist hakikat
olmayanın (meon) karanlığına sıvışır,
orada oyalanmayı sever. Bu yerin karanlığıdır onu güç bilinir kılan. (Sofist,
254a) Işıkları söndüren, beğenmediği hakikati örtbas eden, insanlardan onu
gizleyen zihniyettir. Yemle balık avlayan birine benzetir onu Platon. Sofist,
bu avlama işini ise ancak “karanlıkta” gerçekleştirebilir.
İşte Yahudi toplumunun hastalığı budur. Yahudi toplumunun hastalığı, ateist olduğunu söyleyen öğrencisini “Ateistlerin Naziler’den farkı yok” diye kovan zihniyettir. Çok kültürlülük, mozaik, mutluluk gibi kelimelerin altına bu toplumun yaşadığı travmaları süpürmektir. 1934 yılında Edirne’den kaçan dedemin neden memleketini aniden terk ettiğini ancak Rıfat Bali’nin kitaplarını okurken anlayabilmiştim. 2003’te gerçekleşen Yasef Yahya cinayetini fısıltılardan duymuştum. Bu tip onlarca meseleyi konuşamadığımız sürece hepsi birer patojen olarak toplumsal psişemize yerleşecekler. Biz de kendi bütünlüğünü koruyamayan, kimliği problemli bir toplum haline geleceğiz. Türkiye Yahudi Toplumu’nun en büyük hastalığı antisemitizm değildir. Antisemitizm, Yahudi düşmanlarının hastalığıdır. Yahudilerin hastalığı özümüze dair hakikati gizlemek, onu örtbas etmek, bunu yapan Sofistlere kafa sallamaktır. Bu kimi zaman çok mühim ve geniş yankı uyandıracak olaylarda kendini gösterir. Kimi zaman basit bir videonun adlandırılmasında. Mücadele diye bir şey varsa bu kendini “hak”lı çıkarmaya değil “hakikate ulaşmaya” giden bir mücadele olmalıdır.
2 sorum var:
Saygıdeğer İvo Molinas: O video Zafer Bayramı kutlaması mıydı? İstifanız beni kesinlikle ilgilendirmiyor. Zaten Kültür Sanat eki dışında Şalom’u pek okumuyorum. Ancak şunu kabul etmelisiniz ki konumunuz gereği topluma hakikat borcunuz var.
Saygıdeğer Metin Sarfati: Sizce bu toplumdan neden bir Spinoza çıkmıyor? Haz ve tüketim toplumu olduk. Acaba bunun sebeplerinden biri varlığımıza ve hakikate ilişkin esas soruları gözardı etmemiz olabilir mi?
Spinoza hakkında Türkçe yazılmış metinlere ve videolara bakarken Metin Sarfati’nin “Bu topraklarda neden bir Spinoza yetişmiyor?” sorusunu sorduğu programı izlemiştim. Yorumları, referansları kendisi ile tanışma, sohbet etme isteği uyandırmıştı. Bu videoyu bugün tekrar hatırladım. Nasıl mı?
İvo Molinas’a Twitter’da paylaştığı videoyu bir Zafer Bayramı kutlaması olarak sunması dolayısıyla Avlaremoz’da yazılan eleştiri yazısını okudum, video gönderisinin arkasından gelen yanıtlara baktım ve Metin Bey’in yanıtını gördüm.
Bu yanıtı şimdilik bir kenara bırakalım. Metin Bey’in gönderisi ve gelen yorumlarda Avlaremoz’daki yazının üslubu (hedef gösterme, nefret söylemi) ile ilgili yerinde veya yersiz eleştiriler olmakla birlikte, kesinlikle yazının içeriğinde eleştirilen “hakikatin üstünü örtbas etme” konusunu ilgilendiren hiç bir yorum yoktu.
Haydi, bir başka Yahudi’nin fikirlerine bir ziyarette bulunalım. Bastırılan düşüncenin / travmanın psişe (benlik/zihin/nefs/can, tam çevirisi olmayan bir sözcük olduğunu düşündüğüm için böyle bırakıyorum) içerisinde patojen hale gelmesi ve insanı “hasta” hale getirmesi durumuna karşı, Freud psikanalitik sağıltımda hastanın bu travma ile yüzleşip onu sözle dile getirmesi vasıtası ile ondan kurtulabileceğini ortaya koymuştur. Bu bir nevi “hakikat”e doğru korkmadan ilerlemeyi gerektirir. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi, hakikat, olmayanın mağarasından dışarı çıkmak, zincirlerini kırmayı gerektirir. Mağaradan çıkan kişinin gözleri kamaşır, ışık önce onu rahatsız eder. Ama dışarıda, güneşin aydınlattığı yerde gözü alışan o kişi hakikati görecektir. “Ruhu karanlıktan aydınlığa çevirme, bizim gerçek felsefe dediğimiz budur işte.” (Devlet, 521c). Platon’un felsefesi aynı zamanda psikanalitiktir. Psişe’nin hakikate tabi olmayan düşünceden arınmasıdır. Özetle hakikate doğru yolculuk önce bir miktar acı verir.
Platon bilgiyi saklayan ve insanları kandıran Sofist’i anlattığı diyaloğunda ise şöyle der: Sofist hakikat olmayanın (meon) karanlığına sıvışır, orada oyalanmayı sever. Bu yerin karanlığıdır onu güç bilinir kılan. (Sofist, 254a) Işıkları söndüren, beğenmediği hakikati örtbas eden, insanlardan onu gizleyen zihniyettir. Yemle balık avlayan birine benzetir onu Platon. Sofist, bu avlama işini ise ancak “karanlıkta” gerçekleştirebilir.
İşte Yahudi toplumunun hastalığı budur. Yahudi toplumunun hastalığı, ateist olduğunu söyleyen öğrencisini “Ateistlerin Naziler’den farkı yok” diye kovan zihniyettir. Çok kültürlülük, mozaik, mutluluk gibi kelimelerin altına bu toplumun yaşadığı travmaları süpürmektir. 1934 yılında Edirne’den kaçan dedemin neden memleketini aniden terk ettiğini ancak Rıfat Bali’nin kitaplarını okurken anlayabilmiştim. 2003’te gerçekleşen Yasef Yahya cinayetini fısıltılardan duymuştum. Bu tip onlarca meseleyi konuşamadığımız sürece hepsi birer patojen olarak toplumsal psişemize yerleşecekler. Biz de kendi bütünlüğünü koruyamayan, kimliği problemli bir toplum haline geleceğiz. Türkiye Yahudi Toplumu’nun en büyük hastalığı antisemitizm değildir. Antisemitizm, Yahudi düşmanlarının hastalığıdır. Yahudilerin hastalığı özümüze dair hakikati gizlemek, onu örtbas etmek, bunu yapan Sofistlere kafa sallamaktır. Bu kimi zaman çok mühim ve geniş yankı uyandıracak olaylarda kendini gösterir. Kimi zaman basit bir videonun adlandırılmasında. Mücadele diye bir şey varsa bu kendini “hak”lı çıkarmaya değil “hakikate ulaşmaya” giden bir mücadele olmalıdır.
2 sorum var:
Paylaş: