“Onun bacaklarında da beyni vardı. Onlar koşarken birçok umulmadık, fevkalade hadise cereyan ediyordu”
Zentralfriedhof… Viyana’da kocaman bir alanın adı bu. Bünyesinde bir sürü misafiri ağırlıyor. Ünlü simalar fink atıyor dört bir yanda; besteciler, aktörler, yazarlar, şarkıcılar ve niceleri… Aralarında bir de futbolcu var. Mütevazı köşesinde istirahate çekilmeden önce Nazilere kafa tutan, dehasını ayaklarında saklayan biri:
Matthias Sindelar…
Bir mezarlığın sessizliğinde neler gizlidir? Öyle bir tanesini hayal edin ki, bir tarafta Leon Askin ve Hans Moser oynadıkları filmler üzerine sohbet etsin; başka bir tarafta Beethoven, Brahms ve Strauss bestelerini çalsın. Falco, büyük bir kalabalıkla birlikte şarkılarını söylerken, karşımıza bir anda “O” çıkıversin. O ki, futbol sahalarının zarif bilekli ve bir o kadar da koca yürekli yıldızlarından biri. Matthias Sindelar, saydığımız isimlerle birlikte dünyanın en büyük mezarlıklarından biri olan Viyana’daki Zentralfriedhof’ta yatıyor. Hikayesi ise bolca hayranlık, büyük bir cesaret ve mühim bir belirsizlik ihtiva ediyor…
Sihirli ayaklar
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Viyana… Sindelar, memleketinin en afili takımı Austria Wien’in forvet mevkiinde inci gibi parlıyordu. Bilek hakimiyeti sayesinde mükemmel çalımlar atıyor, sahaları akla hayale gelmeyen paslarla donatıyordu. Ve goller… En güzelleri; bu sarışın, ince yapılı namı diğer kâğıt adamın şapkasından çıkıyordu. Tabii ki, kulüp takımının yanı sıra memleketine de pek çok faydası dokunuyordu Sindelar’ın. Dönemin “wunderteam” olarak anılan Avusturya Milli Takımının saha çıkan oyuncuları arasında gözler ilk onu arıyor, parmaklar onu işaret ediyordu.
Her ne kadar Avusturya ile bir kupaya uzanamamış olsalar da 1934 Dünya Kupası’nda büyük bir başarı elde ettiler. Yarı finalde İtalya’ya mağlup olup evlerine dönmelerine rağmen oynadıkları oyun akıllarda yer etmişti. Dahası Sindelar’ın ünü de artık dünyaya yayılmıştı.
“Onun bacaklarında da beyni vardı. Onlar koşarken birçok umulmadık, fevkalade hadise cereyan ediyordu.”
Bir tiyatro eleştirmeni olan Alfred Polgar’ın da Sindelar’ın büyüsüne kapılanlardan biri olduğu bu sözlerden anlaşılıyor. Yalnız değildi tabii ki. Dünya Kupası sonrasında büyük paralar kazanmaya başlayan Sindelar; lüks içinde yaşıyor ve kadın hayranlarıyla bol bol vakit geçiriyordu. “Futbolun Mozart’ı” deniyordu artık ona. Çünkü tıpkı Wolfgang Amadeus Mozart gibi bir virtüözdü, çok popülerdi ve eğlenmeyi seviyordu.
Kara bulutlar
Zamanın gerçekleriyle karşı karşıya gelindiğinde toz pembe bulutlar önce bulanır, sonra da kararır. 12 Mart 1938 günü Avusturya üzerinde kapkara bulutlar dolanıyordu. Naziler, Avusturya’yı ilhak etmiş ve Hitler’in Almanya’yı genişletme hayallerinin ilk adımını atmışlardı. İlhak sonrası hayatın her alanında olduğu gibi futbol da derinden etkilenmişti. Avusturya ligi dağıtılmış, Yahudilerin futbol takımları yasaklanmış ve futbol sahalarından uzaklaştırılmışlardı.
Austria Wien takımının sahibi ve pek çok oyuncusu Yahudi’ydi. Gönül verdiği takımın bu şekilde yağmalanması, dostlarının bir anda toplumun dışına itilerek acımasız bir muameleyle karşılaşmaları Sindelar’ın yüreğini yaralıyordu. Sindelar Katolik bir ailede yetişmişti. Sosyalist bir dünya görüşüne sahipti ve elbette hiç kimseye karşı bir ırk ayrımı gözetmiyordu. Onun bu tutumu kendisine Nazi kayıtlarında geniş bir yer kazandırmıştı. O, bir “Yahudi-sever”di.
Almanlar, Avusturya’yı yağmalarken hiç kuşkusuz güçlü milli takım ağızlarını sulandırıyordu. Zira, Almanların futbol konusunda çok başarılı oldukları söylenemezdi. Şimdi ise önlerinde müthiş bir hazine vardı. Hemen oyuncuları kaynaştırmak için bir “ilhak sonrası maçı” tertip edildi. İki takım sahaya çıkmadan evvel talimatlar alınmıştı. Ancak teknik heyetten çok daha üst bir merci vermişti bu talimatları.
Hassas dengeler söz konusuydu ve karşılaşma kesinlikle 0-0 bitmeliydi. Sindelar da söz dinliyormuş gibi görünüyor ve önüne gelen fırsatları cömertçe harcıyordu. 35 yaşındaydı ve belki de başına bela almamak en iyisiydi. Kuşkusuz, saha dışında bu adamların ne kadar güçlü olduklarının farkındaydı. Ancak küçük bir sorun vardı. Saha içine döndüklerinde Sindelar ve arkadaşları Almanlardan çok daha güçlüydü.
Gol atmadan 70 dakika sabredebildi Sindelar. Kaleciden dönen bir şutu tamamladığında topun ağlara gittiğine seyirciler dahi inanmakta güçlük çekiyordu. Öyle ya, bu maçta gol olmamalıydı. Ancak inceldiği yerden kopuyordu. Sindelar, Nazi yetkililerin bulunduğu bölüme yönelip iki elini havaya kaldırmış ve gülümseyerek golü kutlamıştı. İlerleyen dakikalarda gelen bir diğer gol, skoru 2-0 yapmış ve diplomatik hassasiyetler infilak ederek yeşil sahanın her yanına saçılmıştı.
Sindelar’ın işi en güzel gösteriyi sunmaktı. Ancak Almanlar bundan pek hoşlanmadılar. Üzerinde sürekli olarak baskı kurup onu Alman Milli Takımında oynatmak istiyorlardı. Son maçta yaptıklarını ancak bu şekilde affedebilirlerdi. Fakat Sindelar, bunu aklından bile geçirmedi. Sakatlık bahaneleriyle Alman Milli Takımı için yapılan davetleri geri çevirdi. Ve bir gün bu davetler kesildi.
“Rock me Amadeus”
23 Ocak 1939’da Sindelar’ın yakın arkadaşı Gustav Hartmann, Sindelar’ın yaşadığı daireye girdi. Yatak odasına ulaştığında Sindelar’ın cansız bedeniyle karşılaştı. Yanında ise kendinden geçmiş bir vaziyette uzanan kız arkadaşı vardı ki kısa bir süre sonra o da hayatını kaybedecekti. Hastanede Karbon monoksit zehirlenmesi nedeniyle öldüğü rapor edildi. Ancak ölümü hakkındaki soruşturmayı Naziler, alelacele sumen altı etti. Bugün hala gerçek, tam manasıyla bilinmiyor. Kimileri onun karbon monoksitten zehirlendiğini düşünüyor, kimileri ise Naziler tarafından öldürüldüğünü… Hatta Nazi baskılarına dayanamayıp intihar ettiğine dair bir rivayet de mevcut. Ölüm sebebi ne olursa olsun, büyük bir haysiyetin ve cesaretin sonucu.
Sindelar, kariyeri boyunca teklifler almasına rağmen çok sevdiği Viyana’dan hiç ayrılmadı. Hala da orada, Zentralfriedhof’ta. Belki köşesinde bazen top sektiriyor, bazen de Falco’yla oturup sohbet ediyor. Belki ara sıra Falco’ya dönüp “Bir kez daha söylesene” diyor, Falco da kimbilir kaçıncı kez “Rock Me Amadeus”u söylemeye girişiyor.
Kaynak: T24, Mustafa Kavgacı
“Onun bacaklarında da beyni vardı. Onlar koşarken birçok umulmadık, fevkalade hadise cereyan ediyordu”
Zentralfriedhof… Viyana’da kocaman bir alanın adı bu. Bünyesinde bir sürü misafiri ağırlıyor. Ünlü simalar fink atıyor dört bir yanda; besteciler, aktörler, yazarlar, şarkıcılar ve niceleri… Aralarında bir de futbolcu var. Mütevazı köşesinde istirahate çekilmeden önce Nazilere kafa tutan, dehasını ayaklarında saklayan biri:
Matthias Sindelar…
Bir mezarlığın sessizliğinde neler gizlidir? Öyle bir tanesini hayal edin ki, bir tarafta Leon Askin ve Hans Moser oynadıkları filmler üzerine sohbet etsin; başka bir tarafta Beethoven, Brahms ve Strauss bestelerini çalsın. Falco, büyük bir kalabalıkla birlikte şarkılarını söylerken, karşımıza bir anda “O” çıkıversin. O ki, futbol sahalarının zarif bilekli ve bir o kadar da koca yürekli yıldızlarından biri. Matthias Sindelar, saydığımız isimlerle birlikte dünyanın en büyük mezarlıklarından biri olan Viyana’daki Zentralfriedhof’ta yatıyor. Hikayesi ise bolca hayranlık, büyük bir cesaret ve mühim bir belirsizlik ihtiva ediyor…
Sihirli ayaklar
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Viyana… Sindelar, memleketinin en afili takımı Austria Wien’in forvet mevkiinde inci gibi parlıyordu. Bilek hakimiyeti sayesinde mükemmel çalımlar atıyor, sahaları akla hayale gelmeyen paslarla donatıyordu. Ve goller… En güzelleri; bu sarışın, ince yapılı namı diğer kâğıt adamın şapkasından çıkıyordu. Tabii ki, kulüp takımının yanı sıra memleketine de pek çok faydası dokunuyordu Sindelar’ın. Dönemin “wunderteam” olarak anılan Avusturya Milli Takımının saha çıkan oyuncuları arasında gözler ilk onu arıyor, parmaklar onu işaret ediyordu.
Her ne kadar Avusturya ile bir kupaya uzanamamış olsalar da 1934 Dünya Kupası’nda büyük bir başarı elde ettiler. Yarı finalde İtalya’ya mağlup olup evlerine dönmelerine rağmen oynadıkları oyun akıllarda yer etmişti. Dahası Sindelar’ın ünü de artık dünyaya yayılmıştı.
“Onun bacaklarında da beyni vardı. Onlar koşarken birçok umulmadık, fevkalade hadise cereyan ediyordu.”
Bir tiyatro eleştirmeni olan Alfred Polgar’ın da Sindelar’ın büyüsüne kapılanlardan biri olduğu bu sözlerden anlaşılıyor. Yalnız değildi tabii ki. Dünya Kupası sonrasında büyük paralar kazanmaya başlayan Sindelar; lüks içinde yaşıyor ve kadın hayranlarıyla bol bol vakit geçiriyordu. “Futbolun Mozart’ı” deniyordu artık ona. Çünkü tıpkı Wolfgang Amadeus Mozart gibi bir virtüözdü, çok popülerdi ve eğlenmeyi seviyordu.
Kara bulutlar
Zamanın gerçekleriyle karşı karşıya gelindiğinde toz pembe bulutlar önce bulanır, sonra da kararır. 12 Mart 1938 günü Avusturya üzerinde kapkara bulutlar dolanıyordu. Naziler, Avusturya’yı ilhak etmiş ve Hitler’in Almanya’yı genişletme hayallerinin ilk adımını atmışlardı. İlhak sonrası hayatın her alanında olduğu gibi futbol da derinden etkilenmişti. Avusturya ligi dağıtılmış, Yahudilerin futbol takımları yasaklanmış ve futbol sahalarından uzaklaştırılmışlardı.
Austria Wien takımının sahibi ve pek çok oyuncusu Yahudi’ydi. Gönül verdiği takımın bu şekilde yağmalanması, dostlarının bir anda toplumun dışına itilerek acımasız bir muameleyle karşılaşmaları Sindelar’ın yüreğini yaralıyordu. Sindelar Katolik bir ailede yetişmişti. Sosyalist bir dünya görüşüne sahipti ve elbette hiç kimseye karşı bir ırk ayrımı gözetmiyordu. Onun bu tutumu kendisine Nazi kayıtlarında geniş bir yer kazandırmıştı. O, bir “Yahudi-sever”di.
Almanlar, Avusturya’yı yağmalarken hiç kuşkusuz güçlü milli takım ağızlarını sulandırıyordu. Zira, Almanların futbol konusunda çok başarılı oldukları söylenemezdi. Şimdi ise önlerinde müthiş bir hazine vardı. Hemen oyuncuları kaynaştırmak için bir “ilhak sonrası maçı” tertip edildi. İki takım sahaya çıkmadan evvel talimatlar alınmıştı. Ancak teknik heyetten çok daha üst bir merci vermişti bu talimatları.
Hassas dengeler söz konusuydu ve karşılaşma kesinlikle 0-0 bitmeliydi. Sindelar da söz dinliyormuş gibi görünüyor ve önüne gelen fırsatları cömertçe harcıyordu. 35 yaşındaydı ve belki de başına bela almamak en iyisiydi. Kuşkusuz, saha dışında bu adamların ne kadar güçlü olduklarının farkındaydı. Ancak küçük bir sorun vardı. Saha içine döndüklerinde Sindelar ve arkadaşları Almanlardan çok daha güçlüydü.
Gol atmadan 70 dakika sabredebildi Sindelar. Kaleciden dönen bir şutu tamamladığında topun ağlara gittiğine seyirciler dahi inanmakta güçlük çekiyordu. Öyle ya, bu maçta gol olmamalıydı. Ancak inceldiği yerden kopuyordu. Sindelar, Nazi yetkililerin bulunduğu bölüme yönelip iki elini havaya kaldırmış ve gülümseyerek golü kutlamıştı. İlerleyen dakikalarda gelen bir diğer gol, skoru 2-0 yapmış ve diplomatik hassasiyetler infilak ederek yeşil sahanın her yanına saçılmıştı.
Sindelar’ın işi en güzel gösteriyi sunmaktı. Ancak Almanlar bundan pek hoşlanmadılar. Üzerinde sürekli olarak baskı kurup onu Alman Milli Takımında oynatmak istiyorlardı. Son maçta yaptıklarını ancak bu şekilde affedebilirlerdi. Fakat Sindelar, bunu aklından bile geçirmedi. Sakatlık bahaneleriyle Alman Milli Takımı için yapılan davetleri geri çevirdi. Ve bir gün bu davetler kesildi.
“Rock me Amadeus”
23 Ocak 1939’da Sindelar’ın yakın arkadaşı Gustav Hartmann, Sindelar’ın yaşadığı daireye girdi. Yatak odasına ulaştığında Sindelar’ın cansız bedeniyle karşılaştı. Yanında ise kendinden geçmiş bir vaziyette uzanan kız arkadaşı vardı ki kısa bir süre sonra o da hayatını kaybedecekti. Hastanede Karbon monoksit zehirlenmesi nedeniyle öldüğü rapor edildi. Ancak ölümü hakkındaki soruşturmayı Naziler, alelacele sumen altı etti. Bugün hala gerçek, tam manasıyla bilinmiyor. Kimileri onun karbon monoksitten zehirlendiğini düşünüyor, kimileri ise Naziler tarafından öldürüldüğünü… Hatta Nazi baskılarına dayanamayıp intihar ettiğine dair bir rivayet de mevcut. Ölüm sebebi ne olursa olsun, büyük bir haysiyetin ve cesaretin sonucu.
Sindelar, kariyeri boyunca teklifler almasına rağmen çok sevdiği Viyana’dan hiç ayrılmadı. Hala da orada, Zentralfriedhof’ta. Belki köşesinde bazen top sektiriyor, bazen de Falco’yla oturup sohbet ediyor. Belki ara sıra Falco’ya dönüp “Bir kez daha söylesene” diyor, Falco da kimbilir kaçıncı kez “Rock Me Amadeus”u söylemeye girişiyor.
Ne olsa o, Matthias Sindelar: Futbol’un Mozart’ı…
Paylaş: