Kaynak: biamag, Murat Türker
Tel Aviv’in sahilinde kadınların ve erkeklerin ayrı günlerde deniz keyfini ayrı ayrı yaşayabildikleri plaj Kosher Beach adlı belgeselde masaya yatırılıyor.
Fanatik Yahudiler denizden yararlansın diye Tel Aviv’in kumluk koylarından biri kısmen de olsa hizmetlerine sunulmuş vaziyette. Pazar, Salı ve Perşembe günleri sadece kadınların alındığı plajın ahşap paravanları müdavimlerini yanlarındaki tesislerden ayırıyor. Fakat plajda görev alması münasip görülmüş erkek cankurtaranlardan birinin ifadesiyle, bitişikteki köpek plajı bir yana, aynı koyun öteki ucundaki tesis “LGBT plajı bir kaos, bir hayvanat bahçesi” olarak betimleniyor.
Zaten Kosher Beach (Koşer Plaj) adlı belgeselde iki tesiste deniz keyfini çıkaranlar arasındaki tezatlar sık sık kameraya yansıyor.
Kadınlar peruklarının üzerine taktıkları başörtüleri, şapkaları veya boneleriyle, üzerlerinde suda hareketi iyice zorlaştıran elbiseleriyle Akdeniz’in nimetlerinden yararlanırken LGBT plajındakiler genelde slip mayoları veya bikinilerle keyiflerine bakıyorlar.
Kadın sinemacı Karin Kainer‘in yönettiği İsrail – ABD ortak yapımı belgesel mevzuyu mümkün olduğunca objektif bir bakış açısıyla işliyor. Geçenlerde DocAviv Uluslararası Film Festivalinde gösterilmiş olan dingin film, üzerlerinde hissettikleri baskıyı bir nebze de olsa hafifleten plajın kadınlara din otoriteleri tarafından yasaklanması sürecini de irdeliyor.
Sevgiyi göstermek şart
Her yaştan müdavimleri olan plajda ihtiyar bir kadın salıncakta hoyratça sallanıyor, bir diğeri evden getirdiği kalıntılarla güvercinleri besliyor, bazıları topluca jimnastik yaparken üç kadından müteşekkil bir grup sığ suda çember kurmuş el çırpıyor, Hava Nagila şarkısını söyleyip zıplıyor.
Güvenliklerinden sorumlu cankurtaranlar konuşlandıkları plaja hâkim kulübeden anonslarla kadınları tehlikeli dalgalara karşı dikkatli olmaya davet ederken, kazara bir erkek açık denizden gelip plajın sınırlarını ihlal ederse olay yerini hemen terk etmesi yönünde nazikçe uyarılıyor. Zaten plaja hâkim olan enerji gevşeklik ve bir nebze huzur. Ne de olsa kameraya konuşan birçok kadının ifade ettiği şekilde deniz suyu şifa dağıtıyor, kalplerini, ruhlarını açıyor, temizliyor, mikroplardan arındırıyor.
Aralarında mayosuyla, bikinisiyle denize girenler de var, onlara kimse karışmıyor. Ama kalçalarını tamamıyla açıkta bırakan bikinisiyle tesise gelen genç bir kızın varlığı yaşlı bir kadını sarsmıyor değil: “Bu kadarını da hiç görmedim!” diye kıkırdıyor.
Yeni nesilden birkaç genç kadını da yakından takip ediyoruz. Dindar ailelerin çocukları olup inançlarının tam olduğunu ifade etseler de örtünmeye gerek duymuyorlar.
Hayata adeta acı çekmek için geldiği söylenen dindar bir adamın kızı ise babasını soğuk buluyor ve onu nefret ettiği insan sınıfına sokuyor. Sevgi göstermeyişini, sevgisini ifade etmemesini yererken sevgiyi göstermemek gerektiğini hangi kitabın yazdığını soruyor. Oysa hemen karşılarındaki plajda özellikle geyleri sık sık birbirlerinin kaslı ve tıraşlı bedenlerine güneş yağı sürerken, oynaşırken, birbirlerine sarılıp dudaktan öpüşürken izliyoruz.
İsrail’de hüzün
62 dakikalık Kosher Beach filminden geriye kalan hâkim duygu hüzün diyebilirim.
Din otoritelerinin tesisi bilhassa komşuları yüzünden koşer saymayıp kadınların girişlerini yasaklaması müdavimlerine bir darbe oluyor. Ne de olsa arada rahat bir nefes alabildikleri, hemcinsleriyle serbestçe vakit geçirebildikleri, rüzgârı bedenlerinde hissettikleri bol oksijenli açık hava ortamından men edilmek istemiyorlar. Fakat aradan geçen birkaç aylık bir dönemden sonra özellikle sağlık mazeretini öne sürenlerin önderliğinde plaj tekrar dindar kadınlarla dolup taşıyor.
Zaten hahambaşının plajı kötülemek üzere yaptığı konuşma sırasında söylediklerine kadın müdavimlerin pek itibar etmedikleri, kameraya yansımış bıyık altından gülümseyişlerinden anlaşılıyor…
Bu arada filmin ana karakterlerinden, mutsuzluğu, tatminsizliği ve huzursuzluğu gözlerinden okunan anoreksik kızlardan biri tekrar hastaneye yatırılıyor…
Anonslarla duyurulan füze saldırısı sırasında plajın açıklarında denize bir füze düşünce plajda ufak çaplı bir panik yaşanıyor…
Yaşlıca bir adam metal dedektörle plajda denizde kaybedilmiş objeleri toplamak için suya dalıyor…
Rüzgâr sörfü meraklısı dindar bir genç kadın, aynı sporla iştigal eden erkeklere adeta nispet yapıyor…
Benzer Belgeseller
Geçtiğimiz senelerde İstanbul Film Festivali ve IDFA’da gösterilmiş olan Giovanni Totaro‘nun Mondello plajı hakkındaki İyi Kışlar (Happy Winter) ve Trieste’de erkeklerle kadınların denize ayrı ayrı girdiği Avrupa’nın son plajı hakkındaki Davide Del Degan ile Thanos Anastopoulos imzalı Son Plaj (L’ultima Spiaggia) kadar eğlenceli bir belgeselle karşı karşıya olmadığımız kesin.
Aklınıza sık sık, Türkiye’den İsrail’e ihraç edilen, Anadolulu kadınların saçlarından mamul peruk ticaretiyle ilgili, Aylin Kuryel ile Fırat Yücel’in yönettiği Baştan Başa (Heads and Tails) da gelecektir, ama Koşer Plaj‘da kahkahalarla gülecek fazla bir şey de yok.
Bazıları, aşırı dinî kurallara göre yaşamayı gönüllü olarak seçmiş, bazıları anlaşıldığı kadarıyla ataerkil toplum baskısından mustarip kadınların etrafa mutluluk saçmadıkları da kesin. Yönetmenin çok kısa vakit ayırdığı erkek müdavimlerin görüntüleri ise itici bile sayılabilir.
Yeni neslin temsilcilerinden bazıları her ne kadar muhafazakâr dinamikleri sorgulasalar da kapana kısılmış duygusunu veriyorlar ve bu enerji sanki bütün memleketten yayılıp seyirciye yapışıyor.
Filmin bitimine yakın din görevlileri tesisin koşerliğini teyit edebilmek için bariyerleri ne kadar yükseltmek gerektiği hususunda tartışıyorlar!
Belgesel George Michael‘ın Freedom (Özgürlük) adlı şarkısının bir versiyonuyla sona ererken neyse ki hürriyetin insan yaşamındaki hayati öneminin altı bir kez daha çizilmiş oluyor.
Kaynak: biamag, Murat Türker
Tel Aviv’in sahilinde kadınların ve erkeklerin ayrı günlerde deniz keyfini ayrı ayrı yaşayabildikleri plaj Kosher Beach adlı belgeselde masaya yatırılıyor.
Fanatik Yahudiler denizden yararlansın diye Tel Aviv’in kumluk koylarından biri kısmen de olsa hizmetlerine sunulmuş vaziyette. Pazar, Salı ve Perşembe günleri sadece kadınların alındığı plajın ahşap paravanları müdavimlerini yanlarındaki tesislerden ayırıyor. Fakat plajda görev alması münasip görülmüş erkek cankurtaranlardan birinin ifadesiyle, bitişikteki köpek plajı bir yana, aynı koyun öteki ucundaki tesis “LGBT plajı bir kaos, bir hayvanat bahçesi” olarak betimleniyor.
Zaten Kosher Beach (Koşer Plaj) adlı belgeselde iki tesiste deniz keyfini çıkaranlar arasındaki tezatlar sık sık kameraya yansıyor.
Kadınlar peruklarının üzerine taktıkları başörtüleri, şapkaları veya boneleriyle, üzerlerinde suda hareketi iyice zorlaştıran elbiseleriyle Akdeniz’in nimetlerinden yararlanırken LGBT plajındakiler genelde slip mayoları veya bikinilerle keyiflerine bakıyorlar.
Kadın sinemacı Karin Kainer‘in yönettiği İsrail – ABD ortak yapımı belgesel mevzuyu mümkün olduğunca objektif bir bakış açısıyla işliyor. Geçenlerde DocAviv Uluslararası Film Festivalinde gösterilmiş olan dingin film, üzerlerinde hissettikleri baskıyı bir nebze de olsa hafifleten plajın kadınlara din otoriteleri tarafından yasaklanması sürecini de irdeliyor.
Sevgiyi göstermek şart
Her yaştan müdavimleri olan plajda ihtiyar bir kadın salıncakta hoyratça sallanıyor, bir diğeri evden getirdiği kalıntılarla güvercinleri besliyor, bazıları topluca jimnastik yaparken üç kadından müteşekkil bir grup sığ suda çember kurmuş el çırpıyor, Hava Nagila şarkısını söyleyip zıplıyor.
Güvenliklerinden sorumlu cankurtaranlar konuşlandıkları plaja hâkim kulübeden anonslarla kadınları tehlikeli dalgalara karşı dikkatli olmaya davet ederken, kazara bir erkek açık denizden gelip plajın sınırlarını ihlal ederse olay yerini hemen terk etmesi yönünde nazikçe uyarılıyor. Zaten plaja hâkim olan enerji gevşeklik ve bir nebze huzur. Ne de olsa kameraya konuşan birçok kadının ifade ettiği şekilde deniz suyu şifa dağıtıyor, kalplerini, ruhlarını açıyor, temizliyor, mikroplardan arındırıyor.
Aralarında mayosuyla, bikinisiyle denize girenler de var, onlara kimse karışmıyor. Ama kalçalarını tamamıyla açıkta bırakan bikinisiyle tesise gelen genç bir kızın varlığı yaşlı bir kadını sarsmıyor değil: “Bu kadarını da hiç görmedim!” diye kıkırdıyor.
Yeni nesilden birkaç genç kadını da yakından takip ediyoruz. Dindar ailelerin çocukları olup inançlarının tam olduğunu ifade etseler de örtünmeye gerek duymuyorlar.
Hayata adeta acı çekmek için geldiği söylenen dindar bir adamın kızı ise babasını soğuk buluyor ve onu nefret ettiği insan sınıfına sokuyor. Sevgi göstermeyişini, sevgisini ifade etmemesini yererken sevgiyi göstermemek gerektiğini hangi kitabın yazdığını soruyor. Oysa hemen karşılarındaki plajda özellikle geyleri sık sık birbirlerinin kaslı ve tıraşlı bedenlerine güneş yağı sürerken, oynaşırken, birbirlerine sarılıp dudaktan öpüşürken izliyoruz.
İsrail’de hüzün
62 dakikalık Kosher Beach filminden geriye kalan hâkim duygu hüzün diyebilirim.
Din otoritelerinin tesisi bilhassa komşuları yüzünden koşer saymayıp kadınların girişlerini yasaklaması müdavimlerine bir darbe oluyor. Ne de olsa arada rahat bir nefes alabildikleri, hemcinsleriyle serbestçe vakit geçirebildikleri, rüzgârı bedenlerinde hissettikleri bol oksijenli açık hava ortamından men edilmek istemiyorlar. Fakat aradan geçen birkaç aylık bir dönemden sonra özellikle sağlık mazeretini öne sürenlerin önderliğinde plaj tekrar dindar kadınlarla dolup taşıyor.
Zaten hahambaşının plajı kötülemek üzere yaptığı konuşma sırasında söylediklerine kadın müdavimlerin pek itibar etmedikleri, kameraya yansımış bıyık altından gülümseyişlerinden anlaşılıyor…
Bu arada filmin ana karakterlerinden, mutsuzluğu, tatminsizliği ve huzursuzluğu gözlerinden okunan anoreksik kızlardan biri tekrar hastaneye yatırılıyor…
Anonslarla duyurulan füze saldırısı sırasında plajın açıklarında denize bir füze düşünce plajda ufak çaplı bir panik yaşanıyor…
Yaşlıca bir adam metal dedektörle plajda denizde kaybedilmiş objeleri toplamak için suya dalıyor…
Rüzgâr sörfü meraklısı dindar bir genç kadın, aynı sporla iştigal eden erkeklere adeta nispet yapıyor…
Benzer Belgeseller
Geçtiğimiz senelerde İstanbul Film Festivali ve IDFA’da gösterilmiş olan Giovanni Totaro‘nun Mondello plajı hakkındaki İyi Kışlar (Happy Winter) ve Trieste’de erkeklerle kadınların denize ayrı ayrı girdiği Avrupa’nın son plajı hakkındaki Davide Del Degan ile Thanos Anastopoulos imzalı Son Plaj (L’ultima Spiaggia) kadar eğlenceli bir belgeselle karşı karşıya olmadığımız kesin.
Aklınıza sık sık, Türkiye’den İsrail’e ihraç edilen, Anadolulu kadınların saçlarından mamul peruk ticaretiyle ilgili, Aylin Kuryel ile Fırat Yücel’in yönettiği Baştan Başa (Heads and Tails) da gelecektir, ama Koşer Plaj‘da kahkahalarla gülecek fazla bir şey de yok.
Bazıları, aşırı dinî kurallara göre yaşamayı gönüllü olarak seçmiş, bazıları anlaşıldığı kadarıyla ataerkil toplum baskısından mustarip kadınların etrafa mutluluk saçmadıkları da kesin. Yönetmenin çok kısa vakit ayırdığı erkek müdavimlerin görüntüleri ise itici bile sayılabilir.
Yeni neslin temsilcilerinden bazıları her ne kadar muhafazakâr dinamikleri sorgulasalar da kapana kısılmış duygusunu veriyorlar ve bu enerji sanki bütün memleketten yayılıp seyirciye yapışıyor.
Filmin bitimine yakın din görevlileri tesisin koşerliğini teyit edebilmek için bariyerleri ne kadar yükseltmek gerektiği hususunda tartışıyorlar!
Belgesel George Michael‘ın Freedom (Özgürlük) adlı şarkısının bir versiyonuyla sona ererken neyse ki hürriyetin insan yaşamındaki hayati öneminin altı bir kez daha çizilmiş oluyor.
Paylaş: