Muhafazakar üst-orta sınıfı anlamaya çalışan kitabında Aksu Akçaoğlu Ankara’nın Çukurambar mahallesine odaklanıyor. Anlattığı dünya görüşünde antisemit kalıplar da rol oynuyor.
2018 Aralık ayında ilk baskısı yapılan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyoloji öğretim görevlisi Aksu Akçaoğlu’nun Türkiye’de AKP döneminde değişen ve zenginleşen sosyal kesimi incelediği Zarif ve Dinen Makbul: Muhafazakar Üst-Orta Sınıf Habitusuadlı kitabı şimdiden üçüncü baskısını yaptı.
Ankara’nın Çukurambar mahallesinde gerçekleşen aylar boyu derinlemesine saha araştırmasının sonucu olan bu çalışma, Türkiye’de bugün egemen sınıf diyebileceğimiz grubun fikirsel ve sosyal dünyasını, dünya görüşünü ve siyasi duruşunu aydınlatıyor. İslamcılık kelimesinin analitik işlevsizliğine dikkat çektikten sonra muhafazakar terimini tercih eden Akçaoğlu kitabında sıkça bu görüşten insanların mekanlar ve bedenler üzerinde yaptığı etkileri ve değişiklikleri irdeliyor.
Akçaoğlu’nun dikkat çektiği şaşırtıcı hususlardan biri birçok sağ partiden milletvekilinin yıllarca ikamet ettiği ve sosyal olarak muhafazakar olarak bilinen, kafe ve restoranlarında alkol bulunmayan Çukurambar’da aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzde 46’yla Kasım 2015’te birinci parti olduğu ve iktidardaki AKP’nin ancak yüzde 29 ile ikinci sırada olduğu gerçeğiydi (Akçaoğlu 78).
Türkiye’de dini muhafazakar düşüncenin kapitalizmi ‘günah fabrikası’ olarak niteleyen, adil düzen peşinde dava yürüten Erbakan liderliğindeki hareketten değişimi kitap boyunca detaylarıyla inceleniyor. AKP iktidarı süresince kolektif ortodoksiden, tüketim ve kapitalizm karşıtlığından bireysel mütedeyyinliğe, piyasa içinde ‘İslami’ seçimler yapmaya kaydığını açıklıyor.
159 sayfalık kısa ama etkileyici bu kitabın ancak ikinci yarısında muhafazakar görüşlerin malzemesiyle ilgili fikirler ediniyoruz. Akçaoğlu’nun Adem diye lakap verdiği bir görüşmecisi sosyalleşme tarzından bahsederken muhafazakar dil kullanan insanlarla konuşmayı tercih etse de “Benim gibi düşünmeyen hatta benimle taban tabana zıt fikirleri paylaşanlarla da zaman geçirebilirim” diyor. Ancak koştuğu tek şart “dini ve milli değerlere saygılı olmak”. Kitap boyunca muhafazakar görüşte insanların Osmanlı’nın son dönemleri ve erken Cumhuriyet dönemi tarihiyle çok ilgili olduğu ve bu tarihi okumaktan zevk aldıklarını anlatıyor. Ancak resmi tarih yazımında ve muhafazakar yayımda bu tarihin nasıl anlatıldığı bilindiğinden gayrimüslimlere yapılan eziyetlerin bahsedilmesi bile Adem’in “dini ve milli değerlere saygılı olmak” şartını ihlal edebilir.
Akçaoğlu’nun konuştuğu muhafazakar çevrenin Türkiye vizyonunun “Müslüman bir ülke” ile “Türk-İslam yurdu” arasında gidip geldiği aşikardır. Yani bazı muhafazakarların vatandaşlık anlayışı İslami tevhid adı altında farklı etnik grupları birleştirirken diğer bakış hem Türkçe anadil üzerinden milli kimliği hem de İslam’ın dini ve ahlaki önemini vurgular. İki vizyonda da Türkiye’nin yerli gayrimüslim nüfusuna yer yoktur.
Kürt sorununa olan bakış da yukarıdaki vizyonu yansıtıyor. Kürt sorunu konusunda görüşmeciler “sadece askeri yöntemlerle yaklaşmanın çare olmayacağını düşünüyor.” (Akçaoğlu 152) Çözüm yolunu ekonomik yatırım ve devlet hizmetlerinin iyileştirmesinde görüyorlar. Ancak bunun yanında hala “Türkler ve Kürtler yüzyıllardır din kardeşi olarak barış içinde yaşarken yabancı güçlerin oyunuyla bu birlikteliğin bozulduğu düşünülüyor.” (Akçaoğlu 152) Kürtlere İslam altında birliktelik mesajı veriliyor.
Önceki bölümlerde hissetirilen din temelli vatandaşlık anlayışı kitabın sonlarına doğru güncel konuların tartışıldığı bölümde açıkça Yahudi nefretine evriliyor. Akçaoğlu’nun saha araştırması sırasında başlayan Gezi direnişi ile ilgili görüşmecilerden Mustafa şöyle diyor:
“Siyasi olaylarda nelerin döndüğünü merak ediyorsanız “Bu olaylarda Yahudilerin çıkarı ne?” sorusunu sormanız gerekir. Dünyayı Yahudiler yönettiği için, dünyanın her yerindeki siyasi olaylarda bu soruyu sormak işe yarar. Türkiye’de Tanzimat’tan beri yaşanan radikal değişikliklerin nedenini öğrenmek için de aynı soruyu sormak lazım. Gezi de neler oluyor merak ediyorsanız perde arkasında Mason localarını göreceksiniz.” (Akçaoğlu 142)
Yahudilerin dünyayı kontrol ettiği antisemit basmakalıp Türkiye’nin komplo teorisi seven muhafazakar kesiminde yaygınlaşmış ve oturmuş bir fikir haline gelmiş. “Mustafa’nın Gezi Olayları hakkındaki açıklaması, arkadaşları tarafından onaylandı.”(Akçaoğlu 142) Benzer bir şekilde bu görüşlere mensup insanlar tarafından sıkça okunan Yeniden Milli Mücadele ve Büyük Doğu gibi yayınlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşündeki “temel fail, milleti ikiye bölerek devlet ve miller bütünlüğünü zedeleyen uluslararası Siyonizmdir.” (Akçaoğlu 143) Bu teori üzerinden yalnız Yahudiler değil, tüm gayrimüslimler dış mihrakların içerdeki desteği olarak gösterilir ve bunların yanına bir de Sünnilerin şüpheyle baktığı Bektaşi ve Melamiler de eklenir. Bu komplo teorilerinde Mason loncaları asla eksik olmaz.
Türkiye’de tüm vatandaşların dahil olacağı bir geleceğe olan umudun yükseldiği şu dönemde Akçaoğlu’nun kitabı Türkiye’nin büyük bir kısmının, “evde zor tutulan yüzde 50’nin” en üst-orta sınıf kesiminin fikir dünyasını okura detaylı olarak yansıtarak bizi Türkiye’yle ilgili gerçekçiliğe ve nüansa davet ediyor.
Muhafazakar üst-orta sınıfı anlamaya çalışan kitabında Aksu Akçaoğlu Ankara’nın Çukurambar mahallesine odaklanıyor. Anlattığı dünya görüşünde antisemit kalıplar da rol oynuyor.
2018 Aralık ayında ilk baskısı yapılan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyoloji öğretim görevlisi Aksu Akçaoğlu’nun Türkiye’de AKP döneminde değişen ve zenginleşen sosyal kesimi incelediği Zarif ve Dinen Makbul: Muhafazakar Üst-Orta Sınıf Habitusu adlı kitabı şimdiden üçüncü baskısını yaptı.
Ankara’nın Çukurambar mahallesinde gerçekleşen aylar boyu derinlemesine saha araştırmasının sonucu olan bu çalışma, Türkiye’de bugün egemen sınıf diyebileceğimiz grubun fikirsel ve sosyal dünyasını, dünya görüşünü ve siyasi duruşunu aydınlatıyor. İslamcılık kelimesinin analitik işlevsizliğine dikkat çektikten sonra muhafazakar terimini tercih eden Akçaoğlu kitabında sıkça bu görüşten insanların mekanlar ve bedenler üzerinde yaptığı etkileri ve değişiklikleri irdeliyor.
Akçaoğlu’nun dikkat çektiği şaşırtıcı hususlardan biri birçok sağ partiden milletvekilinin yıllarca ikamet ettiği ve sosyal olarak muhafazakar olarak bilinen, kafe ve restoranlarında alkol bulunmayan Çukurambar’da aslında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzde 46’yla Kasım 2015’te birinci parti olduğu ve iktidardaki AKP’nin ancak yüzde 29 ile ikinci sırada olduğu gerçeğiydi (Akçaoğlu 78).
Türkiye’de dini muhafazakar düşüncenin kapitalizmi ‘günah fabrikası’ olarak niteleyen, adil düzen peşinde dava yürüten Erbakan liderliğindeki hareketten değişimi kitap boyunca detaylarıyla inceleniyor. AKP iktidarı süresince kolektif ortodoksiden, tüketim ve kapitalizm karşıtlığından bireysel mütedeyyinliğe, piyasa içinde ‘İslami’ seçimler yapmaya kaydığını açıklıyor.
159 sayfalık kısa ama etkileyici bu kitabın ancak ikinci yarısında muhafazakar görüşlerin malzemesiyle ilgili fikirler ediniyoruz. Akçaoğlu’nun Adem diye lakap verdiği bir görüşmecisi sosyalleşme tarzından bahsederken muhafazakar dil kullanan insanlarla konuşmayı tercih etse de “Benim gibi düşünmeyen hatta benimle taban tabana zıt fikirleri paylaşanlarla da zaman geçirebilirim” diyor. Ancak koştuğu tek şart “dini ve milli değerlere saygılı olmak”. Kitap boyunca muhafazakar görüşte insanların Osmanlı’nın son dönemleri ve erken Cumhuriyet dönemi tarihiyle çok ilgili olduğu ve bu tarihi okumaktan zevk aldıklarını anlatıyor. Ancak resmi tarih yazımında ve muhafazakar yayımda bu tarihin nasıl anlatıldığı bilindiğinden gayrimüslimlere yapılan eziyetlerin bahsedilmesi bile Adem’in “dini ve milli değerlere saygılı olmak” şartını ihlal edebilir.
Akçaoğlu’nun konuştuğu muhafazakar çevrenin Türkiye vizyonunun “Müslüman bir ülke” ile “Türk-İslam yurdu” arasında gidip geldiği aşikardır. Yani bazı muhafazakarların vatandaşlık anlayışı İslami tevhid adı altında farklı etnik grupları birleştirirken diğer bakış hem Türkçe anadil üzerinden milli kimliği hem de İslam’ın dini ve ahlaki önemini vurgular. İki vizyonda da Türkiye’nin yerli gayrimüslim nüfusuna yer yoktur.
Kürt sorununa olan bakış da yukarıdaki vizyonu yansıtıyor. Kürt sorunu konusunda görüşmeciler “sadece askeri yöntemlerle yaklaşmanın çare olmayacağını düşünüyor.” (Akçaoğlu 152) Çözüm yolunu ekonomik yatırım ve devlet hizmetlerinin iyileştirmesinde görüyorlar. Ancak bunun yanında hala “Türkler ve Kürtler yüzyıllardır din kardeşi olarak barış içinde yaşarken yabancı güçlerin oyunuyla bu birlikteliğin bozulduğu düşünülüyor.” (Akçaoğlu 152) Kürtlere İslam altında birliktelik mesajı veriliyor.
Önceki bölümlerde hissetirilen din temelli vatandaşlık anlayışı kitabın sonlarına doğru güncel konuların tartışıldığı bölümde açıkça Yahudi nefretine evriliyor. Akçaoğlu’nun saha araştırması sırasında başlayan Gezi direnişi ile ilgili görüşmecilerden Mustafa şöyle diyor:
“Siyasi olaylarda nelerin döndüğünü merak ediyorsanız “Bu olaylarda Yahudilerin çıkarı ne?” sorusunu sormanız gerekir. Dünyayı Yahudiler yönettiği için, dünyanın her yerindeki siyasi olaylarda bu soruyu sormak işe yarar. Türkiye’de Tanzimat’tan beri yaşanan radikal değişikliklerin nedenini öğrenmek için de aynı soruyu sormak lazım. Gezi de neler oluyor merak ediyorsanız perde arkasında Mason localarını göreceksiniz.” (Akçaoğlu 142)
Yahudilerin dünyayı kontrol ettiği antisemit basmakalıp Türkiye’nin komplo teorisi seven muhafazakar kesiminde yaygınlaşmış ve oturmuş bir fikir haline gelmiş. “Mustafa’nın Gezi Olayları hakkındaki açıklaması, arkadaşları tarafından onaylandı.”(Akçaoğlu 142) Benzer bir şekilde bu görüşlere mensup insanlar tarafından sıkça okunan Yeniden Milli Mücadele ve Büyük Doğu gibi yayınlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşündeki “temel fail, milleti ikiye bölerek devlet ve miller bütünlüğünü zedeleyen uluslararası Siyonizmdir.” (Akçaoğlu 143) Bu teori üzerinden yalnız Yahudiler değil, tüm gayrimüslimler dış mihrakların içerdeki desteği olarak gösterilir ve bunların yanına bir de Sünnilerin şüpheyle baktığı Bektaşi ve Melamiler de eklenir. Bu komplo teorilerinde Mason loncaları asla eksik olmaz.
Türkiye’de tüm vatandaşların dahil olacağı bir geleceğe olan umudun yükseldiği şu dönemde Akçaoğlu’nun kitabı Türkiye’nin büyük bir kısmının, “evde zor tutulan yüzde 50’nin” en üst-orta sınıf kesiminin fikir dünyasını okura detaylı olarak yansıtarak bizi Türkiye’yle ilgili gerçekçiliğe ve nüansa davet ediyor.
Paylaş: