Balat, İzmir, Gökçeada, Samatya… Saldırılar art arda geldi. Kimi gasp kimi nefret eylemi. Cezasızlıkla devam eden süreç başka bir tedirginlik getirdi. Korkunun üzerine çaresizliği bindirdi.
O dönem Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı olan Kürşat Mican kitlenin en önündeydi. Ağzından çıkan sözlerle bunun sadece bir eylem olduğunu söylüyordu:
“Biz burada eylem gerçekleştiriyoruz. Siyonistler aklını başına alsınlar. Bizim kardeşlerimizin ibadet özgürlüğünü engellemesinler. Nasıl orada bizim ibadet özgürlüğümüzü engelliyorsanız, bizde sizin burada ibadet özgürlüğünüzü engelleriz. Nasıl bugün burada durduysak, yarın da geliriz. Buradan içeriye giremezsiniz”
Evet, Mican haklıydı. Bu bir eylemdi. Onun için çok basit olan ancak bu toplumun diğer parçalarında başka tedirginlikler doğuracak bir eylem; nefret eylemi.
Polis koruması altında bulunan ibadethaneye o gece saldırı esnasında hiçbir kolluk kuvveti müdahale etmedi. Türk Yahudi Toplumu sosyal medya hesabından paylaştığı mesajla sorumluların cezalandırılmasını talep etti:
“Bu akşam Neve Şalom sinagogumuz önünde yapılan provokatif gösteriyi kınıyor, ilgili makamlardan gereğinin yapılmasını bekliyoruz”
İnsan Hakları Derneği, gerçekleşen bu saldırının ardından suç duyurusunda bulundu. 1 yıl sonra iddianame hazırlandı.
İddianamede Mican hakkında şu ifadeler yer aldı:
“Şüphelinin öncülüğünü yaptığı grup ile sinagogun önünde yapılan basın açıklamasına müteakip sinagogun kapısına ve duvarlarına saldırıldığı, taş ve tekme atmak suretiyle zarar verildiği, toplu olarak dini ibadet ve ayin yapılmasının cebir ve şiddet kullanarak engellendiği, basın açıklaması ve yürüyüş ile halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla alenen tehditte bulunulduğu, ayrıca halkın farklı özelliklere sahip kesimlerinin kin ve düşmanlığa alenen tahrik edildiği sonucuna varılmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından şüphelinin açıklamaları ile halk arasında korku ve paniğe neden olduğu, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, ibadethaneye zarar verilmesini ve inanç ve düşünce kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçlarına faili meçhul şüphelileri azmettirdiği anlaşıldığından, yargılamanın mahkemenizce yapılarak, TCK 213/1, 115/1, 216/1, 153/1, 38, 53, 58. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi, kamu adına iddia ve talep olunur.”
Hazırlanan iddianamenin ardından Mican hakkında halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmekten dava açıldı.
İlk duruşmada Avukat Eren Keskin davanın tek kişi üzerinden açılmasının hukuka aykırı olduğuna vurgu yaptı, soruşturmanın genişletilmesini talep etti. İnsan Hakları Derneği davanın mağduru olmadığı gerekçesiyle davadan vareste tutuldu. Mağdur olan Neve Şalom Sinagogu davada tek taraf olarak kabul edildi.
16 Nisan 2019 tarihinde davanın ikinci duruşması yeniden yapıldı. Mican halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçundan 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak süreç istinaf mahkemesinde devam ediyor. Ne Kürşat Mican ne de eyleme katılan bir başka kimse hakkında şu ana kadar cezai bir yaptırım uygulanmadı.
‘BANA KÖTÜ DAVRANDIKLARI İÇİN SALDIRDIM’
Bu olayla bitmedi..
Tarih 30 Nisan 2018’i gösterdiğinde Kadıköy’de bulunan Surp Takavor Ermeni Kilisesi bir gece vakti ırkçı saldırıya maruz kaldı. Kilisenin duvarına ‘bu vatan bizim’ yazılaması yapılırken kapısının önüne çöp döküldü. Bu eylemi gerçekleştiren kişi bir gün öncede ayin sırasında kiliseye girerek huzursuzluğu neden olmuştu. Kamera görüntülerinin polise teslim edilmesinin ardından olay hakkında soruşturma başlatıldı.
Görüntülerden kimliği tespit edilen Serdar K. isimli saldırgan kolluk kuvvetlerince yakalandı.Psikolojik sorunları olduğu ve daha önce iki kez intihara teşebbüs ettiği iddia edilen şüphelinin olayın ardından yakalanmamak için metruk bir binanın çatı katında saklandığı ve yerinin tespit edilememesi için cep telefonunu kapattığı öğrenilirken, ifadesinde kilise duvarına yazıyı tek başın yazdığını ve kilise görevlilerinin kendisine kötü davrandığı için bu eylemi gerçekleştirdiğini anlattı. Hakkındaki işlemlerin tamamlanmasının ardından Serdar K. adli kontrol talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Mahkemenin adli kontrol şartıyla tahliye ettiği Serdar K. savcılıktaki ifadesinde şunları söylenmişti:
“Birkaç gün önce Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin ön tarafına Mustafa Kemal Atatürk’e ait posteri astım. Yanına da güller taktım. Ertesi gün posterin yerinden indirildiğini görünce sinirlendim. 30 Nisan’da hatırlamadığım bir saatte kilisenin duvarına bahsi geçen yazıları yazdım. Çevreden topladığım çöpleri de kapısına döktüm”
Saldırgan serbest kalırken saldırı sadece bir meczup olayı gibi gösterildi. Serdar K. 2 Mayıs tarihinde polis ekipleri tarafından tedavi görmesi için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı.
Bu da son değildi..
23 Şubat tarihinde Balat’ta bulunan Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi’nin duvarına ırkçı ve nefret içerikli yazılamalar yapıldı. Cemaat Vakıfları olayla ilgili emniyete şikâyette bulundu. Ancak bu saldırının failleri de ortaya çıkmadı.
İSRAİL’İN FATURASI TÜRKİYE YAHUDİLERİNE KESİLİYOR
Bitmedi…
Bu sefer yer İzmir, Konak.
Tarih 29 Mart 2019.
Beth İsrail Sinagogu’na silahlı saldırı düzenlendi. Emniyet Molotof kokteyli saldırıyla ilgili soruşturma başlattı.
Yakalanan saldırgan Ertan E. çıkartıldığı nöbetçi sulh ceza hakimliğince “İbadethanelere zarar verme” suçlamasıyla tutuklandı. Saldırganın, ilk ifadesinde eylemi İsrail’i protesto etmek amacıyla gerçekleştirdiğini söyledi.
SIRADAKİ ADRES GÖKÇEADA
Bu son derken, başka adreslerdeki olaylar var olan tedirginliğin son bulmasına hiç izin vermedi.
Sırada bu sefer Gökçeada vardı.
13 Mayıs 2019’da adanın Rum sakinlerinden 84 yaşındaki Zafir Pinaris’in köydeki evinde cansız bedeni bulundu.
Elleri ve ayakları bağlı olarak bulunan Pinaris, adanın esnaflarındandı. Yalnız yaşayan Pinaris’in hırsızlık nedeniyle öldürüldüğü düşünülüyor. Pinaris cinayetine ilişkin başlatılan soruşturmada 8 kişi gözaltına alındı. Zanlıların üzerinde Pinaris’e ait eşyalar bulunurken olayla ilgisi bulanan 3 kişi tutuklandı.
1964’teki Türkleştirme politikalarının ardından uzun yıllar sonra böyle bir saldırı Gökçeada’da halkında tedirginlik yarattı. Pinaris cinayetiyle, aile şikâyetçi olmadı ancak kamu davası açıldı.
Kötü tesadüfler akıllarda soru işareti bırakırken gözler yeniden İstanbul’a çevrildi.
Tarih 31 Mayıs 2019’u gösteriyordu.
Samatya’da yaşayan Ermenistanlı bir kadın maskeli iki kişinin saldırısına uğradı. Eşinin evden çıkmasının ardından saldırganlar kapıyı çalarak kadını evinde yaraladı. Şahısların kaçarken ‘bu daha başlangıç’ ifadelerini kullandığı öğrenildi. Ancak başka bir detay daha vardı. Ermenistanlı ailenin evi 2 ay önce işaretlenmişti. Duvarlarına nefret söylemi içeren yazılar yapıştırılırken haç işareti çizilmişti.
Olayla ilgili şikâyetin yapılmasının ardından soruşturma başlatıldı. Ancak henüz kimse yakalanamadı.
Bu olayın ardından başka evlerinde işaretlendiği iddiaları semtte tedirginliği arttırdı. Gün geçmeden de peşi sıra başka bir olayı getirdi.
Adres aynıydı.
Tarih 7 Haziran’ı gösteriyordu.
Ermenistanlı bir başka kadın Samatya’da sokak ortasında gasp edildi. Küpeleri çalındı, cüzdanını vermeyince saldırganlar tarafından yaralandı.
SONUÇ
Son 2 yılı aşkın sürede 2 sinagog, 2 kilise, 1 cinayet 2 yaralama. İsrail ve Filistin arasında yaşanan gerginliğin faturası Türkiye Yahudilerine kesildi. İstanbul’da Neve Şalom Sinagogu’na saldırı davası henüz cezayla sonuçlanmazken, İzmir’deki Beth İsrail Sinagogu’na saldırı sonucunda bir kişi tutuklandı. Devam eden ırkçı saldırılarda Balat’taki kiliseye saldıranlar bulunmazken, Kadıköy’deki Surp Takavor Kilisesi’ne saldıran kişi yakalandı ancak meczup işi gibi gösterildi. Saldırgan adli kontrol şartıyla serbest bırakılarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürüldü.
Gökçeada’daki işkenceyle öldürülen Pinaris’in ailesinin şikâyetçi olmamasının tek nedeniyse hala başlarının ucunda hissettikleri tedirginlik. Olayın gasp olduğu söylenirken, soruşturmaya gizlilik kararı getirildi. Peki ‘gasp’ soruşturmasına neden gizlilik kararı getiriliyor? 1944’ün Varlık Vergisi’nin yarattığı algı, 1955’in yağmacı kültürünün getirdiği gayrimüslimler zengindir algısı yıllar içinde sessizce kaç cinayetin nedeni oldu. Samatya’da Ermenilerin maruz kaldığı saldırının failleri de henüz bulunamadı ya da bulunmadı. Mağdurların birisi ailesini de alıp Ermenistan’a geri dönmek istiyor. Bu korku dolu iklimde hava solumak istemiyorlar artık. Marista Küçük cinayetinden sonra Samatya’da ana caddelerde kameralar bulunurken ara sokaklardaki karanlık hala aydınlanamayacak olayları peşi sıra getirdi.
Tüm bu süreçleri takip eden İnsan Hakları avukatı Eren Keskin, devlet dilinin nefret eylemlerini arttırdığı kanaatinde. Keskin, süreci şöyle yorumluyor:
“Bugünlerde İstanbul seçimleri gerçekleşecek ve CHP’nin adayı AKP tarafından Pontus Rum’u olarak ilan ediliyor. Sanki Rum olmak suçmuş gibi. Pontuslu Rumları katletmiş Topal Osman’a bağlılıklarını ilan ediyorlar. İktidar bunu söylerken muhalefette kendini savunmak adına ‘ben Topal Osman’a bağlıyım’ diyor. Biz böyle bir coğrafyada yaşıyoruz. Devlet Topal Osman’a bağlılığını ilan ederse, iki kişide kar maskesini takarak bir Ermeni’ye saldırmayı kendine hak olarak görüyor.”
Cezasızlıklar, eylemleri arttırdı. Medya ve devletin dilinden düşürmediği ayrımcı söylemler (Pontus, Konstantinopol vb. son dönemde kullanılan terimler) toplumlar arasındaki ırkçılığın pekişmesine neden oldu.
Ve en nihayetinde Hrant’ın da hissettiği gibi bu memlekette Ermeni, Rum ve Yahudi toplumun ruh hali her zaman bir güvercin tedirginliğinde.
Ve en nihayetinde Hrant’ın da hissettiği gibi bu memlekette Ermeni, Rum ve Yahudi toplumunun ruh hali her zaman bir güvercin tedirginliğinde.
Kaynak: Artı Gerçek, Melike Çapan
Balat, İzmir, Gökçeada, Samatya… Saldırılar art arda geldi. Kimi gasp kimi nefret eylemi. Cezasızlıkla devam eden süreç başka bir tedirginlik getirdi. Korkunun üzerine çaresizliği bindirdi.
Tarih 20 Temmuz 2017
Alperen Ocakları Neve Şalom Sinagogu’na saldırdı. Kapıları tekmeledi, taşlı saldırıda bulunuldu.
O dönem Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı olan Kürşat Mican kitlenin en önündeydi. Ağzından çıkan sözlerle bunun sadece bir eylem olduğunu söylüyordu:
“Biz burada eylem gerçekleştiriyoruz. Siyonistler aklını başına alsınlar. Bizim kardeşlerimizin ibadet özgürlüğünü engellemesinler. Nasıl orada bizim ibadet özgürlüğümüzü engelliyorsanız, bizde sizin burada ibadet özgürlüğünüzü engelleriz. Nasıl bugün burada durduysak, yarın da geliriz. Buradan içeriye giremezsiniz”
Evet, Mican haklıydı. Bu bir eylemdi. Onun için çok basit olan ancak bu toplumun diğer parçalarında başka tedirginlikler doğuracak bir eylem; nefret eylemi.
Polis koruması altında bulunan ibadethaneye o gece saldırı esnasında hiçbir kolluk kuvveti müdahale etmedi. Türk Yahudi Toplumu sosyal medya hesabından paylaştığı mesajla sorumluların cezalandırılmasını talep etti:
“Bu akşam Neve Şalom sinagogumuz önünde yapılan provokatif gösteriyi kınıyor, ilgili makamlardan gereğinin yapılmasını bekliyoruz”
İnsan Hakları Derneği, gerçekleşen bu saldırının ardından suç duyurusunda bulundu. 1 yıl sonra iddianame hazırlandı.
İddianamede Mican hakkında şu ifadeler yer aldı:
“Şüphelinin öncülüğünü yaptığı grup ile sinagogun önünde yapılan basın açıklamasına müteakip sinagogun kapısına ve duvarlarına saldırıldığı, taş ve tekme atmak suretiyle zarar verildiği, toplu olarak dini ibadet ve ayin yapılmasının cebir ve şiddet kullanarak engellendiği, basın açıklaması ve yürüyüş ile halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla alenen tehditte bulunulduğu, ayrıca halkın farklı özelliklere sahip kesimlerinin kin ve düşmanlığa alenen tahrik edildiği sonucuna varılmıştır.
Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından şüphelinin açıklamaları ile halk arasında korku ve paniğe neden olduğu, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği, ibadethaneye zarar verilmesini ve inanç ve düşünce kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçlarına faili meçhul şüphelileri azmettirdiği anlaşıldığından, yargılamanın mahkemenizce yapılarak, TCK 213/1, 115/1, 216/1, 153/1, 38, 53, 58. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi, kamu adına iddia ve talep olunur.”
Hazırlanan iddianamenin ardından Mican hakkında halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmekten dava açıldı.
İlk duruşmada Avukat Eren Keskin davanın tek kişi üzerinden açılmasının hukuka aykırı olduğuna vurgu yaptı, soruşturmanın genişletilmesini talep etti. İnsan Hakları Derneği davanın mağduru olmadığı gerekçesiyle davadan vareste tutuldu. Mağdur olan Neve Şalom Sinagogu davada tek taraf olarak kabul edildi.
16 Nisan 2019 tarihinde davanın ikinci duruşması yeniden yapıldı. Mican halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçundan 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak süreç istinaf mahkemesinde devam ediyor. Ne Kürşat Mican ne de eyleme katılan bir başka kimse hakkında şu ana kadar cezai bir yaptırım uygulanmadı.
‘BANA KÖTÜ DAVRANDIKLARI İÇİN SALDIRDIM’
Bu olayla bitmedi..
Tarih 30 Nisan 2018’i gösterdiğinde Kadıköy’de bulunan Surp Takavor Ermeni Kilisesi bir gece vakti ırkçı saldırıya maruz kaldı. Kilisenin duvarına ‘bu vatan bizim’ yazılaması yapılırken kapısının önüne çöp döküldü. Bu eylemi gerçekleştiren kişi bir gün öncede ayin sırasında kiliseye girerek huzursuzluğu neden olmuştu. Kamera görüntülerinin polise teslim edilmesinin ardından olay hakkında soruşturma başlatıldı.
Görüntülerden kimliği tespit edilen Serdar K. isimli saldırgan kolluk kuvvetlerince yakalandı.Psikolojik sorunları olduğu ve daha önce iki kez intihara teşebbüs ettiği iddia edilen şüphelinin olayın ardından yakalanmamak için metruk bir binanın çatı katında saklandığı ve yerinin tespit edilememesi için cep telefonunu kapattığı öğrenilirken, ifadesinde kilise duvarına yazıyı tek başın yazdığını ve kilise görevlilerinin kendisine kötü davrandığı için bu eylemi gerçekleştirdiğini anlattı. Hakkındaki işlemlerin tamamlanmasının ardından Serdar K. adli kontrol talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Mahkemenin adli kontrol şartıyla tahliye ettiği Serdar K. savcılıktaki ifadesinde şunları söylenmişti:
“Birkaç gün önce Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin ön tarafına Mustafa Kemal Atatürk’e ait posteri astım. Yanına da güller taktım. Ertesi gün posterin yerinden indirildiğini görünce sinirlendim. 30 Nisan’da hatırlamadığım bir saatte kilisenin duvarına bahsi geçen yazıları yazdım. Çevreden topladığım çöpleri de kapısına döktüm”
Saldırgan serbest kalırken saldırı sadece bir meczup olayı gibi gösterildi. Serdar K. 2 Mayıs tarihinde polis ekipleri tarafından tedavi görmesi için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı.
Bu da son değildi..
23 Şubat tarihinde Balat’ta bulunan Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi’nin duvarına ırkçı ve nefret içerikli yazılamalar yapıldı. Cemaat Vakıfları olayla ilgili emniyete şikâyette bulundu. Ancak bu saldırının failleri de ortaya çıkmadı.
İSRAİL’İN FATURASI TÜRKİYE YAHUDİLERİNE KESİLİYOR
Bitmedi…
Bu sefer yer İzmir, Konak.
Tarih 29 Mart 2019.
Beth İsrail Sinagogu’na silahlı saldırı düzenlendi. Emniyet Molotof kokteyli saldırıyla ilgili soruşturma başlattı.
Yakalanan saldırgan Ertan E. çıkartıldığı nöbetçi sulh ceza hakimliğince “İbadethanelere zarar verme” suçlamasıyla tutuklandı. Saldırganın, ilk ifadesinde eylemi İsrail’i protesto etmek amacıyla gerçekleştirdiğini söyledi.
SIRADAKİ ADRES GÖKÇEADA
Bu son derken, başka adreslerdeki olaylar var olan tedirginliğin son bulmasına hiç izin vermedi.
Sırada bu sefer Gökçeada vardı.
13 Mayıs 2019’da adanın Rum sakinlerinden 84 yaşındaki Zafir Pinaris’in köydeki evinde cansız bedeni bulundu.
Elleri ve ayakları bağlı olarak bulunan Pinaris, adanın esnaflarındandı. Yalnız yaşayan Pinaris’in hırsızlık nedeniyle öldürüldüğü düşünülüyor. Pinaris cinayetine ilişkin başlatılan soruşturmada 8 kişi gözaltına alındı. Zanlıların üzerinde Pinaris’e ait eşyalar bulunurken olayla ilgisi bulanan 3 kişi tutuklandı.
1964’teki Türkleştirme politikalarının ardından uzun yıllar sonra böyle bir saldırı Gökçeada’da halkında tedirginlik yarattı. Pinaris cinayetiyle, aile şikâyetçi olmadı ancak kamu davası açıldı.
Kötü tesadüfler akıllarda soru işareti bırakırken gözler yeniden İstanbul’a çevrildi.
Tarih 31 Mayıs 2019’u gösteriyordu.
Samatya’da yaşayan Ermenistanlı bir kadın maskeli iki kişinin saldırısına uğradı. Eşinin evden çıkmasının ardından saldırganlar kapıyı çalarak kadını evinde yaraladı. Şahısların kaçarken ‘bu daha başlangıç’ ifadelerini kullandığı öğrenildi. Ancak başka bir detay daha vardı. Ermenistanlı ailenin evi 2 ay önce işaretlenmişti. Duvarlarına nefret söylemi içeren yazılar yapıştırılırken haç işareti çizilmişti.
Olayla ilgili şikâyetin yapılmasının ardından soruşturma başlatıldı. Ancak henüz kimse yakalanamadı.
Bu olayın ardından başka evlerinde işaretlendiği iddiaları semtte tedirginliği arttırdı. Gün geçmeden de peşi sıra başka bir olayı getirdi.
Adres aynıydı.
Tarih 7 Haziran’ı gösteriyordu.
Ermenistanlı bir başka kadın Samatya’da sokak ortasında gasp edildi. Küpeleri çalındı, cüzdanını vermeyince saldırganlar tarafından yaralandı.
SONUÇ
Son 2 yılı aşkın sürede 2 sinagog, 2 kilise, 1 cinayet 2 yaralama. İsrail ve Filistin arasında yaşanan gerginliğin faturası Türkiye Yahudilerine kesildi. İstanbul’da Neve Şalom Sinagogu’na saldırı davası henüz cezayla sonuçlanmazken, İzmir’deki Beth İsrail Sinagogu’na saldırı sonucunda bir kişi tutuklandı. Devam eden ırkçı saldırılarda Balat’taki kiliseye saldıranlar bulunmazken, Kadıköy’deki Surp Takavor Kilisesi’ne saldıran kişi yakalandı ancak meczup işi gibi gösterildi. Saldırgan adli kontrol şartıyla serbest bırakılarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürüldü.
Gökçeada’daki işkenceyle öldürülen Pinaris’in ailesinin şikâyetçi olmamasının tek nedeniyse hala başlarının ucunda hissettikleri tedirginlik. Olayın gasp olduğu söylenirken, soruşturmaya gizlilik kararı getirildi. Peki ‘gasp’ soruşturmasına neden gizlilik kararı getiriliyor? 1944’ün Varlık Vergisi’nin yarattığı algı, 1955’in yağmacı kültürünün getirdiği gayrimüslimler zengindir algısı yıllar içinde sessizce kaç cinayetin nedeni oldu. Samatya’da Ermenilerin maruz kaldığı saldırının failleri de henüz bulunamadı ya da bulunmadı. Mağdurların birisi ailesini de alıp Ermenistan’a geri dönmek istiyor. Bu korku dolu iklimde hava solumak istemiyorlar artık. Marista Küçük cinayetinden sonra Samatya’da ana caddelerde kameralar bulunurken ara sokaklardaki karanlık hala aydınlanamayacak olayları peşi sıra getirdi.
Tüm bu süreçleri takip eden İnsan Hakları avukatı Eren Keskin, devlet dilinin nefret eylemlerini arttırdığı kanaatinde. Keskin, süreci şöyle yorumluyor:
“Bugünlerde İstanbul seçimleri gerçekleşecek ve CHP’nin adayı AKP tarafından Pontus Rum’u olarak ilan ediliyor. Sanki Rum olmak suçmuş gibi. Pontuslu Rumları katletmiş Topal Osman’a bağlılıklarını ilan ediyorlar. İktidar bunu söylerken muhalefette kendini savunmak adına ‘ben Topal Osman’a bağlıyım’ diyor. Biz böyle bir coğrafyada yaşıyoruz. Devlet Topal Osman’a bağlılığını ilan ederse, iki kişide kar maskesini takarak bir Ermeni’ye saldırmayı kendine hak olarak görüyor.”
Cezasızlıklar, eylemleri arttırdı. Medya ve devletin dilinden düşürmediği ayrımcı söylemler (Pontus, Konstantinopol vb. son dönemde kullanılan terimler) toplumlar arasındaki ırkçılığın pekişmesine neden oldu.
Ve en nihayetinde Hrant’ın da hissettiği gibi bu memlekette Ermeni, Rum ve Yahudi toplumun ruh hali her zaman bir güvercin tedirginliğinde.
Paylaş: