Arşiv Göze Çarpanlar

“Troçki, Antisemitizm, ‘Kitleler’”: Warren Montag ile Söyleşi

Kaynak: Birikim Dergisi, Halis Yıldırım

Los Angeles’taki Occidental College’de İngiliz edebiyatı profesörü olan edebiyat eleştirmeni Warren Montag, Netflix’in yeni dizisi “Troçki”ye karşı kaleme alınan protesto mektubuna imzacı olan yüzlerce akademisyenden biri. Halis Yıldırım’ın Montag’la yaptığı söyleşide, geleneksel antisemitist klişelerin tarih boyunca Lev Troçki’ye karşı kullanılma biçimlerini ve günümüzde egemenler tarafından bu klişelerin tekrar dolaşıma sokulmasının sebepleri irdeleniyor.  

Halis Yıldırım: Netflix’te yayınlanan “Troçki” dizisine yönelik protesto mektubunun imzacılarındansınız.

Yapılan açıklamada önemli bir nokta dikkati çekiyor. “Troçki” dizisi açık bir şekilde milli bir trajedi olarak resmedilen Bolşevik Rus Devrimi’nin yüzüncü yılına bir tepki olarak çekilmiş. Ancak dizide neden odaklanılan kişi Lenin veya Stalin değil de Troçki?

Dizinin Troçki’ye odaklanması ile, yapımcıların günümüzde Rusya ve Doğu Avrupa’da yükselişe geçen antisemitizme seslendikleri ortada. Stalin dizide, tüm “hatalarına rağmen” Yahudi Bolşeviklerini 1930’larda sürgün, hapis, öldürme ve çalışma kamplarına göndererek, Troçki’nin suikast emrini vererek Rusya’yı Yahudi etkisinden ve dahi egemenliğinden kurtaran kişi olarak resmedilmiş. “Troçki” dizisindeki antisemitizm ve sosyalizm/komünizmin kötülenmesi arasında nasıl bir ilişki var?

Warren Montag: Geniş kesimlerce Putin hükümetinin politik ajandasının bir parçası olarak eleştirilen, Netflix’te yayınlanan “Troçki” dizisi üzerine tartışırken, Louis Althusser’in şu sözlerini hatırlamakta fayda var: “Ne unutkanlık, ne tiksinti ne de ironi eleştirinin gölgesi kadar etkili olabilir”[1]. Yine de, bu yapacağımız eleştiri, birçoğumuzun diziyi izlerken hissettiği tiksinti ve öfkeyi engellemeye veya onun üstesinden gelmeye yetmeyebilir. Aslında bu duygular “Troçki”nin bazı görsel ve söylemsel özelliklerine işaret ediyor. Dizide birçok sahnede Slav dillerinde Yahudilere karşı kullanılan ırkçı “zhid” teriminin sık sık kullanılmasıyla bilinçli bir biçimde tahrik edilen ve körüklenen antisemitizm ve soyut bir biçimde sahneye koyulan antikomünizm bu özelliklerden en önemlileri. Dizinin kabalığı ve absürtlüğü Troçki’nin katili olan “Jacson”ın dizinin ahlâki merkezine dönüşmesiyle doruk noktasına ulaşıyor.

Ancak “Troçki” dizisini bir taraftan yargılayıp ve bir taraftan da özellikle dizideki antisemitizmi ve antikomünizmi daha önceki tarihsel süreçler içinde büründükleri biçimlere dayandırarak, bunları yalnızca toplumda ideolojik olarak var olan ve bildik ilişkilerin bir yansıması olarak görmek büyük bir hata olur. Tam tersine hem politik hem de teorik olarak nelerin tarihsel süreçlere dayandırılıp dayandırılamayacağını ve dizinin Troçki adındaki bir “mutantı”; daha net bir biçimde söylersek, Yahudi ve komünist kimliklerini birleştiren bir özneyi taşlamak derdinde olduğunu anlamamız gerekir. Bu birleşim üçüncü bir kavramla, yani “kitleler” aracılığıyla başka bir boyuta ulaşıyor.

Bu ideolojik ilişkilerin bu şekilde ortaya konması günümüzdeki tarihsel konjonktüre dahil olan risk, tehlike ve fırsatlara stratejik ve taktiksel bir cevap niteliğinde. Günümüz antisemitizmi ve antikomünizmi ile mücadele etmek için, bugüne kadar nasıl bir değişim geçirdiğini ve hangi şekillere büründüğünü anlamamız ve bu şekillerin zayıf noktalarının hangileri olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Aynı şekilde de kendi strateji ve taktiklerimizin etkenliklerini hem söylemsel olarak hem de başka şekillerde analiz etmeliyiz. 

Dizi, kendini “Yahudi Bolşevizmi” gibi faşist kavramlara dayandırırken, aynı zamanda da bunları geliştirip, dönüştürüyor.[2] “Troçki” dizisi kurulan Yahudi-komünist imajına senaryonun birçok dönüm noktasında aile, kilise ve ulus düşmanlığı gibi hep bir yeni öğe daha ekliyor. Bu yeni öğeler de sanki aslında gizli saklı veya ilk bakışta fark edilmeyen ve bir anda meydana çıkartılan şeyler olarak sunuluyor. Ayrıca dizi beklenmedik bir şekilde antisemitizm ve Yahudilerin sözde başlıca özellikleri arasında karşılıklı bir ilişki kuruyor. Antisemitizmin şiddete eğilimli, ilkel olarak resmedilen ve dizide zaman zaman üstü kapalı bir ayıplama ile karşılanan türleri bile, gitgide “sıradan insanların” dizideki muhayyel Yahudi’nin kültürel yönlerine ve davranışlarına verdikleri bir cevap şeklinde resmediliyor.

Bir kısmı, sözde rakipleriyle masum Hıristiyan müşterilerini kandıran tefeciler, diğer bir kısmı Hıristiyan ideallere karşı inkâr edilemez eleştirileriyle gurur duyan ukala entelektüeller. Bazıları ise hiçbir zaman ait olamadıkları geleneksel toplumu yıkmak için kitleleri kendi bin bir türlü oyunlarına alet ederek, eşitlik ve adalet çağrıları/çığırtkanlığı yapan politik liderler. Böyle Yahudi profillerinden nefret etmemek (!) mümkün olabilir mi!

Dizi, sıradan insanların Yahudilerden nefret etmesinin son derece haklı ve bu nefretin sonucunda bu insanların geri döndürülemez eylemlerde bulunmalarının da bizatihi sorumlusunun, bu eylemlerin müsebbibi Yahudiler olduğu mesajını veriyor. Dahası dizideki Yahudilere karşı beslenen popüler, yaygın kıskançlık ve nefret hissi arttıkça Yahudilere ödettirilen bedel de ağırlaşıyor. Dizi Yahudiler ve antisemitistler arasındaki karşıtlığı/antagonizmi politik dünyanın merkezine koyuyor. Bu antagonizm giderek derinleşen bir çatışmanın motor gücü haline getiriliyor. Bu yaklaşımın da oldukça etkili olduğu kanıtlanmış durumda; örneğin aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) partisi geleneksel antisemitist ajitasyonu yalnızca “Yahudi” kelimesini “Müslüman” ile değiştirerek İslâm karşıtı bir ajitasyonu kendine adapte etti.

Yahudi (yani dizideki her erkek Yahudi karakter; Troçki’nin ailesinin kadınları ve çocukları onun kendi kurbanları konumunda oldukları için muaf tutuluyor) bu şekilde Yahudi olmayan dünyaya karşı daha da çok zarar veren eylemlerde bulunuyor. Bunlar ilk etapta düşük profilli eylemler: Yahudilere başkalarını kandırmalarına olarak sağlayan küçük işletme ve tefeci kültürü, ya da Troçki’nin babasının pazar meydanındaki köylülerin arasında gezerken takındığı aşağılayıcı bir yüz ifadesi ile fısıldaması. Ancak biraz daha ileri gidince (Marx, Luxemburg ve Troçki gibi) Yahudi devrimcilerinin sosyalizmi ve komünizmi icat edip, Yahudi olmayan kitlelerin güvenini ve takdirini kazanarak politik hayata sızacakları ortaya çıkıyor. Böylelikle bir yandan eşitlik nasihatleriyle saldırganlıkları dizginlerken, diğer yandan da bu öfkeyi serkeşlik ve apokaliptik bir yıkıma alet edecekleri ima ediliyor.

Ancak dizi, Troçki nezdinde vücut bulan muhayyel Yahudi ile alakalı çelişkiler silsilesinde çıkmaza saplanıyor. Yahudi kendi yarattığı ve savunmaya devam ettiği komünist doktrinlere gerçekten inanıyor mu? Eğer bu olabiliyorsa demek ki, Yahudi riyakâr ve bağnaz karışımı, entelektüel olarak aşırı gelişmiş ve kendi üstünlüğüne ikna olmuş, ancak aynı zamanda da kendini iktisadi ve toplumsal düzenin yıkımından başka bir şey talep etmeyen bir adalet duygusuna adamış birini temsil ediyor.

İsa’yı peygamber olarak reddeden Yahudiler her biri kendisinin seçilmiş kişi olduğuna ikna olmuş bir yalancı-peygamberler ulusu olarak ve diğer tüm uluslara ışık tutarak bütün insanlığa yeni bir dünyaya doğru önderlik ediyor. Kendi geliştirdikleri körlük sebebiyle göremedikleri Hıristiyanlık düzeninin doğruluğunu kabul etmektense ölmeyi tercih ettikleri için de bir o kadar tehlikeliler. Yahudi’nin, Troçki gibi kitleleri kendi vizyonuyla etkilemesi, proleter enternasyonalizm ve dünya devrimi uğruna kitleleri Rus milletinin davasından koparmayı başarması, medeniyetin sonu olarak sunuluyor.    

Hatta dizinin bir sahnesinde Yahudilerin vatanseverlik ya da ulusal duyarlılıklarının eksikliğinin sebebinin gizli bir Yahudi enternasyonalinin varlığı olduğunu iddia ediliyor. Bu enternasyonal içinde Yahudi liderlerin (Bela Kun, Luxemburg, Jogiches, Troçki, Zinovyev, Radek) bir komplosu olan Üçüncü Enternasyonal bir kamuflaj görevi görüyor. Tek bir dürüst adam –örneğin Troçki’nin katili olan bir Jacson– sahte İsa’ın gelişini ve Carl Schmitt’in benimsediği eski ahitteki “Katechon” gibi dünyanın sonunu engelliyor.[3]

Dizi aynı zamanda bize bazı yönleriyle daha az tehlikeli olan bir Yahudi figürü de sunuyor. Bu Yahudi rasyonel bir aktör ve tahmin edilebilir olduğundan kontrol edilmesi mümkün ancak kârını maksimize etmeye odaklanmış adi biri. Parvus bu figürün somutlaşmış hali. Bir beyefendi gibi görünüp, bir beyefendi gibi davranıp, başka centilmenlerle vakit geçirmekten hoşlanıyor. Sosyalist harekette aktif olmasının sebebi inancından çok, harekette gördüğü finansal fırsatlar. Amacı -dizinin iddia ettiği üzere- yalnızca bankaların iflas ettiği izlenimini verip Rusya’yı batırmak ve panik yaratmak değil; aynı zamanda da devrimci hareketi farklı fraksiyonlar arası işbirliği oluşturmak yerine para kullanarak rekabet ilişkileri yaratarak etkisiz hale getirmek. Ne yazık ki, Parvus bir Yahudi’nin gelebileceği en şeytani hal olan, (Troçki gibi) bir silahlı peygamber değil, en kötü haliyle yalnızca bir parazit.

İlk bakışta küçük ve önemsiz olarak algılanabilecek iki Yahudi tipi arasındaki farklılık, bir noktada net bir biçimde ortaya çıkıyor. Dizide isimlere, takma adlara ve isim değişikliklerine özel bir önem atfediliyor. Dizideki Yahudi olmayan karakterlerin, Yahudi karakterlere hitap ederken Rus isimleri yerine eski Yahudi soyadlarını kullanması, ya da yalnızca “gerçek” isimlerini Eşkenazi dilinde telaffuz etmesi neredeyse bir haz nesnesine dönüşüyor. Troçki’nin isminden esinlendiği hapishane komutanı “Lev”’i “Leyba”’ya çeviriyor ve “Bronstein”ı, Eskenazi dilindeki gibi (Yiddiş) “Bronştayn” şeklinde telaffuz ediyor.. Dizi, Troçki’nin kendi işkencecisinin ismini almasının sebebinin işkencecisiyle özdeşleşmesine ve “Hıristiyan” Troçki’nin hapishane komutanının gerçek yüzünü herhangi bir yanılsamaya kapılmaksızın görmesine dayandırıyor. Ancak gerçekte Troçki’nin isim değiştirmesin fark edilmemekten öteye giden bir sebebi var. İsim değişikliği aynı zamanda kitlelere önderlik etmesini engelleyen bir kimlikten kurtulmasını sağlıyor, yani aslında bir asimile olma hamlesi.

Oysaki dizide Yahudilerin gerçekten asimile olmadıkları, ancak yalnızca bunun izlenimini verdikleri mesajı veriliyor. Bunu, aynı Troçki gibi, eğer Yahudi olarak bilinseler kendilerini reddedecek olan kitleler nezdinde etki sahibi olmak için veya (gerçek adı, Yahudi olmayan karakterler tarafından söylenildiği gibi Gelfand olan) Parvus gibi zengin ve güçlülerin içine karışmak için yapıyorlar. “Yahudi” yalnızca başkaları gibiymiş gibi duruyor, gerçekte ise asıl amacı kitlelere ulaşmak için belli bir kılığa bürünerek onları kendilerine ait olmayan yabancı hedeflere doğru yöneltmek. 

Dizi gerçek bir devrimci kitle hareketinin, antisemitizmin, ulusal ezilmenin ve ırkçılığın diğer formlarını sona erdirmek, ya da etkilerini azaltmak amacıyla harekete geçebileceği fikrinin neredeyse imkânsız olduğunu ima ediyor. Böyle bir ihtimalin varlığı egemen sınıfın, Yahudilerin kıskanç ve nefretle dolu olduğuna dair kısırdöngüsünü ellerinden alacaktır. Bu mekanizma, kitleler nezdinde antisemitizme sebep olurken, bunun önüne ancak hem kitlelerin hem de Yahudilerin Rusya’nın doğal olarak olan egemen sınıfı önünde diz çökmesi ile geçilebileceği iddiasını da içerir.

Troçki yazılarında, Stalin’in Yahudi Bolşeviklerine (en çok da Troçki, Zinovyev ve Kamanev “troyka”’sının) herkes tarafından bilinen Rus parti isimleri yerine, tutuklanmaları ve çeşitli komplolarla suçlanmalarından sonra, kendilerine aileleri tarafından verilen isimlerle hitap etmesinin bir olumsuzlama/karalama olduğuna dikkat çeker. Stalin bu şekilde halk kitleleri arasında devrimden sonra inişe geçen antisemitizmi yeniden harekete geçirmek, körüklemek, böylelikle de eski Bolşeviklerin arkasındaki halk desteğini kırmak istemiştir.[4]

Aynı şekilde Winston Churchill Yahudilerin fanatizmlerinin -kendi desteklediği Siyonistleri muaf tutarak ve özellikle “kıskançlık ve nefretleri sebebiyle” sosyalist ve komünist hareketlere meyleden Yahudi kitlelerini hedef alarak- sebebinin bilfiil kendi “Yahudilikleri” olduğunu vurguluyordu. Churchill’in bu iddiasının en kusursuz temsilcisi “Avrupa’nın Gulyabanisi” olarak tanımladığı “Lev Troçki”, namı diğer “Bronstein”dan başkası değildi.[5]

Troçki ve kitlelerden öğrenme yetisi

Dizi, tüm inkâr ve çarpıtmalarına rağmen, Troçki’nin Rus Devrimi’nin Tarihi kitabında gözler önüne serdiği büyük katkılarını açık bir şekilde ortaya koymasa da tamamen de görmezden gelemiyor. Bunlar dizinin sadece çarpık devrim anlatısını değil, ilk sekiz bölümde şimdiki zamana atfedilen tarihsel normları da en çok tehdit eden kısımlar.  

Troçki’nin 1917 tecrübesinden ve devamındaki gelişmelerden, yani iki büyük devrimden ve daha önce dünya üzerinde var olmamış yeni bir toplum düzenini yaratmanın zorluğundan çıkardığı en büyük derslerden biri kitlelerin gücü ile ilgiliydi. Bahsettiğim kitlelerin, sadece sokaktaki gerici kuvvetler karşısında veya savaş alanında galip gelmeleri değil, aynı zamanda ve hatta daha da önemlisi, bu gücün özüne (ve dizinin bin bir türlü yolla aksini ispatlamaya çalıştığı) içkin olan kolektif akıldır. Troçki Bolşevikler ve Sosyal Demokrasi arasındaki hem pratik hem de teorik ayrımın “kitlelerden öğrenme” yetisi olduğunu ileri sürüyor. Ona göre Sosyal Demokratlar:

“halk kitlelerini tepeden aydınlatmak, vesayet altına almak, koruyucu ve iyiliksever bir konumda bulunmak için yanıp tutuşur, ancak iş onları dinlemeye, anlamaya ve onlardan öğrenmeye gelince tamamen çuvallarlar. Kitlelerden öğrenme yetisi olmadan bir devrimci politika izlenemez”.[6]

Kitlelerin günlük eylemleri, direniş ve isyan biçimlerinden ortaya çıkan fikirler kitleleri, birçok parti konuşmacısından daha etkin bir konuma getirdi. Troçki devam ediyor:

“adı sanı olmayan işçinin, denizcinin, askerin tabanda, en alt kesimlerde sürdürdüğü ajitasyon, ihtida etmişleri (inancını kaybetmişleri) kazanıyor, en ufak şüpheyi ortadan kaldırıyor, ve son kararsızlıkların üstesinden geliyordu. Aylarca süren ateşli politik tecrübeler tabanda sayısız kadro yarattı, yüzlerce, binlerce insanı kendiliğinden yetiştirdi. Bu insanlar politikayı yukarıdan değil, aşağıdan gözlemlemeye alışmış ve bu sayede akademik konuşmacıların bile yapamadığı bir biçimde kendilerini gerçekleri ve insanları derinden anlar bir konuma getirmişti”.[7]

“Kim kitlelerin kör ve saf olduğuna inanıyorsa büyük bir yanılgı içindedir. Damarına basıldığı yerde binlerce göz ve kulak neyin hakikat neyin yalan olduğunu algılar, duyduklarını kendi tecrübesiyle tartar, birini seçer, diğerini çöpe atar. Kitleleri betimleyen tasvirler birbirinden farklılaştığı ya da çeliştiği anda, kitleler kendi tecrübeleriyle teyit ettiği gerçekliğe en yakın olanı kabul eder”.[8]

Bolşeviklerin başarıları, zaferleri, kitleler için anlaşılabilir ve tekrarlanabilir teorilerin, pratikteki tecrübelere dayanan değişimleriyle, “kitlelerin inisiyatifine ve bağımsızlığına” duydukları güvenle oluşuyordu.  

Dahası Troçki aynı Lenin gibi Rus şovenizminin (ve onun ırkçılığının, antisemitizminin ve anti-Müslüman yönlerinin) azılı bir düşmanıydı. Özellikle de şovenizmin enternasyonalizm veya evrenselcilik maskesine bürünmüş hallerine:

“Bir egemen ulusun statükoyu muhafaza etmek istemesi kendini sık sık milliyetçiliği ‘aşmak’ olarak ifade eder. Tıpkı muzaffer bir ulusun ganimetlerini muhafaza etmek için mütemadiyen  ‘pasifizme’ sığınması gibi. Tam da bu nedenle MacDonald kendini Gandi’nin karşısında enternasyonalist olarak görür”.[9]

Şubat devriminden sonra ilk Sovyetler azınlıkların yaşadığı yerlerde oluşmuştur. Troçki; Rus zulmü “sıklıkla Ukraynalıların veya Müslümanların savunmacı-milliyetçiliği ile yapılan savaşla örtbas ediliyordu,” der[10] ve Rus devletinin bir ulus-devlet olarak değil, farklı dillerin, dinlerin ve kültürlerin Rusya’nın çıkarları doğrultusunda ezildiği çok-uluslu bir devlet olarak ortaya çıktığına işaret eder.[11]

Devlet bürokrasisin zayıfladığı her noktada ulusların ezilmesine karşı bir isyan patlak veriyordu. Lenin ve Troçki –ulus konseptinin yalnızca kapitalist çağın bir parçası olduğuna dair tarihsel bir anlayışı temel alan soyut anti-milliyetçilik taraftarlarından farklı olarak– Bolşevik partinin yapması gerekenin “herhangi bir ulusun başka bir devletin sınırları içinde tutulması dahil, ulusların her ne şekilde olursa olsun ezilmesine karşı uzlaşmaz bir mücadele vermesi”olduğunu söylüyor ve“Rus proletaryasının ancak bu şekilde ezilen halkların güvenini kazanabileceğini” savunuyordu.[12]

Ezilen halklara kendi ulusal kurtuluş taleplerini bırakmalarını ve “kanun önünde eşitliği” kabul etmelerini talep etmek, toplumun çok büyük bir kesiminin mücadele gücünün kırılmasına ve devrime desteklerinin yitirilmesine sebep olacaktı, çünkü “devrim sadakalarla ve taksit ödemeleriyle yetinmediği için devrimdir”.[13] Ezilen milletler devrimi, kendi yaşadıkları sömürü ve ezilmeyle bir alakası olmayan, Ruslara ait bir mesele olarak gördüklerinde devrime verdikleri destek de bununla orantılı olarak azaldı. Ulusal karşıtlığın, sınıf çelişkileriyle iç içe olduğu fikri kabul edildiğinde ise devrime destek çarpıcı bir biçimde arttı.

Troçki partikülarizme[14] saf bir evrenselci karşılık vermek yerine, evrenselciliğin içinde bir ayrıştırmaya gitti. Bir yanda ulusal ve kültürel çeşitliliği kendine bir tehdit olarak gören ve ezilen halklara mücadele etmemelerini dayatan bir evrenselcilik vardı. Diğer yanda ise her adımda kendi ulusal kimliklerini ifade etmeleri ve geliştirmeleri engellenenlerin mücadelesinin ve ulusal kurtuluşun sosyalist devrimin temel öğesi olduğunu savunan bir evrenselcilik vardı.

Troçki ismi anıldığında genelde yenilginin ve karşı devrimin çölünde çığlık atan, kopkoyu bir yalnızlık içinde, terk edilmiş, sürgüne vurulmuş ve hor görülmüş bir peygamber akla gelir. Ancak Troçki’yi ve 1917’nin mirasını/hatırasını mezara gömmeyi kendine görev edinmiş “Troçki” dizisi, bir absürt melodram olarak, Isaac Deutscher’ın “Silahlı Peygamber” diye adlandırdığı şeyi ortaya çıkartıyor. Bu, ne Troçki’nin kendisi ve ne de dizinin Troçki’ye atfettiği şeytani güç; temel mesele, bu gücün kitlelerin gücü olduğu gerçeği.

O kendi başına kitlelere önderlik etmiyor; kitlelerin çığlıkları, sözleri, duygu değişimleri, korkuları ve umutları ile birlikte, yani kitlelerle beraber önderlik ediyor. Onları Lenin’den başka kimsenin duyamadığı gibi duyuyor. Onların karşısında konuşma yaparken Troçki, kelimeleri kendisinin değilmişçesine, âdeta kitlelerin sesi ve nefesi olurken görüyoruz; sayısız toplantı, tartışma ve eylemden ortaya çıkan tek bir yazarı ya da belli bir kaynağı olmayan önermelerin, teşviklerin, onaylayan alkışların ve muhalif kızgın bağırışların vücut bulduğu bir yazar, bir hatip olarak ortaya çıkıyor. Tam da bu nedenle, Troçki’nin (veya Troçki lakaplı Bronstein’ın) bir kez öldürülmüş olması yetmemişti. Düşman için canlandırılıp tekrar öldürülmesi gerekmişti. Tekrar öldürülüp gömülmek için önce mezardan çıkartılmış, sonra da ete kemiğe bürünmüştü. Nihayetinde, korkulan Troçki değil, kitlelerdi.


Halis Yıldırım: LMU Münih Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapmıştır. Bu alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Hegel, Gramsci ve Benjamin’de tarih anlayışı ve Ermeni soykırımı konuları ile ilgileniyor.

İngilizceden çeviren: Yunus Özgür. Çeviri editörü: Talin Suciyan.


[1] Louis Althusser, For Marx (London: Penguin, 1969), s. 139.

[2] Yahudi Bolşevizmi: Gizli Yahudi örgütlerinin, Komünist hareketin ve Sovyet Bolşevizm’inin arkasındaki güç olduğunu iddia eden aşırı sağ komplo teorisi. Hem Rus Devrimi sürecinde monarşist güçler tarafından, hem de Naziler tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı halk kitlelerindeki antisemitizmi körüklemek için kullanılmıştır –ç.n.

[3] Katechon: Bir Hıristiyan öğretisine göre Antichrist’ı durduracak olan dinî figür. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalist Carl Schmitt ve bazı Katolik papazlar tarafından “Yahudi Bolşevizm’i ile mücadele” amacıyla ancak Nazi İmparatorluğu’nun Sovyetler Birliği’ni durdurabileceği savıyla tekrar gündeme getirilmiştir –ç.n.

[4] Leon Trotsky, “Thermidor and Anti-Semitism”, New International 3, no. 4 (whole no. 53), Mayıs 1941.

[5] Winston Churchill, “Zionism versus Bolshevism”, llustrated Sunday Herald (Londra), Şubat 8, 1920, s. 5; Churchill, “The Ogre of Europe”, Great Contemporaries (Londra: Odhams Press, 1947), s. 152–158.

[6] Leon Trotsky, The History of the Russian Revolution (HRR), cilt. 1 (New York: Pathfinder Press, 1932), s. 231.

[7] Trotsky, HRR, cilt. 3, s. 75.

[8] Trotsky, HRR, cilt. 1, s. 125.

[9] Trotsky, HRR, cilt. 3, s. 45.

[10]  A.g.e., s. 46.

[11] A.g.e., s. 36.

[12] A.g.e., 38.

[13] A.g.e., 39.

[14] Tikelcilik: Belli bir halk kitlesinin veya alt devletin kendi öznel ulus çıkarlarını kabul ettirme isteği –ç.n.