Arşiv Göze Çarpanlar

Faşist Eichmann, Anti-faşist Elrom ve Devrimci Mahir!

Kaynak: Haber Türk, Muhsin Kızılkaya

İki hafta önce burada yayınlanan Raci Tetik’le ilgili yazım için bilgi toplarken, Arjantin’de yakalanarak İsrail’e götürülen, orada yargılanarak İsrail devletinin tarihinde idam edilen tek kişi olarak tarihe geçen Nazi kasabı Adolf Eichmann’ı ipe götüren belgeleri Ephraim Hofstadter adlı bir komiserin topladığı bilgisine rastladım bir yerlerde.

Biraz kurcaladım, meğerse Eichmann’ı İsrail’de sorgulayan ekibin içinde yer alan, dünyanın dört bir yanında dolaşarak Eichmann’ın işlediği suçların izini süren, bulduğu belgelerle onu idama gönderen komiser Ephraim Hofstadter; Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından 22 Mayıs 1971 günü Nişantaşı’nda Hamarat Apartmanı’nda öldürülen İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom’dan başkası değilmiş.

Diyeceksiniz ki bu yeni bir bilgi değil, olsun ben yine de anlatmak istiyorum.

Eline bir iki çakar almaz tutuşturularak, banka soygunlarından elde edilen paralarla Türkiye’de devrim yapacaklarını sanan maceracı Türk solcularının alnında kara bir leke gibi duran bu siyasal cinayetin hikayesi her açıdan ilginçtir çünkü. 

*

Bütün hayatını insanlık tarihinin gördüğü en büyük vahşi soykırımı gerçekleştirmiş olan Nazileri, saklandıkları deliklerde bulup mahkemeye çıkarmaya vakfetmiş bir anti faşist; faşizme karşı mücadele verdiğini sanan anarşist birkaç solcu genç tarafından acımasızca öldürüldü.

Onlara sorsan, faşizme karşı mücadele veriyorduk diyecekler!

*

Konuyu araştırırken önce Şalom gazetesinde Şeyda Demirdirek’in vaktiyle yazdığı iki uzun makalesi ile Yıldıray Oğur’un Türkiye gazetesinde yazdığı yazısı çıktı karşıma. Ardından Rıfat Bali’nin “İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’un İnfazı” kitabına başvurdum, orta yerde ibretlik bir hikaye vardı, bir de benden okuyun istedim.

*

Yakın bir zamanda FETÖ’nün yaptığı gibi ordunun içine sızdığını sanan bazı solcular, 9 Mart 1971’de bütün hazırlıklarını yapmış, bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmek üzereydiler.

Ancak onlar darbe yapmadan, rakipleri işe uyandı, 12 Mart’ta onlardan daha güçlü başka bir grup darbeyi yaptı; “Balyoz” adı verilen bir hareket bir anda tepelerine indi.

Herkese kan kusturmaya başladı Balyozcular.

Nurhak Dağlarına çıkmak için (çıkılacak daha yakın dağlar varken) yola çıkan Deniz Geçmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 16 Mart 1971 günü yakalandılar.

26 Nisan 1971’de toplanan MGK 11 ilde sıkıyönetim ilan etti. Dernekler kapatıldı, sürek avı başladı, yazarlar tutuklandı, işkence tezgahları kuruldu.

Bir buçuk sene önce Aralık 1970’te, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga tarafından kurulan ve birçok anarşik hadiseyle adını duyuran THKP-C, tutuklanan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını hapishaneden kurtarmak için bir dizi eylem kararı aldı.

Amerika, İran veya İsrail konsoloslarından birisi kaçırılacaktı! Amerika zor işti, İran tepki çekebilirdi, en iyisi İsrail’di. Bu vesileyle hem Filistin davasına destek çıkılmış olacak, hem de Denizler’i kurtaracaklardı; bir taşla iki kuş yani..


İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom, bu şehre geleli 19 ay olmuştu. Karı koca yalnızdılar. Tek çocukları olan oğulları Gideon kısa bir süre önce bir uçak kazasında ölmüştü. Oğullarının ölümü karı kocayı çok etkilemiş, devlet de pek kıymet verdiği bu memurunu, güvenliğini düşünerek soyadını değiştirmiş, huzurlu, sakin, dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olan İstanbul’a başkonsolos yaparak onu mükafatlandırmıştı.

Zira Elrom, on sene önce insanlık adına çok önemli bir iş başarmış, Hitler faşizminin Almanya’da yaptığı en büyük soykırımı bir anda dünyanın gündemine çıkmamak üzere getirmiş, bu alanda yeni çalışmaların yapılmasına ön ayak olmuş, tarihin gördüğü en acımasız insan kasaplarından birisi olan Eichmann’ın sorgusunu bizzat yürüterek önemli bir görev başarmıştı.

1911 yılında Polonya’da dünyaya gelmişti. Prag’da mekanik eğitimi almış, daha sonra da Filistin’e göç etmişti. O sırada İngiliz mandası altında bulunan bölgede kısa bir süre emniyet müdürlüğü yapmış, 1958 yılında da Eichmann’ın yakalanması işini yürüten “Büro 6”da komiserlik görevine getirilmişti. 

Eski Nazilerin yakalanıp adalete hesap vermesini bu kadar çok istemesinin bir diğer nedeni de, milyonlarca soydaşıyla birlikte Polonya’da bulunan bütün ailesinin faşistler tarafından yok edilmiş olmasıydı.

Eşi Elsa Elrom’la birlikte Elmadağ’da, Harbiye’ye doğru giderken sol kolda Seyhan Apartmanı’nda bir dairede yaşıyorlardı.

*

11 Mayıs günü Ulaş Bardakçı, eylemde kullanılmak üzere Teşvikiye’de bir otomobil çaldı. İlkay Demir ve Kadriye Deniz Özen ise, kaçırılma eylemi için istihbarat toplamaya başladılar.

17 Mayıs günü saat 11.20’de Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı ellerinden bir buket çiçekle apartmanın kapısını çaldılar. Kapıcı açtı kapıyı, apartmanda oturan Doktor Eskenazi’yi sordular, evde değil cevabını alınca, eşiyle görüşeceklerini söyleyerek içeri daldılar. Kapıcıyı derdest edip dışarıda bekleyen Necmi Demir ile Oktay Etiman’ı içeri aldılar.

Saat 13.20’de Ephraim Elrom apartmana girdi. Dairesinin kapısında Hüseyin Cevahir karşısına dikildi. Cevahir onu Atatürk’ün silah arkadaşlarından Refet Bele’nin eşi Perihan Hanım’ın dairesine sokmaya çalıştı. Karşı çıkınca Mahir Çayan ile Oktay Etiman yardımına koştular; Elrom derdest edildi ve Refet Paşa’nın evine sokuldu.

Refet Paşa’nın eşinin evi, apartmanın giriş katındaydı. Mahir Çayan ve arkadaşları zorla daireye girdiklerinde, duvarlardaki resimlerden mühim bir şahsiyetin evine girdiklerini anlamış, evde bulunanları, “Korkmayın, biz de kurtuluş savaşı veriyoruz” diye sakinleştirmeye çalışmıştı.

Burada ellerini, ayaklarını bağladılar. Sonra bir battaniye ile ev sahibinin kürk mantosuna sararak dışarı çıkardılar; Ulaş Bardakçı’nın çaldığı arabaya sokarak hızlıca Nişantaşı’da örgüt militanı teğmenlerin kiraladığı Hamarat Apartmanı’nın 8 numaralı dairesine götürdüler.

*

Örgüt bir bildiri yayınlayarak, üç gün içinde tutuklu arkadaşları serbest bırakılmaz, bildirileri radyoda okunup gazetelerde yayınlanmaz, polis kendilerini takibe kalkışırsa, Elrom’u öldüreceğini duyurdu.

İşbaşında bulunan Nihat Erim’in darbe hükümeti bırakın talepleri kabul etmeyi baskıyı daha da arttırdı. Gözaltılar yoğunlaştı. 

18 Mayıs günü Elrom’un eşi Elsa Elrom’a bir not ulaştı. 

Kısa not şöyleydi: 
“Dear Elsa. I am with the Front of Liberation of the Population of Turkey. I am O.K. Do not worry Love, Ephraim.”
(Sevgili Elsa. Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi ile birlikteyim. Ben iyiyim. Endişelenme Aşkım, Ephraim.)

İstanbul’daki bir postaneden postalanmış notta bir tuhaflık vardı. Çok iyi İngilizce bilen Ephraim Elrom, önce “don’t” yazmış, sonra bunu “do not”a çevirmiş, arada bir “t” harfi karalanmıştı. Polis, eski bir polis olan Elrom’un kendilerine bir mesaj vermeye çalıştığını düşündü. “T” harfini dolar işaretine benzetti. Amerikan Koleji ve Amerikan Hastanesi civarında aramalar yoğunlaştırıldı. Ama Nişantaşı’nda bulunan Amerikan Hastanesi’nin yakınlarında bir evde saklanan Elrom bulunamadı.

Verilen süre dolmak üzereydi. 20 Mayıs 1971 günü Elsa Elrom’un kocasını kaçıranlara bir notla seslenmesine izin verildi. Elsa Elrom, militanlara şöyle seslendi:

“Yegane oğlumu feci bir uçak kazasında kaybetmiş bağrı yanık bir anne olarak siz gençlere hitap ediyorum. Hayatta tek kalan varlığım kocamdır. Onsuz hayatın hiçbir manası kalmayacaktır. Lütfen kocamı serbest bırakın.”

20 Mayıs 1971 günü saat 17.00’de mühlet doldu. Ne Elrom’un yeri bulundu, ne de hükümet geri adım attı.

Sıkıyönetim Komutanlığı militanların fotoğraflarını her yere asmaya başladı ve sokağa çıkma yasağı ilan ederek İstanbul’u ev ev aramaya karar verdi.

*

Hamarat Apartmanı’nda moraller bozuktu.

Ellerinde bir rehine vardı ve bırakın eylemin bir işe yaramış olmasını, tam tersine bir sürü insanın daha gözaltına alınmasına yol açmıştı. Çember iyice daralmıştı. Orayı terk etmek başka bir yolları kalmamıştı ama ya Elrom?

Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı öldürmekten yanaydı. Hüseyin Cevahir, Oktay Etiman, Necmi Demir ile Ziya Yılmaz ise cinayete karşıydılar.

Yazı tura atmaya karar verdiler.

Mahir Çayan kazandı.

Mahir Çayan ile Ulaş Bardakçı Elrom’u öldürmeden önce diğerleri apartmandan ayrıldı.

Mahir Çayan Elromun’un şakağına dayadığı tabancanın tetiğini çekerken Ulaş Bardakçı evdeki müzik aletinin sesini sonuna kadar açtı. 

Üç el silah sesi bangır bangır müziğin sesine karıştı.

*

İstanbul ev ev aranıyordu. Sokağa çıkma yasağı vardı. Mahir Çayan, o tarihlerde adı dağa taşa yazılan “Çirkin Kral” Yılmaz Güney’i aradı. “Gel bizi al” dedi.

Yılmaz Güney, Levent’teki villasından çıktı. 

O sırada çok meşhurdu, çok parası vardı ve sıkı bir solcuydu. Yakın bir zamanda Fatoş Güney’in verdiği bilgiye göre, zaten devrim yapmak için kullandıkları o üç beş tabancayı da o gençlere Yılmaz Güney almıştı.
Yılmaz Güney, her tarafta aranan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman’ı belirlenen yerde arabasına aldı ve Levent’teki evine doğru yola çıktı.

İstanbul yay gibi gergin bir gece yaşıyordu.

Polis yolda arabayı durdurdu, direksiyonda Yılmaz Güney’i görünce, “iyi geceler Yılmaz bey” diyerek yol verdi diğer yolculara bakmadan.

Yılmaz Güney evde militanları tavan arasına sakladı. Gecenin bir vakti başlarında bir subayla askerler evi aramak üzere kapısını çaldı.

Kapıyı Yılmaz Güney açtı. 

Subay, “Yılmaz bey biz dört anarşisti arıyoruz, sizdeler mi acaba?” diye sordu gülerek.

Yılmaz Güney bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi, “Evet çatı arasında gizleniyorlar” dedi. 

Hep birlikte güldüler. 

Askerler, “Yılmaz bey rahatsız ettik iyi geceler” diyerek gitti.

Yılmaz Güney daha sonra, “Hayatımın en büyük, en zor rolünü o gece oynadım” dedi.

*

Elrom cinayeti üzerine, 23 Mayıs günkü Milliyet gazetesindeki başyazısında Abdi İpekçi şöyle isyan etti:

“Öldürdünüz. 
Ne oldu? 
Ülkemiz tam bağımlıydı da tam bağımsız mı oldu? 
Demokrasi sahte idi de gerçeğine mi kavuştuk? 
Türkiye’nin şanını şerefini mi yükselttiniz?
Daha mutlu bir Türkiye için her şeyinizi adamıştınız. Ve dinamizminiz ile büyük yaralar sarabilirdiniz. Ama yanlış fikirlere şartlandırıldınız. Ters yola saptırıldınız. O ters yola kendinizle birlikte herkesi sürüklüyorsunuz. Geriye dönmedikçe içine girdiğiniz çukur derinleşecek. 
Bakın şimdi elleriniz kana bulandı. Hunharca işlenmiş bir cinayetin failleri oldunuz. 
Bu kanlı macera sona erdiğinde geriye bıraktığınız Türkiye daha mutlu bir Türkiye olmayacak…
Ve o sonun başlıca sorumlusu olarak anılacaksınız. 
Anlayın artık bunu…”

Abdi İpekçi, Milliyet Gazetesi, 23 Mayıs 1971

*

Ephraim Elrom’u kaçırıp acımasızca katledenler, kaçırmadan önce, onun Eichmann Davası’ndaki rolünü bilmiyorlarsa eğer, kaçırdıktan sonra mutlaka öğrenmişlerdir. Zira gazetelerde bu yönde hemen haberler çıkmaya başlamıştı. 

Zaten Turhan Feyzioğlu’nun “Mahir – On’ların Öyküsü” adlı kitabında bu konuda ilginç bir bilgi var. Oktay Etiman’ın gazetelerde çıkan haberler üzerine Elrom’la Eichman olayı hakkında İngilizce konuştuğunu aktarır: 

Elrom, ‘Eichmann’ı sorgulayan mahkemede savcılık yaptım ve onu konuşmaya, açıklamada bulunmaya ikna ettim’ der. Etiman da Elrom’a, ‘Bu çok güzel ve bizim destekleyebileceğimiz bir şey’ dedikten sonra, bunu arkadaşlarına iletir. Fakat arkadaşlarının hiçbirisinden, ‘Bu adam anti-faşisttir. Ona göre davranalım’ gibi bir tepki çıkmaz.”

*

Tesadüfe bakın ki; İsrail İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom, Nazi kasabı Adolf Eichmann’ın Arjantin’de yakalanarak İsrail’e getirildiği tarih olan 22 Mayıs 1960’tan tam on bir yıl sonra, faşizme karşı mücadele verdiğini söyleyenler tarafından aynı gün 22 Mayıs 1971 günü öldürüldü.