Fransa’da anti-semitik eylemler yüzde yetmiş dört artış gösterdi
Gelecek üzerine, yeni eğilimler ve yeni duyarlılıklar üzerine yazılar yazmaktayken, Avrupa ve bilhassa Fransa, üzerinden yüz yıl bile geçmeden Nazi Almanya’sının temerküz kamplarını ve o dönemde yaşanan olayları unutmuşa benziyor. Auschwitz’ten kurtulmuş, 1974’te sağlık bakanıyken “Veil kanununu” (kürtajı serbest bırakan yasa) çıkarmış ve bu sebepten “kadınların dışlanmalarına” karşı mücadelede, kadınların ikonu haline gelmiş olan Fransız Simone Veil’in portrelerinin üzerine konulan Nazi Swastika işaretinden ve 2006’da kaçırılıp, işkence edilerek öldürülen ((katiller savunmalarında “Yahudi ya zengindir” demişlerdi) bir telefon mağazasında çalışan genç delikanlı Yahudi İlan Halimi’nin anısına dikilen ağaçların yerlerinden sökülmesinden sonra, Fransa başka bir anti-semit skandalı daha yaşamakta.
Anti-semitik eylemlerin yüzde yetmiş dört artış gösterdiği Fransa’da 2018 yılında, “Sarı Yelekliler” hareketi üçüncü ayını tamamlamaktayken, geçtiğimiz cumartesi günü, herkesi sarsan bir vaka gerçekleşti. 69 yaşındaki Fransız filozof Alain Finkielkraut’a, karısıyla Paris’te 14. Mahalledeki evine girmek üzereyken yapılan sözlü saldırılar (“Pis Yahudi… Defol git sokaklardan… Siyonist boku(…) Fransa bizimdir… Kindarsın öleceksin”…vb) Fransa’yı ayağa kaldırmakta. Kendisine edilen küfürler anti-semitizm içerik taşımakta ve Fransız siyasi partilerini ortak bir şekilde birleştirmekte. Anti-Siyonizm ile anti-semitizm birbirine girmiş, cahilce ırkçı söylemler ağızdan ağıza dolaşmaya başlamış durumda. Halkın bazı kesimleri arasında, Siyonizm ile Semitizm arasındaki farkı kale almayan bir söylem kabul edilemez bir şekilde yer edinmekte. Bugün bazıları Filozof Alain Badiou’nun, Finkielkraut eleştirisini sosyal medyaya koymuş olduklarını gördüm; ancak bu eleştiri geçen cumartesinin değil 2016 da yazılan bir eleştiridir ve bu nedenden dolayı da bağlam dışı durmaktadır. İki entelektüel arasındaki faklı bakış ile ilişkilidir.
Yakın zamanda ünlü aktör Bruno Ganz’ın ölümü sonrasında Fransız televizyonlarında gösterilen Düşüş (Hitler’in Düşüşü) adlı, aktörün Hitler rolünü oynadığı filmde, Hitler’in son günleri gösterilmektedir. Ve tarihten ders almayan bir gençliğin (SS, Nazi gençleri) hala var olmasını izlememize, nefret söylemi içeren bir ideolojinin arkasındaki söylemi izlememize rağmen, bugün hala, ne kadar hastalıklı ve çirkin bir ideolojinin mevcut olmaya devam edebildiğini takip etmekteyiz: Nazi ve Neo-Nazi ideolojisinin Sarı Yelekliler arasındaki bazı gruplar arasında önemli bir yer bulması sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın ve dolayısıyla dünyanın önemli bir sorununu gündemimize taşımakta.
Bu arada, söz konusu mesele üzerine çalışan bir ideolog ortaya çıkmış vaziyette: Alain Soral. Bugünkü aşırı sol ve sağı birlikte kapsayan bir “eşitlik ve uzlaşma” ideoloğu olarak kabul gören Alain Soral’ın söylemlerini Sarı Yeleklilerin belli kesimlerinde görmekteyiz. Le Monde gazetesinin 18 Şubattaki haberine göre, anti-semit sloganların bu ideoloğa ait olduğunu, Anti-semitizm uzmanı Laurent Joly söylemekte. Bütün bu ideolojiyi bir kişiye bağlayamayız tabii, ama burada ideoloğun söylemlerinin yer bulduğunu görmek ve bize ulaşan fikirlerini özetlemek söylemdeki karmaşık duruma açıklık kazandırabilecektir diye düşünüyorum. 19. yüzyılın sonunda Fransa’da, bu hareketler her zaman toplumdaki elitlere ve Cumhuriyet rejimine karşı çıkışla harmanlanmıştır. 1889’da General Boulanger’nin toplumsal hareketi de bu anlamda benzerlik taşımakta. Bu hareketin, Kraliyetçilerle birlikte “Cumhuriyet rejimine” ayaklanması başarısızlığa uğramış, bunun sonunda Kraliyetçilerin söylemi anti-semitizme dönüşmüştür. 1894’te patlayan “Dreyfus davası” anti-semitizmin bir göstergesidir.
Soral; 1990’ların başında Fransız Komünist Partisi içerisinde bulunmuş biri. Sonradan aşırı sağ ideolojiyle harmanlanmış bir milliyetçi Marksizmi içinde barındıran anti-semit bir söylemin kurucusu. Bir ara Milliyetçi Cephe içinde yer almış olan Soral daha sonra kendisini bir başka siyasetin içinde bulmuştur. Fransız aşırı sağ grubu GUD (Groupe Union Defence/Müdafaa Birliği Grubu) ile ittifaka girerek, anti-semit söylemi sol ve sağ içinden geçirmekte olan birisinden söz etmekteyiz. Bu kafa karıştıran durum içinde söylem anti-semit, anti-Siyonist,anti-Yahudi söylemle çakışmakta. Soral’in geldiği yer sosyoloji disiplininin içinden geçmekte: 1984’te Ebeveynlere Açıklamalı Moda kitabının yazarlarından biri olan Soral, aynı zamanda Paris’in gece hayatından (Bains-Douches gece kulübü müdavimlerinden) geçen bir hayatı daha sonra moda üzerine verdiği derslerle perçinlemiş birisi. Bir Baştan Çıkarıcının Sosyolojisi adlı kitabıyla ünlü olmaya başlayan Soral, daha sonra, 2001’de bu çok satan kitabını bir filme dönüştürür. Filmin başarısızlığını Siyonistlere yönelik bir suçlamayla neticelendiren Soral, bu sefer hem anti-Siyonist hem de anti-semit söyleme ışık yakar. Zaten daha 1992 ‘de Maastricht Referandumu sırasında Avrupa Birliği karşıtı ve milliyetçi bir tavır takınmıştır bile. Bu sırada, eşcinsellere, feministlere ve cemaatçiliğe, bilhassa Yahudi, Arap ve Siyahi cemaatlerinin politik tutumlarına karşı tavır alan söylemler geliştirmeye başlar. Marksizmin içinden geçen bir yabancılaşma söylemiyle birlikte kapitalist sistem içinde çalışan kadınlara, bilhassa moda ve reklam dünyasındaki feminist kadınlara karşı reaksiyoner söylemini daha da sertleştirir. Kafalar iyice karışmaya başlamıştır artık. Elma ve armut birbirine karıştırılmaya başlanır toplumsal alanda: “Kahrolsun Yahudiler!” sloganı ile “Kahrolsun Amerika!” sloganı yan yana gelmekteyken, elma ile armudu karıştırmak gibi, bir ülke ismi ile bir etnik-halk karıştırılarak sanki aynı şeylermiş gibi sunulmaktadır. Ayrıca, Soral’in popüler komedyen Dieudonné takma adlı kişiyle dostluğunu sağlamlaştırmasıyla, ikisinin de anti-semit söylemleri kamusal alanda kuvvet kazanmaya başlar. 2002 seçimlerinde ise, Milliyetçi Cephe (Baba Le Pen’in Partisi) içinde yer almaya başlar. Bu sırada, Parti liderinin kızı Marine Le Pen ile dostluk kurarak tezlerini bu siyasal oluşuma sızdırmaya başlar. 2009 seçimlerinde Marine Le Pen ile bozuşur ve onu seçimlerde kendisini ekarte etmekle suçlar. Sonunda Marine le Pen onu “ahlaksızlıkla” suçlar ve yolları ayrılır. Ama sonra, 2016’da, Moskova’dan yaptığı deklarasyonla, “2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde” Marine Le Pen’i destekler ve onun için çalışır. 2017’de yine Macron için “psikopat ve Fransız oligarşisi yanlısı” sıfatlarını kullanır. Küfür ile kafa karışıklığı birbirini izlemektedir.
Sol ve sağ aşırılığını anti-semitizm sosuna bulamaya başlamıştır. Emeğe soldan, değerlere sağdan bakan bir amalgam ortaya çıkarır: Adı, Eşitlik ve Uzlaşma Hareketi. Değişik ve zıt fikirler yan yana gelmeye başlar. Böylece, Türkçede argoda kullanılan “ortaya karışık” bir ideoloji ortaya çıkar. Kendisini solcu milliyetçi olarak ilan eder. Bir yandan eşitlikçi ve uzlaşmacı bir yandan da anti-semit, anti-feminist, anti-eşcinsel, yani olduğu gibi uzlaşma karşıtı bir sos ortaya atılmayı başarır.
Bugün heterojen bir hareket olarak ortaya çıkan “Sarı Yelekliler” sosyal hareketinin arkasındaki karanlık yüz olarak ifade edilen anti-semitizm; üzerinden seksen yıl bile geçmemiş bir felaketin günümüzde geri gelmesi, sadece düşündürücü değil aynı zamanda üzüntü vericidir. Unutulmaması gereken, Nazi Almanya’sı tarafından altı buçuk milyon Yahudi’nin katledilmesidir. Siyasi literatüre bir kavram katılmıştır: Yahudi Soykırımı. İnsanlık suçu kavramı daha önce de vardı; ama hukuki olarak soykırım suçunun işlenmesi ve dünyada birçok ülkede kabulü sonrasında, bugün Fransa gibi medeni olarak kabul edilen bir ülkede hala kol gezmesi kabul edilecek bir şey gibi durmamaktadır. “Bir daha asla !” sloganı bu anlamda önce 1968’in “Hepimiz Birer Alman Yahudisiyiz !”, sonra da 1980’lerin önemli sloganıyla kesişmekte: “Arkadaşıma Dokunma !”. Her türlü ırkı, cinsiyeti, halkı ve dini içine alan bu gibi söylemlerin zamanı çoktan gelmiştir.
19 Şubat’ta tüm Fransa’da düzenlenen Sosyalist Parti’nin çağırısıyla bütün siyasi partilerin katıldığı ortak yürüyüş(Marine Le Pen davetli olmadığından katılmadı ama, Milli Birlikolarak Bagneux’de toplanıp İlan Halimi’yi andılar) bu anlamda önemlidir ve ırkçılık ve nefret söylemlerinin durması adına, geleceği belirlemek için, önemli bir adım olarak durmaktadır.
Kaynak: T24, Ali Akay
Fransa’da anti-semitik eylemler yüzde yetmiş dört artış gösterdi
Gelecek üzerine, yeni eğilimler ve yeni duyarlılıklar üzerine yazılar yazmaktayken, Avrupa ve bilhassa Fransa, üzerinden yüz yıl bile geçmeden Nazi Almanya’sının temerküz kamplarını ve o dönemde yaşanan olayları unutmuşa benziyor. Auschwitz’ten kurtulmuş, 1974’te sağlık bakanıyken “Veil kanununu” (kürtajı serbest bırakan yasa) çıkarmış ve bu sebepten “kadınların dışlanmalarına” karşı mücadelede, kadınların ikonu haline gelmiş olan Fransız Simone Veil’in portrelerinin üzerine konulan Nazi Swastika işaretinden ve 2006’da kaçırılıp, işkence edilerek öldürülen ((katiller savunmalarında “Yahudi ya zengindir” demişlerdi) bir telefon mağazasında çalışan genç delikanlı Yahudi İlan Halimi’nin anısına dikilen ağaçların yerlerinden sökülmesinden sonra, Fransa başka bir anti-semit skandalı daha yaşamakta.
Anti-semitik eylemlerin yüzde yetmiş dört artış gösterdiği Fransa’da 2018 yılında, “Sarı Yelekliler” hareketi üçüncü ayını tamamlamaktayken, geçtiğimiz cumartesi günü, herkesi sarsan bir vaka gerçekleşti. 69 yaşındaki Fransız filozof Alain Finkielkraut’a, karısıyla Paris’te 14. Mahalledeki evine girmek üzereyken yapılan sözlü saldırılar (“Pis Yahudi… Defol git sokaklardan… Siyonist boku(…) Fransa bizimdir… Kindarsın öleceksin”…vb) Fransa’yı ayağa kaldırmakta. Kendisine edilen küfürler anti-semitizm içerik taşımakta ve Fransız siyasi partilerini ortak bir şekilde birleştirmekte. Anti-Siyonizm ile anti-semitizm birbirine girmiş, cahilce ırkçı söylemler ağızdan ağıza dolaşmaya başlamış durumda. Halkın bazı kesimleri arasında, Siyonizm ile Semitizm arasındaki farkı kale almayan bir söylem kabul edilemez bir şekilde yer edinmekte. Bugün bazıları Filozof Alain Badiou’nun, Finkielkraut eleştirisini sosyal medyaya koymuş olduklarını gördüm; ancak bu eleştiri geçen cumartesinin değil 2016 da yazılan bir eleştiridir ve bu nedenden dolayı da bağlam dışı durmaktadır. İki entelektüel arasındaki faklı bakış ile ilişkilidir.
Yakın zamanda ünlü aktör Bruno Ganz’ın ölümü sonrasında Fransız televizyonlarında gösterilen Düşüş (Hitler’in Düşüşü) adlı, aktörün Hitler rolünü oynadığı filmde, Hitler’in son günleri gösterilmektedir. Ve tarihten ders almayan bir gençliğin (SS, Nazi gençleri) hala var olmasını izlememize, nefret söylemi içeren bir ideolojinin arkasındaki söylemi izlememize rağmen, bugün hala, ne kadar hastalıklı ve çirkin bir ideolojinin mevcut olmaya devam edebildiğini takip etmekteyiz: Nazi ve Neo-Nazi ideolojisinin Sarı Yelekliler arasındaki bazı gruplar arasında önemli bir yer bulması sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın ve dolayısıyla dünyanın önemli bir sorununu gündemimize taşımakta.
Bu arada, söz konusu mesele üzerine çalışan bir ideolog ortaya çıkmış vaziyette: Alain Soral. Bugünkü aşırı sol ve sağı birlikte kapsayan bir “eşitlik ve uzlaşma” ideoloğu olarak kabul gören Alain Soral’ın söylemlerini Sarı Yeleklilerin belli kesimlerinde görmekteyiz. Le Monde gazetesinin 18 Şubattaki haberine göre, anti-semit sloganların bu ideoloğa ait olduğunu, Anti-semitizm uzmanı Laurent Joly söylemekte. Bütün bu ideolojiyi bir kişiye bağlayamayız tabii, ama burada ideoloğun söylemlerinin yer bulduğunu görmek ve bize ulaşan fikirlerini özetlemek söylemdeki karmaşık duruma açıklık kazandırabilecektir diye düşünüyorum. 19. yüzyılın sonunda Fransa’da, bu hareketler her zaman toplumdaki elitlere ve Cumhuriyet rejimine karşı çıkışla harmanlanmıştır. 1889’da General Boulanger’nin toplumsal hareketi de bu anlamda benzerlik taşımakta. Bu hareketin, Kraliyetçilerle birlikte “Cumhuriyet rejimine” ayaklanması başarısızlığa uğramış, bunun sonunda Kraliyetçilerin söylemi anti-semitizme dönüşmüştür. 1894’te patlayan “Dreyfus davası” anti-semitizmin bir göstergesidir.
Soral; 1990’ların başında Fransız Komünist Partisi içerisinde bulunmuş biri. Sonradan aşırı sağ ideolojiyle harmanlanmış bir milliyetçi Marksizmi içinde barındıran anti-semit bir söylemin kurucusu. Bir ara Milliyetçi Cephe içinde yer almış olan Soral daha sonra kendisini bir başka siyasetin içinde bulmuştur. Fransız aşırı sağ grubu GUD (Groupe Union Defence/Müdafaa Birliği Grubu) ile ittifaka girerek, anti-semit söylemi sol ve sağ içinden geçirmekte olan birisinden söz etmekteyiz. Bu kafa karıştıran durum içinde söylem anti-semit, anti-Siyonist, anti-Yahudi söylemle çakışmakta. Soral’in geldiği yer sosyoloji disiplininin içinden geçmekte: 1984’te Ebeveynlere Açıklamalı Moda kitabının yazarlarından biri olan Soral, aynı zamanda Paris’in gece hayatından (Bains-Douches gece kulübü müdavimlerinden) geçen bir hayatı daha sonra moda üzerine verdiği derslerle perçinlemiş birisi. Bir Baştan Çıkarıcının Sosyolojisi adlı kitabıyla ünlü olmaya başlayan Soral, daha sonra, 2001’de bu çok satan kitabını bir filme dönüştürür. Filmin başarısızlığını Siyonistlere yönelik bir suçlamayla neticelendiren Soral, bu sefer hem anti-Siyonist hem de anti-semit söyleme ışık yakar. Zaten daha 1992 ‘de Maastricht Referandumu sırasında Avrupa Birliği karşıtı ve milliyetçi bir tavır takınmıştır bile. Bu sırada, eşcinsellere, feministlere ve cemaatçiliğe, bilhassa Yahudi, Arap ve Siyahi cemaatlerinin politik tutumlarına karşı tavır alan söylemler geliştirmeye başlar. Marksizmin içinden geçen bir yabancılaşma söylemiyle birlikte kapitalist sistem içinde çalışan kadınlara, bilhassa moda ve reklam dünyasındaki feminist kadınlara karşı reaksiyoner söylemini daha da sertleştirir. Kafalar iyice karışmaya başlamıştır artık. Elma ve armut birbirine karıştırılmaya başlanır toplumsal alanda: “Kahrolsun Yahudiler!” sloganı ile “Kahrolsun Amerika!” sloganı yan yana gelmekteyken, elma ile armudu karıştırmak gibi, bir ülke ismi ile bir etnik-halk karıştırılarak sanki aynı şeylermiş gibi sunulmaktadır. Ayrıca, Soral’in popüler komedyen Dieudonné takma adlı kişiyle dostluğunu sağlamlaştırmasıyla, ikisinin de anti-semit söylemleri kamusal alanda kuvvet kazanmaya başlar. 2002 seçimlerinde ise, Milliyetçi Cephe (Baba Le Pen’in Partisi) içinde yer almaya başlar. Bu sırada, Parti liderinin kızı Marine Le Pen ile dostluk kurarak tezlerini bu siyasal oluşuma sızdırmaya başlar. 2009 seçimlerinde Marine Le Pen ile bozuşur ve onu seçimlerde kendisini ekarte etmekle suçlar. Sonunda Marine le Pen onu “ahlaksızlıkla” suçlar ve yolları ayrılır. Ama sonra, 2016’da, Moskova’dan yaptığı deklarasyonla, “2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde” Marine Le Pen’i destekler ve onun için çalışır. 2017’de yine Macron için “psikopat ve Fransız oligarşisi yanlısı” sıfatlarını kullanır. Küfür ile kafa karışıklığı birbirini izlemektedir.
Sol ve sağ aşırılığını anti-semitizm sosuna bulamaya başlamıştır. Emeğe soldan, değerlere sağdan bakan bir amalgam ortaya çıkarır: Adı, Eşitlik ve Uzlaşma Hareketi. Değişik ve zıt fikirler yan yana gelmeye başlar. Böylece, Türkçede argoda kullanılan “ortaya karışık” bir ideoloji ortaya çıkar. Kendisini solcu milliyetçi olarak ilan eder. Bir yandan eşitlikçi ve uzlaşmacı bir yandan da anti-semit, anti-feminist, anti-eşcinsel, yani olduğu gibi uzlaşma karşıtı bir sos ortaya atılmayı başarır.
Bugün heterojen bir hareket olarak ortaya çıkan “Sarı Yelekliler” sosyal hareketinin arkasındaki karanlık yüz olarak ifade edilen anti-semitizm; üzerinden seksen yıl bile geçmemiş bir felaketin günümüzde geri gelmesi, sadece düşündürücü değil aynı zamanda üzüntü vericidir. Unutulmaması gereken, Nazi Almanya’sı tarafından altı buçuk milyon Yahudi’nin katledilmesidir. Siyasi literatüre bir kavram katılmıştır: Yahudi Soykırımı. İnsanlık suçu kavramı daha önce de vardı; ama hukuki olarak soykırım suçunun işlenmesi ve dünyada birçok ülkede kabulü sonrasında, bugün Fransa gibi medeni olarak kabul edilen bir ülkede hala kol gezmesi kabul edilecek bir şey gibi durmamaktadır. “Bir daha asla !” sloganı bu anlamda önce 1968’in “Hepimiz Birer Alman Yahudisiyiz !”, sonra da 1980’lerin önemli sloganıyla kesişmekte: “Arkadaşıma Dokunma !”. Her türlü ırkı, cinsiyeti, halkı ve dini içine alan bu gibi söylemlerin zamanı çoktan gelmiştir.
19 Şubat’ta tüm Fransa’da düzenlenen Sosyalist Parti’nin çağırısıyla bütün siyasi partilerin katıldığı ortak yürüyüş(Marine Le Pen davetli olmadığından katılmadı ama, Milli Birlikolarak Bagneux’de toplanıp İlan Halimi’yi andılar) bu anlamda önemlidir ve ırkçılık ve nefret söylemlerinin durması adına, geleceği belirlemek için, önemli bir adım olarak durmaktadır.
Paylaş: