Arşiv Haberler Makaleler

Zaven Biberyan: Biz de Kendi Ölülerimizi Sayarız – Serdar Korucu

Talin Suciyan’ın “Modern Türkiye’de Ermeniler” kitabı Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk onyıllarında Ermenilerin tarihine odaklanıyor. Kitap Türkiye’deki Yahudilerin geçmişi ve Holokost ile ilgili atıflar, önemli bilgiler içermekte.

Talin Suciyan, Münih’teki Ludwig Maximillian Üniversitesi’ne bağlı Yakın ve Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü’nün Türkiye Çalışmaları bölümünde öğretim üyesi. 2008’de hazırlamaya başladığı “Sıradan Olanla Hayatta Kalmayı Başarmak: 1930’lardan 1950’ye Türkiye’de Ermeniler” başlıklı doktora tezini 2013’te tamamladı ve kitap olarak 2015’te ‘The Armenians in Modern Turkey: Post-Genocide Society, Politics and History’ (Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih) adı ile I.B. Tauris tarafından yayımladı. Bu kitap yaklaşık 3 yıl sonra Ayşe Günaysu’nun özenli çevirisi ile Aras Yayıncılık tarafından 2018’in son ayında Türkçeye kazandırıldı.

“Ermeni Soykırımı” ve “1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” kitaplarının yazarı ünlü tarihçi Raymond Kevorkian’ın ifadesiyle “boş bırakılmış bir sayfa”yı dolduran “Modern Türkiye’de Ermeniler”, Cumhuriyet’in ilk onyıllarında Ermenileri hedef alan uygulamalara işaret ediyor. Suciyan çalışmasında ilk olarak Ermeni soykırımı konusuna giriyor ve kitabın alt başlığı olan “soykırımsonrası” sözcüğünde geçen “sonrası” ifadesinin soykırımın son bulduğu anlamına gelmediğinin altını çiziyor. Suciyan, soykırım felaketinin sonsuzluğunu ve geri döndürülemezliğini anlatmak için bu şekilde kullandığını ifade ediyor.

1945 SONRASI ALMANYA-1915 SONRASI TÜRKİYE KARŞILAŞTIRMASI

Suciyan kitabında, “1945 sonrası Almanya ile 1915 sonrası Türkiye’yi karşılaştırmanın, Almanya’da soykırımın tanınması ile Türkiye’deki inkâr arasındaki farkı tanımlamaya, soykırımsonrası inkâr habitusunu anlamaya ve bir tanıma habitusunun toplumsal, kurumsal, ekonomik ve politik haritasını çıkarmaya yönelik araştırmalar için can alıcı öneme sahip olduğunu” vurgulamakta. Çünkü kendisinin de deyimiyle, “Almanya’da onyıllarla ifade edilebilecek bir zaman diliminde yeni bir normlar ve değerler dizisinin kurulabilmesi, dönüşümü doğuran bir kriz ve verilen çeşitli mücadeleler sonucunda gerçekleşebilmiş” durumda. Talin Suciyan, bu durumun da “ideal” olmadığının dipnotunu düşüyor elbet.

Türkiye tarihinin neden “Ermenilersiz” okunamayacağını da Holokost örneği üzerinden vurgulayan Talin Suciyan, Iskalanmış Barış kitabının girişinde Hans-Lukas Kieser’in de belirttiği gibi “kilit önemdeki Ermeniler ve Kürtlerin yer almadığı bir Türkiye tarihinin, Yahudisiz bir Alman tarihinden farksız” olacağını ifade ediyor. Suciyan, tarihçiler Taner Akçam ve Ümit Kurt’un Kanunların Ruhu kitabına da atıfta bulunarak Türkiye’de kalan Hıristiyanlar ve Yahudilerle ilgili sorunların birer azınlık sorunu olarak ele alınamayacağını, çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün “azınlık” olarak görülen bu grupların yok edilmesi temelinde inşa edildiğini yazıyor.

Çalışmasında Ermenileri odağına yerleştiren Suciyan, bunu yaparken kendisinin de deyimiyle “her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda gayrimüslim grupların hiçbirinin aynı haklara ya da aynı sosyopolitik veyahut hukuki arka plana sahip olmasa” da sözü Yahudilere de getiriyor. Çünkü Cumhuriyet döneminde Ermenileri etkileyen baskılar Türkiye’deki Yahudi toplumunu da es geçmiyor. Kitapta yer alan, Lozan görüşmelerine katılan ve görüşmeleri hükümete aktaran Dr. Rıza Nur’un Cumhuriyet’in ilanına birkaç ay kala Meclis’teki sözleri gibi: “Akalliyetler kalmayacaktır. Yalnız İstanbul müstesna olmak üzere… (“Ermeniler?” sesleri duyulur) Fakat arkadaşlar kaç Ermeni vardır? (“Yahudiler?” sesleri duyulur) İstanbul’da otuz bin Yahudi vardır. Şimdiye kadar mazarrat iras etmeyen insanlardır. (Bir gürültü kopar) Museviler malum, nereye çekilirse oraya giden insanlardır.” Bu cümlenin kitapta yer almayan sonu ise Rıza Nur’un ağzından çıkan şöyle bir “temenni” ile bitecekti: “Tabii, olmasalardı daha iyi olurdu derim”

TOKAT’TA ANTİSEMİT TEKERLEME: “YAHUDİ YAKA BİTİ, BİZİM SOKAĞIN İTİ”

Cumhuriyetin ilk yıllarında da “bütün yasalar ve hukuki önlemlerin asli hedefinin insanların yaşadıkları toprakla bağlarını koparmak” olduğunu belirten Talin Suciyan, 1934 İskân Kanunu’na da kitabında önemli bir yer veriyor. Suciyan, Dilek Güven’in bu kanunun Yahudilere yönelik etkisini de gösteren ABD Büyükelçiliği Arşivleri’ne dayandırdığı bazı ayrıntıları da çalışmasına ekliyor: “Söz konusu azınlık gruplarının [Yahudiler] –ve 1929-1934 yılları arasında Anadolu’daki Ermeniler gibi Hıristiyan grupların– ‘gönüllü’ göçü, aslında planlı bir dışlamanın sonucuydu.” Bu kanun meclisten geçerken Trakya’dan Yahudilerin sürüldüğünü hatırlatan Suciyan, Küçük Asya içindeki Ermeni topluluklarının yaşadıklarına değinirken, Yahudi toplumunun da uğradığı baskıları hatırlatıyor. Bunlardan biri Agop Arslanyan’ın “Adım Agop, Memleketim Tokat” kitabında Yahudiler hakkındaki gözlemlerine, hahamın sokağa çıktığında, çocuklar tarafından “Yahudi illeti, yutar bütün milleti / Yahudi yaka biti, bizim sokağın iti” tekerlemesiyle taciz edildiğine yer veriyor.

Suciyan, “bir Türkçe konuşma kampanyasından çok –bu bile başlı başına ırkçı bir uygulama olsa da– insanları sessizleştirme, kamusal alanda görünmez kılma kampanyası” olarak nitelediği “Vatandaş Türkçe Konuş”u da ele alıyor. Suciyan, Rıfat Bali’nin Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudiler çalışmasından Temmuz 1925’te Bursa Belediyesi’nin şehir sakinlerinin yalnızca Türkçe konuşmakla yükümlü olduğunu belirten bir karar yayımlayarak iki Yahudinin Judeo-Espanyol konuştuğu için para cezasına çarptırıldığını aktarıyor. Bu kampanyaların “genel olarak halen Türkiye’de yaşamakta olan gayrimüslimleri, özel olarak Ermenileri toplumsal olarak görünmez kılmayı hedeflediğinden, soykırımsonrası inkâr habitusu bağlamında” ele alınması gerektiğinin altını çiziyor.

Ermeni aydınların ne kadar sıkı denetim altında olsalar da düşüncelerini dile getirebildiği tek mecra olan Ermenice gazeteleri inceleyen ve bu açıdan da çalışması ile önemli bir açığı kapatan Talin Suciyan, “1923 sonrası dönemin kanımca en özgürlükçü, en tutarlı Ermenice gazetesi” diye nitelediği, Türkçe Yeni Gün anlamına gelen Nor Or’da Aram Pehlivanyan’ın Yahudilerden de bahsettiği eşitlik üzerine yazısını alıntılıyor: “Tanrı bilir bu sütunlarda kaç kez dile getirmişizdir ve şu an, bir kez daha bu cahil insanlara haykırıyoruz […] ‘Hayır, hayır, efendim, bu ülkede azınlık cemaatlerine mensup insanlar tam bir eşitliğe sahip değiller ve zaten elde etmiş oldukları birçok haklarını kullanamıyorlar.’ Bunun tersini söyleyerek bu gerçeği gizlemek ya da kimseyi kandırmak mümkün değildir. Anayasanın yurttaşlar arasında eşitsizliği kabul etmediği doğrudur. Ancak uygulamada yalnızca Anayasa’yı değil, liberal değerleri ve insan haklarını da çiğneyerek ayrımcılık yapıldığı doğrudur. Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin kendi toplumsal değerleriyle uyum içinde eşit birer yurttaş olarak yaşayabilmelerinin önünü açmak için bu ülkede bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır.”

Zaven Biberyan

“ETRAFIMIZDA YATAN MİLYONLARCA ÖLÜDEN SORUMLULAR”

Talin Suciyan, Başbakanlık Arşivleri’nde Ermeni basınına ilişkin bulunan raporlara da çalışmasında yer veriyor. Bunlardan birinde “Tarihten İşaretler” olarak Türkçeye çevrilen, “Badmagan nışmarner” adlı yazısında Zaven Biberyan, tıpkı bir Yahudi sorunu olduğu gibi, Ermeni nüfusunun yarısının anayurtlarından uzakta yaşadığı için, bir de Ermeni sorunu olduğunu anlattığını aktarmakta ve Sovyet Ermenistanı’na göçü destekliyor. Suciyan’ın da altını çizdiği gibi bu yazı ile Biberyan, “II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Yahudilerle Ermeniler arasında bir paralellik” kuruyor. Biberyan bu paralelliği kurduğu bir başka yazısındaysa Holokost sonrası dünyanın yüzüne çarpan soykırımın ağır bilançosu gündemdeyken “halkların kayıplarını sayma” sürecini aktarıyor.

24 Aralık 1945’te Tasvir’de, Azerbaycanlı eski bir bakan olduğu iddia edilen bir kişinin sözlerinin aktartılması ve anlaşıldığı kadarıyla İbrahim Suphi Soysaloğlu’nun Tasvir’de yayımlanan “Ermeniler Dikkat Edin! Bu Ülkede Hürriyet Vardır Ama İhanet Yoktur” başlıklı makalesine dayandırılan uzun bir yazı yayımlanması tartışmanın fitilini ateşliyor. Biberyan, Ermeni düşmanı bir atmosfer yaratılmaya çalışıldığını söyledikten sonra doğrudan olmasa da dönemi itibariyle Holokost’u hatırlatıyor: “Eski defterleri açmaksa, bunu biz de yapabiliriz. Geçmişin tek tek bütün ölü bedenlerini saymak gerekiyorsa, biz de kendi ölülerimizi sayarız. Çünkü, dünyadaki bütün halklar gibi bizim de sayacak, hem onlardan daha çok sayıda ölümüz var. Tasvir’e ve Tasvir’cilere söyleyecek çok sözümüz var. Onlar ve onlar gibiler etrafımızda yatan milyonlarca ölüden sorumlular.”

Suciyan çalışmasında Mısır basınında, Dünya El-Cedid’de de Yahudiler ile Ermeniler arasında bir bağın kurulduğunu hatırlatıyor. Fakat bu benzerlik aynı nefret dili üzerinden oluyor. Şubat 1947’de bu gazete, Yahudilerin Almanya’da yol açtığı (iddia edilen) tahribat ile Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda neden olduğu (iddia edilen) tahribat arasında paralellik kuruyor. Hatta gazete daha da ileri giderek Ermenileri, Lübnan, Suriye ve Mısır’dan atma çağrısında bulunuyor.

Rıfat Bali’nin 1999’da Toplumsal Tarih’teki yazısında, 1934’teki Trakya pogromu döneminde Yahudileri “hakiki Türk vatandaşı olmamakla” suçlayan Karagöz, Suciyan’ın kitabında da önemli yer tutuyor ve kitapta gazetenin Ermenileri nasıl hedef aldığı işleniyor. Karagöz’de yayınlanan bir karikatüre göre, kocaman burunlu, ucube yüzlü “Artin” adlı karakter, beş büyük güce (Çin, Büyük Britanya, ABD, SSCB ve Fransa) kendini ABD’de yaşayan bir “Vanlı” olarak tanıtıyor. Kitapta bu karikatüre Nor Lur’un verdiği tepki yer alıyor. Nor Lur, Karagöz’ün hakaret etmek için bir kelime oyunu yaptığını, Ermenicede “Ermeni” demek olan Hay ile toprak talebinde bulunan Artin’in atayurdu Van’ı birleştirerek, “Hayvan” sözcüğünü üretmiş olduğunu aktarıyor.

Suciyan, kitapta Türkiye’de kalan Ermenilerin politik ve sosyal hayatta marjinalize edildiğini, çünkü başka ülkelerde yaşayan akrabalarıyla bir araya gelip birlikte söz söylemelerinin yasaklandığını, hatta tam aksine kendi güvenlikleri için onlardan Türkiye devletinin yanında yer almaları beklendiğini ifade ediyor. Talin Suciyan, bu aşamada dipnot olarak İstanbullu Ermenilerden bir grubun Franz Werfel’in Musa Dağı direnişini dünya kamuoyuna taşıyan ve hatta Varşova Gettosu’ndaki ayaklanmaya ilham verecek olan “Musa Dağ’da 40 Gün” romanını törenle yaktığını hatırlatmakta.

Diaspora literatürünün bütün dünyada Yahudi ve Ermeni cemaatlerinden bahsettiğinin altını çizen Suciyan, “Ancak Türkiye’de kalan Ermenilerin bir diaspora olarak tanımlamanın her zaman kolay olmadığını” da ekliyor. Nedeni ise İstanbullu kanaat önderleri ve bilim insanlarının bir bütün olarak İstanbul ve Türkiye Ermenileri için bu sözcüğü kulanmamayı tercih etmesi. Bunun altında yer alan nedenleri çalışmasında sıralayan Talin Suciyan, kitabında sunduğu materyalle hayatta kalan kuşağın İstanbul’da ya da vilayetlerde kendini yurdunda/evinde hissettiğini varsaymanın zor olduğunu gösteriyor. Bu aşamada Hagop Mıntzuri’nin “İstanbul Anıları” kitabından yaptığı alıntıyla “rehine” ruh halini gösteriyor: “Benim ne işim vardı bu şehirde? Hayat beni buraya savurdu. Bana kalsa, bizim yaylalardan, coşkun ırmak boylarından ayrılmazdım. Ben bir rehineyim ve bir rehine olarak burada yaşamaya mahkûmum.”

Suciyan’ın diasporalar ile ilgili düştüğü not ise Yahudilerin de Türkiye tarihyazımının ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamakta: “Los Angeles’ta yaşayan Diyarbakırlıların tarihi ya da Ermenistan’da veyahut Beyrut’ta yaşayan Vanlı Ermenilerin tarihi, Osmanlı tarihinin ve Türkiye’nin/Türkiye’deki tarihyazımının parçasıdır – tıpkı kendi şehirlerinden şu ya da bu şekilde sürülen ya da kovulan Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin, Alevilerin ya da Kürtlerin tarihi gibi. Yalnızca son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin de, çok sayıda, tarihi hem Osmanlı İmparatorluğu hem de modern Türkiye tarihlerinin parçası olan diasporalar yarattığını unutmamamız gerek.”

Talin Suciyan’ın kaleme aldığı “Modern Türkiye’de Ermeniler”, Türkiye’nin ilk onyıllarında Ermenileri merkeze koysa da hem Türkiye tarihyazımı, hem de Türk olmayanların kaderini belirleyen siyasetin çıkış noktasına ve gelişimine dair de önemli bir kitap.