Ailecek ve eşimle geziler yapmayı, bu gezilerde özellikle Avrupa’daki eski Yahudi yerleşim yerlerini, sinagoglarını ziyaret etmeyi ve hatta varsa o bölgedeki Yahudilerle etkileşimde bulunmayı her zaman çok sevmişizdir. Geçen hafta yaptığımız Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Karadağ gezisi öncesinde de her zaman olduğu gibi bölgede bulabileceğimiz Yahudi izlerini araştırmıştık. Ne şanslıyız ki, araştırmamızın ötesinde çok ihtişamlı ve bir o kadar da hüzünlü bir tarihe tanıklık etme şansı yakaladık.
Osmanlı döneminde Müslüman, Katolik, Ortodoks ve Yahudilere ev sahipliği yapmış ve o dönemde Avrupa’nın Yeruşalayim’i olarak adlandırılmış Saraybosna’da hiç bilmediğim köklü bir Yahudi mirası ile karşılaştım.
İtiraf etmeyelim ki, Saraybosna’nın Yahudi yapılarından beni en çok etkileyen Sefarad sinagogu oldu. Sinagogun binası 1580’lerde Balkanlardan gelen Sefarad Yahudileri tarafından dönemin Osmanlı paşasının izniyle inşa edilmiş. Aşkenaz Yahudileri ise bölgeye daha sonra 17. yüzyılda gelmişler. 2. Dünya Savaşı öncesinde şehirde yaklaşık 15.000 Yahudi -ki bu toplam nüfusun %20’sine tekabül ediyordu- ve 15 sinagog varmış. Şehirdeki Yahudilerin çoğu Ladino (Judeo-Espanyol) konuşuyormuş. Maalesef buradaki Yahudilerin %85’i Holokost’ta hayatını kaybetmiş. Bugün şehirde sadece 700 civarında Yahudi yaşamakta olduğu gibi dini ritüeller için sadece Aşkenaz Sinagogu şehirdeki Yahudi toplumuna hizmet vermekte.
Benim hayran kaldığım Saraybosna Sefarad Sinagogu günümüzde müze olarak kullanılmakta. Fakat Sefarad Sinagogu’nun aktif olarak kullanıldığını göstermek ve binaya herhangi bir müdahalede bulunulmasının önlenmesi amacıyla, sinagog senede sadece bir defa Roş Aşana bayramında ibadete açılmakta. Bu uygulamayla Sefarad Sinagogu Yahudi cemaatinin binası olarak işlevini sürdürmeye devam ediyor.
Bina muhteşem bir mimariye sahip. Tamamen taştan yapılmış binada, giriş katında dini ritüellerin gerçekleştirildiği bölümün üstünde, kadınlara ayrılan iki kat ark şeklinde balkonlardan oluşturulmuş. Her üç katta da yine ark şeklinde pek çok pencere ile binanın çok güzel ışık alması sağlanmış.
Tüm katlar çeşitli tarihi sergilere ev sahipliği yapıyor. Giriş katında şu anda Kasım ayında olmamız sebebiyle Kristallnacht ile ilgili bir sergi vardı. Yine giriş katında ve üst katında yaklaşık 250 yıllık Ladino ve İbranice dillerinde yazılmış kitaplar, çeşitli dini objeler, eski dönemlere ait giysiler ve eşyalardan oluşan bir kalıcı sergi mevcut. Sinagogun en üst katına çıkıldığında ise tavandan zincirle sarkan kocaman bir kitap bir anda insanın karşısına çıkıyor. Kitabın içinde Holokost’ta sadece o bölgede ölen 12.000 kişinin adı bulunuyor.
Saraybosna’nın sürekli açık olan sinagogu ise Aşkenaz Sinagogu. Aşkenaz Sinagogu da çok güzel zamanının çok ünlü bir mimar olan Karl Parzik tarafından yapılmış, kubbeli bir yapıya sahip. Ancak bina cemaate sosyal hizmet verebilmek için içerden bölümlere ayrılmış ve dini ritüeller için sadece orta kattaki bir salon tahsis edilmiş. Salondaki boyamalar da yine zamanın ünlü bir sanatçısı olan Ludwig Oisner tarafından yapılmış ancak üst katlar binanın bu son halinde artık görünmediği için, sinagogun ihtişamı sanki biraz azalmış.
Saraybosna’da bulunduğumuz gün Cuma’ya denk geldiği için akşam Şabat duasına katılma şansımız da oldu. Yaklaşık 20-30 kişi ile gerçekleştirilen Şabat duasının ardından bizi ısrarla giriş katında kurdukları Şabat sofrasına davet ettiler. Önce Kiduş* ve ardından Amotsi** yapıldıktan sonra mütevazi bir akşam yemeği yendi. Benim Ladino konuşabildiğimi duyan yaşlı David amca hemen karşıma oturup benimle bol bol sohbet etti. Bu arada kendisi Moskova’da eğitim almış bir keman profesörüymüş. Gönüllü genç hazan İgor da bizimle bizzat ilgilendi ve birbirimize cemaat faaliyetlerimizi anlattık. Böylece evimizden uzakta bile olsak kalabalık ve sıcak bir Şabat akşamı geçirmenin mutluluğunu yaşadık.
*Kiduş: Şabat akşamları okunan şarap duasına verilen isim.
**Amotsi: Ekmek duası
***Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Ailecek ve eşimle geziler yapmayı, bu gezilerde özellikle Avrupa’daki eski Yahudi yerleşim yerlerini, sinagoglarını ziyaret etmeyi ve hatta varsa o bölgedeki Yahudilerle etkileşimde bulunmayı her zaman çok sevmişizdir. Geçen hafta yaptığımız Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Karadağ gezisi öncesinde de her zaman olduğu gibi bölgede bulabileceğimiz Yahudi izlerini araştırmıştık. Ne şanslıyız ki, araştırmamızın ötesinde çok ihtişamlı ve bir o kadar da hüzünlü bir tarihe tanıklık etme şansı yakaladık.
Osmanlı döneminde Müslüman, Katolik, Ortodoks ve Yahudilere ev sahipliği yapmış ve o dönemde Avrupa’nın Yeruşalayim’i olarak adlandırılmış Saraybosna’da hiç bilmediğim köklü bir Yahudi mirası ile karşılaştım.
İtiraf etmeyelim ki, Saraybosna’nın Yahudi yapılarından beni en çok etkileyen Sefarad sinagogu oldu. Sinagogun binası 1580’lerde Balkanlardan gelen Sefarad Yahudileri tarafından dönemin Osmanlı paşasının izniyle inşa edilmiş. Aşkenaz Yahudileri ise bölgeye daha sonra 17. yüzyılda gelmişler. 2. Dünya Savaşı öncesinde şehirde yaklaşık 15.000 Yahudi -ki bu toplam nüfusun %20’sine tekabül ediyordu- ve 15 sinagog varmış. Şehirdeki Yahudilerin çoğu Ladino (Judeo-Espanyol) konuşuyormuş. Maalesef buradaki Yahudilerin %85’i Holokost’ta hayatını kaybetmiş. Bugün şehirde sadece 700 civarında Yahudi yaşamakta olduğu gibi dini ritüeller için sadece Aşkenaz Sinagogu şehirdeki Yahudi toplumuna hizmet vermekte.
Benim hayran kaldığım Saraybosna Sefarad Sinagogu günümüzde müze olarak kullanılmakta. Fakat Sefarad Sinagogu’nun aktif olarak kullanıldığını göstermek ve binaya herhangi bir müdahalede bulunulmasının önlenmesi amacıyla, sinagog senede sadece bir defa Roş Aşana bayramında ibadete açılmakta. Bu uygulamayla Sefarad Sinagogu Yahudi cemaatinin binası olarak işlevini sürdürmeye devam ediyor.
Bina muhteşem bir mimariye sahip. Tamamen taştan yapılmış binada, giriş katında dini ritüellerin gerçekleştirildiği bölümün üstünde, kadınlara ayrılan iki kat ark şeklinde balkonlardan oluşturulmuş. Her üç katta da yine ark şeklinde pek çok pencere ile binanın çok güzel ışık alması sağlanmış.
Tüm katlar çeşitli tarihi sergilere ev sahipliği yapıyor. Giriş katında şu anda Kasım ayında olmamız sebebiyle Kristallnacht ile ilgili bir sergi vardı. Yine giriş katında ve üst katında yaklaşık 250 yıllık Ladino ve İbranice dillerinde yazılmış kitaplar, çeşitli dini objeler, eski dönemlere ait giysiler ve eşyalardan oluşan bir kalıcı sergi mevcut. Sinagogun en üst katına çıkıldığında ise tavandan zincirle sarkan kocaman bir kitap bir anda insanın karşısına çıkıyor. Kitabın içinde Holokost’ta sadece o bölgede ölen 12.000 kişinin adı bulunuyor.
Saraybosna’nın sürekli açık olan sinagogu ise Aşkenaz Sinagogu. Aşkenaz Sinagogu da çok güzel zamanının çok ünlü bir mimar olan Karl Parzik tarafından yapılmış, kubbeli bir yapıya sahip. Ancak bina cemaate sosyal hizmet verebilmek için içerden bölümlere ayrılmış ve dini ritüeller için sadece orta kattaki bir salon tahsis edilmiş. Salondaki boyamalar da yine zamanın ünlü bir sanatçısı olan Ludwig Oisner tarafından yapılmış ancak üst katlar binanın bu son halinde artık görünmediği için, sinagogun ihtişamı sanki biraz azalmış.
Saraybosna’da bulunduğumuz gün Cuma’ya denk geldiği için akşam Şabat duasına katılma şansımız da oldu. Yaklaşık 20-30 kişi ile gerçekleştirilen Şabat duasının ardından bizi ısrarla giriş katında kurdukları Şabat sofrasına davet ettiler. Önce Kiduş* ve ardından Amotsi** yapıldıktan sonra mütevazi bir akşam yemeği yendi. Benim Ladino konuşabildiğimi duyan yaşlı David amca hemen karşıma oturup benimle bol bol sohbet etti. Bu arada kendisi Moskova’da eğitim almış bir keman profesörüymüş. Gönüllü genç hazan İgor da bizimle bizzat ilgilendi ve birbirimize cemaat faaliyetlerimizi anlattık. Böylece evimizden uzakta bile olsak kalabalık ve sıcak bir Şabat akşamı geçirmenin mutluluğunu yaşadık.
*Kiduş: Şabat akşamları okunan şarap duasına verilen isim.
**Amotsi: Ekmek duası
***Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Paylaş: