Sekseninci yıl dönümünde Kristallnacht’ı bir kez daha lanetlediğimiz bugünlerde, bir yandan da henüz iki hafta önce ABD’nin Pittsburgh kentinde sinagoga yönelik saldırıda ölenlerin yasını tutuyoruz. İki yıldır tüm dünyada otoriterliğin yükselişi, ABD’nin başına her yerde var olan aşırı sağcı akımlara destek veren Donald Trump’ın gelmesi, elbette ki tüm ırkçılık biçimleri gibi antisemitizmin de tırmanmasına yol açıyor. Pittsburgh’daki katil Robert Fowers, aşırı sağcı internet forumlarında antisemit yorumlarda bulunan, en bayağı komplo teorilerini savunan, hatta Donald Trump’ı dahi yeterince milliyetçi olmamakla eleştirip “küreselcilikle” suçlayan bir faşist.
19. yy sonu ve 20. yy başında Rusya’nın Kara Yüzler’inin gerçekleştirdiği pogromlardan Holokost’a, Yahudileri sürekli olarak kıyımdan geçiren aşırı sağcılığın tekrar hortladığı ve Pittsburgh’ta yüzünü gösterdiği günlerde, Şalom gazetesinde çıkan bir yazı ise bizi acil olarak solun antisemitizmini tartışmaya davet ediyor.
Aşırı sağın antisemitizminin hem dünya genelinde hem de Türkiye’de fazlasıyla konuşulduğundan ve akademide de bu konu üzerine yeterince çalışma yürütüldüğünden bahseden Meriç Aytekin imzalı yazı, aynı durumun sol için geçerli olmamasını bir eksiklik olarak tespit ediyor ve bunu ne zaman konuşabileceğimizi soruyor.
Sol içi tartışmanın önemi
Elbette ki sol içinde bu tartışmayı yürütmenin bir anlamı var. Örneğin, Kürt hareketinin kimi sözcüleri zaman zaman “milliyetçi lobiler” adı altında Türkiye’nin gayrimüslim diğer azınlıklarıyla birlikte Yahudilerin de ismini zikrettiğinde buna tepki göstermek gerekir. Benim bağlı olduğum siyasi gelenek bunu sürekli olarak yapıyor. Veya solun başka ayrımcılık biçimleriyle belirli ölçülerde ilgilenirken antisemitizmi ihmal ettiği söylenebilir ve buna bu konuda daha fazla tartışma ve faaliyet yürüterek çözüm üretilebilir. Ulusalcılığın sol kabul edilen kesiminin sık sık kullandığı “Sorosçuluk” suçlamasının, bugün hem Trump’tan Orban’a tüm aşırı sağcı ve popülist liderlerin, hem de Türkiye’de olup bitenleri “üst aklın oyunları” ile açıklayan AKP liderliğinin dilinde olmasındaki çelişkiye dikkat çekilebilir.
Bunlar şüphesiz yürütülmesi gereken, bunların sonucunda daha ciddi ve güçlü bir sol yaratma hedefiyle yürüttüğümüz tartışmalardır ve kıymetlidir.
Ancak bir de, “ister sağdan ister soldan gelirse gelsin…” maskesi altında, solun dışından sola yöneltilen ve hedefi onu bütünüyle itibarsızlaştırmak olan iddialar var. Irkçılık, totariterlik vb konularda aşırı sağ ile aşırı solun “ortak hataları” olduğunu iddia eden anaakım liberal düşünce dünyasının konforundan faydalanmak isteyen Meriç Aytekin’in yazısı, tam da bu kategoriye giriyor.
Neyse ki yazarın argümanları, internetle henüz tanıştıktan sonra kaynağı belirsiz bazı şiirleri Can Yücel adı altında paylaşanları kıskandıracak düzeyde yanlış ve eski bilgilere dayanıyor. Bu yüzden çürütülmeleri de kolay. Aytekin, on yıllarca önce dile getirilmiş iddiaları, onlarla ilgili daha sonra yürütülen tartışmaların külliyatını bütünüyle yok sayarak, “haydi sol antisemitizmi tartışalım” diye çalakalem bir yazıyla önümüze sunmuş.
Ekim Devrimi: Yahudilerin özgürlüğü için atılmış devasa bir adım
Yazıda ilk olarak kendine solcu diyen herkes için muazzam bir deneyim olan Ekim Devrimi’ne ve Bolşeviklerin mücadelesine değinilmiş. Solda göz yumulamayacak ölçüde olduğu iddia edilen antisemit birikimin ilk örneği olarak Rusya’daki durum verilirken, “Yahudiler açısından birçok olumlu reformu gerçekleştiren Bolşevikler bile 1917 Devriminde antisemitizme karşı istenilen oranda mücadele edememişti” ifadesi kullanılmış.
Çarlık Rusyası döneminde Yahudilerin içinde bulunduğu felaket durum kabul edilerek antisemitizmin Bolşevikler için önemli bir gündem olduğunun vurgulandığı yazıda, “Yüz yıllar boyunca Rus toplumunun adeta iliğine kemiğine işlemiş olan ve sayısız pogromlar ile kendini göstermiş antisemitizmin bir anda ortadan kalmasını beklememek gerekir” diye belirtilmiş. Ancak asıl can alıcı iddia şu:
“(…) Sovyet işçi sınıfının genel olarak son derece arkaik olan Yahudi = Para = Kapitalizm denkleminden toplumsal refleks açısından çok ileri gidemediği rahatlıkla söylenebilir. Tarihsel olarak bu oldukça tahmin edilebilirdir çünkü 1917 öncesi ve sonrası Rus toplumu öyle veya böyle aynı Rus toplumudur.”
Bu, yazının en kritik hatası olmasa da, Rus Devrimi üzerinden toplumsal ve siyasal mücadeleler tarihine donuk bir bakışı yansıtıyor.
Devrim öncesi Yahudilerin durumu
Çarlık Rusyası’nda hem devlet ve polis eliyle yürütülen faaliyetler, hem anaakım medyanın tutumu hem de Rus Ortodoks Kilisesi’nin önde gelenlerinin açıklamaları bağlamında Yahudilere yönelik muazzam bir nefret vardı. 19. yüzyılın ortasında yapılan birtakım reformlar, Yahudilerin Rus toplumunun ekonomik, siyasi ve kültürel hayatına katılımlarını kolaylaştırmıştı. Bu, antisemit bir karşı dalga yarattı. Ivan Aksakov ve Fyodor Dostoyevsky gibi ünlü yazarlardan otokrasiye karşı mücadele eden çeşitli liberal ve devrimci gruplara kadar, Yahudi karşıtı görüşler ve önyargılar oldukça yaygındı. Yahudiler, “devlet içinde devlet” idare eden ve “Rusları sömüren” istilacılar olarak görülüyorlardı.
Narodniklerin İmparator II. Aleksandr’a suikastinin, devletin Japonya karşısındaki askeri mağlubiyetinin veya 1905 Devrimi’nin faturası derhal Yahudilere çıkartılıyor ve saldırılar başlıyordu. Yahudilerin toprak almaları gibi haklar tekrar yasaklanırken, bir bakan hükümetin Yahudi politikasının amacını “üçte birini öldürmek, üçte birini göç ettirmek ve üçte birin toplum içinde tamamen çözülmesi” olarak açıklıyordu. Plan bir ölçüde işe yaradı. 1881 ile 1914 arasında tarihin en kitlesel göçlerinden biri yaşandı ve 2.5 milyon Yahudi, Batı Avrupa veya Amerika’ya kaçtı. Çarlık rejimi bir yandan da kitle grevlerine ve devrime antisemitizmle yanıt veriyor, polis veya faşistler eliyle ülkenin her yanında pogromlar gerçekleştiriliyordu.
Devrim özgürleştirir
Ekim Devrimi, bu korkunç manzarayı bütünüyle değiştirmek için ileriye doğru gerçekleştirilen müthiş bir sıçramaydı. İlk ve en acil iş olarak, Bolşevikler, Yahudilere yönelik 650 adet kısıtlayıcı yasayı kaldırarak, eşit yurttaşlığı hayata geçirmiş oldular. Henüz devrimden önce, 1917’nin Ağustos ve Ekim aylarında, Moskova başta olmak üzere birçok yerde Sovyetler fabrikalarda antisemitizme karşı toplantılar düzenleyerek yaygın bir kampanya başlatmıştı. Yahudilerin yaşadığı Rusya’nın batı bölgelerinde yerel Sovyetler olası pogromlara karşı güvenlik önlemleri alıyorlardı. Meriç Aytekin’in “Yahudi = para = kapitalizm” denkleminden öteye gidemediğini iddia ettiği Rus toplumunda, Ekim Devrimi’nin ardından Yahudilere yönelik hiçbir pogrom gerçekleşmedi.
Yazarın alıntıladığı, Jacobin’de Brendan McGeever tarafından kaleme alınan makalede vurgulanan, sınıf öfkesiyle antisemit ifadelerin birbirine karıştığı “Yahudileri ve burjuvaları mahvetme” gibi sloganların duvarlarda yazılı olduğu doğru. En ateşli proleter devrimde bile işçilerin bilinci eşitsiz gelişmeye devam etmektedir ve kimilerininki çelişkilerle doludur. Kışlık Saray’ın duvarına “Kahrolsun Yahudi Kerenski, yaşasın Yoldaş Troçki!” yazan işçi, aslında bir Yahudi olan Troçki’yi yoldaşı, Yahudi olmayan Kerenski’yi ise sınıf düşmanı olarak görmektedir. Bununla birlikte, McGeever’in Bolşeviklerin 1918’de Ukrayna’daki kontrolünü antisemit şiddet üzerinden konsolide ettiği iddiası ise bizzat olayın mağduru Yahudi tanıklar tarafından yalanlanmaktadır. O dönem bir çocuk olan Harriet (Hasia) Segal, pogromu Kızıl Ordu’nun değil Bolşeviklere karşı savaşan güçlerin gerçekletirdiğini anlatıyor.
1917’de Tüm Rusya İşçi Sovyetleri içerisinde çoğunluğu kazanan Bolşevik Partisi’nin merkez komitesindeki 21 kişinin 6’sı Yahudiydi. Milyonlarca işçi, kendi eylemlerinin deneyimi içerisinde antisemit fikirlerden ve aktivitelerden kopuyorlardı. Lenin, 1919’da yaptığı bir konuşmada, “Toprak sahipleri ve kapitalistler, açlıkla işkence edilen işçilerin ve köylülerin öfkesini Yahudilere yöneltmeyi denediler. Bu antik, feodal cehalet geçip gidiyor, halkın gözleri açılıyor” diyordu. Yani Aytekin’in iddiasının aksine, “1917 öncesi ve sonrası Rus toplumu öyle veya böyle aynı Rus toplumu” değildi. Tüm inançlardan işçiler, Yahudiler, Müslümanlar ve Hristiyanlar eşit ve kardeşçe yaşamaya doğru bir adım atmışlardı. Kadınların, eşcinsellerin ve tüm diğer ezilenlerin kazandıkları haklarla da bunun böyle olduğunu söylemek son derece mümkün.
Marx antisemit mi?
Şalom’daki yazıda öne sürülen daha vahim bir iddia ise Karl Marx’ın antisemit vurgulara sahip olduğu. “‘Bilimsel’ sosyalizmin kurucusu olarak kabul edilen Karl Marx’ın Yahudi Sorunu (Zur Judenfrage) eserinde de Yahudi = Para denklemine dair bildik antisemit söylemlere rastlamak mümkündür” diyen Aytekin, Marx’ın yaklaşımının “en naif” yorumla dahi “bugün ekonomik antisemitizm olarak tanımladığımız ve sol içerisinde de sıkça gördüğümüz antisemitizm biçimlerinden birine geniş bir alan açtığını” iddia etmekte.
Yazar bunu yaparken, 1840’ların dünyasında Yahudilerle ilgili yapılan stereotipleştirmenin evrensel ve istisnası olmayan bir durum olduğunu; bugün kuşkusuz ırkçı olarak nitelendirilecek bu tarz sıfat takmaların diğer halklar için de uygulandığını bize söylemiyor. Gerçekten de, o dönem, Yahudi olsun olmasın, Yahudilerin özgürlüğünden yana olsun olmasın, herkesin dilinde ortak bir söylem olarak “ekonomik Yahudilik” kavramı mevcut. Farklı ulusal ve etnik kimliklerin bu şekilde aşağılanması 19. yüzyılın ortasında gayet kabul gören bir durumdu ve aşağılanan halkların mensupları tarafından da kullanılıyordu. Bu alışkanlık ancak 20. yüzyılın ilk yarısında terk edilebildi. Antisemitizm ise gerçek bir ırkçı siyasi hareket olarak 1870’lerde çıktı. Dolayısıyla, Aytekin’in Marx’ı antisemitizmle suçlamasında yöntemsel olarak büyük bir hata var. Marx’ın öğretisini tanımlarken bilimsel kelimesini tırnak içine almak yerine böylesi sorunlara kafa yorması daha faydalı olabilir.
Marx’ın makalesinin tartışma yürüttüğü isim olan Bauer de “Museviliği” faizcilik/tefecilik ile eşitliyordu. Liberal düşünür Arnold Ruge, anarşist filozof Max Stirner, Genç Hegelcilerin felsefi hocası Feuerbach, daha sonraları Sosyalist Siyonizm’in kurucularından birisi olacak olan Moses Hess (Marx’ın eleştiriye konu olan kitabının ikinci bölümündeki dili Hess’ten ödünç aldığı bilinir), Yahudi özgürlüğünden yana olan liberal Gustav Mayer ve istisnasız tüm diğer isimler, Yahudilikle ilgili stereotipleştirmeyi Marx gibi kullanıyorlardı. Bu, Yahudiler arasında da genel kabul gören bir durumdu. Ünlü antisemitizm tarihçisi Eleonore Sterling çalışmalarında bunu uzun uzadıya anlatır. Alman Yahudi şair Heinrich Heine’nin bir metnini 1890’larda Fransızcaya çeviren kişi, o dönem artık antisemit kabul edilen, ancak 1840’larda böyle bir özelliği bulunmayan ifadeler nedeniyle okuyucudan özür dilemek zorunda kalır. Tarihteki ilk Yahudi çalışmaları enstitüsünün kurulmasına öncülük eden Yahudi akademisyen Eduard Gans da burası için bekledikleri finansmanı bulamadıklarında benzer yargıları tekrarlar.
1870’lerde kurulan ilk Yahudi sosyalist hareketi de aynı durumdadır. Kaldı ki bunlar, artık gerçek bir tehdit olan antisemitizme karşı mücadele ediyorlardı ve bir “Yahudi proletaryasının” olduğu koşullardan bahsetmek de mümkündü. Yahudi sosyalistler, kendi egemenlerine karşı sınıf mücadelesini başlatırken, zengin Yahudilere şöyle sesleniyorlardı:
“Sizin günahlarınızın faturasını ödemek zorunda kaldık! Irksal ve dini nefret, tüm terörüyle birlikte çoğunlukla biz fakir Yahudilerin üzerine çöktü. Bizi mahveden ateşi siz tutuşturdunuz. (…) Tüm Yahudi halkı, sizin açgözlülüğünüz yüzünden, diğer halklardan daha fazla acı çekiyor.”
Hurafelere dayanmadan tartışmak
Özetleyecek olursak, bu dönemde, “ekonomik Yahudi” rolüne vurgu yapıp bu terimi kullananlar daha çok soldakiler, Yahudileri ırk veya din temelinde eleştiriye tabi tutanlar ise muhafazakâr sağcılardı. Asıl tartışma, Yahudilerin özgürleşmesinden yana veya ona karşı olmakla ilgiliydi.
Marx, Fransız Devrimi’yle kazanılan eşit yurttaşlık haklarının benzerinin Almanya’da da uygulanmaya konulması bağlamında Yahudilerin özgürlüğünden yanaydı; ve bu hakları “soldan” gelen saldırılara karşı korumak için bir polemik yazmıştı.
Aytekin, Marx’tan alıntıladığı, Yahudilerin “bu dünyadaki tanrısının” para olduğunun söylendiği pasajı tamamlasaydı, aslında Yahudilerin özgürleşmesi için bir çağrı yaptığını görecekti. Marx’ın antisemit olduğunu uzun yıllar boyunca iddia eden akademisyen Julius Carlebach dahi daha sonradan bunun ekonomik bir analiz olduğunu yazarak geri adım atacaktı:
“Marx, Museviliği emek gücü gibi bir soyut kavrama terfi ettirmek konusunda kararlıydı. Nasıl ki iş gücünün çözülmesini istediğinde işçilere saldırılmasını istemiyorduysa, Museviliğin çözülmesiyle ilgili çağrısında da Yahudilere zarar vermeye yönelik bir girişim yoktu.”
Meriç Aytekin’in tüm bunlardan bihaber, Marx’ı “antisemit” ilan etme çabası, bugün antisemitizme karşı gerçek bir mücadeleyi örgütlemek isteyen herkesin kendisini ciddiye almayı bırakmasını gerektiriyor.
Meinhof’un antisemitizmi
Şalom’da solun antisemitizmini tartışmaya davet eden yazı, Ekim Devrimi ve Marx üzerine spekülasyonların ardından, Alman radikal solcu Ulrike Meinhof’u antisemit ilan ederek bitiyor.
Aytekin’e göre, “bugün Türkiye solu da dâhil olmak üzere dünya solu Ulrike Meinhof’u ve Kızıl Ordu Fraksiyonu’nu radikal solun en değerli örneklerinden biri olarak adeta göklere çıkarır. Oysa Ulrike Meinhof’un Holokost’u antikapitalist bir reaksiyon olarak gördüğü pek bilinmez veya konuşulmaz.”
Burada tartışmaya başlamadan önce, iki dünya savaşının ve Nazizm deneyiminin ardından Almanya’da küçük bir devrimci grubun üyesi olarak adanmışlığını ve mücadeleye bağlılığını övmekle birlikte, Meinhof’un siyasi görüşlerini ve stratejisini benimsemediğimi, ikameci bulduğumu belirtmeliyim.
Ancak bu, 2015’te sıcak bir yaz günü, Aytekin “belirli sebeplerle” Kaos GL tarafından basılmayan bir yazısını Marksist.org’a gönderdiğinde, yayın kurulumuzun bunu yanlış bulup reddetmesine engel değildi.
Bir alıntıyı çarpıtarak Meinhof’u antisemit ilan etmek
Meinhof’un antisemit olduğunu yüksek sesle söylememiz konusunda ısrar eden ve şu an bir blog sayfasından ulaşılabilen yazıyı reddederken, argümantasyonun üzerine inşa edildiği alıntının çarpıtıldığını ve Alman devrimcinin antisemitizmle ilgili sözlerinin çok makul olmasa da antisemit ilan edilemeyeceğini uzun uzun şöyle anlatmıştık:
“(…) Meinhof ve antisemitizm tartışması daha kapsamlı olmalı. Alıntı yaparak Meinhof’u antisemit ilan ettiğin metnin tamamı şöyle:
‘How was Auschwitz possible, what was anti-Semitism? It used the hatred of the people of their dependence on money as a medium of exchange, their longing for communism. Auschwitz means that six million Jews were murdered and carted on to the rubbish dumps of Europe for being that which was maintained of them – Money-Jews. What had happened was that finance capital and banks, the hard core of the system of imperialism and capitalism, had diverted the people’s hatred of money and exploitation away from themselves and on to the Jews.’
Egemen sınıfların kapitalizme olan nefreti Yahudiler hakkındaki ırkçı önyargılarla Holokost’un gerçekleşmesini sağlayacak zemine evrilttiği iddiasına katılmayabiliriz, bana da epey saçma geliyor, ancak sadece bu alıntıdan yola çıkarak Meinhof’u antisemit ilan etmek de haksızlık olur.
Aynı Meinhof, 1967’de İsrail devletinin Araplar tarafından yıkılmasının desteklenemeyecek bir şey olduğunu söylüyor. Örneğin biz buna da katılmıyoruz. Bu, İsrail devletinin doğası, Ortadoğu’da emperyalizm ve antisemitizmle ilgili daha geniş bir tartışmanın konusu.
RAF’ın kurucularından bir tanesi çok sonradan Neo-Nazi olarak yakın geçmişte hapis yattı, ancak birçok diğer kurucusu da Nazi düşmanlığıyla yoğrulmuş bir savaş-sonrası dönemden yetişen militanlar. Liberal okuma dahi ‘terörizm’ edebiyatı dışında RAF’ı ‘Nazizme karşı radikal bir tepki’ olarak yansıtıyor.
Örneğin, Gudrun Ensslin, eylem çizgilerini haklı çıkarmak için, İran şahının Almanya ziyaretini protesto eden öğrencilere polis tarafından açılan ateş sonucu öldürülmesi üzerine ‘They’ll kill us all. You know what kind of pigs we’re up against. This is the Auschwitz generation. You can’t argue with people who made Auschwitz. They have weapons and we haven’t. We must arm ourselves!’ diyor.
RAF’ın eski Nazilere karşı çok sayıda eylemi/saldırısı var, RAF üyelerinin yargılanmasında eski Nazilerin rolleri var vs. vs.
Biz Ulrike Meinhof’u benimsediği mücadele metodunun eksik/yanlış/elitist olması sebebi ile eleştirebiliriz ama bununla antisemitizm tartışmasını birbirinin içine geçirmek tartışmada yanlış bir neden sonuç algısına yol açabilir.
Anlayışla karşılayacağını umut ediyoruz.”
“Sol antisemitizm” tartışmasının bugünkü bağlamı
Meriç Aytekin, elbette ki bu uzun açıklamamızı anlama veya yanıtlama gayretine girişmemiş, “Anti semitism is anti capitalism cümlesinin anti semitik olduğunu düşünmüyorsanız yapacak bir şey yok tabii ki” diyerek Marksist.org ile bağını -neyse ki- koparmıştı.
En başta, Aytekin’in Şalom’da çıkan yazısının, solu antisemitizm karşısında donatmaktan ziyade onu bütünüyle antisemit ilan edip itibarsızlaştırma amacını taşıdığını yazmıştım. Bu çabanın enternasyonalist bir karşılığı da var.
İngiltere’de 2015 yazında İşçi Partisi’nin başına gelen Jeremy Corbyn, İngiliz devleti, Muhafazakâr Parti ve kendi partisinin sağ kanadı tarafından antisemit olmakla suçlanıyor. Zaman zaman Corbyn’in ekibinden bazı isimlere antisemitizm odaklı yaptırım uygulanıyor, Corbyn bunlara taviz vermek zorunda kalıyor. Geçtiğimiz yıl ise Londra’da birkaç yüz kişinin katıldığı ve Corbyn’i suçlayan “antisemitizme karşı” bir gösteri gerçekleşti.
Corbyn’in İşçi Partisi sonunda Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın antisemitizm tanımını, İsrail’i eleştirmeyi “antisemitizm” sayan ekiyle birlikte kabul etmek zorunda kaldı.
Corbyn’e saldıran anaakım medyanın, İngiliz siyasi sisteminin ve aşırı sağ grupların tarihi Yahudi düşmanlığıyla, Nazilere övgüyle ve Holokost inkârcılığıyla dolu. Corbyn ise yıllardır İngiliz nazizmine karşı sokakta yürütülen kampanyalara destek vermiş bir aktivist. Bu yüzden çok sayıda Yahudi birey ve örgüt de ona destek için gösteriler düzenliyor.
Tüm dünyada otoriterliğin arttığı bir dönemde yeşeren bir sol umut olan Corbyn’e karşı kampanyayı Türkiye’ye taşımaya çalışan Meriç Aytekin, daha önce de Avlaremoz sayfalarında yayınlanan bir yazısında Türkiye soluna “İsrail’i eleştirme merakı” yüzünden eleştiriler yöneltmiş, sitenin Facebook sayfasına kendisine “hangi sol örgütün İsrail’i eleştirdiği kadar Türkiye hükümetini eleştirmediği” sorulduğunda ise tüm yorumlarını silerek tartışmadan çekilmişti.
Türkiye’de antisemitizme karşı yapılan tüm işlerin %90’ına yakınını örgütleyen sol örgüt ve siyasi partileri “antisemit” ilan etme çabaları hepimize zarar veriyor. Bu tür girişimler, antisemitizmi yenmeyi hedef olarak önüne koyanların gündeminden çıkmalı.
*Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
[…] sadece ABD’de değil, tüm dünyada antisemitizmi güçlendirdi ve Yahudileri artan tehlikeye soktu. Kongre baskını bunun en son […]