“Ha yarın ölmüşüm ha bir sene sonra, bir farkı yok. Asıl önemli olan arkanda bıraktığın mesajdır.”— Rita Levi-Montalcini
— “Kuzen miydiniz?” diye soruyor La Repubblica gazetesinden Simonetta Fiori Rita Levi-Montalcini’yle 1996 yılında yaptığı röportajda ünlü yazar ve kimyager Primo Levi’yle olan ilişkisine ithafen.
— “Öylemiş gibi yapardık” diye cevaplıyor Rita. “Bizim akrabalığımız uydurulmuş bir akrabalıktı. Aynı soyadı, aynı memleket: Monteferrato bölgesi, aynı Yahudi kökleri. Bizi birleştiren bir diğer noktaysa ailelerimizin Piemonte lehçesiydi. Bu lehçe ‘barba’ (dayı-amca) ve ‘magna’ (teyze-hala) gibi kelimelerle doludur.”
Rita ve Primo savaştan sonra arkadaş oldular; ve Rita yakın arkadaşı Primo’yu ‘benim hayali kuzenim’ olarak adlandırıyor.
“Ben onun kızkardeşi Anna Maria’nın iyi arkadaşıydım. Anna Maria bana bu bayıldığı ağabeyinden bahsetmişti ve bana ‘Bunlar Da Mı İnsan’ kitabının daktilo metnini vermişti. Çok etkilenmiştim ve bu kitabın Torino’nun büyük bir yayınevi tarafından reddedilmiş olması beni (ve sadece beni değil) hayrete düşürmüştü.”
1909 senesi…
Rita Levi-Montalcini Torino’da elektrik mühendisi Adamo Levi ve ressam Adele Montalcini’nin ikiz bebeklerinden biri olarak doğar. Tıp eğitimini alma yolunda onu belli başlı zorluklar beklemektedir. Bu zorluklar sadece Mussolini İtalya’sında 1936’dan sonra Aryan ırkından olmayanları bu tür eğitim ve mesleklerden alıkoyan ırk yasalarından ibaret değildir. Rita’nın babası kadınların yüksek eğitim görmesinin gerekliliğine inanmamaktadır. Rita bu ailesel engelin üstesinden kararlılığı ve çalışkanlığıyla gelir. Sonunda babası da onu destekler. Diğer, aşılması daha güç engele gelince, Rita bunu da bir nevi alt etmeyi başarır: Evinde kendine gizli bir laboratuvar kurar ve tavuk embriyolarıyla yaptığı deneyleri burada sürdürür. Rita Levi-Montalcini bu süreci Les Prix Nobel’de şöyle anlatıyor:
“1940 baharında, Brüksel’de kısa bir süre Nöroloji Enstitüsü’nde konuk olarak kaldıktan sonra, Belçika Alman işgalinin eşiğindeyken aileme katılmak üzere Torino’ya döndüm. Önümüzde iki seçenek kalmıştı: Ya Amerika Birleşik Devletleri’ne göç edecektik ya da Aryan dış dünyasının desteğini gerektirmeyecek ve onlarla hiçbir bağı olmayan işler yapacaktık. Ailem ikinci seçenekte karar kıldı. Ben de daha sonra evde küçük bir araştırma ünitesi oluşturmaya karar verdim ve bunu yatak odamda kurdum.”
Şimdi yeniden zamanda geriye, bu kez 1919’a gidiyoruz.
Cesare Levi ve Esther ‘Rina’ Luzzati’nin oğlu Primo Levi Torino’da doğar. Büyürken utangaç ve akademik ilgisi yüksek bir çocuk olan Primo kimyaya ve astronomiye oldukça meraklıdır. Sir William Bragg’in ‘Concerning the Nature of Things’ kitabını okuduktan sonra kimya okumaya karar verir. Kimyagerlik onun hayatı boyunca icra edeceği mesleği olacaktır ve bu, zamanı geldiğinde hayatını kurtaracaktır.
İtalyan ırk yasaları ve İkinci Dünya Savaşı iki Levi’nin hayatında da önemli zorluklara yol açtı, fakat kaderleri farklıydı. Buna rağmen ikisi de savaşın sona ermesiyle Torino’ya geri dönebildiler.
Savaş sırasında Rita ve ailesi Floransa’da saklandı. Rita saklanma sırasında da savaştan sonra da hem memleketi İtalya’da hem de sonradan araştırmaları için gidip vatandaşlığını edindiği Amerika Birleşik Devletleri’nde yorulmak nedir bilmeksizin çalıştı. Bu gayreti ona dünya çapında bir nörolog olma ününü ve 1986 yılında Stanley Cohen ile birlikte ‘büyüme faktörlerinin keşfi’ dolayısıyla kazanacağı Nobel Fizyoloji veya Tıp ödülünü getirdi. Bilime olan tutkusunu asla yitirmedi, 103 yaşındaki huzurlu ölümüne dek çalışmayı sürdürdü. Onun için yaptığı işi sevmek “yeryüzünde mutluluğa en çok yaklaşan şeydi.”
Diğer taraftan Primo partizanlara katılarak dağa çıktı ve 1943’te faşist kuvvetlere yakalandı. İtalyan bir partizan olarak vurulmayı önlemek için ünlü kitabı ‘Bunlar Da Mı İnsan’’nın ilk sayfalarında tarif ettiği gibi Yahudi olduğunu itiraf etmeye karar verdi:
“24 yaşındaydım, sağduyum azdı, tecrübem sıfırdı (…) Makul derecede ve soyut bir başkaldırı hissine sahiptim. (…) ‘Yahudi ırkına mensup İtalyan vatandaşı’ durumumu beyan etmeye karar verdim (…) siyasi faaliyetimi itiraf etmek işkence ve ölümü garantilemek demekti.”
Primo bundan sonra Auschwitz konsantrasyon kampına gönderildi. Orada 11 ay boyunca zorunlu işçi olarak çalıştı. Birtakım şans öğeleri sayesinde hayatta kalmayı başardı. Bunlar, yeterince Almanca konuşabilmek, iyi bir kimyager olmak ve en önemlisi de ölüm yürüyüşünün başladığı gün ALmanlar tarafından seçilmeyecek hasta ama Kızıl Ordu kampa ulaşana kadar ölmeyecek kadar sağlam olmak. ‘Ateşkes’’in büyüleyen son sayfasında Levi, Auschwitz’den kurtulduktan sonra dokuz ay boyunca trenle Polonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya, Avusturya, ve Almanya’dan geçerek sonunda İtalya’ya ulaşma hikayesini böyle tamamlıyor:
“35 günlük yolculuk sonunda Torino’ya vardım: Ev ayaktaydı, bütün akrabalar hayattaydı, kimse beni beklemiyordu.”
Geri dönüşü sonrası Primo Levi neredeyse hiç vakit kaybetmeden kamptaki deneyimleri üzerine yazmaya başladı; yazmak onun için “zorunlu bir görev” ve “psikolojik bir ihtiyaç” idi. Otobiyografik kitaplar, romanlar, öyküler ve şiirler yayımladı. ‘Bunlar Da Mı İnsan’’ın 2014 İtalyan baskısının ekinde Levi bir yazara dönüşmesini Auschwitz deneyimine bağlıyor:
“Eğer Auschwitz etabını yaşamasaydım herhalde asla hiçbir şey yazmazdım. Yazmak için bir nedenim, bir güdüm olmazdı. (…) Beni yazmaya mecbur kılan Lager deneyimiydi: Tembellikle savaşmam gerekmedi, (…) bana öyle geliyor ki bu kitabı kafamın içinde çoktan yazmıştım ve onu sadece kağıda geçirmem gerekti.”
Primo Levi yazmaya ve kimyager olarak çalışmaya 1987 yılındaki ölümüne kadar devam etti.
67 yaşında Levi Torino’da doğup büyüdüğü ve tüm hayatını geçirdiği evinde hayatını kaybetti. Resmi ölüm sebebi tartışmalara konu olan bir intihar.
Diğer bir Auschwitz kurtulanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel’e göre “ Primo Levi 40 yıl sonra Auschwitz’de öldü”. Rita Levi-Montalcini’nin ise bu konuda şüpheleri var.
Fiori:
— “Ölümünden neredeyse 10 yıl geçti; siz bilinçli bir intihar ihtimalini reddediyorsunuz.”
— “O zaman da söyledim; dinlenmedi. Bugün daha emin bir şekilde tekrarlıyorum. Primo’nunki istemli bir eylem değildi. Hayatına son vermeye hiç niyeti yoktu. İntihar onun sağduyulu yazılarından oldukça uzak kalıyor… Ölümünden birkaç gün evvel telefonda konuştuk. Bunalımdaydı; ben ve diğer arkadaşlar Roma’da buluşmayı teklif ettik. Bana hasta annesini bir saatliğine bile olsa bırakamayacağını söyledi. Böyle bir ruh halindeyken sence kendini istemli olarak merdiven boşluğuna atabilir miydi? Primo kalitesindeki bir kimyager hayatına son vermek için bu kadar dramatik ve teatral olmayan bir yol bulamaz mıydı? Bir hap çok daha sağduyulu olurdu. (…) Ne bir intihardı ne de cinayet: Bu ani bir inme, depresif ruh halinin etkisiyle yaşanan anlık bir bilinç kaybıydı. (…) Depresyon nedir bilenler neden bahsettiğimi anlarlar.”
Röportaj sırasında Fiori Rita’ya o yıl yeni çıkmış olan kitabı ‘Senz’Olio Contro Vento’’yu soruyor. Bu kitap 10 kişiye yazılmış 10 mektuptan oluşuyor, hepsi de oldukça özel, acı ve ölümlerle ilgili. Bu mektuplardan bir tanesi tabii ki hayali kuzeni Primo’nun.
— “Neden bu kadar özel duyguları ortaya dökmek istediniz?”
— “Bu kitap bana nasıl ölünmesi gerektiğini öğretti ve başkaları için de aynı anlamı olmasını isterim. 87 yaşımda artık ölümün yaklaştığını inkar edemem.”
— “Ama ölmeyi nasıl öğrenebiliriz ki? Bunun bir yolu olabilir mi?”
— “Ben son derece laik biriyim. Ahiret ve dolayısıyla da bir kurtuluşa inanmıyorum. Beynim vücudumla aynı kaderi paylaşacak, geresinin önemi yok.”
Rita da Primo da bilim insanları ve inançsız hümanistlerdi. Rita Simonetta Fiori’ye kendi Yahudiliğini nasıl algıladığını tarif ediyor:
“Biz [Primo ve ben] aynı etnisiteden olduğumuz için Yahudi’ydik, ama pratikte değildik, yani, Yahudilik dinini uygulamıyorduk. Yahudi olduğum gerçeğini ırk yasaları çıkınca farkettim, haksız ve eziyetçi saptırılmış kurallarla. Ondan önce asla. Babamın cenazesi dışında hiç sinagoga ayak basmadım. Primo da aynı seküler ruhla hareket ederdi.”
Primo Levi ölümünden bir sene evvel çıkan son kitabı ‘Boğulanlar Kurtulanlar’’da bunu doğruluyor:
“(…) Ben de Lager’e inançsız biri olarak girdim ve inançsız biri olarak kurtarıldım ve bugüne kadar da inançsız biri olarak geldim. Hatta Lager deneyimi ve onun korkunç adaletsizliği sekülerliğimi güçlendirdi.”
Yahudi olmakla ilgili espirili bir şekilde Primo Levi şöyle gözlemlemişti:
“Yahudi, Noel’de ağaç kurmayandır, domuz salamı yememesi gereken ama yiyendir, 13 yaşında birazcık İbranice öğrenmiş ama sonra unutmuş olandır.”
Bilimsel alt yapıları konusunda Rita, her ne kadar ikisinin de kendilerini işlerine adamış bilimadamları olsalar da, Primo ve kendisinin bilimi algılayışlarında farklılıklar olduğunun altını çiziyor:
“Evet, tabii [ikimiz de bilimadamlarıydık]; ama büyük farklarla. Primo benden çok daha bilimseldi, demek istediğim o daha mantıksaldı, doğal bir şekilde maddeyi tanımaya meyilliydi. Ben daha sezgiselim.”
Belki de paylaştıkları ve çeliştikleri her şeyin arasından, bu iki hayali kuzenin en keskince ayrıştıkları nokta, yaşamak ve ölmekteki talihleriydi.
— “Çok huzurlu görünüyrsunuz.”
— “Elbette. İhtiyarlık hakkındaki o kasvetli, Simon de Beavoir tarzı düşünceleri tasvip etmiyorum. (…) Ben ileri yaşları gençliğimden bile iyi yaşama şansına sahip oldum.”
“Yırtık pırtık bir palto sırtında bir çıtanın, Değersiz bir şeydir bir yaşlı adam, eğer El çırpıp şakımıyorsa ruh, ölümlü kıyafetinin Her bir paçavrası için şakımıyorsa daha da gür**”
Rita Levi-Montalcini’nin huzurunu Primo Levi’nin (ölümüyle ilgili herhangi bir sonuca varmadan*) ruh haliyle karşılaştıracak olursak, belki de ‘Ateşkes’’in bitiş paragrafına ve ‘Boğulanlar Kurtulanlar’’ın girişinde okuyucularıyla paylaştığı şiire bakmamız yeterli olur:
“[Ve] dehşet dolu bir rüya beni ziyaret etmeyi bırakmadı, bazen sıkça, bazen daha uzun aralıklarla. Bu rüya içinde bir rüya, detayları değişen, özünde tek bir rüya. Bir masada ailemle oturuyorum, ya da arkadaşlarla, ya da işte, ya da yeşil bir kırda; kısacası, huzurlu rahat bir ortamda, görünürde gerilim veya dert olmayan… Gelgelelim derin ve algılaması güç bir ızdırap hissediyorum, yaklaşan bir tehditin su götürmez hissini. Ve gerçekten rüya ilerledikçe, yavaşça ve vahşice, her seferinde farklı şekilde, etrafımdaki her şey çöküyor ve ufalanıyor, manzara, duvarlar, insanlar, ve bu arada bu iç sıkıntısı güçleniyor ve keskinleşiyor. Şimdi her şey bir kaosa dönüştü; gri ve bulanık bir hiçliğin ortasında tek başımayım, ve şimdi bu şeyin ne anlama geldiğini biliyorum. Bunu her zaman bilmiş olduğumu da biliyorum; bir kez daha Lager’deyim, ve Lager’in dışında kalan hiçbir şey gerçek değil. Diğer her şey kısa bir araydı, duyuların bir yanıltması, bir rüyaydı; ailem, doğadaki çiçekler, evim. Şimdi bu iç rüya, huzur rüyası, bitti. Ve devam eden dış rüyada, buz gibi, iyi tanınan bir ses yankılanıyor: tek bir kelime, buyurgan değil, ama kısa ve düşük. Bu Auschwitz’in şafak komutu, yabancı bir kelime, korkulan ve beklenen: kalk, Wstawàch’.”
**** Yazının orijinali ilk olarak İngilizce olarak medium.com‘da yayınlanmış olup, yazarın kendisi tarafından Türkçeleştirilmiştir.
***** Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
— “Kuzen miydiniz?” diye soruyor La Repubblica gazetesinden Simonetta Fiori Rita Levi-Montalcini’yle 1996 yılında yaptığı röportajda ünlü yazar ve kimyager Primo Levi’yle olan ilişkisine ithafen.
— “Öylemiş gibi yapardık” diye cevaplıyor Rita. “Bizim akrabalığımız uydurulmuş bir akrabalıktı. Aynı soyadı, aynı memleket: Monteferrato bölgesi, aynı Yahudi kökleri. Bizi birleştiren bir diğer noktaysa ailelerimizin Piemonte lehçesiydi. Bu lehçe ‘barba’ (dayı-amca) ve ‘magna’ (teyze-hala) gibi kelimelerle doludur.”
Rita ve Primo savaştan sonra arkadaş oldular; ve Rita yakın arkadaşı Primo’yu ‘benim hayali kuzenim’ olarak adlandırıyor.
“Ben onun kızkardeşi Anna Maria’nın iyi arkadaşıydım. Anna Maria bana bu bayıldığı ağabeyinden bahsetmişti ve bana ‘Bunlar Da Mı İnsan’ kitabının daktilo metnini vermişti. Çok etkilenmiştim ve bu kitabın Torino’nun büyük bir yayınevi tarafından reddedilmiş olması beni (ve sadece beni değil) hayrete düşürmüştü.”
1909 senesi…
Rita Levi-Montalcini Torino’da elektrik mühendisi Adamo Levi ve ressam Adele Montalcini’nin ikiz bebeklerinden biri olarak doğar. Tıp eğitimini alma yolunda onu belli başlı zorluklar beklemektedir. Bu zorluklar sadece Mussolini İtalya’sında 1936’dan sonra Aryan ırkından olmayanları bu tür eğitim ve mesleklerden alıkoyan ırk yasalarından ibaret değildir. Rita’nın babası kadınların yüksek eğitim görmesinin gerekliliğine inanmamaktadır. Rita bu ailesel engelin üstesinden kararlılığı ve çalışkanlığıyla gelir. Sonunda babası da onu destekler. Diğer, aşılması daha güç engele gelince, Rita bunu da bir nevi alt etmeyi başarır: Evinde kendine gizli bir laboratuvar kurar ve tavuk embriyolarıyla yaptığı deneyleri burada sürdürür. Rita Levi-Montalcini bu süreci Les Prix Nobel’de şöyle anlatıyor:
“1940 baharında, Brüksel’de kısa bir süre Nöroloji Enstitüsü’nde konuk olarak kaldıktan sonra, Belçika Alman işgalinin eşiğindeyken aileme katılmak üzere Torino’ya döndüm. Önümüzde iki seçenek kalmıştı: Ya Amerika Birleşik Devletleri’ne göç edecektik ya da Aryan dış dünyasının desteğini gerektirmeyecek ve onlarla hiçbir bağı olmayan işler yapacaktık. Ailem ikinci seçenekte karar kıldı. Ben de daha sonra evde küçük bir araştırma ünitesi oluşturmaya karar verdim ve bunu yatak odamda kurdum.”
Şimdi yeniden zamanda geriye, bu kez 1919’a gidiyoruz.
Cesare Levi ve Esther ‘Rina’ Luzzati’nin oğlu Primo Levi Torino’da doğar. Büyürken utangaç ve akademik ilgisi yüksek bir çocuk olan Primo kimyaya ve astronomiye oldukça meraklıdır. Sir William Bragg’in ‘Concerning the Nature of Things’ kitabını okuduktan sonra kimya okumaya karar verir. Kimyagerlik onun hayatı boyunca icra edeceği mesleği olacaktır ve bu, zamanı geldiğinde hayatını kurtaracaktır.
İtalyan ırk yasaları ve İkinci Dünya Savaşı iki Levi’nin hayatında da önemli zorluklara yol açtı, fakat kaderleri farklıydı. Buna rağmen ikisi de savaşın sona ermesiyle Torino’ya geri dönebildiler.
Savaş sırasında Rita ve ailesi Floransa’da saklandı. Rita saklanma sırasında da savaştan sonra da hem memleketi İtalya’da hem de sonradan araştırmaları için gidip vatandaşlığını edindiği Amerika Birleşik Devletleri’nde yorulmak nedir bilmeksizin çalıştı. Bu gayreti ona dünya çapında bir nörolog olma ününü ve 1986 yılında Stanley Cohen ile birlikte ‘büyüme faktörlerinin keşfi’ dolayısıyla kazanacağı Nobel Fizyoloji veya Tıp ödülünü getirdi. Bilime olan tutkusunu asla yitirmedi, 103 yaşındaki huzurlu ölümüne dek çalışmayı sürdürdü. Onun için yaptığı işi sevmek “yeryüzünde mutluluğa en çok yaklaşan şeydi.”
Diğer taraftan Primo partizanlara katılarak dağa çıktı ve 1943’te faşist kuvvetlere yakalandı. İtalyan bir partizan olarak vurulmayı önlemek için ünlü kitabı ‘Bunlar Da Mı İnsan’’nın ilk sayfalarında tarif ettiği gibi Yahudi olduğunu itiraf etmeye karar verdi:
“24 yaşındaydım, sağduyum azdı, tecrübem sıfırdı (…) Makul derecede ve soyut bir başkaldırı hissine sahiptim. (…) ‘Yahudi ırkına mensup İtalyan vatandaşı’ durumumu beyan etmeye karar verdim (…) siyasi faaliyetimi itiraf etmek işkence ve ölümü garantilemek demekti.”
Primo bundan sonra Auschwitz konsantrasyon kampına gönderildi. Orada 11 ay boyunca zorunlu işçi olarak çalıştı. Birtakım şans öğeleri sayesinde hayatta kalmayı başardı. Bunlar, yeterince Almanca konuşabilmek, iyi bir kimyager olmak ve en önemlisi de ölüm yürüyüşünün başladığı gün ALmanlar tarafından seçilmeyecek hasta ama Kızıl Ordu kampa ulaşana kadar ölmeyecek kadar sağlam olmak. ‘Ateşkes’’in büyüleyen son sayfasında Levi, Auschwitz’den kurtulduktan sonra dokuz ay boyunca trenle Polonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya, Avusturya, ve Almanya’dan geçerek sonunda İtalya’ya ulaşma hikayesini böyle tamamlıyor:
“35 günlük yolculuk sonunda Torino’ya vardım: Ev ayaktaydı, bütün akrabalar hayattaydı, kimse beni beklemiyordu.”
Geri dönüşü sonrası Primo Levi neredeyse hiç vakit kaybetmeden kamptaki deneyimleri üzerine yazmaya başladı; yazmak onun için “zorunlu bir görev” ve “psikolojik bir ihtiyaç” idi. Otobiyografik kitaplar, romanlar, öyküler ve şiirler yayımladı. ‘Bunlar Da Mı İnsan’’ın 2014 İtalyan baskısının ekinde Levi bir yazara dönüşmesini Auschwitz deneyimine bağlıyor:
“Eğer Auschwitz etabını yaşamasaydım herhalde asla hiçbir şey yazmazdım. Yazmak için bir nedenim, bir güdüm olmazdı. (…) Beni yazmaya mecbur kılan Lager deneyimiydi: Tembellikle savaşmam gerekmedi, (…) bana öyle geliyor ki bu kitabı kafamın içinde çoktan yazmıştım ve onu sadece kağıda geçirmem gerekti.”
Primo Levi yazmaya ve kimyager olarak çalışmaya 1987 yılındaki ölümüne kadar devam etti.
67 yaşında Levi Torino’da doğup büyüdüğü ve tüm hayatını geçirdiği evinde hayatını kaybetti. Resmi ölüm sebebi tartışmalara konu olan bir intihar.
Diğer bir Auschwitz kurtulanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel’e göre “ Primo Levi 40 yıl sonra Auschwitz’de öldü”. Rita Levi-Montalcini’nin ise bu konuda şüpheleri var.
Fiori:
— “Ölümünden neredeyse 10 yıl geçti; siz bilinçli bir intihar ihtimalini reddediyorsunuz.”
— “O zaman da söyledim; dinlenmedi. Bugün daha emin bir şekilde tekrarlıyorum. Primo’nunki istemli bir eylem değildi. Hayatına son vermeye hiç niyeti yoktu. İntihar onun sağduyulu yazılarından oldukça uzak kalıyor… Ölümünden birkaç gün evvel telefonda konuştuk. Bunalımdaydı; ben ve diğer arkadaşlar Roma’da buluşmayı teklif ettik. Bana hasta annesini bir saatliğine bile olsa bırakamayacağını söyledi. Böyle bir ruh halindeyken sence kendini istemli olarak merdiven boşluğuna atabilir miydi? Primo kalitesindeki bir kimyager hayatına son vermek için bu kadar dramatik ve teatral olmayan bir yol bulamaz mıydı? Bir hap çok daha sağduyulu olurdu. (…) Ne bir intihardı ne de cinayet: Bu ani bir inme, depresif ruh halinin etkisiyle yaşanan anlık bir bilinç kaybıydı. (…) Depresyon nedir bilenler neden bahsettiğimi anlarlar.”
Röportaj sırasında Fiori Rita’ya o yıl yeni çıkmış olan kitabı ‘Senz’Olio Contro Vento’’yu soruyor. Bu kitap 10 kişiye yazılmış 10 mektuptan oluşuyor, hepsi de oldukça özel, acı ve ölümlerle ilgili. Bu mektuplardan bir tanesi tabii ki hayali kuzeni Primo’nun.
— “Neden bu kadar özel duyguları ortaya dökmek istediniz?”
— “Bu kitap bana nasıl ölünmesi gerektiğini öğretti ve başkaları için de aynı anlamı olmasını isterim. 87 yaşımda artık ölümün yaklaştığını inkar edemem.”
— “Ama ölmeyi nasıl öğrenebiliriz ki? Bunun bir yolu olabilir mi?”
— “Ben son derece laik biriyim. Ahiret ve dolayısıyla da bir kurtuluşa inanmıyorum. Beynim vücudumla aynı kaderi paylaşacak, geresinin önemi yok.”
Rita da Primo da bilim insanları ve inançsız hümanistlerdi. Rita Simonetta Fiori’ye kendi Yahudiliğini nasıl algıladığını tarif ediyor:
“Biz [Primo ve ben] aynı etnisiteden olduğumuz için Yahudi’ydik, ama pratikte değildik, yani, Yahudilik dinini uygulamıyorduk. Yahudi olduğum gerçeğini ırk yasaları çıkınca farkettim, haksız ve eziyetçi saptırılmış kurallarla. Ondan önce asla. Babamın cenazesi dışında hiç sinagoga ayak basmadım. Primo da aynı seküler ruhla hareket ederdi.”
Primo Levi ölümünden bir sene evvel çıkan son kitabı ‘Boğulanlar Kurtulanlar’’da bunu doğruluyor:
“(…) Ben de Lager’e inançsız biri olarak girdim ve inançsız biri olarak kurtarıldım ve bugüne kadar da inançsız biri olarak geldim. Hatta Lager deneyimi ve onun korkunç adaletsizliği sekülerliğimi güçlendirdi.”
Yahudi olmakla ilgili espirili bir şekilde Primo Levi şöyle gözlemlemişti:
“Yahudi, Noel’de ağaç kurmayandır, domuz salamı yememesi gereken ama yiyendir, 13 yaşında birazcık İbranice öğrenmiş ama sonra unutmuş olandır.”
Bilimsel alt yapıları konusunda Rita, her ne kadar ikisinin de kendilerini işlerine adamış bilimadamları olsalar da, Primo ve kendisinin bilimi algılayışlarında farklılıklar olduğunun altını çiziyor:
“Evet, tabii [ikimiz de bilimadamlarıydık]; ama büyük farklarla. Primo benden çok daha bilimseldi, demek istediğim o daha mantıksaldı, doğal bir şekilde maddeyi tanımaya meyilliydi. Ben daha sezgiselim.”
Belki de paylaştıkları ve çeliştikleri her şeyin arasından, bu iki hayali kuzenin en keskince ayrıştıkları nokta, yaşamak ve ölmekteki talihleriydi.
— “Çok huzurlu görünüyrsunuz.”
— “Elbette. İhtiyarlık hakkındaki o kasvetli, Simon de Beavoir tarzı düşünceleri tasvip etmiyorum. (…) Ben ileri yaşları gençliğimden bile iyi yaşama şansına sahip oldum.”
Bu cevabının ardından Rita Levi-Montalcini W. B. Yeats’ten bir şiir okuyor:
“Yırtık pırtık bir palto sırtında bir çıtanın,
Değersiz bir şeydir bir yaşlı adam, eğer
El çırpıp şakımıyorsa ruh, ölümlü kıyafetinin
Her bir paçavrası için şakımıyorsa daha da gür**”
Rita Levi-Montalcini’nin huzurunu Primo Levi’nin (ölümüyle ilgili herhangi bir sonuca varmadan*) ruh haliyle karşılaştıracak olursak, belki de ‘Ateşkes’’in bitiş paragrafına ve ‘Boğulanlar Kurtulanlar’’ın girişinde okuyucularıyla paylaştığı şiire bakmamız yeterli olur:
“O zamandan beri belirsiz bir saatte
O derin acı geri döner
Ve korkunç hikayem anlatılıncaya dek
Yüreğimdeki yangın sürer”
(S. T Coleridge, Yaşlı Denizci)***
*Primo Levi’nin ölüm sebebi üzerine detaylı bir tartışma için bakınız: http://bostonreview.net/diego-gambetta-primo-levi-last-moments.
**Şiirin Türkçe çevirisi antoloji.com’dan alınmıştır.
*** Şiirin orijinal adı: The Rime of the Ancyent Marinere , çeviri: Selin Toledo
Kaynakça
Levi-Montalcini, Rita. El Elogio de La Imperfección. TusQuets, Barcelona. 2011.
Levi, Primo. La Tregua. Einaudi, Torino. 2014.
Levi, Primo. Se Questo È Un Uomo. Einaudi, Torino. 2014.
Levi, Primo. Il Sistema Periodico. Einaudi, Torino. 2014.
Levi, Primo. I Sommersi E I Salvati. Einaudi, Torino. 2014.
https://www.nobelprize.org/prizes/medicine/1986/levi-montalcini/auto-biography/
https://www.nybooks.com/articles/2015/12/17/how-did-he-primo-levi-exchange/
http://ricerca.repubblica.it/repubblica/archivio/repubblica/1996/11/12/primo-levi-mio-cugino-immaginario.html
**** Yazının orijinali ilk olarak İngilizce olarak medium.com‘da yayınlanmış olup, yazarın kendisi tarafından Türkçeleştirilmiştir.
***** Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
Paylaş: