Kaynak: Agos, Ragıp Zarakolu
Ekspresyonist bir yazar olan Wegner’in sayfalarında savaşın ve soykırımın vahşetini iliklerinizde hissedersiniz. Wegner, soykırımın belgesel fotografçısıdır.
Şu sıralar elimde, Aras Yayıncılık’tan yeni çıkmış olan, İtalyan yazar Gabriele Nissim’in ‘Hitler’e Mektup’ adlı kitabı var. Kitabın alt başlığı ise, ‘Armin T. Wegner’in Hikâyesi / 20. yüzyılda insanlığa karşı işlenen büyük suçların tanığı ve kurbanı’.
Gabriele Nissim ile 2001 yılının karanlık Aralık ayında, Venedik’e banliyösü gibi yakın olan kadim Padova kentinde tanıştım. Gabriele, burada açılan ‘Dürüstler (Giusti) Bahçesi’nin kuruluşunun öncülerinden biriydi.
‘Giusti’, Türkçeye çevrilmesi zor bir kelime. İngilizcede ‘righteous’ diye karşılanıyor. Ben ‘dürüstler’ diyorum. Albert Camus’nün, 1905 Rusya’nın ortamında devrimci şiddeti sorgulayan ‘Les Justes’ diye bir oyun kitabı vardır, 1968’de Masis Kürkçügil’le elimizden düşürmediğimiz. Ferit Edgü, ‘Doğrular’ diye tercüme etmişti.
Soykırım dönemlerinde insanların kıyımdan kurtulmasına yaşamlarını riske sokarak yardımcı olanları hatırlamak önemli. Özellikle soykırım yapanlarla aynı soydan geldikleri için önemli. İnsanlığın değerlerine en ağır koşullar altında sahip çıktıkları için önemli. Bu konu dünyada epeydir konuşuluyor, artık Türkiye’de de yeni yeni gündeme geliyor.
Nissim’le birlikte Dürüstler Bahçesi’nin başını çekenlerden biri olan Pietro Kuciukian’ın (Küçükyan), 1915 felaketindeki dürüst Osmanlıları konu alan bir kitabı da çıktı: ‘I Disobbedienti: Viaggio tra i guisti ottomani del genocidio armeno’ [İtaat etmeyenler: Ermeni Soykırımı’ndaki dürüst Osmanlılar arasında bir yolculuk; 2016, Milano]. Onunla, Hasan Amca üzerine nasıl heyecanla konuştuğumuzu hatırlıyorum. Keşke bir yayınevi bunu tercüme ettirip yayımlasa. Benim artık takatim kalmadı. Söz verdiklerimi yapamamak en büyük üzüntüm zaten.
2001 yılında Padova kenti Ayşe Nur’a Dürüstler Bahçesi’nde yer verme kararı verdi. Sadece Ermeni Soykırımı konusundaki yol açıcı cesaretinden dolayı değil, 1980’de başlayan ‘sol kırım’ sırasında birçok canı saklayıp, yurtdışına kaçırmaya yardım ettiği, siyasi tutuklularla ve onların aileleriyle dayanıştığı için de.
Ayşe Nur, artık seyahat etme olanağına sahip değildi. Bir ay sonra yitirdik onu zaten. Çok isterdim orada olmasını. Hayatımın en karanlık Aralığında onu temsil etmek üzere gittim Venedik ve Padova’ya. Venedik zaten hep hüzünlü bir kenttir.
Ayşe Nur ile birlikte, Bosna’daki soykırım sırasında cesur biçimde insanlara, kadınlara, çocuklara sahip çıkan, Tito’nun yeğeni Dr. Svetlana Broz da ‘dürüst’ ilan edilmişti Padova kenti tarafından.
Bu bahçede daha sonra sevgili Hrant da yerini aldı. 2012 yılında serbest kaldıktan sonra, Padova’da Armin Wegner’in oğlu Mischa ile buluşmak ise, benim için büyük mutluluk olmuştu.
Wegner’i, 1981 yılı karanlığında, arkadaşımız Uli’nin Almanya’da küçük bir yayınevinin yaptığı seçki sayesinde tanımıştım. Sonra onun içinden, 1994 Aralık yılı bombasından arta kalan çevirileri ‘Çanakkale Kedileri’ başlığı altında yayımlayacaktım (2009, Belge Yay.). 80’li yılların başında bile, Ermeni Soykırımı Almanya’da unutulmuş bir olguydu. 1977’de Yves Ternon’un ‘Ermeni Tabusu’ yayımlanmış, Lepsius’un Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan yaptığı belgeler derlemesi yeniden basılmıştı. Engels’in doğduğu Wuppertal kentinde Wegner’in arşivini bulacaktım.
Savaşın dehşetini bir buçuk sayfa içinde, Çanakkale kedilerinin kaderi üzerinde bu kadar başarılı anlatan hikâye azdır. Ya da cephe hattı üzerinden, Hüseyin çocuğun öyküsü, cephe hattında dikenli tellere bağlanmış Ermeni asker, Tekirdağ limanında ölü Osmanlı askerleri için gelen papaz imajı, Almanya’daki gibi savaş sonrası sokaklarda dilenen sakat kalmış askerler vb.
O, savaşın içinde, savaş karşıtı bir sıhhiyecidir. Savaşın asker kurbanlarının canını kurtarmaya çalışırken, bir yandan da, savaş hukuku ihlali olan, sivil halka yönelik kıyımın tanıklığını yapmaktadır.
Ekspresyonist bir yazar olan Wegner’in sayfalarında savaşın ve soykırımın vahşetini iliklerinizde hissedersiniz. Wegner, soykırımın belgesel fotografçısıdır. Ağustos 2015’te, Stockholm Ordu Müzesi’nde, ‘Armin T. Wegner: Ermeni Soykırımı’nın Tanığı’ başlıklı bir sergi açıldı. Bir Alman ordusu mensubunun tanıklığı, üç ay süren bu serginin askerî müzede açılmasını olanaklı kılmıştı. Serginin sunumunu, aynı sıralarda Wegner’in ‘Ermeni Halkının Çöle Sürülüşü’ adlı kitabının (Andreas Meier ve Wolfgang Gust’un değerledirmeleriyle birlikte) İsveç’teki fotoğraflı basımının (Utdrivningen av det armeniska folket i öknen, armenica.org, 2015) editörlüğünü de üstlenen tarihçi Vahakn Avadian yapmıştı.
Wegner, 1919 yılında ABD başkanı Wilson’a Ermenilerin kaderine ilişkin bir mektup yazar. 1921 yılında Talat Paşa davasındadır; bu mahkemenin tutanaklarını kitaplaştırır (Talat Paşa Davası, çev. Doğan Akhanlı, Belge Yay., 2003). 1933 yılında, Yahudilere yönelik mezalimin başlangıcında Hitler’e bunu yapmamasını söyleyecek kadar cesur ve naiftir. Toplama kamplarının ilk misafirlerinden olur. Yahudi olan eşi Lola Landau, Armin’i kurtarmak için boşanıp Filistin’e gidecektir.
1938’de, ikinci eşi Irena Kowaliska için Mussolini’ye mektup yazar. Damarlarında bir nebze Yahudi kanı olduğu için riske girdiğinden.
1998 yılında Yerevan’da, ‘dürüstler duvarı’nda gördüğüm Wegner’in adı, en son 2014 yılında Varşova’daki Dürüstler Bahçesi’nde, Lemkin’le birlikte yer aldı. Kim bilir, belki bir gün Türkiye kentlerinden birinde açılacak ilk Dürüstler Bahçesi’nde de görürüz bu adı.
Kaynak: Agos, Ragıp Zarakolu
Ekspresyonist bir yazar olan Wegner’in sayfalarında savaşın ve soykırımın vahşetini iliklerinizde hissedersiniz. Wegner, soykırımın belgesel fotografçısıdır.
Şu sıralar elimde, Aras Yayıncılık’tan yeni çıkmış olan, İtalyan yazar Gabriele Nissim’in ‘Hitler’e Mektup’ adlı kitabı var. Kitabın alt başlığı ise, ‘Armin T. Wegner’in Hikâyesi / 20. yüzyılda insanlığa karşı işlenen büyük suçların tanığı ve kurbanı’.
Gabriele Nissim ile 2001 yılının karanlık Aralık ayında, Venedik’e banliyösü gibi yakın olan kadim Padova kentinde tanıştım. Gabriele, burada açılan ‘Dürüstler (Giusti) Bahçesi’nin kuruluşunun öncülerinden biriydi.
‘Giusti’, Türkçeye çevrilmesi zor bir kelime. İngilizcede ‘righteous’ diye karşılanıyor. Ben ‘dürüstler’ diyorum. Albert Camus’nün, 1905 Rusya’nın ortamında devrimci şiddeti sorgulayan ‘Les Justes’ diye bir oyun kitabı vardır, 1968’de Masis Kürkçügil’le elimizden düşürmediğimiz. Ferit Edgü, ‘Doğrular’ diye tercüme etmişti.
Soykırım dönemlerinde insanların kıyımdan kurtulmasına yaşamlarını riske sokarak yardımcı olanları hatırlamak önemli. Özellikle soykırım yapanlarla aynı soydan geldikleri için önemli. İnsanlığın değerlerine en ağır koşullar altında sahip çıktıkları için önemli. Bu konu dünyada epeydir konuşuluyor, artık Türkiye’de de yeni yeni gündeme geliyor.
Nissim’le birlikte Dürüstler Bahçesi’nin başını çekenlerden biri olan Pietro Kuciukian’ın (Küçükyan), 1915 felaketindeki dürüst Osmanlıları konu alan bir kitabı da çıktı: ‘I Disobbedienti: Viaggio tra i guisti ottomani del genocidio armeno’ [İtaat etmeyenler: Ermeni Soykırımı’ndaki dürüst Osmanlılar arasında bir yolculuk; 2016, Milano]. Onunla, Hasan Amca üzerine nasıl heyecanla konuştuğumuzu hatırlıyorum. Keşke bir yayınevi bunu tercüme ettirip yayımlasa. Benim artık takatim kalmadı. Söz verdiklerimi yapamamak en büyük üzüntüm zaten.
2001 yılında Padova kenti Ayşe Nur’a Dürüstler Bahçesi’nde yer verme kararı verdi. Sadece Ermeni Soykırımı konusundaki yol açıcı cesaretinden dolayı değil, 1980’de başlayan ‘sol kırım’ sırasında birçok canı saklayıp, yurtdışına kaçırmaya yardım ettiği, siyasi tutuklularla ve onların aileleriyle dayanıştığı için de.
Ayşe Nur, artık seyahat etme olanağına sahip değildi. Bir ay sonra yitirdik onu zaten. Çok isterdim orada olmasını. Hayatımın en karanlık Aralığında onu temsil etmek üzere gittim Venedik ve Padova’ya. Venedik zaten hep hüzünlü bir kenttir.
Ayşe Nur ile birlikte, Bosna’daki soykırım sırasında cesur biçimde insanlara, kadınlara, çocuklara sahip çıkan, Tito’nun yeğeni Dr. Svetlana Broz da ‘dürüst’ ilan edilmişti Padova kenti tarafından.
Bu bahçede daha sonra sevgili Hrant da yerini aldı. 2012 yılında serbest kaldıktan sonra, Padova’da Armin Wegner’in oğlu Mischa ile buluşmak ise, benim için büyük mutluluk olmuştu.
Wegner’i, 1981 yılı karanlığında, arkadaşımız Uli’nin Almanya’da küçük bir yayınevinin yaptığı seçki sayesinde tanımıştım. Sonra onun içinden, 1994 Aralık yılı bombasından arta kalan çevirileri ‘Çanakkale Kedileri’ başlığı altında yayımlayacaktım (2009, Belge Yay.). 80’li yılların başında bile, Ermeni Soykırımı Almanya’da unutulmuş bir olguydu. 1977’de Yves Ternon’un ‘Ermeni Tabusu’ yayımlanmış, Lepsius’un Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan yaptığı belgeler derlemesi yeniden basılmıştı. Engels’in doğduğu Wuppertal kentinde Wegner’in arşivini bulacaktım.
Savaşın dehşetini bir buçuk sayfa içinde, Çanakkale kedilerinin kaderi üzerinde bu kadar başarılı anlatan hikâye azdır. Ya da cephe hattı üzerinden, Hüseyin çocuğun öyküsü, cephe hattında dikenli tellere bağlanmış Ermeni asker, Tekirdağ limanında ölü Osmanlı askerleri için gelen papaz imajı, Almanya’daki gibi savaş sonrası sokaklarda dilenen sakat kalmış askerler vb.
O, savaşın içinde, savaş karşıtı bir sıhhiyecidir. Savaşın asker kurbanlarının canını kurtarmaya çalışırken, bir yandan da, savaş hukuku ihlali olan, sivil halka yönelik kıyımın tanıklığını yapmaktadır.
Ekspresyonist bir yazar olan Wegner’in sayfalarında savaşın ve soykırımın vahşetini iliklerinizde hissedersiniz. Wegner, soykırımın belgesel fotografçısıdır. Ağustos 2015’te, Stockholm Ordu Müzesi’nde, ‘Armin T. Wegner: Ermeni Soykırımı’nın Tanığı’ başlıklı bir sergi açıldı. Bir Alman ordusu mensubunun tanıklığı, üç ay süren bu serginin askerî müzede açılmasını olanaklı kılmıştı. Serginin sunumunu, aynı sıralarda Wegner’in ‘Ermeni Halkının Çöle Sürülüşü’ adlı kitabının (Andreas Meier ve Wolfgang Gust’un değerledirmeleriyle birlikte) İsveç’teki fotoğraflı basımının (Utdrivningen av det armeniska folket i öknen, armenica.org, 2015) editörlüğünü de üstlenen tarihçi Vahakn Avadian yapmıştı.
Wegner, 1919 yılında ABD başkanı Wilson’a Ermenilerin kaderine ilişkin bir mektup yazar. 1921 yılında Talat Paşa davasındadır; bu mahkemenin tutanaklarını kitaplaştırır (Talat Paşa Davası, çev. Doğan Akhanlı, Belge Yay., 2003). 1933 yılında, Yahudilere yönelik mezalimin başlangıcında Hitler’e bunu yapmamasını söyleyecek kadar cesur ve naiftir. Toplama kamplarının ilk misafirlerinden olur. Yahudi olan eşi Lola Landau, Armin’i kurtarmak için boşanıp Filistin’e gidecektir.
1938’de, ikinci eşi Irena Kowaliska için Mussolini’ye mektup yazar. Damarlarında bir nebze Yahudi kanı olduğu için riske girdiğinden.
1998 yılında Yerevan’da, ‘dürüstler duvarı’nda gördüğüm Wegner’in adı, en son 2014 yılında Varşova’daki Dürüstler Bahçesi’nde, Lemkin’le birlikte yer aldı. Kim bilir, belki bir gün Türkiye kentlerinden birinde açılacak ilk Dürüstler Bahçesi’nde de görürüz bu adı.
Paylaş: