Kaynak: Haaretz, David B. Green
Çeviren: Selin Toledo
Aziz Pavlus, yıl 50’de Selanik Yahudilerine verdiği vaaz sırasında kızgın bir kalabalıkla karşılanınca İsa’nın dirilişine diğer inananlar tarafından şehir dışına çıkarılmıştı. Pavlus’u Selanik’in hemen hemen 60 kilometre batısında bulunan Karaferye’ye (Veriya) götürdüler. Pavlus burada da bir sinagogda konuştu, fakat İncil’deki Elçilerin İşleri 17′ ye göre Karaferye’nin Yahudileri “Selaniklilerden daha asildiler çünkü Pavlus’un mesajını büyük bir şevkle karşıladılar.”
Yeni Ahit’te Karaferye’nin bu şekilde bahsinin geçmesi, bu Makedon kasabasında birinci yüzyıl kadar eskiye dayanan bir Yahudi halkının varlığını gösteriyor. Takip eden iki binyıl boyunca bazı kesintilerle de olsa Yahudiler buradaki varlıklarını sürdürdü, ta ki 1943’te Holokost Karaferye’deki Yahudi toplumunun varlığına ani bir son verene kadar.
Günümüzde 66 bin nüfuslu Karaferye’de yaşayan Yahudi bulunmamaktadır, ancak eskiden yaşadıkları mahalle hala ayakta (ve bir kentsel dönüşüm geçirmekte) ve mahallenin merkezinde yer alan sinagog küçük çapta ancak istikrarlı şekilde ziyaret ediliyor. Sinagogu görmeye gelenlerin çoğunu Yahudiler oluşturuyor ancak Aziz Pavlus’un 2 bin yıl önce İsa’nın öğretilerini vaaz ettiği yeri görmek isteyen Hristiyanlar da var. İşin aslı şu an Karaferye’den geçen Tripotamos Nehrine yukarıdan bakan bu sinagog sadece 200 yıllık. Ne var ki doğrulanmamış fakat yaygın bir inanışa göre Aziz Pavlus’un konuştuğu sinagog da aynı bu konumda bulunuyordu.
Şansları varsa ziyaretçiler sinagoga uğradıklarında Eva Meska’yı bulacaklar ve ondan binanın tarihini ve Vergina yakınlarında bulunan görkemli Makedon kraliyet mezarlarından dolayı çoktan turistlerin ilgisini çeken Karaferye’yi kuzey Yunanistan Yahudi güzergahına zorunlu bir durak olarak ekleme hayallerini dinleyecekler. Eva Meska’nın heveslerinden biri de kasabanın Holokost’ta öldürülen Yahudilerine ithafen bir anıt yaptırmak.
Meska ziyaretçilere ayrıca Aziz Pavlus’un ziyareti zamanında kullanıldığı varsayılan ve Holokost’ta kaybolduğu düşünülen gizemli bir Tora üzerine modern bir efsaneyi anlatacak. Bu acayip bir hikaye, ama eğer siz de benim gibiyseniz hikayeyi kafanızdan atamayacaksınız.
Eva Meska’nın kendisi Yahudi değil. Fakat 2002’de sinagogun kısmi restorasyonundan hemen sonra belediyenin turizm ofisi için çalışırken İsrail’den doğum yerlerini ziyaret etmek için gelen Karaferyeli Holokost kurtulanlarına rehberlik etmesi rica edilmiş. İşte kasabanın Yahudi toplumunun yıkımını birinci ağızdan öğrenmesi böyle olmuş.
Almanlar, 1 Mayıs 1943’te Karaferye Yahudilerini kasabalarından kovmadan önce yaklaşık 300 kişiyi sinagoga kapamıştı. Üç gün boyunca bu kişilere su ve yemek verilmedi. Hayatta kalanlar önce Selanik’e, sonra da Auschwitz’e sürgün edildiler.
Meska, bu sürgünü duyuşunu “şok edici bir an” olarak anımsıyor. “Holokost kafamda olmaktan çıkıp kalbimde yer etti.”.
Karaferye’nin (Yunanistan) eski sinagogu küçük ölçekte ancak istikrarlı bir ziyaretçi topluluğunu çekiyor.
Da Vinci Şifresi gibi Tora
Savaşın başlarında Karaferye’nin Yahudi nüfusu 600 ile 650 arasındaydı; bunlara ülkenin diğer bölgelerinden kaçan yaklaşık 200 mülteci eklendi. Karaferye’de Holokost’u belgeleyen Giorgos Liolios’a göre bunlardan 448’i Auschwitz’de olmak üzere 460 Yahudi Holokost’ta öldü. Ayrıca kasabanın 136 Yahudisinin sürgünden dağlara kaçarak kurtulduğu ve 123’ünün savaş sonrası geri döndüğü biliniyor. Fakat Karaferye’ye döndüklerinde kurtulanlar evlerini yeni gelen kişiler tarafından alınmış ve sahip oldukları tüm malları gitmiş buldular. Neredeyse hepsi kasabayı terk etti; bazıları Selanik’e gitti ama çoğunluk Yunanistan’dan ya İsrail’e ya da Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. 1970’ten itibaren Karaferye’nin Yahudi cemaati feshedilmiş kabul edildi ve cemaatin idaresi Selanik Yahudi Cemaati’ne devredildi.
2002’de yenilenmiş sinagog açıldığında Yunanistan Yahudi Cemaatleri Merkez Heyeti Karaferye Yahudi Cemaati’nin tarihini detaylı şekilde içeren bir broşür yayınladı. Bu broşüre ekli olarak, 1951’de bir Yunan gazetesinde yayımlanan bir çeşit Da Vinci Şifresi varyasyonu bulunuyordu. Bu yazı, 2 bin yıllık Tora’nın hikayesinin kaynağı gibi duruyor.
Anonim olan bu makalede 1941’de nasıl Karaferye’ye bir ziyaret sırasında Selanik’in Yahudi Cemaatinin kıdemli temsilcisi İsaac Kambelis’e tarihi bir Tora gösterildiği otoriter ve kesin bir dille anlatılmış. Tora’nın kenarlarında ‘Saul’ adında, mesihin gelişini duyuran bir ‘şaliya’nın (İbranice’de haberci ya da havari) yaptığı ziyareti anlatan yazı bulunuyor. Kambelis Selanik’in hahambaşı Zvi Koretz’e bu gördüğünü anlatınca, Koretz saygın Yahudi bir bilirkişiden gelip bunu yakından incelemesini rica etti. Kathimerini’ye göre ‘bilge Barouch Ben Jacob’ olan bilirkişi, bu Tora’nın milattan önce 2. yüzyıla ait olduğunu tasdikledi.
Yine aynı makaleye göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Karaferye Yahudi cemaatine ait tüm dini mallara el koyması ve Auschwitz’de dört katlı bir müzeye nakletmesi nedeniyle Tora’yı daha ileri incelemeler için yabancı uzmanlara gösterme planı sekteye uğradı. Ruslar ölüm kampına girdikten sonra Tora’yı kurtulan Macarlara verdi. Onlar da, “her ne kadar bu Tora’yı bir ‘passul’ (dini ayin için yasaklı olan, çünkü üzerine yazı yazılmıştı), olarak gördülerse de başka Toraları olmadığı için onu kullandılar.” Makalede yazdığına göre sonunda “bir Holokost kurtulanı olan Budapeşteli tüccar Ernest Klein’ın elinde bitti.” Bundan sonra başına ne geldiği meçhul.
Haifa Üniversitesi’nden emekli Yahudi tarihi profesörü Minna Rozen iki yıl önce Karaferye’yi ziyaret ettiğinde o da Evi Meska tarafından sinagogda gezdirildi ve o da bu ‘Aziz Pavlus Torası’ hikayesine hayret etti, Tora’yı incelemeye karar verdi, sadece “böylesine hoş bir hikaye” olduğu için.
Prof. Rozen, Selanik Yahudi Cemaati savaş öncesi arşivinde ne İsaac Kambelis’in ne de Barouch Ben Jacob’un Karaferye’ye ziyaretine ilişkin bir kayıt bulduğunu söyledi. Ayrıca Auschwitz’de bir Yahudi müzesi fikrinin “saçmalık” olduğunu belirtiyor. Fakat doğru olan şu ki, Almanlar birçok dini objeyi ve belgeyi Avrupada’ki çeşitli Yahudi cemaatlerinden çalıp Prag’a, “nesli tükenmiş” bir halka ithafen hazırlanacak olan bir müzeye göndermişlerdi.
Prof. Rozen ayrıca birinin Pavlus’un Karaferye’ye gelişini eş zamanlı olarak belgeleme zahmetine girmiş olma ihtimaline de şüpheyle yaklaşıyor: “Pavlus oraya gittiğinde henüz önemli bir kişi değildi”.
Ama Rozen hikayenin daha basit bir nedenden tutmadığını belirtiyor: Osmanlıların 1453’te Konstantinopolis’i fethinin ardından yeni başkentlerine şehri yeniden nüfuslandırmak ve Bizans’ın son yıllarındaki yıkımdan sonra yeniden inşa etmek için imparatorluğun dört bir köşesinden Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar zorunlu olarak yerleştirdi. Yerleştirilen grupların arasında Karaferye’nin Romanyot Yahudilerinin (Bizans’ta Yunanca konuşan Yahudilere verilen ad) tamamı da vardı. Rozen’in dediğine üzere “Bu cemaat Toralarını kendileriyle birlikte getirdi” ve ne onlar ne de Tora bir daha Karaferye’ye döndü.
Kayıp tarih, onarılan sinagog
Elias Messinas’a göre Karaferye’deki Romanyotların varlığına dair de somut herhangi bir iz kalmamış. Messinas 2011’de çıkan “Yunanistan’ın Sinagogları” kitabında şöyle yazıyor: “Romanyotların yerini yarım asırdan az bir zaman sonra Sefarad Yahudileri aldı; bu Sefaradlar kendi kültürlerini, lisanlarını ve dini geleneklerini beraberinde getirdi.”
Atina doğumlu ve Yale Üniversitesi’nde eğitim görmüş bir mimar olan ve günümüzde zamanını Yunanistan ve İsrail arasında geçiren Messinas, doktorası için Yunanistan’ın sinagoglarının kalıntılarının bir yoklamasını yaptı. “1990’lardan itibaren Yunanistan’ın Yahudi cemaatlerinin yok olduğu ücra köşelerinde sinagog ve mezarlıklar terk edildi.” diye hatırlatıyor Messinas. Aylarca yoklamalarını yapıp belgeledikten sonra Messinas’ın ümidi bu yerleri Yahudilerin mirası olarak korumaya Yahudi liderlerini ikna etmekti.
Karaferye’de Gratty Grant Program desteğiyle bir koruma programı denendi. 90’lı yıllardan beri kötü durumda olan sinagogdan ayrı, sinagogun içinde bulunduğu Yahudi mahallesi Barbouta ve nehrin hemen karşısında bir zamanlar kenar mahalle olan, şimdi ise büyüyen mahallenin yerleşim merkezinde yer alan bir mezarlık da vardı.
Terkedilmiş mezarlığın olduğu yer, aynı yerde, mezar taşlarından yapılan ve şehrin Yahudilerine adanan bir anıt karşılığında şehir tarafından spor sahasına dönüştürülmüştü. Aynısı birkaç yıl sonra Selanik’te de yapıldı. Şehir aynı zamanda 1996’da Barbouta bölgesinin yol yüzeyi ile birlikte sinagogun cephesini de onardı. Birkaç yıl sonra, sinagogun içi de Yahudi cemaati tarafından restore edildi.
Evi Meska gibi Giorgios Liolios da Yahudi değil. Ama ilgilenenlerin fikir birliğine göre Liolios Karaferye’nin Yahudi tarihini herkesten iyi biliyor. Profesyonel olarak avukat ve gazeteci, boş zamanlarındaysa şair ve roman yazarı olan Liolios, aynı zamanda biri Karaferye biri de Sifnos Adası üzerine iki Yunanca Yahudi tarihi kitabı yazdı.
“Şehrin Gölgeleri” (2009) adlı kitabında Liolios Karaferye’deki ve genel olarak Yunanistan’daki Holokost olaylarını yeniden düzenlemeye çalıştığını ve “Karaferye’nin Yahudi cemaatinden olan 460 kurbanı adlandırma” teşebbüsünde bulunduğunu söylüyor. Haaretz’e gönderdiği yazılı bir bildiride Liolios mezarlığın spor tesisine çevrilmesini “tasvip edilemez bir hareket” ve “ölenlerin hatırasını nasıl idare etmemiz gerektiğini düşünürseniz kabul edilemez” olarak tarif etti.
Liolios sinagogun iç kısmının harap olmasından da bir o kadar rahatsız.
Sinagogun tarihini ve mimarisini titizlikle çalışan Messinas, her ne kadar sinagogun orijinal karakterine daha fazla sadık kalınmasını tercih ettiyse de, binanın en sonunda korunduğunu gördüğüne memnundu. Mesela, iç duvarlar zaten var olan özel ve geleneksel suni mermeri onarmak yerine maviye boyanmıştı ve İsrail topraklarındaki kutsal mekanların resimleri eklenmişti.
Liolios, mezarlığı yeniden geliştirme planının da sinagogun onarılma şeklinin de Yahudilerin anısına bir abide havasında yaklaşmak olduğunu ve bunun Holokost eğitimi açısından uygunsuz olduğu görüşünde.
“Bizim daha çok odaklanmamız gereken şeyin, çeşitli araçların yardımıyla şehirdeki Yahudi varlığının ve Holokost’un hatırasına sistematik ve kalıcı bir şekilde dikkat çekmeyi becermektir diye düşünüyorum (özellikle okullarda eğitim yoluyla).” diye yazdı Liolios.
“Tabii ki Karaferye’deki Holokost anıtının kurulmasına karşı gelmem; fakat bu yapılacaksa şehrin merkezinde yapılmalı, şehrin ücra bir köşesinde ‘saklanmış’ gibi değil. Böylece hem şehrin sakinleri hem de ziyaretçiler anıtı görürler ve onunla etkileşime geçerler.” Liolios “Holokost anıtlarının sadece ‘biz bu hatıranın borcunu ödedik’.” demek için inşa edilmelerini önlemek gerektiğini söylüyor.
Empati ve merak
Efektif bir anıta örnek olarak Liolios Stolpersteine projesini gösteriyor. Bu projede, insanların anılarına yapılan levhalar, kovulmadan önce Yahudilerin yaşadıkları ya da işe gittikleri kaldırımın içine gömülü. Stolpersteine (Almanca ‘tökezlenen taş’) Almanya’da başladı, ama şimdi Naziler zamanında Yahudilerin zulme uğradığı her yere sıçradı. Liolios bu projenin empati ve merakı teşvik etmekte etkili olduğuna inanıyor. “Her ne kadar Karaferye’de genel olarak iyi bir atmosfer olsa da, burada hala bazı antisemit görüşlü ya da duruma şüpheli yaklaşan kasaba sakinleri var.” diye yazdı Liolios. “Bu insanlar mağdurlarla empati kurmaya teşvik edilmeli.”
Karaferye’de Yahudilerin hatırasını yaşatmanın en ileride gelen iki isminin Yahudi olmaması biraz ironik; ancak bu şehirde günümüzde hiçbir Yahudinin yaşamadığını düşününce bu bir sürpriz olmamalı. Evi Meska’ya kalırsa, onu Karaferye sinagogunun bodrumunda bir anıt oluşturulduğunu görmekten daha mutlu edecek bir şey yok. Bu bodrum bir zamanlar cemaatin mikvesiydi. Meska bazı mezar taşlarını eski mezarlıktan bu bodruma getirtmek istiyor. “Bu sinagogda insanlar öldü: bu bir anı mekanı.”
Meska sinagogun karşısında bir evi restore edip müze haline getirmek istiyor: “Bende kurtulanların resimleri, hikayeleri ve tarihi var; müzeye konulacak çokça şey.”
Selanik Yahudi Cemaati’nin ve Yunan Yahudileri Kurulu’nun başkanlığını yapan işadamı David Saltiel’le konuştuğumda “Karaferye’de bir müze fikrinin aklına hiç gelmediğini” söyledi bunun para, içerik ve işine bağlı profesyoneller gerektirdiğini belirterek; ve bunların hiç biri kolay bulunmuyor.
Bunun yerine Saltiel önceliğinin Selanik Yahudi Müzesi’nin 500-600 metre yer alanı genişletilmesi olduğunu söylüyor. Ayrıca geçen Ocak ayında, Yahudilerin Auschwitz’e son yolculuklarına başladıkları şehrin tren istasyonunun yanına bir Holokost müzesinin temel taşı atıldı. Bu proje için de maddi yardım çoğunlukla Yahudi olmayan kaynaklardan geliyor: adını rahmetli Yunan gemiciliğinin önde gelen işadamından alan ve onun tarafından kurulan Stavros Niarchos Derneği ve Alman hükumeti.
[…] http://www.avlaremoz.com/2018/09/13/yunanistanin-en-eski-yahudi-cemaatlerinden-birinin-gizemli-tarih… […]