Charles FitzRoy’un “Günde Beş Kuruşa Sultan’ın İstanbul’u” kitabı okuyucusunu 1750’lerin İstanbul’una götürüyor. Osmanlı başkentinde yazarın dikkatini çeken toplumlardan biri de Yahudiler oluyor.
Charles FitzRoy’un 2013’te basılan “The Sultan’s Istanbul on Five Kurush a Day” kitabı, Hazal Yalın’ın çevirisi ile Sola Unitas tarafından “Günde Beş Kuruşa Sultan’ın İstanbul’u” adıyla Türkçeye kazandırıldı. Seyahat kitapları yazarı FitzRoy, bu kitabı ile turistleri bilgilendirici ve eğlenceli bir İstanbul turuna çıkarıyor. Dönemin seyyahlarının anlatıları ile beslediği kitap okuyucularını 1750’nin Osmanlı payitahtına taşıyor.
Yazar, “yeni ve son derece parlak yapılara sevdalı biri” diye nitelediği Sultan 1. Mahmut’un dönemini İstanbul’u ziyaret için en iyi zaman olduğunun altını çiziyor. Buna rağmen vurguladığı bir başka özellikse bu şehirde Batılı turistlerin pek de sevilmediği. Bu nedenle uygun bir pansiyon bulmak kadar önemli şeylerden biri elçilikler üzerinden Fenerli bir Rum’a ulaşmak ve onunla bu şehri tanımaya başlamak.
FitzRoy, İslam’ın İstanbul’daki baskın din olduğunu söylüyor ancak “hiçbir suretle biricik din değildir. Bazıları şehrin yaklaşık yarısının gayrimüslim olduğunu hesaplar” diye ekliyor. Yazara göre şehrin yerlisi Rumlar, fetihten önce yerleşmiş olan İtalyanlar ile birlikte bölgenin en eski halklardan biri olarak “kendilerine işkence eden Avrupa ülkelerinden, daha ziyade İspanya’dan (Ladino diye bilinen Kastilya dili, hala bazı dini ayinlerde kullanılır) kaçan” Yahudiler İstanbul nüfusunda önemli bir yere sahip.
“SİNAGOGLAR SİZE YAHUDİ MAHALLESİNDE BULUNDUĞUNUZU SÖYLER”
Charles FitzRoy, İstanbul’un muhtelif mahalleler ile birbirinden ayrıldığını fark ediyor. Bu ayrım ise din üzerinden: “Her mahallenin merkezinde bir dini yapı bulunur ve birbirinden farklı mimarileriyle camiler, kiliseler ya da sinagoglar size bir Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi mahallesinde bulunduğunuzu söyleyecektir”
Yazar, payitaht İstanbul’unda Yahudi nüfusunun özellikle iki bölgede olduğunun altını çiziyor; biri Hasköy, diğeri ise Balat: “Altın Boynuz’un biraz daha batısında, çok sayıda Ortodoks Yahudi’nin yaşadığı (ki bunlar Sefardim adını taşıyan İspanya ve Portekiz Yahudileriyle Orta Avrupalı Aşkenazilerdir) kalabalık bir mahalle olan Hasköy vardır. Sol tarafınızda suyun diğer yanında, adını Porta Phanarion diye bilinen Fenerkapı’dan alan ve yüzyıllardır İstanbul’daki Rumların merkezi olan Fener mahallesi bulunur. (…) Fener’in batısında Balat adlı Yahudi mahallesi vardır; bu mahalle ismini, palation ya da palace-saray kelimesinin bozulması suretiyle almıştır, zira bu bölge bir zamanlar, ta antikçağdan beri mucizevi güçlere sahip olduğu düşünülen ünlü bir pınarın hemen yanında inşa edilmiş olan Bizanslıların Blakernai Sarayı’nın olduğu yerdi.”
Charles FitzRoy, bu Osmanlı başkentinde giyim kuşamın toplumdaki sosyal statüyü gösterdiğini söylüyor ancak sadece bununla sınırlı kalmadığını da ifade ediyor. Çünkü Osmanlı’da millet sistemi içinde halklar farklı renklerle kendilerini ayırt etmek zorunda: “Şalvarlarının ve terliklerinin renklerine bakarak kimin hangi ırktan olduğunu söylemenin de gayet kolay olacağını öğreneceksiniz: Türkler için kırmızı, sarı ya da beyaz, Rumlar için siyah, Ermeniler için erguvan ve menekşe rengi, Yahudiler için de gök mavi.”
“YAHUDİLER ORKİNOSU TUZLAMAKTA PEK MAHİRDİ”
Bir turist için İstanbul’un önemli özelliklerinden birinin de balıkçılar olduğunu vurguluyor yazar. FitzRoy’a göre balık satanlar Rum olsa da orkinos tuzlamayı en iyi yapanlar Yahudiler: “Sahilde sıra sıra balık pazarları vardır; hemen hepsi Rum kökenli satıcılar insana hayret veren balıklar satar. Bunlar arasında kalkan, pisibalığı, sardalye, dilbalığı, yaldızlı pisibalığı, ve somunu tanıyabilirsiniz. Kılıçbalığı ve Yahudilerin tuzlamakta pek mahir oldukları orkinos, sadece geceleri yakalanan lüfer, Karadeniz’den uskumdu, Boğaz’dan tekir, Marmara adalarından istiridyeler vardır.”
İstanbul’un meyhaneleri de yazarın turistlere tavsiye ettiği yerler arasında. İslam dinine göre afyon gibi alkolün de yasak olduğunu vurguluyor ancak bu yasağın sosyal yaşamda delindiğini ifade ediyor: “Müslümanların, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gibi meyhaneleri yoktur gerçi ama gene de çoğunluğu bu sözlere aldırış etmez gibi görünmektedirler. En gözde içecek, mayalanmış akdarıdan yapılan bozadır. Bu suçluluk hissedenler için bilhassa cezbedici bir içecektir, zira biri alkollü, diğeri alkolsüz olmak üzere iki türü vardır ve içicinin şeriat kanunlarını ihlal etmiyormuş gibi yapmasına imkan sağlar.”
Yazara göre Osmanlı İstanbul’u denilince akla saray hayatı da geliyor. Bu sarayın en ilgi çeken karakterlerinden biri de cariyeler kadar hadımlar oluyor. FitzRoy, eskiden bütün hadımların beyaz olduğunu, 16. yüzyıldan sonra Mısır, Sudan ve Habeşistan’dan getirildiklerini belirtiyor: “Bu korkunç bir ameliyattır; İslam’ın bu uygulamayı yasaklıyor olması bunu daha kötü yapar. Ameliyat (Afrika’nın içlerinden kuzeye doğru olan) yolculuğun mola yerlerinden birinde ve de Müslümanlar değil Yahudi ve Hristiyanlar tarafından yapılmalıdır.”
“RUMLAR YAHUDİLERİ YEHUDA İLE İLİŞKİLENDİRİR”
İstanbul’da halklar arasında bir uyum görülse de, alttan alta bir gerilim de var. Bu bazen su yüzüne de çıkıyor. Özellikle Rumlar ile Yahudiler arasında: “Her ne kadar Rumlar genelde Türklerle iyi geçiniyorlarsa da, Yahudilerle ilişkileri sıcak değildir. Dediklerine göre, Kutsal Hafta sırasında bir Yahudi belirli Rum mahallelerinde dolaşacak olursa sakalı katrana bulanıp ateşe verilirmiş. Kutsal Cuma alayları sırasında bütün hakaretlerin merkezinde bir haham figürü vardır; Yahudiler İsa’ya ihanet eden Yehuda’yla ilişkilendirilir.”
Yahudilerin sınırları olmakla birlikte Müslümanlarla iyi ilişkiler içinde olduğunu belirten yazar, dini engele rağmen Osmanlı’nın son dönemde Yahudilere sinagog inşa etme fermanı verdiğini belirtiyor. Fakat Yahudilerin maddi güçleri bu dönemde düşmüş. Çünkü 1750’lerin İstanbul’unda maddi güç Yahudilerin elinden çıkmış, Ermenilerin eline geçer. Yahudiler bu tarihten itibaren bir süre daha şehrin içindeki güçlerini yitirmiş olacaktır.
Charles FitzRoy’un “Günde Beş Kuruşa Sultan’ın İstanbul’u” kitabı okuyucusunu 1750’lerin İstanbul’una götürüyor. Osmanlı başkentinde yazarın dikkatini çeken toplumlardan biri de Yahudiler oluyor.
Charles FitzRoy’un 2013’te basılan “The Sultan’s Istanbul on Five Kurush a Day” kitabı, Hazal Yalın’ın çevirisi ile Sola Unitas tarafından “Günde Beş Kuruşa Sultan’ın İstanbul’u” adıyla Türkçeye kazandırıldı. Seyahat kitapları yazarı FitzRoy, bu kitabı ile turistleri bilgilendirici ve eğlenceli bir İstanbul turuna çıkarıyor. Dönemin seyyahlarının anlatıları ile beslediği kitap okuyucularını 1750’nin Osmanlı payitahtına taşıyor.
Yazar, “yeni ve son derece parlak yapılara sevdalı biri” diye nitelediği Sultan 1. Mahmut’un dönemini İstanbul’u ziyaret için en iyi zaman olduğunun altını çiziyor. Buna rağmen vurguladığı bir başka özellikse bu şehirde Batılı turistlerin pek de sevilmediği. Bu nedenle uygun bir pansiyon bulmak kadar önemli şeylerden biri elçilikler üzerinden Fenerli bir Rum’a ulaşmak ve onunla bu şehri tanımaya başlamak.
FitzRoy, İslam’ın İstanbul’daki baskın din olduğunu söylüyor ancak “hiçbir suretle biricik din değildir. Bazıları şehrin yaklaşık yarısının gayrimüslim olduğunu hesaplar” diye ekliyor. Yazara göre şehrin yerlisi Rumlar, fetihten önce yerleşmiş olan İtalyanlar ile birlikte bölgenin en eski halklardan biri olarak “kendilerine işkence eden Avrupa ülkelerinden, daha ziyade İspanya’dan (Ladino diye bilinen Kastilya dili, hala bazı dini ayinlerde kullanılır) kaçan” Yahudiler İstanbul nüfusunda önemli bir yere sahip.
“SİNAGOGLAR SİZE YAHUDİ MAHALLESİNDE BULUNDUĞUNUZU SÖYLER”
Charles FitzRoy, İstanbul’un muhtelif mahalleler ile birbirinden ayrıldığını fark ediyor. Bu ayrım ise din üzerinden: “Her mahallenin merkezinde bir dini yapı bulunur ve birbirinden farklı mimarileriyle camiler, kiliseler ya da sinagoglar size bir Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi mahallesinde bulunduğunuzu söyleyecektir”
Yazar, payitaht İstanbul’unda Yahudi nüfusunun özellikle iki bölgede olduğunun altını çiziyor; biri Hasköy, diğeri ise Balat: “Altın Boynuz’un biraz daha batısında, çok sayıda Ortodoks Yahudi’nin yaşadığı (ki bunlar Sefardim adını taşıyan İspanya ve Portekiz Yahudileriyle Orta Avrupalı Aşkenazilerdir) kalabalık bir mahalle olan Hasköy vardır. Sol tarafınızda suyun diğer yanında, adını Porta Phanarion diye bilinen Fenerkapı’dan alan ve yüzyıllardır İstanbul’daki Rumların merkezi olan Fener mahallesi bulunur. (…) Fener’in batısında Balat adlı Yahudi mahallesi vardır; bu mahalle ismini, palation ya da palace-saray kelimesinin bozulması suretiyle almıştır, zira bu bölge bir zamanlar, ta antikçağdan beri mucizevi güçlere sahip olduğu düşünülen ünlü bir pınarın hemen yanında inşa edilmiş olan Bizanslıların Blakernai Sarayı’nın olduğu yerdi.”
Charles FitzRoy, bu Osmanlı başkentinde giyim kuşamın toplumdaki sosyal statüyü gösterdiğini söylüyor ancak sadece bununla sınırlı kalmadığını da ifade ediyor. Çünkü Osmanlı’da millet sistemi içinde halklar farklı renklerle kendilerini ayırt etmek zorunda: “Şalvarlarının ve terliklerinin renklerine bakarak kimin hangi ırktan olduğunu söylemenin de gayet kolay olacağını öğreneceksiniz: Türkler için kırmızı, sarı ya da beyaz, Rumlar için siyah, Ermeniler için erguvan ve menekşe rengi, Yahudiler için de gök mavi.”
“YAHUDİLER ORKİNOSU TUZLAMAKTA PEK MAHİRDİ”
Bir turist için İstanbul’un önemli özelliklerinden birinin de balıkçılar olduğunu vurguluyor yazar. FitzRoy’a göre balık satanlar Rum olsa da orkinos tuzlamayı en iyi yapanlar Yahudiler: “Sahilde sıra sıra balık pazarları vardır; hemen hepsi Rum kökenli satıcılar insana hayret veren balıklar satar. Bunlar arasında kalkan, pisibalığı, sardalye, dilbalığı, yaldızlı pisibalığı, ve somunu tanıyabilirsiniz. Kılıçbalığı ve Yahudilerin tuzlamakta pek mahir oldukları orkinos, sadece geceleri yakalanan lüfer, Karadeniz’den uskumdu, Boğaz’dan tekir, Marmara adalarından istiridyeler vardır.”
İstanbul’un meyhaneleri de yazarın turistlere tavsiye ettiği yerler arasında. İslam dinine göre afyon gibi alkolün de yasak olduğunu vurguluyor ancak bu yasağın sosyal yaşamda delindiğini ifade ediyor: “Müslümanların, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler gibi meyhaneleri yoktur gerçi ama gene de çoğunluğu bu sözlere aldırış etmez gibi görünmektedirler. En gözde içecek, mayalanmış akdarıdan yapılan bozadır. Bu suçluluk hissedenler için bilhassa cezbedici bir içecektir, zira biri alkollü, diğeri alkolsüz olmak üzere iki türü vardır ve içicinin şeriat kanunlarını ihlal etmiyormuş gibi yapmasına imkan sağlar.”
Yazara göre Osmanlı İstanbul’u denilince akla saray hayatı da geliyor. Bu sarayın en ilgi çeken karakterlerinden biri de cariyeler kadar hadımlar oluyor. FitzRoy, eskiden bütün hadımların beyaz olduğunu, 16. yüzyıldan sonra Mısır, Sudan ve Habeşistan’dan getirildiklerini belirtiyor: “Bu korkunç bir ameliyattır; İslam’ın bu uygulamayı yasaklıyor olması bunu daha kötü yapar. Ameliyat (Afrika’nın içlerinden kuzeye doğru olan) yolculuğun mola yerlerinden birinde ve de Müslümanlar değil Yahudi ve Hristiyanlar tarafından yapılmalıdır.”
“RUMLAR YAHUDİLERİ YEHUDA İLE İLİŞKİLENDİRİR”
İstanbul’da halklar arasında bir uyum görülse de, alttan alta bir gerilim de var. Bu bazen su yüzüne de çıkıyor. Özellikle Rumlar ile Yahudiler arasında: “Her ne kadar Rumlar genelde Türklerle iyi geçiniyorlarsa da, Yahudilerle ilişkileri sıcak değildir. Dediklerine göre, Kutsal Hafta sırasında bir Yahudi belirli Rum mahallelerinde dolaşacak olursa sakalı katrana bulanıp ateşe verilirmiş. Kutsal Cuma alayları sırasında bütün hakaretlerin merkezinde bir haham figürü vardır; Yahudiler İsa’ya ihanet eden Yehuda’yla ilişkilendirilir.”
Yahudilerin sınırları olmakla birlikte Müslümanlarla iyi ilişkiler içinde olduğunu belirten yazar, dini engele rağmen Osmanlı’nın son dönemde Yahudilere sinagog inşa etme fermanı verdiğini belirtiyor. Fakat Yahudilerin maddi güçleri bu dönemde düşmüş. Çünkü 1750’lerin İstanbul’unda maddi güç Yahudilerin elinden çıkmış, Ermenilerin eline geçer. Yahudiler bu tarihten itibaren bir süre daha şehrin içindeki güçlerini yitirmiş olacaktır.
Paylaş: