Dünyada son zamanlarda artan anti-semitizm hareketlerine tanık olmaktayız. Devlet politikalarını eleştirmek yerine, bunu anti-semit bir yaklaşımla yapmak ırkçılığı körüklediği gibi nefreti, husumeti de arttırır, halklar arasındaki iletişimi, bağı koparır. Çünkü anti-semitizm genelde ayıplansa da, kavramın kendisiyle pek de hesaplaşıp yüzleşilmiyor. Çoğunlukla ezber nitelikteki söylemlerle devam eden bir nefret olgusu var. Bunu da yadsımamak ve görmezden gelmemek gerekiyor. Israrla üzerine gitmek, verili durumu değiştirmek için demokratik tüm enstrümanları kullanmak, ortak ve barışçıl bir yaşam için elzem.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi soykırımından Çingeneler, eşcinseller, muhalifler, komünistler ve yaşlılar da paylarını acı bir şekilde almışlardı. Savaş öncesi körüklenen anti-semitizm, korkunç bir hal almış ve milyonlarca insanın acımasız ve gaddarca kırımına sahne olmuştu. Milyonlarca insanın malına mülküne el koyulmuş, çoğunluğun sırrı sessizce kabul edilmişti. Naziler tarafından başlatılan ‘Yahudi avı’ sadece yok etmekle kalmamış, mal ve mülkülerine de haksızca el konulmuştu. Sadece dikey değil, aynı zamanda yatay bir seyirle suç her türlü insana bulaşmıştı.
Buradan hareketle son zamanlarda izlediğim bir festival filmini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yönetmenliğini Ferenc Török’ün yaptığı 2017 tarihli ‘1945’ filmi savaşın hemen sonrasındaki yüzleşmeye dayanıyor. 2017 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Panorama Audience’ ödülü’ne aday olan film, aynı sene Titanic Uluslararası Film Festivali’nde ‘Auidience’s Award’ ödülünü kazanmış. Film siyah beyaz olarak çekilmiş.
Film, savaşın bitmesine bir aydan az bir süre kala, siyah giyinmiş iki adam at arabasına koydukları sandıklarla Macaristan’ın bir köyüne doğru yola çıkmasıyla başlar. Bunu duyan köy halkı huzursuzlanmaya başlar. Sandıklardaki eşyanın parfüm, krem ve kozmetik olduğu söylentisi yayılmıştır. Bu arada da köyün muhtarı ve güç sahibi rolündeki Istvan (Peter Rudolf) oğlunun düğün hazırlıklarını yapmaktadır. Fakat köy halkı yorgun, bitkin ve mutsuzdur. Istvan’ın oğlunun evleneceği kadın köyden başka biriyle de beraberdir. Herkes huzursuzdur. Ve bu siyah giyimli iki adamda köye yürüdükçe huzursuzlukları ikiye katlanır. Artık dedikodular başlamış, bu iki adamın yürüyüşleri onlarda müthiş bir mutsuzluk yaratmıştır. Neredeyse bir kişi hariç, o da Istvan. Herkes yakınmaya, günahlarıyla yüzleşmeye başlamış, hakikat kaba sığamamış ve ortalığa dökülmüştür.
Film acının, yani soykırımın etkisiyle çok ağır ilerliyor. Siyah giyimli iki adamın ağır ağır yürümesi de bir metafor olarak değerlendirilebilir. Acının ve insanların riyakarlığının, suçluluğunun ve en nihayetinde yasın bir sembolü aslında. Ki köyün muhtarı da suçunu kapamak içn her türlü alavere dalavereyi çevirmiş, toplama kamplarına götürülmelerine göz yummuş bir karakter olarak çıkıyor. Örnek verirsek, en yakın arkadaşını Naziler’e teslim etmiş biri. Tabii ki film, sadece kötüyü göstermekle kalmıyor yaşananlardan dolayı, Yahudilerin mallarına el koyanlar, susanlar, izleyici kalanların da ruhsal bunalımını anlatıyor. Suçluluğun verdiği endişe ve sıkıntılar insanları mutsuz ederken, birbirleri arasında tartışmaya da dönüyor. Tüm bunlar yüzleşmenin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu da ortaya koyuyor. Suçluluk hissi her bir bireyi fazlısıyla etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda korkunç bir duygu haliyle de eziyor. Ezilen birey gittikçe ufalıyor, parçalanıyor. Köyde yaşanan tüm bu duygu yoğunluğu bireylerin özel hayatlarında derin çatlaklar açıyor. Filmin sonuna doğru iki adamın sırrı çözülüyor, sandıktan çıkan ‘şey’ler gerçekliğe kavuşuyor. Hakikatın acı ve yıkıcı tarafı köydeki insanların üzerinden silindir gibi geçerek ilerliyor.
Filmden yola çıkarak konu derinlemesine araştırıldığında, Macaristan’ın Holokost’taki rolünü rahatlıkla görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Macaristan ciddi miktarda Yahudi nüfus barındırırken, 1941-1944 yılları arasında 400.000* Macaristan Yahudisi toplama kamplarına gönderildi. Auschwitz-Birkenau toplama ve imha kamplarında ölen her üç Yahudiden biri Macar vatandaşıydı*. Filmde anlatılan utancın yaraları yıllarca sürdü. Ve sonuda Macaristan toplama kamplarına gönderdiği Yahudilerin mirasçılarına tazminat ödemeyi kabul eden bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma mağdurları bir nebze rahatlatmış olsa da, soykırımdaki rolünün ağırlığı sonraki nesillere kadar uzuyor ve tüm toplumu alttan alta çürütüyor.
Ezcümle; film yüzleşmenin ne kadar meşakkatli bir olay olduğunu anlatıyor. Hakikat mutlaka bir gün açığa çıktığı gibi, failler de bir şekilde ceza alsın veya almasın mutlaka o acıyı ve suçluluk hissini yaşıyorlar. Bu tip soykırımların bir daha yaşanmaması için dilimizdeki nefreti bırakıp, olaylara soğukkanlı yaklaşarak değerlendirmek çok daha faydalı ve barışçıl olacaktır.
*Referans: Macaristan Yahudi Soykırımı için tazminat ödeyecek, Tarık Demirkan, 7 Temmuz 2013, BBC News Türkçe
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/07/130707_macaristan_tazminat
Dünyada son zamanlarda artan anti-semitizm hareketlerine tanık olmaktayız. Devlet politikalarını eleştirmek yerine, bunu anti-semit bir yaklaşımla yapmak ırkçılığı körüklediği gibi nefreti, husumeti de arttırır, halklar arasındaki iletişimi, bağı koparır. Çünkü anti-semitizm genelde ayıplansa da, kavramın kendisiyle pek de hesaplaşıp yüzleşilmiyor. Çoğunlukla ezber nitelikteki söylemlerle devam eden bir nefret olgusu var. Bunu da yadsımamak ve görmezden gelmemek gerekiyor. Israrla üzerine gitmek, verili durumu değiştirmek için demokratik tüm enstrümanları kullanmak, ortak ve barışçıl bir yaşam için elzem.
İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi soykırımından Çingeneler, eşcinseller, muhalifler, komünistler ve yaşlılar da paylarını acı bir şekilde almışlardı. Savaş öncesi körüklenen anti-semitizm, korkunç bir hal almış ve milyonlarca insanın acımasız ve gaddarca kırımına sahne olmuştu. Milyonlarca insanın malına mülküne el koyulmuş, çoğunluğun sırrı sessizce kabul edilmişti. Naziler tarafından başlatılan ‘Yahudi avı’ sadece yok etmekle kalmamış, mal ve mülkülerine de haksızca el konulmuştu. Sadece dikey değil, aynı zamanda yatay bir seyirle suç her türlü insana bulaşmıştı.
Buradan hareketle son zamanlarda izlediğim bir festival filmini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yönetmenliğini Ferenc Török’ün yaptığı 2017 tarihli ‘1945’ filmi savaşın hemen sonrasındaki yüzleşmeye dayanıyor. 2017 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Panorama Audience’ ödülü’ne aday olan film, aynı sene Titanic Uluslararası Film Festivali’nde ‘Auidience’s Award’ ödülünü kazanmış. Film siyah beyaz olarak çekilmiş.
Film, savaşın bitmesine bir aydan az bir süre kala, siyah giyinmiş iki adam at arabasına koydukları sandıklarla Macaristan’ın bir köyüne doğru yola çıkmasıyla başlar. Bunu duyan köy halkı huzursuzlanmaya başlar. Sandıklardaki eşyanın parfüm, krem ve kozmetik olduğu söylentisi yayılmıştır. Bu arada da köyün muhtarı ve güç sahibi rolündeki Istvan (Peter Rudolf) oğlunun düğün hazırlıklarını yapmaktadır. Fakat köy halkı yorgun, bitkin ve mutsuzdur. Istvan’ın oğlunun evleneceği kadın köyden başka biriyle de beraberdir. Herkes huzursuzdur. Ve bu siyah giyimli iki adamda köye yürüdükçe huzursuzlukları ikiye katlanır. Artık dedikodular başlamış, bu iki adamın yürüyüşleri onlarda müthiş bir mutsuzluk yaratmıştır. Neredeyse bir kişi hariç, o da Istvan. Herkes yakınmaya, günahlarıyla yüzleşmeye başlamış, hakikat kaba sığamamış ve ortalığa dökülmüştür.
Film acının, yani soykırımın etkisiyle çok ağır ilerliyor. Siyah giyimli iki adamın ağır ağır yürümesi de bir metafor olarak değerlendirilebilir. Acının ve insanların riyakarlığının, suçluluğunun ve en nihayetinde yasın bir sembolü aslında. Ki köyün muhtarı da suçunu kapamak içn her türlü alavere dalavereyi çevirmiş, toplama kamplarına götürülmelerine göz yummuş bir karakter olarak çıkıyor. Örnek verirsek, en yakın arkadaşını Naziler’e teslim etmiş biri. Tabii ki film, sadece kötüyü göstermekle kalmıyor yaşananlardan dolayı, Yahudilerin mallarına el koyanlar, susanlar, izleyici kalanların da ruhsal bunalımını anlatıyor. Suçluluğun verdiği endişe ve sıkıntılar insanları mutsuz ederken, birbirleri arasında tartışmaya da dönüyor. Tüm bunlar yüzleşmenin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu da ortaya koyuyor. Suçluluk hissi her bir bireyi fazlısıyla etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda korkunç bir duygu haliyle de eziyor. Ezilen birey gittikçe ufalıyor, parçalanıyor. Köyde yaşanan tüm bu duygu yoğunluğu bireylerin özel hayatlarında derin çatlaklar açıyor. Filmin sonuna doğru iki adamın sırrı çözülüyor, sandıktan çıkan ‘şey’ler gerçekliğe kavuşuyor. Hakikatın acı ve yıkıcı tarafı köydeki insanların üzerinden silindir gibi geçerek ilerliyor.
Filmden yola çıkarak konu derinlemesine araştırıldığında, Macaristan’ın Holokost’taki rolünü rahatlıkla görebiliriz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Macaristan ciddi miktarda Yahudi nüfus barındırırken, 1941-1944 yılları arasında 400.000* Macaristan Yahudisi toplama kamplarına gönderildi. Auschwitz-Birkenau toplama ve imha kamplarında ölen her üç Yahudiden biri Macar vatandaşıydı*. Filmde anlatılan utancın yaraları yıllarca sürdü. Ve sonuda Macaristan toplama kamplarına gönderdiği Yahudilerin mirasçılarına tazminat ödemeyi kabul eden bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma mağdurları bir nebze rahatlatmış olsa da, soykırımdaki rolünün ağırlığı sonraki nesillere kadar uzuyor ve tüm toplumu alttan alta çürütüyor.
Ezcümle; film yüzleşmenin ne kadar meşakkatli bir olay olduğunu anlatıyor. Hakikat mutlaka bir gün açığa çıktığı gibi, failler de bir şekilde ceza alsın veya almasın mutlaka o acıyı ve suçluluk hissini yaşıyorlar. Bu tip soykırımların bir daha yaşanmaması için dilimizdeki nefreti bırakıp, olaylara soğukkanlı yaklaşarak değerlendirmek çok daha faydalı ve barışçıl olacaktır.
*Referans: Macaristan Yahudi Soykırımı için tazminat ödeyecek, Tarık Demirkan, 7 Temmuz 2013, BBC News Türkçe
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/07/130707_macaristan_tazminat
Paylaş: