Kaynak: International Socialism
Çeviri: Onur Devrim Üçbaş
Yiddisher Arbeter Bund in Rusland un Poyln (Rusya ve Polonya Genel Yahudi İşçi Sendikası) ya da Bund’un çelişkilerle yüklü bir tarihi vardır. Bund, var olduğu 52 yıl boyunca on binlerce Yahudi işçiyi baskıya ve sömürüye karşı bir araya getirdi. Rusça konuşan Yahudi aydınlarının arasında doğdu ve Yiddiş[1]’in şiirde, tiyatroda ve edebiyatta yaşadığı en önemli dirilişin merkezinde yer aldı. Bund Bolşevizm’i reddetti ve Lenin’e karşı yürütülen tartışmalarda önemli bir yer tuttu ama aynı zamanda bugün “Leninist” olarak adlandıracağımız pek çok örgütsel yapının da temellerini attı. Sosyalizme ve devrime bağlı olduğunu iddia etti ama 1930’larda reformist İkinci Enternasyonal’e katıldı. Enternasyonalizmi savunup, kendi mücadelesini dünya emekçilerinin mücadelesiyle bir görürken, yalnızca Yahudi işçileri örgütledi ve programının merkezine belirgin Yahudi ulusal taleplerini koydu. Siyonizm’i bir “burjuva gericiliği” ideolojisi olarak görüp reddederken, bugüne kadar İsrail’de bir şube bulundurmayı sürdürdü.
Bu makale hem bu çelişkilerden bazılarını aydınlatmayı, hem de çoğunlukla unutulmuş olan bir mücadele geçmişini gün ışığına çıkarmayı amaçlıyor. Bu mücadele geçmişi bir yandan bizim devrimci geleneğimizin köklerine uzanırken diğer yandan Doğu ve Orta Avrupa’daki Yahudilerin tarihi konusunda Siyonist ana akım görüşlere bir alternatif sunuyor; direnen, karşı koyan ve hayatlarını değiştiren Yahudiler, sözüm ona sürgünden “dönmeyi” hasretle bekleyen tarihin karikatürize edilmiş kurbanları değil.
Sömürü ve baskı
19.yüzyılın sonlarında Doğu Avrupa’daki Yahudiler dünyadaki Yahudi nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyordu. Nazi soykırımına kadar da bu böyle kaldı. Çoğunlukla “Yerleşim Bölgesi” denilen alanda yaşıyorlardı. Çarlığın birbirini izleyen kararnameleri, Yahudilere karşı girişilen katliamlar olan pogromlar, savaşlar ile 18. ve 19. yüzyıllardaki zorunlu göç, dört milyon Yahudi’yi “kuzeyinde Litvanya, güneyinde Karadeniz, batısında Polonya ve “Beyaz Rusya” ve doğusunda Ukrayna”[2] olan bu bölgede yoğunlaştırdı. Yahudi toplumunu kolektif örgütlenme arayışına girmeye zorlayan olaylar 1880’ler ve 1890’larda, çoğunlukla bu Yerleşim Bölgesi’nde yaşandı.
Çar 2. Alexander 1 Mart 1881’de, Narodnaya Volia (Halkın İradesi) isimli küçük bir terörist grubun düzenlediği suikast sonucu öldürüldü. 2. Alexander elbette öteden beri süren sert ve zalim Çarlık egemenliği geleneğinin bir temsilcisiydi. Ancak o aynı zamanda Rus İmparatorluğu’ndaki antisemitist yasaları yumuşatmış, Yahudi öğrencilerin üniversitelere gitmesine olanak sağlamış ve Yahudilerin Yerleşim Bölgesi dışına göç etmesine izin vermişti.[3]
Onun öldürülmesinin ve halefi 3. Alexander’ın tahta geçmesinin ardından reform dönemi kapandı ve Yahudi halkı bir kez daha Çarlık kararnamelerinin hedefi haline geldi. Gerçekten de, 3. Alexander kendi yönetimine karşı yükselen hoşnutsuzluk dalgasının yönünü değiştirmek için Rus İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudilere yönelik bir suçlama kampanyası başlattı: “3. Alexander yönetiminde… 1881 ve 1883 arasında 224 pogrom gerçekleşti. Başka kaynaklar sadece 1881’de, çoğu Ukrayna’da olmak üzere 215 pogromun yaşandığını kaydediyorlar.”[4] Aynı dönemde Yahudilerin toprağı işlemesi yasaklandı ve 700.000 ile 800.000 arasında Yahudi Yerleşim Bölgesi’ndeki şehirlere göç etmek zorunda bırakıldı. Yahudilerin Çarlık idaresinde çalışmasına artık izin verilmiyordu ve üniversitelere alınan öğrencilerin en fazla %10’unu Yahudi olabiliyordu.[5]
Bu politikalar Yahudileri, Yerleşim Bölgesi’nin genişleyen kentsel merkezlerine yöneltti, buralarda ortaya çıkan fabrikalarda iş aradılar. Aynı politikalar Yahudi topluluklarını kendilerini antisemitist saldırılardan korumak için kolektif bir örgütlenmeye gitmeye zorladı. Yahudi kitlelerinin bu proleterleşme süreci öyle bir ölçeğe ulaştı ki 1987 yılında; “Yahudi işçilerin sayısının 105.000 olduğu tahmin ediliyordu, bu sayıya göre her üç aktif Yahudi’den biri işçiydi.”[6]
Yahudi işçi hareketinin kökenleri bu hızlı zorla proleterleştirme sürecine dayanıyor. Bu süreç aynı zamanda Yahudilerin Rus İmparatorluğu’nda bulunan ve anarşizmden tüm tonlarıyla Marksizm’e uzanan farklı siyasal hareketlerin örgütlerinde ve kuramsal yaşantılarında, nüfuslarına göre fazla temsil edilmiş olmalarını da açıklıyor. Kopel Pinson’un dediği gibi:
19. yüzyılın son on yılı, işçiler arasındaki aktif siyasal ajitasyonun başlangıçlarına sahne oldu. Bu kısmen Rusya’nın her tarafında o dönemde yaşanan hızlı sanayi atılımından kaynaklanıyordu. Ancak onun nedenlerinden biri de Çarlık hükümetinin Yahudiler üzerindeki giderek artan baskı politikalarıydı. Özellikle Litvanya ve Beyaz Rusya’da büyük ölçekli ekonomik ve siyasal faaliyetler başladı. Yerleşim Bölgesi’nin bu kalabalık kentsel merkezlerinde, boya fabrikalarının Yahudi işçileri arasında, Yahudi fırça yapıcılar içinde, Vilna, Byalistok, Smargon, Grodno ve Minsk’teki tütün ve tekstil işçileri arasında ve tütün ve zarf fabrikalarında çalışan Yahudi kızlar arasında, bir sınıf bilinçli sosyalist işçiler ve aydınlar grubu oluştu.[7]
Yahudi eylemciler, köylüler arasında büyük ölçekli bir isyanı tetiklemeyi umarak Çarlık rejiminin görevlilerine karşı terör eylemleri örgütleyen öğrenci ve solcu aydın grupları olan Narodnaya Volia’nın veya Narodniklerin ilk zamanlarında, bu örgütte yer aldılar. Narodnikler içindeki Yahudi varlığı, Narodnikler’in köylü kitlelerinde ve kendi çevrelerindeki Yahudi düşmanlığına karşı çıkmaktaki isteksizliği yüzünden kısa ömürlü oldu.[8]
Daha sonraları, Rusya’da Marksist hareket gelişip, işçileri ve aydınları bir araya toplayan gizli sosyal demokrat çalışma grupları ve okuma çevreleri halinde örgütlendikçe Yahudi eylemciler, özellikle Yerleşim Bölgesi’nde, bu çalışmalara ciddi ölçüde katılmaya başladılar. O dönemde Yahudi aydınların çoğunluğu bu çevrelerin faaliyetlerinin sadece Rusça dilinde yapılmasını istiyor ve sadece Yiddiş bilen işçilere İmparatorluğun dilinin öğretilmesi gerektiğini savunuyordu. Rusçanın daha gelişmiş olduğu düşünülüyordu ve bu aydınlar Yiddiş’in İmparatorluktaki işçiler arasındaki birliği bozduğunu iddia ediyorlardı.
Sonunda bu çevrelerin en gelişmiş olanları işyerlerinde ajitasyon yapmaya ve mücadele içinde işçileri örgütlemeye odaklandılar, Yahudi devrimciler bir kez daha hareketin başını çekiyorlardı. Daha sonra Bund’un en önemli örgütçülerinden biri ve örgütün merkez komitesinin liderlerinden olacak olan Arkady Kremer 1893’te Ajitasyon Üzerine başlıklı bir broşür yazdı. Kremer broşürde sosyal demokratların ana görevinin dikkatlerini işçi kitlelerine yöneltmek olduğunu savunuyordu. Broşürün önsözünü, bir başka Yahudi devrimci, gelecekte önce Iskra gazetesinde Lenin ile birlikte çalışacak daha sonra ise önde gelen Menşeviklerden biri olacak olan Pavel Axelrod yazmıştı.
Ajitasyona yönelme sürecinde Yiddiş sorunu ortaya çıktı. İlk başlarda, Bund’un öncüllerinin Yiddiş’i yayınlarında ve ajitasyon malzemelerinde kullanma kararı, onların Yahudi ulusu konusundaki ideolojik bir tutumundan değil pratik bir gereklilikten kaynaklanıyordu.
Ajitasyona yönelme ilk işçi gruplarının örgütlenmesini sağladı. Bu süreç Rusya’daki pek çok merkezde gerçekleşse de, onun Yerleşim Bölgesi’nde yaşayan Yahudi işçi sınıfı arasında özellikle etkili olduğu anlaşılıyor.[9] Yahudi işçileri çoğunlukla herkesten sonra işe alınıyordu çünkü onların çok çabuk örgütlendiği, grev yaptığı veya isyan ettiği düşünülüyordu. Vilnius’taki Yahudi bir fabrika sahibi bunu şöyle açıklıyordu: “Ben Hıristiyanları işe almayı tercih ederim. Yahudiler iyi işçiler, fakat onlar patrona, rejime ve Çar’ın kendisine karşı isyanlar örgütlemeye eğilimli.”[10]
Bu, sadece Yahudi devrimcilerin önderlik ettiği ve yalnızca onların hareketteki eğilimler konusunda tartışma başlattığı şeklinde anlaşılmamalı. Ancak yine de her tarafa yayılmış Yahudi düşmanlığı ve Yahudi kitlelerin hızlı proleterleşmesinin sonucu olarak, Yahudi radikalleri baskıdan ve sömürüden kurtulma ihtiyacı konusundaki savlara karşı belirgin bir açıklık sergiliyorlardı. Bund’un ortaya çıkışı bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Yiddiş aksanlı Devrimciler
Bund resmi olarak bugün Litvanya sınırları içinde yer alan Vilnius’un yakınlarındaki bir çiftliğin tavan arasında yapılan bir kongre ile kuruldu. Kongre, o gün buluşan 13 emek eylemcisini yakından izleyen Rus gizli servisinin şüphelerini azaltmak için eylül ayında, Yahudi Roş Aşana ve Yom Kipur bayramları ile aynı zamanda yapıldı. Kongre “3.500 üyeyi temsil eden on bir erkek ve iki kadını, beş aydın ve sekiz işçiyi”[11] bir araya getirdi. Hepsi 20 ile 35 yaş arasındaydı ve aralarında Yiddiş dilinde yayınlanan iki ajitasyon gazetesinin editörü de vardı: Der Arbeiter Shtime (İşçilerin Sesi) ve Der Yiddishe Arbeiter (Yahudi İşçi). Dolayısıyla Bund’un oluşumu, işçilerin mücadelesinde hâlihazırda var olan bir dizi yapının bir araya gelme süreciydi. Bund’un önde gelen teorisyenlerinden Vladimir Medem şöyle yazıyordu:
Bund! Kuruldu? Bu yanlış bir ifade. O kurulmadı, doğdu, büyüdü, her yaşayan canlının büyüdüğü ve geliştiği gibi… İşçilerin başka işçilere doğru olan içgüdüsel çekimi kum tanelerinin bir araya toplanmasına, bir granit bloğundaki küçük insan tozunun kümelenmesine neden oldu.[12]
Yükselen mücadele dalgasının deneyimi Yahudi işçileri kolektif örgütlenme araçlarını güçlendirmeye yöneltti. Örgütün yürüttüğü mücadeleleri kolaylaştırması ve desteklemesi için o örgütün üyeleri tarafından maaş verilen profesyonel devrimci, siyasal tartışmaların ve ülkenin dört bir yanından mücadele haberlerinin yayılmasını sağlarken mücadele eden işçilere rehberlik edecek siyasal bir hattı savunan ajitasyon gazetesi ve devrimcilerin ajitasyon ve eğitim çalışmasını birleştirecek bir işçi partisi. Bunların hepsi ilk olarak Bund tarafından düşünüldü ve uygulamaya kondu. Ancak daha sonraları Bund ile temasa geçen Lenin ve başkaları böylesi örgütsel biçimlerin genelleştirilmesi gerektiğini savundular.
Bund’un yüksek örgütlenme düzeyi ve var olan işçi ağlarından organik bir şekilde ortaya çıkması bu örgütün Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) oluşumunda oynadığı merkezi rolü açıklar. RSDİP’nin 1898’deki kuruluş kongresinde dokuz delegeden üçü Bundçu idi ve aralarından biri üç kişiden oluşan merkez komitesine seçilmişti. Güçler dengesi Yerleşim Bölgesi’ndeki Yahudi işçi hareketinin Rus İmparatorluğu’nun geri kalanındaki müttefikleriyle kıyaslandığında siyasal olarak ne kadar gelişmiş olduğunu da gösteriyordu.
Bund’un kuruluş kongresinden yalnızca bir ay sonra başka bir Yahudi grubu, Bund’dan çok farklı bir yönde ilk örgütsel adımlarını attı. Bund tarafından daha başlangıçta “burjuva gericiliği” ideolojisi olarak görülüp reddedilen Siyonist hareket konferansını Ekim 1897’de yaptı. Siyonistler antisemitizmin çözümünün Yahudilerin Filistin’e göç etmesinde ve emperyal güçlerin desteğiyle burada bir Yahudi devleti kurulmasında yattığına inanıyorlardı. Konferans göz kamaştırıcı bir olaydı: “Fraklar ve beyaz kravatlar giyen 200 erkek ve şık bir şekilde giyinmiş 20 kadın gözlemci Basel’in şatafatlı Stadt Casino’sunda toplandı, balkonlar hem Yahudilerden hem de Hıristiyanlardan oluşan seçkin misafirlerle doluydu ve tüm Avrupa’dan gelen muhabirler konferansla ilgili uzun haberler yazdılar.”[13]
İki konferansın neredeyse eşzamanlı bir şekilde gerçekleşmesi tarihin bir cilvesinden ibaret değildi. Gerçekten de, farklı kalabalıkları farklı siyasetler temelinde bir araya getirseler de iki önemli benzerlikleri vardı; bu konferanslar Avrupa’nın bir ucundan diğerine – Doğu Avrupa’daki pogromlardan Fransız Dreyfus olayına –yükselen antisemitizme karşı verilen yanıtlardı ve Yahudilerin öz-örgütlülüğünü, antisemitizmi yenmenin yolu olarak görüyorlardı.
Aralarındaki fark sınıftı. Yerleşim Bölgesi’nin Yahudi işçileri kendi kurtuluşlarının sömürüye karşı mücadeleyle doğrudan bağlantılı olduğunu görüyordu. Hem pogromculardan hem de patrondan aynı zamanda kurtulmak istiyorlardı. Diğer taraftan Siyonist hareket ise, sosyal tırmanışlarının antisemitizm ile engellenmiş olmasından dolayı hüsrana uğramış olan, asimile olmuş orta sınıf Yahudilerin bir birliğiydi. Onlar çözümü koloni kurma yoluyla bir devletin yaratılmasında görüyorlardı.
Ulusal Sorun
Bund hem antisemitler hem de Siyonistler tarafından öne sürülen iddiaları, yani ortak bir kültüre sahip ve aynı durumda bulunan bir dünya Yahudiliği olduğunu reddetti. Aynı zamanda Siyonistlerin savunduğu ve onların “göççülük” olarak adlandırdığı; Yahudilerin sorunlarının yalnızca Filistin’deki bir Yahudi devleti ile çözülebileceği fikrine de karşı çıktı. Bund Yahudi devletinin Yahudi işçilerin Yahudi patronlara karşı mücadele etmek zorunda kalacağı, başka bir sınıf temelli toplum olacağını savundu. Bundçular Filistinlilerin Yahudi kolonileşmesine karşı örgütlenme haklarını savundular. Örneğin 1929’da Bund, Siyonistler tarafından kolonileşme karşıtı olmaktan çok antisemitist olarak tasvir edilen Filistinlilerin isyanlarını savundu.[14]
Bund’a göre dünya bir bütün olarak değiştirilmeli, sınıflı toplum her yerde tamamen devrilmeliydi ve bu mücadele herkesin kendi ülkesinde başlıyordu. Bund bunu doykayt (kelime anlamı buradalık) olarak adlandırıyordu. Yine de Bund kendisinin dışındaki devrimci hareketle iki temel sorunda ayrışıyordu: milliyet ve örgütlenme.
Bund’un Yahudi işçileri örgütleme kararı maddi koşullardan doğmuştu; antisemitizm ile Yahudi ve Yahudi olmayan işçilerin zorunlu coğrafi ayrımı. Bund’un kendisi de bu gerçeğin farkındaydı. 1900 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kongre’ye gönderdiği raporda durumu şöyle açıklıyordu:
Yahudi işçiler arasında propaganda yapmaya başlayan Yahudi aydınların aklında yalnızca Yahudilerden oluşan bir emek hareketi yaratmak yoktu. Yerleşim Bölgesi ile sınırlı kalan ve enerjilerini Rus emek hareketine vakfetme imkânı bulunmayan bu aydınlar mecburen Yahudiler arasında çalışmaya başladılar ve böylece en azından devrimci faaliyete yönelik açlıklarını bir nebze de olsa gidermeyi başardılar.[15]
Ayrımın her yerde aynı olmadığını belirtmek önem taşıyor. Örneğin:
Kalabalık Yahudi ve Yahudi olmayan işçi grupların birbirlerine yakın yaşadığı Bialystok ve Lodz gibi sanayi merkezlerinde, Yahudi ve Yahudi olmayan işçilerin arasındaki ilişki, bir grevin başarılı veya başarısız olmasında temel faktör oluyordu.[16]
Yine de Bund, ilk ortaya çıktığı andan itibaren antisemitizmle mücadeleyi bir bütün olarak işçi sınıfının değil, Yahudi işçilerin görevi olarak gördü. Bunun sonucu Yahudi işçilerin kendi ayrı Yahudi işçi örgütlerinde örgütlenme ihtiyacı duymasıydı. Örneğin Bund’un kuruluş kongresinde Kremer şöyle diyordu: “Aynı zamanda Yahudi işçilerin özgün çıkarlarını savunmak gibi bir özel göreve sahibiz, sivil haklar için mücadele edecek ve en önemlisi antisemitist yasalara karşı kampanya yürüteceğiz”[17]
Bund’a göre Rus Yahudileri bir milletti, İmparatorluğun Yiddiş konuşan Yahudileri bir millet teşkil ediyordu ve devrim tüm ezilen milletlere ulusal özerklik verecekti.
Bund’un Nisan 1901’de Bialystok’ta yapılan dördüncü kongresinde “Pek çok farklı milletten oluşan Rusya gelecekte bir milletler federasyonuna dönüştürülecek ve her millet yaşadığı bölgeden bağımsız olarak tam bir özerkliğe sahip olacaktır”[18] ifadelerinin bulunduğu bir karar kabul edildi.
Bu tutum Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun “ulusal sorunu” için benzer bir federasyoncu çözüm öneren Avusturya Marksistlerinden alınmıştı. Rick Kuhn açıklıyor:
Ulusal kültürel özerklik, Avusturya Sosyal Demokratik İşçi Partisi’nin (SDAPÖ) Alman-Avusturyalı liderliğinin sosyal demokrasiyle, partinin özdeşleştiği Alman egemenliğindeki Avusturya imparatorluk devletini uzlaştırmakta kullandığı bir araçtı. Parti İmparatorluğun dağılmasını desteklemeye hazır değildi. SDAPÖ’nin kendi federal örgütlenme yapısı da işçi hareketi içindeki milliyetçiliğe verilmiş bir tavizdi.[19]
Bund devrimi, antisemitizmle mücadele edecek yasaların çıkarılması ve İmparatorluk boyunca kurulacak özerk kültürel oluşumlarla Yahudilere bir parça kültürel özgürlük ve koruma sağlanması açısından bir imkân olarak gördü. Yahudilerin sorunları olarak gördüğü konuların, Yahudi olmayan örgütler tarafından ele alınıp çözülemeyeceğini savundu.[20]
Diğer taraftan Bolşevikler, “Yahudi işçi hareketini genel işçi hareketiyle kaynaştırmayı ve Yahudilerin eşit haklara sahip olması mücadelesiyle, Antisemitizmin her türüne karşı tartışmasız karşıtlığı devrimci programın ayrılmaz bir parçası haline getirmeyi”[21] savunuyorlardı. Onlar işçilerin –inançları ne olursa olsun– baskıya karşı mücadele etmeden dünyayı değiştirebilecekleri düşüncesini reddettiler.
Bund ve RSDİP arasında bu konuda yüksek bir gerilim vardı. RSDİP’nin 1903 yılında Brüksel’de yapılan kongresinde Bund “Yahudi proletaryasının tek temsilcisi olarak tanınmayı ve faaliyetlerine bölgesel sınırlamalar konulmamasını”[22] talep etti, yani RSDİP’nin tüm Yahudi üyeleri Bund’un da üyesi haline geleceklerdi. “Yahudi Sorunu” diye anılan mesele ve onun örgütsel sonuçları RSDİP içindeki örgütlenmeye dair daha genel tartışmaları besledi. Bund ile olan kopuş bu daha genel tartışmanın ışığında ele alınmalıdır.
Lenin çoğu kez RSDİP içerisindeki bölünmeyi planlayıp düzenlemekle suçlanmıştır. Gerçek daha karmaşıktır. Lenin Bund’u tüm Yahudi işçilerin tek temsilcisi olarak kabul etmeye hazır değildi ama onları RSDİP’den ihraç etmek de istemiyordu.[23] Konferans sırasında Iskra gazetesinin daha önce birleşik olan yayın kurulunda örgütlenme sorunu üzerine beklenmeyen ayrımlar ortaya çıktı. Bu ayrımlar birleşik bir partinin ayrışmasına neden olacaktı.
Tartışmalar sırasında hem Martov hem de Lenin, kendi parti anlayışlarını formüle etme ve netleştirme şansı buldular; Lenin’in aklındaki öncü bir yapı, Martov’un aklındaki ise açık kitlesel bir partiydi. Bu yoruma Lars Lih’in karşı çıktığını belirtmek önemli; ona göre Lenin’in parti anlayışı daha tam anlamıyla açık ve kesin bir şekilde ortaya çıkmamıştı ve bu yüzden tartışma daha çok taktiklere odaklanmıştı.[24] Lih konferanstaki meseleleri “kişisel düşmanlıkların, mevkiler için girişilen örgütsel ayak oyunlarının ve devrimci taktiklerdeki gerçek farklılıkların birleştiği anlaşılması güç ve karmaşık konular”[25] olarak nitelendiriyor. Her şeye karşın, bu konferanstaki farklı tutumların gelişimi, birbiriyle temelde uzlaşması imkânsız örgütsel yapılara ve siyasal pozisyonlara neden oldu.
Sebep ne olursa olsun, konferans birliğin tamamen bozulmasıyla sonuçlandı. Bu bağlamda Bund’un taleplerine taviz verilmesi mümkün değildi ve Bund RSDİP’den ayrıldı.[26] RSDİP de çoğunluk ve azınlık; Bolşevikler ve Menşevikler olarak ikiye bölündü.
Devrimin ateşiyle sınanmak
1905 yılında Rusya Japonya’ya karşı yürüttüğü savaşı kaybediyordu. Askerlerin ve yoksulların katlandıkları çile önce isyanı daha sonra devrimi tetikledi. Huzursuzluk 1904 yılında St. Petersburg’daki Putilov fabrikasındaki bir grevle başladı. Bu grevi kısa süre sonra dayanışma grevleri izledi, bu grevlere katılanların sayısı 80.000’i bulmuştu. 1905 yılının başlarında Ortodoks rahip ve polis muhbiri Papaz Gapon Çar’ın Kışlık Sarayına doğru yapılan bir yürüyüşe önderlik etti. Barışçıl göstericiler Çar’ı öven dini ilahiler söylüyor ve ona topladıkları imzaları iletmek istiyorlardı. Ordunun onların üzerine ateş açması kitlesel öfkeye ve protestoya neden oldu. Karadeniz’de, bugün adı iyi bilinen Potemkin Zırhlısı’nın aç ve moralsiz tayfası subaylarına karşı ayaklandı, yedi subayı öldürüp on birini tutukladı. İsyan hızla Çarlık İmparatorluğu’na yayıldı, şehirlerin ve kasabaların büyük çoğunluğunda eylemler ve grevler yapılıyordu.
Yerleşim Bölgesi devrimci dalga tarafından sarmalanmıştı. Tüm milletlerden işçiler (asıl olarak Ruslar, Lehler, Litvanyalılar, Ukraynalılar, Almanlar ve Yerleşim Bölgesi’nde yaşayan Yahudiler) baskıya karşı ve ücretlerin arttırılması için isyan ettiler. Bund “özveriyle savaştı, devrimin olaylarının çoğunda kritik bir rol oynadı ve Rus ordusu ve polisi ile girilen çatışmalarda en çok kaybı o verdi.”[27] Gerçekten de Bund bütün örgütüyle devrimi inşa etmeye koyuldu. Yayınları grevleri ve gösterileri göklere çıkardı ve Çar’a karşı daha fazla eyleme geçilmesi çağrısı yaptı. İşyerlerinde Bund üyeleri ajitasyon yürüttü ve Yerleşim Bölgesi’nde Çarlık Rusya’sında yasak olan Yahudi sendikaları örgütledi. Bund aynı zamanda hareketi antisemitist propaganda ve pogromlar yoluyla yolundan saptırmaya çalışanlara karşı örgütlendi. Yahudi işçilerin öz savunma gruplarını organize etti.
Bund’un eylemlerinin tam olarak ne kadar etkili olduğunu ölçmek güç. Ancak yine de kendisini devrimin merkezine yerleştirdiğini ve bunun büyük oranda kabul edildiğini söylemek mümkün. Ocak 1905 ile Ekim 1906 arasında Bund’un üyeleri 33.000 ile 40.000 arasında bir sayıya ulaştı. Örneğin Yerleşim Bölgesi’nin sanayi merkezlerinden biri olan ve nüfusunun %29,4’ünü Yahudilerin oluşturduğu Lodz’ta, üye sayısı hızla artarak 100’den 1600’e çıktı. Liselerde ve üniversitelerde öğrenci grupları oluşturdu ve yaklaşık 3500 işçiyi örgütleyen dokuz sendika kurdu. Bund’un öz savunma grupları 1905 ve 1906 arasında üç pogrom girişimini engelledi.[28]
Ancak devrim yenilmişti. Tarihe Lenin’in ifadesiyle 1917 Devrimi’nin “kostümlü provası” olarak geçti. Rejim ayakta kaldı ve ağır devlet baskısı, ekonomik zayıflama ve göstermelik reformun –örneğin bir parlamento olan Duma kurulmuştu– bir karışımıyla devrimci patlamayı yenilgiye uğrattı. Bund devrimin patlak verişiyle iyi başa çıksa da, onun yenilgisi örgütü neredeyse unutulmaya sürükleyecekti. 1907 yılının sonuna gelindiğinde Bund neredeyse tamamen yok olmuştu.[29] 1908 yılına gelindiğinde Lodz’daki üyelerinin sayısı devrimden önceki düzeye gerilemişti ve 1910 yılında yalnızca 144 işçiyi örgütleyen 2 sendikası vardı.[30]
Üyelerinin çoğunluğunu kaybetmesi ve işçi sınıfını etkisi altına alan umutsuzluğun sonucunda Bund’un faaliyetleri yasadışı sendikaların örgütlenmesi ve işyerlerinde ajitasyon yapılmasından, daha çok Yiddiş okullarının oluşturduğu bir kültürel kurumlar ağının yaratılmasına ve yerel Yahudi seçimlerine katılıma kaydı.[31]
Elbette devrimci dalganın yenilgisinin ardından ajitasyon imkanlarını yeniden değerlendirmek bir gereklilikti ama Bund’un değişimi onu farklı bir siyasal rotaya soktu. Gerçekten de Bund neredeyse çökmesinin ardından 1911’de yeniden ortaya çıktığında, artık Menşeviklerin yakın bir müttefikiydi, Rus devrimci hareketinin sağına savrulmuştu.
Bund’un net bir strateji belirleyip bunun için mücadele eden ve bunu şartlara uyarlayan bir örgüt olmak yerine, sınıfın yükseliş ve geri çekilişlerinden etkilenen bir mağdur olma eğilimi, örgütün tarihi boyunca sürdü. Bu kısmen, örgütün ajitasyona yönelmesinin ardından gelişen ve işçi sınıfına önderlik etmeye çalışmak yerine onun davranışlarını açıklamaya yönelten işçici eğilimden kaynaklanıyordu. Bu durumun bir başka açıklaması da Bund’un işçi sınıfının belirli ve tecrit halinde –hem gönüllü hem de zorunlu bir tecrit– bir bölümüne odaklanmasının onun işçi hareketini bir bütün olarak değerlendirme yeteneğini sınırlamış olmasıydı.
Aslında Rus İmparatorluğu’ndaki bütün devrimci akımlar bir kriz ve tecrit dönemine girmişlerdi. Bolşevikler de bu eğilimden kaçamadı ama Lenin’in deyimiyle onların “örgütlü geri çekilmeleri” baskı ve krizin sıkıntılarıyla baş ederken aktif ve disiplinli bir çekirdeği korumalarını sağladı. Bolşevik yaklaşım iki temele dayanıyordu: ilki, yeni döneme uyum sağlamak için taktiklerin değiştirilmesi, ikincisi ise bu uyum sağlama ihtiyacını kabul etmeyi reddeden aşırı sol unsurların ihraç edilmesi. Lenin Bolşevikler’in siyasal varlıklarını koruyabilmelerinin tek nedeninin “devrimci lafebelerini, geri çekilmek gerektiğini ve nasıl geri çekilineceğini anlamak istemeyenleri acımasızca teşhir etmiş ve saflarından uzaklaştırmış olmaları” olduğunu anlatıyordu. Ona göre Bolşevikler “parlamentoların en gericisinde, sendikaların, kooperatiflerin ve benzeri örgütlerin en gericilerinde yasal olarak çalışmanın” gerekli olduğunu anlamışlardı.[32]
Bir Bund’dan iki Bund’a
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ve Polonya’nın Alman ordusu tarafından işgal edilmesinin Bund için iki sonucu oldu: İlk sonuç, Yerleşim Bölgesi’nin ve dolayısıyla Bund’un coğrafi olarak bölünmesi ve Rusya ile Polonya Bund’ları için farklı koşulların ortaya çıkmasıydı.
Savaş derinleştikçe ve Polonya’nın yakın bir zamanda yeniden Rus kontrolüne girmeyeceği netleştikçe, birleşik bir Bund’u örgütleme imkânı da ortadan kalktı. Bund’un merkez komitesi Varşova’ya yeni bir komite atadı ve bu komite 1914’deki atamanın hemen ardından fiilen Polonya Bund’unun yeni liderliği haline geldi.[33] Bölünme Aralık 1917’de resmileşti.
Alman işgalinin ikinci ve daha şaşırtıcı olan sonucuysa Alman işgalindeki Polonya’da siyasal alanın Yahudilere çok daha açık hale gelmesiydi. Gerçekten de antisemitist yasalar ve Çarlık imparatorluğunun kurumları ortadan kaldırıldı ve Alman standartları uygulanmaya başlandı. Böylece “Yahudi eğitim, kültür, siyasi, sosyal ve ekonomik kurumları mantar gibi türemeye başladı.”[34] Sonuç Polonya Bund’unun daha geniş bir siyasal özgürlüğe sahip olmasıydı. Örneğin Medem Alman işgal güçlerinden Polonya Bund’unun gazetesi Lebensfragn’ı bastırmak için izin alabildi.[35]
Polonya Bund’u devrimci dalganın yenilgisinden bu yana örgütsel olarak odaklandığı ve daha sonra Polonya’daki örgütlenmesinin belkemiğini oluşturacak olan alandaki çalışmalarını yoğunlaştırdı: Yiddiş eğitimi. Nathan Cohen açıklıyor:
Hükümetteki değişiklikler ve muazzam sayılara ulaşan mülteciler, yardımcı olmak isteyen örgütler ve kurumlara daha geniş bir eylem özgürlüğü sağladı ve böylece iki okul öncesi öğretmeni, özel gönüllü faaliyetler bahanesiyle Bronslav Groser’in anısına onun adının verildiği ilk çocuk evini açtılar.[36]
Bund’un Polonya’daki eğitim ağı genişlemeye devam edecekti ve bu ağ bugün Polonya Bund’unun en büyük başarılarından biri olarak kabul ediliyor. Alman egemenliği altındaki bu özgürleşmenin o dönemde Alman savaş propagandası tarafından da kullanıldığını belirtmek önem taşıyor. Almanlar Yahudi nüfusu kurtarmak için Polonya’yı işgal ettiklerini iddia ettiler, bu da Siyonistlerin Filistin’de kendilerini destekleyecek emperyal bir hami için ilgilerini Fransa ve Britanya’nın yanında Almanya’ya da yöneltmesine neden oldu.
Rusya Bund’u Rus işçi hareketinin bir parçası olarak Çarcı antisemitizme ve sömürüye karşı mücadele ederken, şimdi ayrı bir Polonya bölgesinde bulunan Polonya Bund’unun yeni şartlara uyum sağlaması gerekiyordu. Siyasal yumuşamayı kendisini ajitasyona vermek için değil, bir Yahudi kültürü, eğitimi ve sporları ağını geliştirmek için kullandı.
1917 Rus Devrimi patlak verdiğinde Bund böyle parçalı bir durumdaydı.
Devrimin evrenselleştirici çekimi
Savaşın Rusya’daki etkisi ikinci ve başarılı bir devrimi başlatmak oldu. Rus Devrimi’ni bu makalede hak ettiği ölçüde ele almak mümkün değil ama devrimin Rus İmparatorluğu’ndaki Yahudi işçiler üzerindeki etkisinden bahsetmeliyiz. Gerçekten de Çarlık düzenini ortadan kaldırıp Rusya’da işçi iktidarı için yeni imkânlar yaratan devrim aynı zamanda Frederick Engels’in “çağların pisliği” diye adlandırdıklarını da aşındırmaya başlamıştı. Her türlü kisve altındaki baskıya, hem mücadelenin deneyimi hem de Bolşeviklerin bilinçli rolüyle meydan okunuyordu.
Elbette Rus Devrimi’nin Yahudi işçiler için yarattığı cazibe onun Rusya’daki işçiler üzerinde bıraktığı genel etkinin bir parçası olarak anlaşılmalı. İşçi konseylerinin yaratılması, işyerlerinin ve mahallelerin yönetilmesine doğrudan dâhil olmak ve sömürüyle baskının olmadığı daha iyi bir gelecek vaadi yüz binlerce kişinin komünist gayeye bağlanmasını sağladı. Ama Rus İmparatorluğu’ndaki işçiler için bunlardan başka iki faktör de önemliydi. Bunlardan ilki Sovyet hükümetinin Çarlığın antisemitist yasalarını derhal iptal etmesiydi:
Devrim ulusal ayrımcılığın tüm biçimlerinin ilga edildiğini açıkladı; Sovyet hükümeti antisemitizme karşı etkili bir mücadeleye girişti, Yerleşim Bölgesi kaldırılarak Yahudilerin ülke topraklarının tamamında serbestçe dolaşıp yayılabilmelerini sağladı, tüm vatandaşların eşit olduğunun ilan edilmesi Yahudilere yeni yönetimin kapılarını açtı.[37]
Ekim Devrimi, Fransız Devrimi’nin vaatlerini gerçekleştirmenin mümkün olduğunu gösterdi, antisemitizmin kaçınılmaz olduğu, Yahudi ve Yahudi olmayan işçilerin ortak ihtiyaçlara ve amaçlara sahip olmadığı gibi fikirlere meydan okudu. Tabanı devrimin fırtınasına çekilen Bund da bu evrenselleştirici eğilimden etkilendi.
Bolşeviklerin çekiciliğini sağlayan ikinci faktör iç savaş sırasında ortaya çıktı. İmparatorluğun eski yöneticileri tarafından örgütlenen, Avrupalı ve Amerikalı güçler tarafından hem ekonomik hem de askeri olarak desteklenen Beyaz ordular devrimi ezmeye çalıştılar. Bunu yapmaya çalışırken kullandıkları yöntemlerden biri de Rus köylülüğünün eski gerici fikirlerini harekete geçirip ülkenin farklı yerlerinde pogromlar örgütlemekti.[38] Bolşevikler antisemitist pogromları, karşıdevrimci faaliyetle aynı şekilde değerlendirdiler ve pogromculara sıkıyönetim kanunlarını uyguladılar. Bu tutumları İmparatorluktaki Yahudi kitlelerin Bolşeviklere büyük bir saygı duymasını sağladı: “İç savaş sırasında ve iç savaşın sonunda sayısız Yahudi Komünist Partiye katıldı, onun yönetiminin saflarını doldurdu veya Kızıl Ordu’ya katıldı.”[39]
Bolşeviklerin İç Savaş sırasında Yahudi toplulukların korunmasında oynadığı rol İmparatorluktaki her Yahudi örgütünde meydana gelen bölünmeleri açıklar ve Bolşeviklerin özgürlüğün başarılı bir devrimin temel bir parçası olduğu konusundaki tutumunun daha iyi anlaşılmasını sağlar. Sayısız Yahudi işçi Bolşeviklerin saflarına katılmakla kalmadı, yeni katılanlar partinin örgütleri ve liderliği ile de iyi bir şekilde bütünleştiler. İç savaşın sonunda “Mart 1921’de yapılan Bolşevik Parti’nin 10. kongresinde 694 delegeden 94’ü Yahudi’ydi… Mart 1918’de seçilen Bolşevik Parti Merkez Komitesindeki 15 üyeden 5’i Yahudi’ydi.”[40]
Devrimin hemen ardından, yeni devletin tüm kademelerinde antisemitizme karşı girişilen mücadelenin yanı sıra, devrim yeni bir kültürel ve sosyal cephe daha açtı. Devlet düzeyinde bu çaba Yahudi devrimci kültürün teşvik edildiği bir merkez olan Yesvetika’nın açılmasında ifadesini buldu.
Bu devrimci canlanma büyük oranda Yiddiş merkezliydi ancak merkezin yayınlarında Rusça metinler ve Rusça’nın etkileri de görülebiliyordu.[41] Sovyet ülkesinde açılan sayısız yerel şube Yiddiş kültürüne, tiyatrosuna, edebiyatına ve şiirine hayat verdi ve yeni eğitim merkezleri açıldı.[42] Bolşevikler’i “Yahudilerin siyasal özgünlerini” önemsemedikleri için eleştiren Alain Brossat ve Sylvia Klingberg bile 1920’lerin başındaki Yahudi kültürel canlanmasından övgüyle söz eder:
Yine de 1920’lerde SSCB’de gerçekleşen Yahudi kültürel uyanışının gerçekliğini yadsımak zordur. Yahudi tiyatrosunun bu dönemde kaydettiği dikkate değer gelişme, yoğun ve bir örnek olmayan Yahudi edebiyat üretimi, Yahudi okullarının vb kurulması bu uyanışın kanıtları arasındadır. Bu kültürel canlanmayı, bu dönüşümü karakterize eden ise onun gerçek siyasal faktörlerin doğrudan bir sonucu olmasıdır.[43]
1920’lerin başında, Yahudilerin hayatında yaşanan siyasal özgürleşme ve kültürel canlanma ifadeleri, ezilen toplulukların kurtuluşunu sağlayan bir devrimin sonuçlarıydı.
Savaş Bund’u iki ayrı ulusal oluşumda bulunan iki ayrı parça halinde böldüğünden, devrim deneyimi Rusya Bund’unu tüm gücüyle etkilerken, onun Polonya’daki karşılığı devrimin yalnızca dalgalarını hissedebildi. Rusya’da çıkan fırtınanın devrimci rüzgârlarının bütün dünyaya yayıldığı doğru olsa da, bu yayılma her zaman dolambaçsız bir yol izlemedi.
Rusya
1905 Devrimi’nde olduğu gibi Bund bütün gücünü devrim için seferber etti. Onun militanlarının etkisi, örneğin Bund’un önde gelen üyelerinden Henryk Ehrlich’in belki de devrimin en güçlü organı olan Petrograd Sovyeti’nin yürütme kuruluna seçilmesinde görülebilir. Ancak Ekim ayında devrim siyasal bir devrimden sosyal bir devrime dönüşürken, Bund da ikiye bölündü.
Bund’un liderliği devrimin derinleşmesini “Bolşevik darbesi”[44] diye nitelendirerek kınadı. Aynı zamanda Rusya Bund’una üye kitleler kendilerini Bolşeviklerle özdeşleştirdiler ve onların devrimi ilerleten tek örgüt olduğunu kavradılar. Rusya Bund’unun büyük çoğunluğu 1918’de Bolşevikler tarafından kurulan Komünist Enternasyonal’in (Komintern) üyelik koşulları olan 21 şartın kabul edilmesi yönünde oy kullandı.[45] Daha sonra Rusya Bund’u Komünist Parti ile bütünleşti, bu ilk olarak Ukrayna’da 1918’de gerçekleşti. Bunun ardından eski Rus İmparatorluğunun pek çok yerinde yerel Komünist Parti ve Bund şubeleri birleşti.[46] 1921 yılında, hem Bund’un kendi içinde hem de Bolşeviklerle yürütülen ateşli tartışmaların ardından Rusya Bund’u kendisini tamamıyla feshetti.[47]
Bund devrimin ortasında kendini ikiye bölünmüş bulan tek Yahudi örgütü değildi. Poalei Zion adındaki sözüm ona Marksist-Siyonist örgütün de bir azınlığı ayrılarak Komintern’e katıldı.[48]
Bolşeviklerin pek çok eleştirmeni ve Bund’un pek çok tarihçisi -ayrıca hem Rusya hem de Polonya Bund’larının o dönemdeki liderliği- Rusya Bund’unun dağılmasını hem Yahudi hareketinin bir kaybı, hem de Bolşevik tiranlığının bir sonucu olarak gördüler. Hesaba katmadıkları ise Bund’un dağılmasının demokratik niteliğiydi. Devrim milyonlarca yeni olasılığın, çoğunluk tarafından çoğunluk için inşa edilen yeni bir toplumun kapılarını açmıştı. Antisemitizmle mücadele edecek olanın Yahudi işçiler olması gerektiğini anlatan teorisine rağmen Bund, kendisini Yahudi ve Yahudi olmayan işçilerin sömürüye ve baskıya karşı yan yana mücadele ettiği devrimci mücadelenin içinde bulmuştu. Bolşevikler antisemitizme karşı mücadelede, Bund’un en sağlam kadrolarıyla aynı kararlılığı paylaşıyordu. Yalnızca Yahudilerin antisemitizme karşı durabileceği ve yalnızca onların karşı durması gerektiği düşüncesi yerini Yahudi olmayan işçilerle ortak mücadeleye bıraktı. Sömürüye ve bir bütün olarak sisteme karşı mücadelede antisemitizm artık Yahudi olmayan herkesin, Yahudileri maruz bıraktığı bir sorun olarak değil sömürü yapıları tarafından yüceltilmiş ve tüm işçileri etkileyen bir sorun olarak görülüyordu.
Polonya
Devrimin etkilerinin daha dolaylı olduğu Polonya’da ise, onun sonuçları daha çelişkiliydi. Daha önce Rusya’da olan Bund’un eski liderliğinin Bund ve Bolşeviklerin birleşmesi üzerine Polonya’ya göç etmesi de bu sonuçların çelişkili niteliğini pekiştirdi. Örneğin Moskova ve Ukrayna’da önde gelen Bundçular olan Ehrlich ve Victor Alter Rusya’dan ayrıldılar ve Polonya Bund’unda liderlik rolü üstlendiler. Bund’un daha Bolşevik karşıtı olan unsurlarını temsil ediyorlardı ve örgütte önemli bir siyasi ağırlığa sahiplerdi.
Polonya Bund’u 21 şart konusundaki tartışmalarla kaynıyordu. Bu tartışmalar 1921 yılında artık var olan tek Bund olan, Polonya Bund’unun Danzig’de yapılan ikinci konferansında doruk noktasına ulaştı. Örgüt üç gruba ayrılmıştı: 21 şartın yalnızca 16’sını kabul etmeye hazır olanlar, 19 tanesini kabul edebilenler ve tümünü kabul edenler. Bund’un büyük bir çoğunluğuna en kabul edilmez gelen şartlar “her yeni grubun Komintern’i oybirliğiyle kabul etmesi talebiyle her grubun Üçüncü Enternasyonalle mutabık olmayan üyelerinden tamamen ve kesin olarak kurtulması”[49] şartlarıydı. Bunlar küçük anlaşmazlık gibi görünse de 21 şartın amacı ulusal sınırları aşan bir birlik yaratmak ve devrimin deneyimlerini genelleştirmek isteyen tüm devrimcileri bir araya toplamaktı. Bolşevikler pek çok Rus “devrimcinin” yaptığı gibi devrim derinleştiğinde ona karşı durabilecek olan partilerle ittifak kurmaktan kaçınmaya çalışıyorlardı.
Bund’daki komünist yanlısı azınlık konferansın ardından örgütten ayrıldı. İlk olarak Kombund yani Komünist Bund adını alırken, 1922’de Polonya Komünist Partisi ile birleşti.[50] Bund’dan ayrılanlar bir azınlıktı ama bazı bölgelerde gerçek bir güçleri vardı: Lodz’ta Bund üyelerinin yarısını Kombund’a kaptırdı.[51] Diğer iki grup Bund’un içinde kalmaya devam ettiler ama örgüt en az on yıl boyunca hayli bölünmüş bir halde kalacaktı.
Devrimin özgürleştirici rüzgârının etkisi uzaklık ve doğrudan deneyimin eksikliği nedeniyle azalmıştı. Polonya Bundçuları, Yahudi tikelciliğinden vazgeçemediler ve Polonya’daki komünistlerden ayrı olarak örgütlenmeye devam ettiler.
Yenilgiden reforma ve yeniden yenilgiye
Polonya’da 1920’ler Bund için zor zamanlardı. Yeni Polonya devleti ile sınırlı olan, tartışmalarla parçalanmış ve devrimci ideallerle reformist örgütlenme arasında sıkışan Bund tecrit olmuştu.
Bund farklı kültürel örgütlerden giderek büyüyen bir ağ oluşturdu ve doğrudan mücadeleden uzaklaştı. Spor grupları, tiyatro kumpanyaları ve akademiler, bir gençlik ve çocuk örgütü oluşturdu ve belki de en önemlisi tüm Polonya’daki Yiddiş işçi sınıfı eğitim ağını geliştirdi.
Bund’un örgütlenme odağının ikinci sırasında ise seçimler vardı. Bund yerel Yahudi seçimlerine ve Polonya Parlamentosu için yapılan işçi delegeleri seçimlerine katıldı. 1920’lerde seçimlerdeki kazanımları yoklukla mütevazılık arasında değişiyordu.
Bund 1920’lerde resmen reformist bir tutum almadı. Komintern üyeliğini reddettikten sonra Viyana Uluslararası Sosyalist Partiler Çalışma Birliği’ne ya da 2,5’uncu Enternasyonal’e katıldı. Bu, devrimci inançlarla işçi sınıfının özgürlüğü sağlama kabiliyetine olan güvensizlik arasına sıkışmış olan merkezci örgütlerden oluşan uluslararası bir gruplaşmaydı. Lenin’e göre bu gruplar devrimci hareketin genel uluslararası durumuna göre devrime veya reforma doğru çekilebilirlerdi. Diğer pek çok merkezci örgütlenme gibi Bund’un kaderi de yeniden yapılandırılmış bir İkinci Enternasyonal’in kollarına düşmek oldu. Yine de bu ateşli bir iç tartışma olmadan gerçekleşmedi.
Bu genelleşmiş yenilgi 1920’lerin başındaki devrimci dalga her yerde geri çekilirken gerçekleşti, buna Stalinizm’in yükseldiği Sovyetler Birliği de dâhildi. İşçilerin kitlesel eyleminin dünyayı aşağıdan değiştirme ihtimali giderek daha da azalıyormuş gibi gözüküyordu.
Stalin ve Hitler arasında: Savaş!
1930’larda hem Polonya’daki hem de dünyadaki genel durum çarpıcı bir şekilde değişti ve Bund’u yeniden eyleme geçmeye zorladı, ancak bu kez eylemin savunmacı bir yönü vardı.
Sovyetler Birliği’nde Stalin, iktidarını zorunlu kolektifleştirme, Beş Yıllık Planlar ve eski tüfek Bolşeviklere yönelik ilk tasfiyelerle güçlendirdi. Devrime önderlik edenler ve onun geleneğinin taşıyıcısı olanlar öldürüldü veya sürgün edildi. Sınırın diğer tarafında, Almanya’da ise Hitler’in ve Nazi Partisi’nin iktidara gelmesiyle Yahudi karşıtı yürüyüşler ve pogromlar hız kazandı. Bund’un bulunduğu Polonya’da da siyasal yelpaze “müşfik diktatör” Pilsudski’nin ölümün ardından hızla sağa kaydı ve bir Polonya faşizmi ihtimali giderek daha inandırıcı hale geldi.[52]
Bund yeniden harekete geçti. Morgnstern spor gruplarına dayanan öz savunma ekipleri oluşturdu ve genel grev çağrıları yaptı. Hem sosyalist PPS hem de Siyonistler bu çabayı bütün güçleriyle destekledi.
Sonraki yıl PPS ve Bund üniversitelerde Yahudi öğrencilere yapılan saldırılara karşı ortak kampanyalar düzenlediler, 1 Mayıs gösterilerinde birlikte yürüdüler, Varşova’da ortak öz savunma grupları kurdular, ortak bir gazete çıkardılar ve ortak sendika konferansları düzenlediler.[53] Tarihinde ikinci kez, çevresinde gelişen olaylar Bund’u Yahudi tikelciliğinden vazgeçmeye zorluyordu.
İkinci Dünya Savaşı çıkana kadar Bund’un üye sayısı artarak ikiye katlandı ve Bund Polonya’daki en büyük Yahudi örgütü olmayı sürdürdü. 1939’da 20.000 üyeye sahip olmakla övünüyordu.[54] Bund seçimlerdeki başarısını da arttırmıştı: “Yahudi belediye organlarının en büyüklerini kontrol ediyordu, içlerinde Varşova’nın da olduğu pek çok şehrin belediye meclisinde kesin bir çoğunluğa sahipti.”[55]
Bund’un seçimlerdeki başarısının, militan sendikacılığa ve antifaşizme yönelmesinin ardından gelmesi ironikti. Dünyaları başlarına yıkılıyormuş gibi hisseden Polonya’daki Yahudi işçilere örgütlenmenin ve savaşmanın mümkün olduğuna dair güven verdi. Onlar bu siyasal mesajı Nazi işgalinin en karanlık günlerinde bile korumayı başardılar.
Bozgun ve İmha
Maalesef hem Bund’un hem de PPS’in faaliyetindeki canlanma bu örgütlerden daha büyük güçler tarafından ezildi. 1939’da, Hitler-Stalin Anlaşmasının ardından hem Kızıl Ordu hem de Alman Ordusu Wehrmacht Polonya’yı işgal etti. İşgal altındaki Polonya’nın her iki yarısında da siyasal örgütlerin çoğunun liderliği tutuklandı, buna Bund liderleri de dâhildi. Rus tarafında Victor Alter ve Henryk Ehrlich ilk olarak “Britanya ajanı olmak” suçlamasıyla tutuklandılar daha sonra salınıp “Alman ajanı olmak” suçlamasıyla tekrar tutuklandılar. Ehrlich 1942’de idam edildi. Alter intihar etti.[56]
Alman tarafında işlenen suçlar daha iyi biliniyor: Yahudiler toplama kamplarında katledilmeden önce açlıktan öldükleri gettolara hapsedildiler. Tarihin daha az bilinen kısmı ise gettolardaki direniştir. Bund Polonya’daki pek çok gettoda bir yer altı basını, bir eğitim sistemi ve tiyatro grupları örgütledi. PPS ve Polonya Yeraltı direnişi ile işbirliği yaparak işgal güçlerine karşı saldırılar düzenlediler. En etkileyicisi diğer örgütlerle birlikte pek çok gettoda ayaklanmalar örgütledi. Varşova Gettosu Ayaklanması bunların arasından en çok bilinendir.
Yaklaşık 300.000 Yahudi ölüm kamplarına gönderildikten sonra Siyonist grupların geriye kalan üyeleri, Komünistler ve Bundçular bir araya geldiler ve Yahudi Mücadele Örgütü’nü kurdular. 1943 yılında birlikte hareket ederek yetersiz silahlanmış ve onlara kuşkuyla bakan Polonya direniş hareketinden edindikleri birkaç silahla, Almanların gettoyu tamamen temizlemeye çalıştıkları bir sırada ayaklanmayı başlattılar. İyi beslenen, iyi eğitilmiş ve ağır silahlarla donatılmış bir orduya karşı bir ay boyunca direndiler. Getto tamamen yok edilirken ayaklanma da en sonunda bastırıldı.[57]
Yerleşim Bölgesi’ndeki neredeyse tüm Yahudilerin ve onlarla birlikte dünyayı değiştirmek için mücadele eden Bund üyesi Yahudi işçilerin neredeyse tamamen yok edildiği o uzun gecede, Getto ayaklanması son bir umut ışığı, bir direniş aleviydi.
Savaşın ardından Bund da diğer tüm devrimci örgütler gibi iktidardaki Stalinist Polonya Birleşik İşçi Partisi’ne katılmaya zorlandı.[58] Yalnızca birkaç bin Bundçu hayatta kaldı, pek çoğu göç etti ve diğerleri ortadan kayboldu. Bund 1948 yılında Brüksel’de bir dünya Bundçular Konferansı çağrısı yaptı ve böylece hem birleşik bir dünya Yahudiliğini reddetme tutumundan hem de herkesin bulunduğu yerde, bulunduğu bölgedeki özgün şartlara göre örgütlenmesi zorunluluğundan vazgeçti. Sonunda İsrail devletini ve Siyonist devletteki Bund şubesini bile tanıdı. Bund Yahudilerin büyük kısmının yaşadığı umutsuzluğu paylaşıyordu. Onun militanları barış ve sığınacak yer arıyorlardı; bunun bedeli başka bir halkın toprağının istimlâk edilmesi olsa da.
Sonuç
Bund’un tarihi ilk olarak Yahudi tarihini yeniden yazan Siyonist tarihçilerin yazdıklarına bir düzeltme olması açısından önemli. Avrupa Yahudilerin tarihi, tarihin kurbanlarının veya kayıplarının tarihi değil. Aksine bu tarih baskının ve sömürünün olmadığı daha iyi bir dünya için mücadele eden, örgütlenen ve savaşan bir halkın tarihidir. Bund bu mücadelede önemli bir rol oynamış, özgürlük ve devrimin en önemli anlarında da, baskı ve imhanın en karanlık zamanlarında da yer almıştır.
Bund’un tarihi o zamandan beri pek çok dışlayıcı devrimci hareketin gösterdiği sonucu göstermiştir: ezilen işçi sınıfının öz örgütlülüğü kendi başına ileri bir adımdır, ancak bu adım nihai kurtuluşa ulaşma açısından bakıldığında sınırlı bir adım olma özelliğini korur. Gerçekten de Bund’un kurulması Yahudi işçilerin örgütlenip karşılaştıkları sömürüye ve ırkçılığa karşı mücadele edebileceği bir alan yarattı. Bu aynı zamanda bir bütün olarak devrimci hareket için ileri bir adımdı. Bund ajitasyon gazetesinden, tam zamanlı devrimcilere devrimci örgütün pek çok dayanağını oluşturdu. Sendikalar örgütledi ve ücretlerin arttırılması için mücadele etti.
Aynı zamanda Bund kendisini hem coğrafi hem de yapısal olarak sınırlandırılmış, herkese açık olmayan bir tabana otururken buldu. Bu münhasırlığın veya tikelciliğin Bund’un karşılaştığı baskıdan kaynaklandığını anlamak önem taşıyor. İlk başta bu bilinçli bir tercih değil, baskıcı bir sistemin egemenliğindeki hayatın bir gerçeğiydi. Bu durum Bund’u bir Yahudi işçi örgütü olmak zorunda bıraktı, temas ettiği işçilerin neredeyse tamamı Yahudi’ydi.
Yine de mücadelenin doruk noktasına ulaştığı anlarda –hem zaferde hem de yenilgide– tüm işçilerin birliği olmaksızın baskı ve sömürüye karşı zaferin imkânsız olduğu netlik kazandı. Son tahlilde baskı sömürüye ayrılmaz bir şekilde bağlıydı ve yalnızca sistemin tümüyle, tüm işçiler tarafından yıkılması bütün baskı biçimlerinin yok olmasını sağlayabilirdi. Bund teorik olarak bunu kavramış olmasına rağmen, pratikte bunun sonuçlarını hiçbir zaman tam anlamıyla kabul etmedi. Antisemitizmi sona erdirmenin yolu hiçbir zaman federal bir ulusal oluşum için mücadele eden ayrı örgütler olamaz. Yalnızca eylemde birlik, örgütte birlik, amaçlarda birlik temelinde hareket eden bir sınıfın diğerine karşı mücadelesi bunu yapabilir.
Devrimci dalganın zirvesinde Bund’un üyeleri de bu sonuca varmışlardı. Onları etkileyen yalnızca gözlerinin önünde kurulan yeni bir dünyanın ve sosyalizmin vaadinin yarattığı olağanüstü evrenselleştirici çekim değildi. Bolşevikler pratikte de hem işçi iktidarı için hem de antisemitizme karşı en kararlı şekilde savaşan grup olduklarını göstermişlerdi. Dolayısıyla Bundçuların Bolşeviklere katılmasının nedeni yalnızca nesnel koşullar değildi, Bolşeviklerin antisemitizmi yok etme konusundaki bilinçli çabası da Yahudi devrimcilerin Bolşevikler tarafından kazanılmasını sağlamıştı.
1920’lerden sonra devrimci hareketin yenilgiye uğraması, Bund’un da yenilgisi anlamına geliyordu. Onun yenilgisini hızlandıran, hem devrimci dalgayla ilişkilenmekteki kendine özgü başarısızlığı, hem de mahalle örgütlenmesine ve seçimlere odaklanmasıydı. Stalinizm tarafından silahsızlandırıldı ve Nazilerin imhasında katledildi.
Bund’un tarihi bir anlamda Doğu Avrupa’daki işçi hareketinin tarihidir ve genel işçi hareketini pek çok yönden yansıtır, hem zaferlerini hem de yenilgilerini. Bugün bu tarih bize başka bir dünya için mücadele edenleri hatırlatıyor. Bize Doğu Avrupalı Yahudilerin umutsuzluk ve yenilginin ortasında kurtuluşu Siyonizmde gördüklerini hatırlatıyor. Bize yüzyılın en karanlık anlarında gösterilen onurlu kahramanlığı hatırlatıyor ve en önemlisi, bir yüzyıl sonra bugün, baskıya ve sömürüye karşı mücadele dersleri sunuyor.
International Socialism Journal’ın (Uluslararası Sosyalizm Dergisi) 135.inci sayısında yayınlanmıştır.
Kaynaklar
Edelman, Marek, 1994, The Ghetto Fights (Bookmarks). [Varşova Gettosu Savaşıyor, İstanbul, Z Yayınları, 1994]
Brossat, Alain, and Sylvia Klingberg, 2009, Le Yiddishland Révolutionnaire (Syllepse).
Brumberg, Abraham, 1999, “Anniversaries in Conflict: on the Centenary of the Jewish Socialist Labour Bund”, Jewish Social Studies, new series, volume 5, number 3 (spring-summer), http://muse.jhu.edu/journals/jewish_social_studies/v005/5.3brumberg.html
Brumberg, Abraham, 2001, “The Bund: History of a Schism”, in Jacobs, 2001.
Cliff, Tony, 1986 [1975], Lenin: Building the Party 1893–1914 (Bookmarks). [Lenin 1: Partinin İnşası, İstanbul, Z Yayınları, 1994]
Cohen, Nathan, 2001, “The Bund’s Contribution to Yiddish Culture in Poland Between the Two World Wars”, in Jacobs, 2001.
Jacobs, Jack (ed), 2001, Jewish Politics in Eastern Europe: The Bund at 100 (Palgrave).
Kessler, Mario, 2001, “The Bund and the Labour Socialist International”, in Jacobs, 2001.
Kuhn, Rick, 2001, “The Jewish Social Democratic Party of Galicia and the Bund”, in Jacobs, 2001.
Lenin, VI, 1903, “Letter to the Organising Committees”, www.marxists.org/archive/lenin/works/1903/mar/31oc.htm
Lih, Lars, 2008, Lenin Rediscovered: What Is to Be Done? in Context (Haymarket).
Lih, Lars, 2011, Lenin (Reaktion).
Mendelsohn, Ezra, 1968, “Jewish and Christian Workers in the Russian Pale of Settlement”, Jewish Social Studies, volume 30, number 4 (October).
Minszeles, Henri, 2010, Le Movement Ouvrier Juif: Récit des Origines (Syllepse).
Pickhan, Gertrud, Vladimir Kossovsky, Yekusiel Portnoy and others, 2001, “The Role of Members of the Bund’s Founding Generation in the Interwar Polish Bund”, in Jacobs, 2001.
Pinson, Koppel, 1945, “Arkady Kremer, Vladimir Medem, and the Ideology of the Jewish ‘Bund’”, Jewish Social Studies, volume 7, number 3 (July).
Rose, John, 2004, The Myths of Zionism (Bookmarks).
Samus, Pawel, 2001, “The Bund Organisation in Lodz, 1898-1936”, in Jacobs, 2001.
Tobias, Henry, 1968, “The Bund and Lenin until 1903”, Russian Review, volume 20, number 4 (October).
Wrobel, Piotr, 2001, “From Conflict to Cooperation: the Bund and the Polish Socialist Party, 1897-1939”, in Jacobs, 2001.
Zimmerman, Joshua, 2001, “The influence of the “Polish Question” on the Bund’s National Programme, 1897-1905”, in Jacobs, 2001.
[1] Doğu Avrupa Yahudi Dili
[2] Rose, 2004, s. 98.
[3] Minszeles, 2010.
[4] Minszeles, 2010, s. 28.
[5] Minszeles, 2010, sf. 30-32.
[6] Minszeles, 2010, s. 43.
[7] Pinson, 1945, s. 236.
[8] Minszeles, 2010, s. 58.
[9] Minszeles, 2010, sf. 64-66; Brossat ve Klingberg, 2009, sf. 49-57.
[10] Minszeles, 2010, s. 43.
[11] Minszeles, 2010, s. 147.
[12] Medem, Aktaran Minszeles, 2010, s. 152.
[13] Brumberg, 1999, s. 197.
[14] Cohen, 2001, s. 120.
[15] Bund, Aktaran Pinson, 1945, s. 238.
[16] Mendelsohn, 1968, s. 245.
[17] Zimmerman, Aktaran Jacobs, 2001, s. 30.
[18] Zimmerman, Aktaran Jacobs, 2001, s. 34.
[19] Kuhn, Aktaran Jacobs, 2001, s. 148.
[20] Brossat ve Klingberg, 2009, sf. 42-43.
[21] Rose, 2004, s. 110.
[22] Tobias, Aktaran Jacobs, 2001, s. 356.
[23] Lenin, 1903.
[24] Lih, 2008, sf. 489-553.
[25] Lih, 2011, s. 81.
[26] 1906’da yapılan birlik konferansında Bund RSDİP’ye yeniden katıldı.
[27] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 158.
[28] Samus, Aktaran Jacobs, 2001, sf. 98-100.
[29] Kuhn, Aktaran Jacobs, 2001, s. 143.
[30] Samus, Aktaran Jacobs, 2001, s. 101.
[31] Pinson, 1945, s. 254.
[32] Lenin, Aktaran Cliff, 1986, s. 248.
[33] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, sf. 158-160.
[34] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 159.
[35] Cohen, Aktaran Jacobs, 2001, s. 118.
[36] Cohen, Aktaran Jacobs, 2001, s. 114.
[37] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 181.
[38] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 180.
[39] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 182.
[40] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 183.
[41] Brossat ve Klingberg, 2009, sf. 175-191.
[42] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 190.
[43] Brossat ve Klingberg, 2009, s. 189.
[44] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 160.
[45] Brumberg, Aktaran Jacobs, 2001, s. 81.
[46] Brossat ve Klingberg, 2009, sf. 36, 176-177.
[47] Brumberg, Aktaran Jacobs, 2001, s. 81.
[48] Kessler, Aktaran Jacobs, 2001, s. 187.
[49] Brumberg, Aktaran Jacobs, 2001, s. 81.
[50] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 160.
[51] Samus, Aktaran Jacobs, 2001, s. 104.
[52] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 135.
[53] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 207.
[54] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 166.
[55] Brumberg, 1999, s. 206.
[56] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 207.
[57] Edelman, 1994.
[58] Wrobel, Aktaran Jacobs, 2001, s. 167.
Avlaremoz’un resmi bir görüşü yoktur. Yayımlanan yazılar, yazı sahibinin kendi görüşleridir. Çok sesli bir platform olma amacı taşıyan Avlaremoz’da, nefret söylemi içermedikçe, farklı düşünceler kendisine yer bulmaktadır.
[…] Bund hakkındaki faydalı bir tartışma için bakınız: Englert, Sai, 2012, “The Rise and Fall of the Jewish Labour Bund”, International Socialism […]