Arşiv Makaleler

Kaybolmuş saklı çocuk Ariella – Reneta Sibel Yolak

1933’te 5 yaşında olan Ariella dadısıyla ve anne ve babasıyla Polonya’da yaşarken, Nazi ordularının Polonya’yı işgal etmesiyle hayatı tehlikeye giren çocuklardan biriydi. Dadısı Anna bir Hristiyandı ve vaftiz edilmişti. Yahudiler ‘in gettoda yaşaması emredildiği zaman Ariella’nın annesine “Lütfen bırakın çocuğunuza ben bakayım. Bari o yaşasın” diye teklifte bulundu. İlk anda buna red cevabı veren aile daha sonra olaylar oldukça kötü bir raddeye gelince kabul ettiler. Tek tesellileri Anna’nın çocuklarını çok sevmesi ve Ariella’nın “hayat kalma şansının” olacağıydı. Gettolar da yaşamak o kadar kolay değildi. Çünkü Yahudiler’in çalışmasına izin verilmediği için para kazanamayan Yahudiler fakirlik ve açlıkla karşı karşıyaydı. Bundan başka da bir gün Gestapo ve askerleri gettoyu boşaltma kararı alıp, tüm Yahudiler’i toplama kampına götürmeye gelmişlerdi. Karşı geleni insafsızca vurmaya başladılar. İşte o an Ariela’nın anne ve babası ne kadar doğru karar verdiklerini anlamışlardı.

Daha sonraki yıllar Naziler’in toplama kamplarında çalışma koşullarına dayanamamıştı annesi. Kalbi açlıktan ve soğuktan durmuştu. Babası ise tifodan ölmüştü. Tıpkı bir sürü dindaşları gibi…

Ariela küçüktü ama adını ve Yahudiler’in kutsal duası olan Şema Yisrael’i yaşı küçük olduğu halde ona öğretmişlerdi. Yıllar sonra adı değişmişti ama kulaklarındaki Şema Yisrael sesleri hiç değişmemişti. Yıllarca annesi ve babasının öz ebeveynleri olmadığını bilmeden büyüdü Ariella. Yıllar sonra bir arkadaşının düğününden önce düzenledikleri bir duaya ve etkinliğe ona eşlik etmek için bir havraya davet edildi. Önceleri fazla bir his yoktu içinde. Fakat bazı sesler ve duygular sanki çoook öncelerden bir yerden tanıdıktı. Merasim bitti. Ariella’nın içinde bir şeyler sanki onu kemiriyordu. Daha sonraki günler hep havraya gitmek istiyordu. Bu çok saçmaydı. O annesi Anna tarafından kliseye sadık bir fert olaak büyütülmiş bir çocuktu. Adı Maria idi ve adını annesi Anna’nın hep övündüğü ve bahsettiği kutsal azize izimlerinden almıştı. Bu ne saçmalıktı?

En iyi arkadaşı bir Yahudiydi üstelik. Aynı üniversitede okuyorlardı New York’ta.

Ariella hayatında ilk kez bir Yahudi ile tanışmıştı ve ilk kez bir Yahudi düğününe gidiyordu. Evde Katolik babasından hep Yahudiler’in kötü ve arkadaş olunmaması olan insanlar olduğunu duymuştu.Yael’i ilk tanıdığında içi ısınmıştı. Aynı bölümde okuyorlardı ve kısa sürede çok iyi anlaşmıştı. Yahudi olduğunu ise çok sonraları öğrenmişti. Yoksa babasının hep tembihlediği gibi bir Yahudi ile arkadaş olunur muydu? Asla!!!, Haşa!!!

Ariela arkadaşı Yaeli’n Yahudi olduğunu duyunca içinde büyük bir kızgınlık ve burukluk hissettti. Bu güzel kızla arkadaş olunca sanki tüm geçmişine, anne ve babasına ve büyüdüğü ilkelere haksızlık yapıyordu. Koca okulda bula bula bir Yahudi ile mi arkadaş olmuştu? Karar verdi. Artık bir daha asla bu kızla konuşmayacaktı. “Pis Yahudi ne olacak? ”En iyi arkadaşı, hem de Yahudi. Babasının Yahudiler’le zoru neydi? Acaba onlara ne yapmıştı bu Yahudiler? Çok mu tehlikeliydiler? Niye sevmiyorlardı onları? Oysa notları eksikken ona Yael vermemiş miydi? Ders çalışması gerekirken gezmiş tozmuş, son gün gene onu sınava Yael çalıştırmış, derste başarılı olmasını sağlamıştı. Onun sayesinde geçmişti. Ayrıca proje ödevinde de o yardım etmişti. Bir gün yemek yemeğe zaman bulamadığında gene Yael imdadına yetişmişti. Yemeğini onunla paylaşmamış mıydı? O kadar iyiliğini görmüştü. Arabasıyla evine bırakıyordu bazen. Sınıftaki arkadaşlarıyla da tanıştırmıştı. Hatta bir gün karşısına dikilen bir öğrenciye karşı onu korumamış mıydı?

Ariela yani Maria çok düşünceliydi. Kafası karmakarışık ve ne yapacağını düşünürken kararını verdi. O iyilik gördüğü yere küsemezdi. Yahudiler babasına ne yapmış olabilirlerdi?

Arkadaşlıkları günlerce devam etti. Hatta Ariella Yael’in Yahudi ve çok yakışıklı ağabeyine bile gönlünü kaptırdı. Michael sarı saçları ve parlak mavi gözleriyle düşlerindeki prensti. Üstelik çok nazikti. Günlerce çıktılar. En sonunda evlenmeye karar verdiklerinde bunu annesi Anna’ya nasıl söyleyeceğini bilemedi Ariella. Bir gün biletini aldı ve doğru haber vermeden evine gitti. Kimse geleceğini bilmiyordu. Kapıya hafifçe kulağını dayadı. Babası annesi Anna’ya, o Yahudiler’den aldığın kızın seni aramıyor. Adını değiştirdik. İyi ki de bir koyu Katolik olarak büyüttük” sözlerini duyunca kulaklarına inanamadı. Demek onun annesi ve babası bir Yahudi idi.

Hiçbir şey duymamış gibi içeri girdi ve annesine sarıldı. Babası evden gidince iyice annesinin ağzını aradı ve tüm gerçekleri öğrendi. O Holokost’u hiç yaşamamış ama anne ve babasını kaybetmiş bir Yahudi çocuktu. Kendisi yaşasın diye onu Anna’ya vermişlerdi. O kadar sevindi ki… Artık kendisi gibi bir Yahudi olan Michael ile evlenebilirdi. Hatta Yahudilik hakkında öğreneceği çok şey vardı. Hemen Michael’e hikâyesini anlatacaktı. Hatta üvey babası olan adamdan izin bile almayacaktı. Ne mutlu ki ona gerçek özünü bulmuştu. O bir Yahudiydi ve geçmişinden asla utanmazdı. Üstelik üvey babasının söylediği gibi Yahudiler kötü ve pis değildi. Hayatının aşkı bir Yahudiydi. Hem de onun dininden…

Ariella New York’a döndüğünde anne ve babasının Yahudi olduğunu Michael’e anlattı. Üstelik Michael onu Hristiyanken bile kabul etmişti. Birlikte anne ve babasını araştırdılar.

Ariella ve Michael bir yıl sonra evlendiler. Asıl adının Ariella olduğunu öğrenerek hemen mâhkemeye başvuran Ariella gerçek adına kavuştu. Ayrıca isteyerek Yahudiliği ve kurallarını da öğrendi. Doğan ilk kızına annesinin adı olan Sara adını verdiler. Dadısı Anna’dan herşeyi öğrenen Ariella artık hem mutlu hem huzurluydu. Artık çocukları da Yahudi olarak büyüyecekti. Hem de savaş görmeden, gerçek anne ve babasıyla… Hikâyesini anlatan, herkesle paylaşan Ariella, kulağında çınlayan “Şema Yisrael” duasını her gün büyük bir mutlulukla söylemeye başladı. Artık hep ona anlatılanlara inandığı için de üzüntü duyuyordu. Yahudiler hep yanlış tanıtılıyordu. Yıllar önce çeyrek Yahudi kanı taşıyan bir sapık ruhlu hasta adam ve robot şeklinden kan döken Nazi ordusu, onun anne, babası ve akrabalarını katletmişti. Ariella öyküsünü her fırsatta anlattı. Michael’i tanımasaydım, evime haber vermeden gitmeseydim şimdi haksız yere Yahudiler’den nefret eden bir Maria olacak ve asla özümü bulamayacaktım. En önemlisi “Şema duasını” duyduğum o ilk andaki duygularıma bir anlam veremeyecektim. Yüce Tanrı’ya şükürler olsun. Ben bir Yahudi olarak doğdum ve yaşatılmam için dadıma verildim.”dedi. Leah ve Ariella yıllarca hem iyi arkadaş hem de akraba oldular. Kötü başlayan öykü mutlu sonla bitmişti. Gerçek anne ve babası o, Holokost’u yaşamasın diye onun hayatını kurtarmışlardı.


Reneta Sibel Yolak’ın “NAZİLER’İN GÖLGESİNDE ÇÖLDE AÇAN ÇİÇEKLER”

adlı kitabından alınmıştır. Kitapta 2. Dünya Savaşında yaşanan gerçek ve trajedik yaşam öykülerinden oluşuyor.

 Yazarın kitap için yazmış olduğu tanıtım metni şu şekildedir:

2.Dünya Savaşında Suçsuz Yere Katledilen İnsanların Anısına…

“Her hayat bir öyküdür ve her öykü bir hayattır. Geçmişe dönüp bu hayatları incelediğimizde hem ders çıkarır hem de karanlıkta kalan her insanın öyküsünü öğreniriz. Gün ışığına çıkan her öykü bir öğretmendir. Gün ışına çıkan her öykü bir mucizedir. Gün ışığına çıkan her öykü bir insanı anlatır. İşte bu öyküler sayesinde insan yaşananları öğrenir ve unutmaz. İnsan yüce Tanrı’nın kendisi için ne gibi mucizelere gerçekleştireceğini ve kendisi için saklanan mutluluğu önceden bilemez. İşte burada ümit her insanın içinde saklı bulunan bir kuştur. “Senin herşeye yeten bir Rabbin varken umudunu yitirme. Allah bir kapıyı açarsa hiçbir güç o kapıyı kapatamaz” sözlerine inanın. Kitabın adı “ Naziler’in gölgesinde çölde açan çiçekler. Neden kitabıma bu ismi verdim? Normal şartlarda çölde çiçek açmaz. Hiç çölde bulundunuz mu? O kadar kurak ve ıssız kumların içinde. Ben bulundum. Bir çölde çiçek açması imkânsızdır. Çölde çiçek açar mı? ” dediğinizi duyar gibiyim. Eğer yüce Tanrı isterse çölde de çiçekler açabilir. Kurak ve sussuz bir çölde çiçek yetişmesi nasıl zor bir mucize ise, Holokost yıllarında bir Yahudi’nin toplama kampından kurtulması veya hayatta kalması da bir mucizedir. Her Holokost kurtulanı da çölde açan bir çiçektir. İşte size çölde bile açan çiçeklerin hikâyeleri. UNUTMA VE UNUTTURMA!”

“Hangi çiçek diğerini “sarı açtı” diye ayıplar. Hangi kuş diğerine “farklı ötünce” yasak koyar. Derisinden, dilinden, ırkından, dininden dolayı öldürülüyor insanlar. Ah insanlar. Herşeyi bulup, kendini bulamayanlar…

Charles Bukowski