Kaynak: NYTimes, David Wolpe (@RabbiWolpe Los Angeles’ta bulunan Sinai Temple’ın rabisi olup “David: The Divided Heart” kitabının yazarıdır.)
Çeviren: Betsy Penso
Bu Pesah Yahudi hayaletlerin toprağı İspanya’dayım. İspanya bir zamanlar Yahudi dininin ve şiirinin serpildiği bir yerdi. Şimdi ise ihmal edilen bölgeler ve terk edilmiş sinagoglarla dolu. Artık 50.000’den az Yahudi burada.
Her ne kadar İspanya’nın tarihi kendine has olsa da, anahatlarıyla üzücü bir şekilde tanıdık. Yahudi olarak dünyanın neresine seyahet ederseniz edin, bu tur genellikle bir kaybediş turu oluyor. Benim yaptığım tur bu: Birkaç aydır uzatmalı olarak Asya’da, Orta Doğu’da ve şimdi de Avrupa’da Yahudi hayatlarından kanıtlar aramakla geçiriyorum. Gezdiğim her ülke, ister Budist, ister Hindu, Müslüman, Hristiyan veya komünist olsun, bir zamanlar yeşeren bir Yahudi nüfusunun izlerini taşıyor.
Birkaç ender istisna dışında, ayakta kalmış üç çeşit sinagog tipi var. Tarihini taş bir kemer üzerinde Yahudi yıldızının soluk bir kalıntısıyla fısıldayan ve artık cami, kilise veya mağaza olarak kullanılanlar mevcut. Artık kullanımda olmayan ve azalan Yahudi toplumu veya devlet tarafından muhafaza edilen ve artık kullanılmayan, bir zamanlar var olduğunun anıtı olarak duran tarihi sinagoglar var. Ve bir de hala kullanılan ancak bir avuç yaşlı ve kendilerinden sonra kimsenin gelmeyeceğinin bilincinde olan insan tarafından önemsenen sinagoglar var.
Doğu Avrupa’dakiler gibi, pek çok boş bina, 2. Dünya Savaşı’nda gerçekleşen toplu katliamların sessiz hatırlatıcıları. Polonya ve Litvanya’daki sinagoglar bir gün dolmuş ve ertesi gün boşaltılmıştı. Diğerleri, zulüm, ekonomik mahrumiyet veya kültürel izolasyon gibi sebeplerle toplumlarının tamamının İsrail veya Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiklerini yansıtıyor. Ve bazıları, çok daha kalabalık bir kültür içerisinde kademeli olarak azalması ve azınlıkların yavaşça solmasıyla yutulmalarını temsil ediyor. Karışık evlilikler, içine çekme, ilgisizlik: modern yok oluşun üçlüsü.
Mart başında İstanbul’daki Aşkenaz sinagogunun sabah duasında, Tora’yı benim okumamı rica ettiler, çünkü başka kimse nasıl okunduğunu bilmiyordu. Duayı yöneten kişi ise seneler önce ölen bir rabi yerine orada bulunuyordu. Yangon, Myanmar’da ülkenin tek ayakta kalan sinagogu Cumartesi sabahı açıktı. İçeri girip kendi başıma yarım saat otururken, meraklı turistlerin sinagogu dolaşmasını, telefonlarıyla fotoğraf çekip daha sonra ayrılmalarını izledim. Sonunda Çinli bir kadın beni farketti ve şaşkınlığımı anlatarak “Minyan olmadığını” söyledi. Dua okumak için yeterli sayıda insan yoktu. Hiçbir zaman gelmeyecek Yahudiler’i bekliyordum.
Ülke üzerine ülke dolaşırken bir zamanlar kalabalıkla kaynayan ibadethanelerde tek başıma oturarak Ağıtlar kitabının ilk cümlesini hatırlıyordum: “Bir zamanlar insanlarla dolu şehir, nasıl tek başına durur! Nasıl bir zamanlar harika olan bir dul gibi!” Bu satırlar her sene Yeruşalayim’deki Bet-Amikdaş’ın yıkılışının anıldığı Tişa BeAv’da okunur. Merak ediyorum, Yahudiler bu sözleri ne sıklıkla söylediler ve içlerinde oturdukları kendi sinagogları için de çok kısa süre içerisinde uygun olacağını fark ettiler?
Los Angeles’ta gittiğim sinagogda her Şabat sabahı, 700’e yakın kişi bir araya gelerek kutlama yapıyor ve şarkı söylüyor. Seslerinde İran’da, Rusya’da, Polonya’da ve başka yerde bulunan ama çok yakında bulunmayacak toplumlarının gittikleri sinagoglarının boşluğu yankılanıyor. Benim cemaatimin bireylerinin büyükanneleri ve büyükbabaları dünya çapında bir koroydular.
Seneler önce Amerikalı bir rabi bana Pruzhany, Belarus’ta ünlü bilgin ve felsefeci Joseph Soloveitchik’in çocukluğunda öğretmeni olduğunu söyleyen yaşlı bir adamla tanıştığını söylemişti. Rabi ona “Biriyle bu kadar uzakta tanışmanın şaşkınlık verici olduğunu” söylemişti. Yaşlı adam ise üzülerek: “Bu kadar uzak değildi. Burası çok yakın bir yerdi eskiden.” diyerek cevap vermişti.
Eskiden yakın olan yerlerde, cemaatler yerine artık sadece kapıcılar var. Sinagogları dini sebeple ziyaret edenler yok, sadece turistler var. Dualar yok, sadece resimler var. İbranice’de sinagog Tanrı’nın evi değil toplanma evi anlamına gelmektedir. Ama buralarda toplanacak kimse kalmamış.
Yahudilerin İsrail ve Amerika’da filizlenmeleri sık sık anlatılan gurur verici bir hikayedir. Yahudilerin Holokost’ta yok oluşları ise daha bile sık anlatılan, anılan ve yası tutulan trajik bir hikayedir. Ama ayrıca, bir çocuğun büyük şehre veya başka bir ülkeye gitmesiyle veya basitçe umursamamasıyla, bir zamanlar dünya çapındaki büyük cemaatlerin kayarak gitmesi, antik ve dağınık insanlarca oluşturulmuş binlerce kültür mirasının yok olması söz konusu.
Ve yine de, Yahudi filozof Simon Rawidowicz bir yazısını “Yahudiler, Asla Ölmeyen İnsanlar” olarak adlandırmıştı. Her jenerasyonun kendisinin son olduğunu düşündüğünü yazmıştı. Gezilerimde, üzüntünün şart ancak umutsuzluğun günah olduğunu anladım. İspanya hayaletlerin toprağı olabilir ancak Pesah Seder’ini beraber kutlamak için Yahudileri bulmak da zor olmadı.
İspanya’da arayanlar için Sederler olacak, ve eski Sovyetler Birliğinde de yeni Yahudi yaz kampları ve okullar olacak. Budapeşte’de Joint Distribution Committee ile gezerken, Yahudi miraslarını ergenliklerinde ve yirmili yaşlarında Naziler ve komünistlerden kurtulmayı başaran büyükanne ve büyükbabaları ölürken öğrenen gençler ile tanıştım. Gerçekten kim olduklarını öğrenmek konusunda oldukça arzuluydular. İsveç’te genç Yahudilere ders verdim. Ve Avrupa boyunca, yeniden dirilen antisemitizmin arasında olmalarına rağmen, kaybolan geçmişlerinin tazminini arzulayan gururlu Yahudiler mevcut.
Yahudi tarihi boyunca “ner tamid,” sonsuz ışık sönmüştü. Ama o da tekrar yakıldı. Tüm o boş sinagoglar bekliyor; tüm o açılmamış kitaplar ve söylenmemiş sözler anlamlarını koruyorlar. Biz alevlendiren insanlarız.
Cuma akşamı, Seder ayini dünyanın bir zamanlar unutulmuş tüm köşelerinde tekrar yer bulacak. Kapılar uzun süre kapalı kaldıktan sonra yeniden Eliyahu için açılacak. Ve yeni gelenler, hayaletlerin yanında oturarak hikayeyi bir kere daha anlatacaklar.
Kaynak: NYTimes, David Wolpe (@RabbiWolpe Los Angeles’ta bulunan Sinai Temple’ın rabisi olup “David: The Divided Heart” kitabının yazarıdır.)
Çeviren: Betsy Penso
Bu Pesah Yahudi hayaletlerin toprağı İspanya’dayım. İspanya bir zamanlar Yahudi dininin ve şiirinin serpildiği bir yerdi. Şimdi ise ihmal edilen bölgeler ve terk edilmiş sinagoglarla dolu. Artık 50.000’den az Yahudi burada.
Her ne kadar İspanya’nın tarihi kendine has olsa da, anahatlarıyla üzücü bir şekilde tanıdık. Yahudi olarak dünyanın neresine seyahet ederseniz edin, bu tur genellikle bir kaybediş turu oluyor. Benim yaptığım tur bu: Birkaç aydır uzatmalı olarak Asya’da, Orta Doğu’da ve şimdi de Avrupa’da Yahudi hayatlarından kanıtlar aramakla geçiriyorum. Gezdiğim her ülke, ister Budist, ister Hindu, Müslüman, Hristiyan veya komünist olsun, bir zamanlar yeşeren bir Yahudi nüfusunun izlerini taşıyor.
Birkaç ender istisna dışında, ayakta kalmış üç çeşit sinagog tipi var. Tarihini taş bir kemer üzerinde Yahudi yıldızının soluk bir kalıntısıyla fısıldayan ve artık cami, kilise veya mağaza olarak kullanılanlar mevcut. Artık kullanımda olmayan ve azalan Yahudi toplumu veya devlet tarafından muhafaza edilen ve artık kullanılmayan, bir zamanlar var olduğunun anıtı olarak duran tarihi sinagoglar var. Ve bir de hala kullanılan ancak bir avuç yaşlı ve kendilerinden sonra kimsenin gelmeyeceğinin bilincinde olan insan tarafından önemsenen sinagoglar var.
Doğu Avrupa’dakiler gibi, pek çok boş bina, 2. Dünya Savaşı’nda gerçekleşen toplu katliamların sessiz hatırlatıcıları. Polonya ve Litvanya’daki sinagoglar bir gün dolmuş ve ertesi gün boşaltılmıştı. Diğerleri, zulüm, ekonomik mahrumiyet veya kültürel izolasyon gibi sebeplerle toplumlarının tamamının İsrail veya Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiklerini yansıtıyor. Ve bazıları, çok daha kalabalık bir kültür içerisinde kademeli olarak azalması ve azınlıkların yavaşça solmasıyla yutulmalarını temsil ediyor. Karışık evlilikler, içine çekme, ilgisizlik: modern yok oluşun üçlüsü.
Mart başında İstanbul’daki Aşkenaz sinagogunun sabah duasında, Tora’yı benim okumamı rica ettiler, çünkü başka kimse nasıl okunduğunu bilmiyordu. Duayı yöneten kişi ise seneler önce ölen bir rabi yerine orada bulunuyordu. Yangon, Myanmar’da ülkenin tek ayakta kalan sinagogu Cumartesi sabahı açıktı. İçeri girip kendi başıma yarım saat otururken, meraklı turistlerin sinagogu dolaşmasını, telefonlarıyla fotoğraf çekip daha sonra ayrılmalarını izledim. Sonunda Çinli bir kadın beni farketti ve şaşkınlığımı anlatarak “Minyan olmadığını” söyledi. Dua okumak için yeterli sayıda insan yoktu. Hiçbir zaman gelmeyecek Yahudiler’i bekliyordum.
Ülke üzerine ülke dolaşırken bir zamanlar kalabalıkla kaynayan ibadethanelerde tek başıma oturarak Ağıtlar kitabının ilk cümlesini hatırlıyordum: “Bir zamanlar insanlarla dolu şehir, nasıl tek başına durur! Nasıl bir zamanlar harika olan bir dul gibi!” Bu satırlar her sene Yeruşalayim’deki Bet-Amikdaş’ın yıkılışının anıldığı Tişa BeAv’da okunur. Merak ediyorum, Yahudiler bu sözleri ne sıklıkla söylediler ve içlerinde oturdukları kendi sinagogları için de çok kısa süre içerisinde uygun olacağını fark ettiler?
Los Angeles’ta gittiğim sinagogda her Şabat sabahı, 700’e yakın kişi bir araya gelerek kutlama yapıyor ve şarkı söylüyor. Seslerinde İran’da, Rusya’da, Polonya’da ve başka yerde bulunan ama çok yakında bulunmayacak toplumlarının gittikleri sinagoglarının boşluğu yankılanıyor. Benim cemaatimin bireylerinin büyükanneleri ve büyükbabaları dünya çapında bir koroydular.
Seneler önce Amerikalı bir rabi bana Pruzhany, Belarus’ta ünlü bilgin ve felsefeci Joseph Soloveitchik’in çocukluğunda öğretmeni olduğunu söyleyen yaşlı bir adamla tanıştığını söylemişti. Rabi ona “Biriyle bu kadar uzakta tanışmanın şaşkınlık verici olduğunu” söylemişti. Yaşlı adam ise üzülerek: “Bu kadar uzak değildi. Burası çok yakın bir yerdi eskiden.” diyerek cevap vermişti.
Eskiden yakın olan yerlerde, cemaatler yerine artık sadece kapıcılar var. Sinagogları dini sebeple ziyaret edenler yok, sadece turistler var. Dualar yok, sadece resimler var. İbranice’de sinagog Tanrı’nın evi değil toplanma evi anlamına gelmektedir. Ama buralarda toplanacak kimse kalmamış.
Yahudilerin İsrail ve Amerika’da filizlenmeleri sık sık anlatılan gurur verici bir hikayedir. Yahudilerin Holokost’ta yok oluşları ise daha bile sık anlatılan, anılan ve yası tutulan trajik bir hikayedir. Ama ayrıca, bir çocuğun büyük şehre veya başka bir ülkeye gitmesiyle veya basitçe umursamamasıyla, bir zamanlar dünya çapındaki büyük cemaatlerin kayarak gitmesi, antik ve dağınık insanlarca oluşturulmuş binlerce kültür mirasının yok olması söz konusu.
Ve yine de, Yahudi filozof Simon Rawidowicz bir yazısını “Yahudiler, Asla Ölmeyen İnsanlar” olarak adlandırmıştı. Her jenerasyonun kendisinin son olduğunu düşündüğünü yazmıştı. Gezilerimde, üzüntünün şart ancak umutsuzluğun günah olduğunu anladım. İspanya hayaletlerin toprağı olabilir ancak Pesah Seder’ini beraber kutlamak için Yahudileri bulmak da zor olmadı.
İspanya’da arayanlar için Sederler olacak, ve eski Sovyetler Birliğinde de yeni Yahudi yaz kampları ve okullar olacak. Budapeşte’de Joint Distribution Committee ile gezerken, Yahudi miraslarını ergenliklerinde ve yirmili yaşlarında Naziler ve komünistlerden kurtulmayı başaran büyükanne ve büyükbabaları ölürken öğrenen gençler ile tanıştım. Gerçekten kim olduklarını öğrenmek konusunda oldukça arzuluydular. İsveç’te genç Yahudilere ders verdim. Ve Avrupa boyunca, yeniden dirilen antisemitizmin arasında olmalarına rağmen, kaybolan geçmişlerinin tazminini arzulayan gururlu Yahudiler mevcut.
Yahudi tarihi boyunca “ner tamid,” sonsuz ışık sönmüştü. Ama o da tekrar yakıldı. Tüm o boş sinagoglar bekliyor; tüm o açılmamış kitaplar ve söylenmemiş sözler anlamlarını koruyorlar. Biz alevlendiren insanlarız.
Cuma akşamı, Seder ayini dünyanın bir zamanlar unutulmuş tüm köşelerinde tekrar yer bulacak. Kapılar uzun süre kapalı kaldıktan sonra yeniden Eliyahu için açılacak. Ve yeni gelenler, hayaletlerin yanında oturarak hikayeyi bir kere daha anlatacaklar.
Paylaş: