Terezin, 18. yüzyılın sonlarına doğru iki nehrin arasına kurulmuş bir kale şehirdir. O zamanlar Habsburg yönetime bağlı olan Bohemya bölgesinin şehri Terezin, I. Dünya Savaşında da hapishane olarak kullanıldı. Savaş esirleri ve politik suçlular bu şehirde tutsak edildi. Tabii zamanla bölgede yerleşim birimleri de oluşmuştu. Nazi istilası başladıktan sonra, Prag’a bir saat uzaklıkta olan bu Çek kenti kendi nüfusundan arındırılıp ve yerine Nazilerce dahiyane bir fikir olan “güzelleme” kampı kuruldu. Daha çok transit kamp işlevi gören bu toplama kampına ilk başta Bohemya ve Moravya bölgesinden (Çek Cumhuriyeti’nden) Yahudiler getirildi, ardından da Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka, Slovakya ve Macaristan’dan gelen Yahudiler…
Auschwitz, Birkenau kamplarınından ve Schindler Fabrikası’ndan sonraki Holokost tarihi ziyaretimi buraya gerçekleştirdim ve yine birbirine hiç benzemeyen, bambaşka duygular yaşadım. Her şeyden önce burada gaz odaları yok; aksine kocaman sayılabilecek tiyatro salonları, müzikal salonları ve resim atölyeleri var.
Aynı zamanda kamp içerisindeki Magdeburg Kışlasının önemli bir özelliği vardı. Bu kışla, “Yahudi özyönetiminin” farklı bölümlerinin ofislerini ve hatta Getto’nun önde gelen mülk sahiplerinin de dairelerini barındırıyordu. Burada kültürel etkinlikler, kutsal hizmetler veriliyordu. Getto Müzesi olarak gezilen mekan aslında yukarıda da bahsettiğim güzelleme, yani gerçeğin çarpıtılmış haliyle, getto mahkumlarının kültür hayatını olabildiğince “doğru” sunulmasına yönelik hazırlanmış.
1941-1945 yılları arası Avrupa’nın birçok yerinden gelen birçoğu sanatçı ve aktivist olan mahkumlar, öleceklerini bile bile burada sanatlarını icra ettiler. Kimileri beste yapmış, kimileri şarkı yazmış, müzikle ilgili olanlar kendi orkestrasını oluşturup ortak çalışmalar düzenlemiş ve düzenli olarak konserler vermiş. Resim yapabilenler, resim atölyeleri kurmuş, gerek birbirlerinin portrelerini çizmiş, gerek bireysel çalışma yapmışlar, gerekse yaşadıklarını alanı resmetmişler. Mesela su sorunu yaşayan kışlanın, hijyen probleminden ölen insanların tablosunu resmetmişler. Mesela elektrik problemi yaşayan kışlada çalışan Yahudi doktorların, mum ışığında, hastaları nasıl tedavi etmeye çalıştığını resmetmişler. Mesela, tren yolu yapmaya çalışan Yahudilerin ne şartlarda, nasıl çalıştıklarını resmetmişler…
Yani aslında bir bakıma, aktivizmden şaşmayıp sistemin içinden, bilakis sistemin bir parçası olarak, ölümün yakınlığına rağmen, karşı çıkmaya devam etmişler. Yapılan besteler de keza öyle. Bir beste yapıldığında veya bir şarkı yazıldığında, kurmuş oldukları komite, içeriği değerlendirip aşırıya kaçıp kaçmayacaklarına beraber karar vererek müzik yapıyorlar ki içlerinden biri o an infaz edilmesin diye… Müzik odasının duvarlarında, kışlada çalınamayan şarkıların notaları sergilenmekte.
Çocuk tiyatrosu için kurulan ekibin fotoğrafları bulunuyor duvarlarda, Gogol’ün, Sheakespear’in oyunlarının afişleri yapılmış farklı dillerde, renk renk. Çocuklar için inşa edilen okulun duvarları çocukların çizdiği resimlerle dolu. Resimlerin altlarında çocukların tek tek isimleri ve öldükleri tarih yazmakta. Kurtulan çok az çocuk var, onların da resimlerini görebiliyorsunuz Terezin’de. “Bu resmin sahibi kurtulabilmiş mi acaba?” diyerek derin bir nefes aldıktan sonra alttaki bilgiyi okuyorsunuz.
Kampa gittiğinizde 30 dakikalık propaganda filmini izlemek mümkün. Alman-Yahudi aktör Kurt Gerron’dan Naziler tarafından öldürülmeyeceği garanti edilerek bir kampın ne kadar yaşanabilir olduğunu anlatan bir propaganda filmi çekmesi isteniyor. Film çekiliyor ve filmin ardından orada bulunan herkes Auschwitz’e gönderiliyor. Kurt Gerron da 1944’te hayatını orada kaybedenlerden biri oluyor.
Sürgüne yollandılar, aileleri paramparça edildi, yarının ne olacağını bilmeden yaşadılar ve üretkenliklerini, umutlarını, yaşama azimlerini hiç kaybetmediler. Bu “güzelleme” kampı, güzel olabilme başarısını, Nazilerin propaganda çabalarına değil, içindeki gerçek “güzel” insanlara borçlu.
Fotoğraflar: Dilâ Özer
Terezin, 18. yüzyılın sonlarına doğru iki nehrin arasına kurulmuş bir kale şehirdir. O zamanlar Habsburg yönetime bağlı olan Bohemya bölgesinin şehri Terezin, I. Dünya Savaşında da hapishane olarak kullanıldı. Savaş esirleri ve politik suçlular bu şehirde tutsak edildi. Tabii zamanla bölgede yerleşim birimleri de oluşmuştu. Nazi istilası başladıktan sonra, Prag’a bir saat uzaklıkta olan bu Çek kenti kendi nüfusundan arındırılıp ve yerine Nazilerce dahiyane bir fikir olan “güzelleme” kampı kuruldu. Daha çok transit kamp işlevi gören bu toplama kampına ilk başta Bohemya ve Moravya bölgesinden (Çek Cumhuriyeti’nden) Yahudiler getirildi, ardından da Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka, Slovakya ve Macaristan’dan gelen Yahudiler…
Auschwitz, Birkenau kamplarınından ve Schindler Fabrikası’ndan sonraki Holokost tarihi ziyaretimi buraya gerçekleştirdim ve yine birbirine hiç benzemeyen, bambaşka duygular yaşadım. Her şeyden önce burada gaz odaları yok; aksine kocaman sayılabilecek tiyatro salonları, müzikal salonları ve resim atölyeleri var.
Aynı zamanda kamp içerisindeki Magdeburg Kışlasının önemli bir özelliği vardı. Bu kışla, “Yahudi özyönetiminin” farklı bölümlerinin ofislerini ve hatta Getto’nun önde gelen mülk sahiplerinin de dairelerini barındırıyordu. Burada kültürel etkinlikler, kutsal hizmetler veriliyordu. Getto Müzesi olarak gezilen mekan aslında yukarıda da bahsettiğim güzelleme, yani gerçeğin çarpıtılmış haliyle, getto mahkumlarının kültür hayatını olabildiğince “doğru” sunulmasına yönelik hazırlanmış.
1941-1945 yılları arası Avrupa’nın birçok yerinden gelen birçoğu sanatçı ve aktivist olan mahkumlar, öleceklerini bile bile burada sanatlarını icra ettiler. Kimileri beste yapmış, kimileri şarkı yazmış, müzikle ilgili olanlar kendi orkestrasını oluşturup ortak çalışmalar düzenlemiş ve düzenli olarak konserler vermiş. Resim yapabilenler, resim atölyeleri kurmuş, gerek birbirlerinin portrelerini çizmiş, gerek bireysel çalışma yapmışlar, gerekse yaşadıklarını alanı resmetmişler. Mesela su sorunu yaşayan kışlanın, hijyen probleminden ölen insanların tablosunu resmetmişler. Mesela elektrik problemi yaşayan kışlada çalışan Yahudi doktorların, mum ışığında, hastaları nasıl tedavi etmeye çalıştığını resmetmişler. Mesela, tren yolu yapmaya çalışan Yahudilerin ne şartlarda, nasıl çalıştıklarını resmetmişler…
Yani aslında bir bakıma, aktivizmden şaşmayıp sistemin içinden, bilakis sistemin bir parçası olarak, ölümün yakınlığına rağmen, karşı çıkmaya devam etmişler. Yapılan besteler de keza öyle. Bir beste yapıldığında veya bir şarkı yazıldığında, kurmuş oldukları komite, içeriği değerlendirip aşırıya kaçıp kaçmayacaklarına beraber karar vererek müzik yapıyorlar ki içlerinden biri o an infaz edilmesin diye… Müzik odasının duvarlarında, kışlada çalınamayan şarkıların notaları sergilenmekte.
Çocuk tiyatrosu için kurulan ekibin fotoğrafları bulunuyor duvarlarda, Gogol’ün, Sheakespear’in oyunlarının afişleri yapılmış farklı dillerde, renk renk. Çocuklar için inşa edilen okulun duvarları çocukların çizdiği resimlerle dolu. Resimlerin altlarında çocukların tek tek isimleri ve öldükleri tarih yazmakta. Kurtulan çok az çocuk var, onların da resimlerini görebiliyorsunuz Terezin’de. “Bu resmin sahibi kurtulabilmiş mi acaba?” diyerek derin bir nefes aldıktan sonra alttaki bilgiyi okuyorsunuz.
Kampa gittiğinizde 30 dakikalık propaganda filmini izlemek mümkün. Alman-Yahudi aktör Kurt Gerron’dan Naziler tarafından öldürülmeyeceği garanti edilerek bir kampın ne kadar yaşanabilir olduğunu anlatan bir propaganda filmi çekmesi isteniyor. Film çekiliyor ve filmin ardından orada bulunan herkes Auschwitz’e gönderiliyor. Kurt Gerron da 1944’te hayatını orada kaybedenlerden biri oluyor.
Sürgüne yollandılar, aileleri paramparça edildi, yarının ne olacağını bilmeden yaşadılar ve üretkenliklerini, umutlarını, yaşama azimlerini hiç kaybetmediler. Bu “güzelleme” kampı, güzel olabilme başarısını, Nazilerin propaganda çabalarına değil, içindeki gerçek “güzel” insanlara borçlu.
Fotoğraflar: Dilâ Özer
Paylaş: