Çocukluğu İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi dönemi Almanya’sında geçen insanlar o döneme dair neler hatırlıyor?
“Bir gün Berlin’deki küçük Wilhelmsaue gölüne gitmiştim. Suyun üzerinde yüzü suya batmış bir kadın cesedi, eteği şişmiş bir halde, rüzgar esintisiyle gölde yüzüyordu…”
1937’de Dortmund’da doğan Brigitte savaşa dair bir anısını böyle anlatıyor. Bölük pörçük, hala canlı ve çözümlenmemiş çocukluk anıları bunlar.
‘Savaş Çocukları’ (Kriegskinder) Frederike Helwig’in fotoğrafları ile Anna Waak’ın bir araya getirdiği anılardan oluşuyor. Fotoğraflar, bu anıların sahibi olan kişilerin şimdiki hallerini gösteriyor. Anılar ise bir çocuğun göz filtresinden geçirdiği, kimi kısmı yavan, kimi şoke edici ayrıntılar içeriyor. Ölü bir adamın ağzına doldurulan çakıl taşlarının çıkardığı ses, yıkılmış bir evin balkonundaki iki domates fidesi gibi…
“Bu konuya duygusal yönleriyle yaklaştım, tarihsel veya istatistiki açıdan değil,” diyor Helwig. “Rakamlar, olup bitenler hepimizin büyürken duyduğu, bildiği şeyler. Ama bundaki sorun, bu olayları gerçekleştirenlerin hep ‘başkaları’ gibi gösterilmesi. Biz ise bütün bunların birçok Alman ailesinde yaşandığını ve nasıl olup da yaşandığını göstermeye çalışıyoruz.”
1939 doğumlu Niklas Frank’ın babası Polonya’da Nazi valisiydi. İnsan hakları avukatı Philippe Sands ile Avrupa’yı dolaşıp My Nazi Legacy: What Our Fathers Did (Nazi Geçmişim: Babalarımızın Yaptıkları) adlı belgeselde çocukluğundan anılarını anlatmıştı.
Kitapta anlattığı anısı ise annesi ve dadısı ile gittiği bir alışveriş gezisine dair. “Krakow gettosunda arabayla gidiyoruz. Annem burada kürk ve şallarını kendi belirlediği bir fiyat üzerinden satın alırdı. Ben Mercedes’in arkasında oturuyorum. Dadım Hilde yanımda, önde şoförün yanında ise annem oturuyor… İnsanlar üzüntülü görünüyor. Benden büyük bir çocuğa dil çıkartıyorum. Sırtını dönüp gidiyor. Zafer kazanmışçasına gülüyorum. Hilde sessizce beni çekip koltuğa oturtuyor.”
Çocuk kafasıyla ölüm tanımı
Helwig’e göre “Anlattıkları şeyler ilginç, ama anlatmadıkları da”. Çoğu tanık, ölümü bir çocuk kafasıyla anladıkları biçimde tanımlıyor.
“Bir gün Berlin’deki evimizin önünde asılmış bir adam gördük. Bir Alman. Savaştan kaçmak için yıkık bir binaya saklanmıştı. Sokak lambasına astılar onu,” diye anlatıyor 1936 doğumlu Werner. “Ölünce ipini kestiler. Orada günlerce yattı, ağzı açık bir halde. Biz çocuklar da ağzına çakıl taşı doldurduk.
“Sonra cesedinin gömülmek üzere diğerleriyle birlikte bir kamyona konmasını izledik. Yemek için eve döndüğümde mısır ezmesi vardı; ama giysileri parçalanmış, kemikleri fırlamış cesetler gözümün önünden gitmiyor, midem bulanıyordu.”
1939 doğumlu Gisela ise şunları hatırlıyordu: “Günlerdir evimizin önünden insanlar geçiyordu. Radyodan Silesia’nın boşaltılması gerektiğini duyunca biz de doğuya doğru gidenlere katıldık. Her akşam hava karardığında yolun boşaltılması, insanların uyuyacak bir yer bulması gerekiyordu.
“Bir akşam çok sayıda kedisi olan bir kadının evinde kaldık. Oturmuş akşam yemeği yerken kediler oradan oraya koşmaya başladı. Kadın bizi evden çıkarıp eski bir madene soktu. Siren çalmaya başladı. Madene girenlerin sayısı artıyor, kimi düşüyor, kimi ezilerek ölüyordu. Kediler bizi uyarıp hayatımızı kurtarmıştı.”
Büyük ikilem
Kitabın önsözünü, dedesi Nazi savaş suçlusu olan ve ‘The Long Shadow of the Past: Descendants Face their Nazi Family History’ (Geçmişin Gölgesinde: Nazi Ailesiyle Yüzleşen Torunlar) adlı kitabın yazarı Alexandra Senfft yazmış.
“Hava bombardımanlarını, sığınakları, etraflarındaki yetişkinlerin korku dolu yüzlerini, ölü ve yararlıları, asılanları, intihar edenleri, bombalanan evleri, yıkıntıları hatırlıyor çoğu… Kimi net, kimi bulanık bir şekilde… Kaçışmalarını hatırlıyorlar… ‘Rusları’; açlıklarını hala hissediyor, Amerikan askerlerinin verdiği çikolatanın tadını hatırlıyorlar.”
“Bir insanın anne veya babasının suç işlemiş olduğunu kabul etmek ve bu duyguyu onlara karşı duyulan sevgi ile bir arada hissetmek büyük bir ikileme ve dayanılmaz bir gerilime neden olur” diyor Senfft. “Gizlenen suç sonraki kuşak üzerinde öyle bir ağırlık yaratır ki bu duruma anlam veremezler. Seven ve sevilen bir baba aynı zamanda nasıl katil olabilir?”
“Az sayıda insan, suç işleyen kişi ile sevgi duyulan anne-babayı birbirinden ayırt edip entegre etmeyi, onları yan yana koymayı başarabiliyor. Ama çoğunluk ya olup bitenleri inkar ediyor ya da ailesiyle bağları koparıyor.” Savaştan bu yana bir kuşak geçmiş olsa da olup bitenler aile dinamiklerinde yaşamaya devam ediyor.
“Savaş Çocuklarının kabullenemediği şeyler biz torunlara aktarılmış oldu… Torunlar o olayları kendileri yaşamamış olsalar da ailenin anılarının taşıyıcısı oluyor” diyor Senfft.
Tarihle gelen sorumluluk
Helwig çocuk sahibi olduğunda bunun farkına varmıştı. “Çocuklarımıza bu tarihi ve onunla gelen sorumluluğu nasıl öğreteceğimiz konusunda arkadaşlarımla konuşurken kitap fikri çıktı ortaya” diyor.
“Yaşıtlarımla konuşurken, ebeveynlerimizin zaman zaman savaş döneminde büyüdüklerini gösteren tuhaf davranışlar sergilediklerini fark ettik.”
“Her Alman Yahudi Soykırımını bilir, bu konuda eğitim aldık. Ama tam olarak neler yaşandığı ve dedelerimizin bu sırada neler yaptıkları konusu Alman ailelerinde hala tabudur, konuşulmaz.”
Helwig, Nazi Almanya’sından çocukluk anılarını portrelerle birleştirip “duygusal bir süreç başlatmayı ve bu yolla daha fazla soru sorulması için merak uyandırmayı ve samimi konuşmaların gerçekleşmesini”, bu şekilde kuşaklar arası diyaloğu teşvik etmeyi umut ediyor.
Kitap İsrailli psikolog Dan Bar-On’dan bir alıntı ile sonlanıyor. “Şiddetli çatışmalar toplumda sessizlik alanları yaratır. Suç işleyenlerin yaptıkları ve sorumlulukları gizlenir. Bu şekilde kurbanların acıları ve olup bitenlere seyirci kalanların rolü de gizlenmiş olur… Bu sessizlik genellikle gelecek kuşağa da aktarılır.”
Senfft bu kolektif sessizliğin daha geniş grupları nasıl sardığını anlatıyor önsözde. “Araştırmalar travma ve büyük streslerin, halledilmemiş sorunların kuşaktan kuşağa geçebileceğini gösteriyor… Aydınlığa kavuşmamış, bireysel ve aile olarak halledilmemiş şeyler topluma ve politikaya sızıyor.”
Kaynak: BBC Türkçe
Yazar: Fiona Macdonald
Çocukluğu İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi dönemi Almanya’sında geçen insanlar o döneme dair neler hatırlıyor?
“Bir gün Berlin’deki küçük Wilhelmsaue gölüne gitmiştim. Suyun üzerinde yüzü suya batmış bir kadın cesedi, eteği şişmiş bir halde, rüzgar esintisiyle gölde yüzüyordu…”
1937’de Dortmund’da doğan Brigitte savaşa dair bir anısını böyle anlatıyor. Bölük pörçük, hala canlı ve çözümlenmemiş çocukluk anıları bunlar.
‘Savaş Çocukları’ (Kriegskinder) Frederike Helwig’in fotoğrafları ile Anna Waak’ın bir araya getirdiği anılardan oluşuyor. Fotoğraflar, bu anıların sahibi olan kişilerin şimdiki hallerini gösteriyor. Anılar ise bir çocuğun göz filtresinden geçirdiği, kimi kısmı yavan, kimi şoke edici ayrıntılar içeriyor. Ölü bir adamın ağzına doldurulan çakıl taşlarının çıkardığı ses, yıkılmış bir evin balkonundaki iki domates fidesi gibi…
“Bu konuya duygusal yönleriyle yaklaştım, tarihsel veya istatistiki açıdan değil,” diyor Helwig. “Rakamlar, olup bitenler hepimizin büyürken duyduğu, bildiği şeyler. Ama bundaki sorun, bu olayları gerçekleştirenlerin hep ‘başkaları’ gibi gösterilmesi. Biz ise bütün bunların birçok Alman ailesinde yaşandığını ve nasıl olup da yaşandığını göstermeye çalışıyoruz.”
1939 doğumlu Niklas Frank’ın babası Polonya’da Nazi valisiydi. İnsan hakları avukatı Philippe Sands ile Avrupa’yı dolaşıp My Nazi Legacy: What Our Fathers Did (Nazi Geçmişim: Babalarımızın Yaptıkları) adlı belgeselde çocukluğundan anılarını anlatmıştı.
Kitapta anlattığı anısı ise annesi ve dadısı ile gittiği bir alışveriş gezisine dair. “Krakow gettosunda arabayla gidiyoruz. Annem burada kürk ve şallarını kendi belirlediği bir fiyat üzerinden satın alırdı. Ben Mercedes’in arkasında oturuyorum. Dadım Hilde yanımda, önde şoförün yanında ise annem oturuyor… İnsanlar üzüntülü görünüyor. Benden büyük bir çocuğa dil çıkartıyorum. Sırtını dönüp gidiyor. Zafer kazanmışçasına gülüyorum. Hilde sessizce beni çekip koltuğa oturtuyor.”
Çocuk kafasıyla ölüm tanımı
Helwig’e göre “Anlattıkları şeyler ilginç, ama anlatmadıkları da”. Çoğu tanık, ölümü bir çocuk kafasıyla anladıkları biçimde tanımlıyor.
“Bir gün Berlin’deki evimizin önünde asılmış bir adam gördük. Bir Alman. Savaştan kaçmak için yıkık bir binaya saklanmıştı. Sokak lambasına astılar onu,” diye anlatıyor 1936 doğumlu Werner. “Ölünce ipini kestiler. Orada günlerce yattı, ağzı açık bir halde. Biz çocuklar da ağzına çakıl taşı doldurduk.
“Sonra cesedinin gömülmek üzere diğerleriyle birlikte bir kamyona konmasını izledik. Yemek için eve döndüğümde mısır ezmesi vardı; ama giysileri parçalanmış, kemikleri fırlamış cesetler gözümün önünden gitmiyor, midem bulanıyordu.”
1939 doğumlu Gisela ise şunları hatırlıyordu: “Günlerdir evimizin önünden insanlar geçiyordu. Radyodan Silesia’nın boşaltılması gerektiğini duyunca biz de doğuya doğru gidenlere katıldık. Her akşam hava karardığında yolun boşaltılması, insanların uyuyacak bir yer bulması gerekiyordu.
“Bir akşam çok sayıda kedisi olan bir kadının evinde kaldık. Oturmuş akşam yemeği yerken kediler oradan oraya koşmaya başladı. Kadın bizi evden çıkarıp eski bir madene soktu. Siren çalmaya başladı. Madene girenlerin sayısı artıyor, kimi düşüyor, kimi ezilerek ölüyordu. Kediler bizi uyarıp hayatımızı kurtarmıştı.”
Büyük ikilem
Kitabın önsözünü, dedesi Nazi savaş suçlusu olan ve ‘The Long Shadow of the Past: Descendants Face their Nazi Family History’ (Geçmişin Gölgesinde: Nazi Ailesiyle Yüzleşen Torunlar) adlı kitabın yazarı Alexandra Senfft yazmış.
“Hava bombardımanlarını, sığınakları, etraflarındaki yetişkinlerin korku dolu yüzlerini, ölü ve yararlıları, asılanları, intihar edenleri, bombalanan evleri, yıkıntıları hatırlıyor çoğu… Kimi net, kimi bulanık bir şekilde… Kaçışmalarını hatırlıyorlar… ‘Rusları’; açlıklarını hala hissediyor, Amerikan askerlerinin verdiği çikolatanın tadını hatırlıyorlar.”
“Bir insanın anne veya babasının suç işlemiş olduğunu kabul etmek ve bu duyguyu onlara karşı duyulan sevgi ile bir arada hissetmek büyük bir ikileme ve dayanılmaz bir gerilime neden olur” diyor Senfft. “Gizlenen suç sonraki kuşak üzerinde öyle bir ağırlık yaratır ki bu duruma anlam veremezler. Seven ve sevilen bir baba aynı zamanda nasıl katil olabilir?”
“Az sayıda insan, suç işleyen kişi ile sevgi duyulan anne-babayı birbirinden ayırt edip entegre etmeyi, onları yan yana koymayı başarabiliyor. Ama çoğunluk ya olup bitenleri inkar ediyor ya da ailesiyle bağları koparıyor.” Savaştan bu yana bir kuşak geçmiş olsa da olup bitenler aile dinamiklerinde yaşamaya devam ediyor.
“Savaş Çocuklarının kabullenemediği şeyler biz torunlara aktarılmış oldu… Torunlar o olayları kendileri yaşamamış olsalar da ailenin anılarının taşıyıcısı oluyor” diyor Senfft.
Tarihle gelen sorumluluk
Helwig çocuk sahibi olduğunda bunun farkına varmıştı. “Çocuklarımıza bu tarihi ve onunla gelen sorumluluğu nasıl öğreteceğimiz konusunda arkadaşlarımla konuşurken kitap fikri çıktı ortaya” diyor.
“Yaşıtlarımla konuşurken, ebeveynlerimizin zaman zaman savaş döneminde büyüdüklerini gösteren tuhaf davranışlar sergilediklerini fark ettik.”
“Her Alman Yahudi Soykırımını bilir, bu konuda eğitim aldık. Ama tam olarak neler yaşandığı ve dedelerimizin bu sırada neler yaptıkları konusu Alman ailelerinde hala tabudur, konuşulmaz.”
Helwig, Nazi Almanya’sından çocukluk anılarını portrelerle birleştirip “duygusal bir süreç başlatmayı ve bu yolla daha fazla soru sorulması için merak uyandırmayı ve samimi konuşmaların gerçekleşmesini”, bu şekilde kuşaklar arası diyaloğu teşvik etmeyi umut ediyor.
Kitap İsrailli psikolog Dan Bar-On’dan bir alıntı ile sonlanıyor. “Şiddetli çatışmalar toplumda sessizlik alanları yaratır. Suç işleyenlerin yaptıkları ve sorumlulukları gizlenir. Bu şekilde kurbanların acıları ve olup bitenlere seyirci kalanların rolü de gizlenmiş olur… Bu sessizlik genellikle gelecek kuşağa da aktarılır.”
Senfft bu kolektif sessizliğin daha geniş grupları nasıl sardığını anlatıyor önsözde. “Araştırmalar travma ve büyük streslerin, halledilmemiş sorunların kuşaktan kuşağa geçebileceğini gösteriyor… Aydınlığa kavuşmamış, bireysel ve aile olarak halledilmemiş şeyler topluma ve politikaya sızıyor.”
Paylaş: