Arşiv Göze Çarpanlar

Osmanlı’da ilk kadın terzileri ve ilk modacılar

Kaynak: karar.com

Yazan: Ürün Dirier

“Osmanlı Hanımları ve Kadın Terzileri” kitabının yazarı tarihçi Yard. Doç. Dr. Yavuz Selim Karakışla, Osmanlı’nın ilk modacılarını Karar.com’a anlattı. Gayr-i müslimlerin başlattığı moda, daha sonraları Müslüman Türk terzilerin piyasaya girmesi ile bir nevi “Milli Mücadele”ye dönüştü!

Osmanlı’da evde ve elde yapılmış kaba giysiler giymek yerine, ‘ısmarlama elbise’ giyebile­cek kadar varlıklı olan kibarlar zümresi, nüfusun yalnızca küçük bir azınlığını oluştu­ruyordu. Bu kişiler için, giydikleri elbisenin hangi kumaştan yapıldığı kadar, kimin elinden çık­mış olduğu da önemliydi. Bugünün ‘marka saplantısı’na denk düşen bu eski Osmanlı adeti, günü­müzde çok uluslu firmaların tü­keticileri tavlamak için kullandık­ları renkli ve ayırt edici etiketlerin atası olan terzi etiketlerinin kulla­nılmasına da yol açmıştı.

İşte bu ‘etiket merakı’ nedeniyledir ki, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki terziler de kendi aralarında çeşitli kategorilere bölünmüşler ve üret­tikleri ürünlerin kalitesi kadar, ya­rattıkları ‘ambiance’ ve yaptıkları isim ile orantılı olarak sınıflandırılır olmuşlardı. Kadınlar bir araya geldikle­rinde artık kumaştan, dantelden, terziden başka bir şey konuşamaz hale gelmiş, hasetli olanlar ise bir­birlerinden kumaşçılarını ve terzile­rini bile gizler olmuştu.

İstanbul modası Avrupa’yı da etkiledi

Paris ve Londra’dan esen moda rüz­garları, şehrin özellikle Pera civarındaki Avrupai bölgesine yerleşmiş olan yabancı asıllı ve azınlık terzileri kanalıyla İstanbul’a ulaştığından, Osmanlı hanımları da bunları tercih etmekteydi. Yirminci yüzyı­la girilirken, İstanbul’da çalışan ka­dın terzilerinin tamamı Hristiyan ve­ya Musevi kökenli olan bu ‘Frenk terzileri’nden oluşmaktaydı.

Abdülhamid devrinde Rum ve Er­meni cemaatlerinin kızlar için açtıkları sanat okulları kısa zamanda so­nuç vermişti; bu okullardan çıkan terzi kızlar, İstanbul’u kısa zamanda İslam dünyasının kadın moda mer­kezi haline getirdi. Şam’dan ge­tirilen ipekli kumaşlar İstanbul’da açılan terzihane ve atölyelerde elbise olarak dikiliyor ve özellikle İslam aleminin kadın giyim kuşam modasında İstanbul büyük ün yapmaya başlıyordu. Avrupalı kadınlar bile bu modanın etkisi al­tında kalmaya başlamışlardı.

‘Modistre’ adı da verilen bu ‘Frenk terzileri,’ İstanbul’un moda piyasasına kayıtsız şartsız hakimdi. Özetle, İstanbul’da özellikle yüksek tabaka­dan gelen kadın müşterilere hitap eden bir terzi sektörü vardı ve bu sektör tamamı yabancı asıllı veya azınlıklara mensup olan Hrisanti, Zoveiçe, Katyana, Kleante gibi ‘Frenk terzileri’nin kontrolündeydi.

İslam terzihanesi girişimleri

Müslüman türk terzilere gelince, çeşitli dönemlerde Osmanlı kadın dergileri etrafında gelişmiş üç ‘İslam terzihanesi’ girişiminden bahsedebiliriz. Hanımlara Mahsus Gazete’nin Terzihanesi (1895), Şişli’de Kız Sokağı’nda 18 Numerolu Hane (1901) ve Kadınlar Dünyası Dergisi’nin Terzi Evi (1913).

1913 yılında Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nden ayrılan Behire Hakkı Hanım, Divan-ı Umumiye civarında, Çiftesaraylar Caddesi, Numero 21’de bir Biçki Yur­du terzihanesini kurdu. Yalnızca Biçki Yurdu’na gelen siparişleri dikmekle yetinmeyip, kendisine başvuran kadınlara biçki ve dikiş öğretmeye de başladı.

İkinci yılında 60 öğrenci almayı planlayan Biçki Yurdu, bir aralık Kadıköy ve Üsküdar’da şubeler açabi­lecek kadar başarı kazanmıştı. Biçki Yurdu’nun kurucusu Behire Hakkı Hanım da başarılarından dolayı Sanayi Madalyası ve Maarif Nişanı ile ödüllendirilmişti. Türk Kadınları Biçki Yurdu, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçilirken varlığını sür­dürmeyi başarmış, 1930’lu yılların ortalarına kadar da kapsamlı faali­yetlerini devam ettirmiştir.

1919 yılına gelindiğinde, Kadıköy’de bazı ‘Türk ve İslam hanımlarının elbirli­ği ederek açtıkları bir başka terziha­ne ile karşılaşıyoruz. Hadisat gazetesi “Hanımlarımızın Teşebbüsü” başlıklı haberini şöyle duyuruyor:

Hanımlarımızın son zamanlarda teşebbüsât-ı nâfıada (bayındırlık girişimlerinde) bulundukları ma’lûmdur. Son zamânlarda Kadıköy’de rıhtım bo­yunda bir terzihâne küşâd edilmişdir (açılmıştır). Türk ve İslâm hanımlarının bu sûretle bir araya toplanarak bu gibi teşebbüsâta (girişimlere) girişme­ğe başlamaları bize büyük ümidler veriyor. Bu yeni teşebbüsde muvaffaki­yet (başarı) temennî eyleriz.

Bu terzihane açma girişimini bir açı­dan Müslüman Türk kadınlarının kolektif bir yatırımı olarak değer­lendirmek de mümkündür.

Bir diğer Müslüman Türk kadın ter­zihanesi girişimi de, Aşıkbabazade Nureddin Bey önderliğinde “bazı mâhir ve san’atkâr hanımlar tara­fından” 15 Haziran 1919 günü Babıali Caddesi üzerinde Sultan Mektebi Sokak’ta kurulmuş olan İstanbul Ha­nımlar Terzihanesi’dir. İstanbul Ha­nımlar Terzihanesi de kendisini şu sözlerle tanıtmakta:

Memleketimizin en mükemmel ve en müterakkî (modern) hanımlarına mahsûs yegâne terzihânesidir. Mâhir ve san’atkâr hanımlar tarafından her nev’i kostüm, tayyörler, işlemeli ve işlemesiz çarşaflar, gelinlikler, tuva­letler, bluzlar, mantolar, yeldirmeler, maşlahlar, roblar, eteklikler, cihâz (çeyiz) takımları ve çocuk elbiseleri metîn (dayanıklı) ve zarîf ve kat’iyyen her yerden ehven (uygun) olarak topdan ve parakende i’mâl olunur. Atölyemize Avrupa’dan sûret-i mahsûsada celb edilen (özel olarak getirtilen) modeller her hafta muntazaman vürûd etmektedir (varmaktadır).

Örneklerden de anlaşıldığı gibi, Ha­nımlara Mahsus Gazete’nin Terzihanesi (1895), N. Sabiha Hanım’ın İslam Terzihanesi teşebbüsü (1901) ve Kadınlar Dünyası Dergisi’nin Terzi Evi (1913) girişiminin karşı kar­şıya kaldığı ilgisizlik sonucu birer birer kapanmış olmaları, Müslüman Osmanlı hanımlarının terzilikle ge­çinme çabalarına son vermeye yetmemişti. Zaman geçtikçe, genellik­le kısa ömürlü olmakla birlikte, bu gibi girişimler tekrar tekrar kendile­rini göstermeye devam etti.

Feministler milli modayı başlattı

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda giderek güç ka­zanmaya başlayan milliyetçilik akı­mı, “yerli malı kullanalım,” “yerli işgücünden faydalanalım,” “milli moda yaratalım,” gibi pek çok milliyet­çi ve devletçi toplumsal siyaset eği­limini de beraberinde getirmişti. Batının özellikle giyim konusundaki ekonomik ve kültürel hegemonyası­nı biraz olsun kırabilmek ve Müslü­man Osmanlı kadınlarının yerli üre­tim kumaşları, yine kendileri gibi Müslüman Osmanlı kadınlardan oluşan ‘İslam terzileri’ne diktirme­lerini sağlayabilmek için, milliyetçi ve feminist Osmanlı kadın örgütleri bir ‘milli moda’ yaratmak girişimin­de bile bulunmuşlardı.

Osmanlı toplumunda milliyetçi bilinç yerleştikçe, İngiliz kumaşlarının ve ‘Frenk terzileri’nin modası da hızla geçiyordu. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve diğer müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorlu­ğu ile yapılan ikili anlaşmalar sonu­cunda, 1917 yılında Avusturya’nın Brun kentindeki sanayi mektebinde okumak üzere gönderilmiş olan Osmanlı talebelerinden birisi olan A. Vasıf Bey, yurda dönüşünden sonra ‘mensucat ve boyacılık mütehassısı’ sıfatıyla yazdığı ki­tabının önsözüne şöyle başlıyordu:

“Sırtındaki elbiseyi yapmaktan aciz ve yaşamsal yaşamsal gereksinimlerini yurtdışından sağlamaya mecbur kalan bir millet, başkalarının esaretine mahkumiyetten kurtulamaz.”

A. Vasıf Bey, bu görüşünde kesinlikle çok haklıydı. Ancak büyük ihtimalle ki bu ‘veciz’ satırları kaleme alırken, döne­min bütün Osmanlı aydınları gibi, muhtemelen kendisinin de üzerinde İngiliz kumaşından yaptırılmış ve Beyoğlu’ndaki Frenk terzilerine diktirilmiş gösterişli bir elbise vardı…