İletişim Yayınları’ndan çıkan Funda Şenol Cantek’in derlediği “Aynanın Önünde Cımbızın Ucunda-Kuaför Kitabı” adlı kitabında yer alan avukat Rita Ender’in kaleme aldığı “İstanbul’un Mösyösü, Kuaför Vili’si” bölümünü yazarının ve yayınevinin izniyle yayınlıyoruz.
O herkese “mon cher”* dermiş, herkes ona “Mösyö Vili”.
İstanbul’un Mösyösü’ymüş.
Mösyö olduğu her halinden belliymiş. Kılık kıyafetine bakan anlarmış; her zaman takım elbise giyer, şık bir kravat takarmış. Hakkında, “doğuştan beyefendi”denilen insanlardanmış. Tam bir “eski İstanbul beyefendisi” imiş.
Fakat İstanbullu olmak için İstanbul’da doğmak gerekiyorsa eğer; o İstanbullu değilmiş. Türkiye’deki nüfus kayıtlarına göre, Mösyö Vili, 1900 yılında Çernoviç’te dünyaya gelmiş.
O günlerde Galiçya’nın bir şehri olan Çernoviç, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeymiş. Belki bu hâkimiyetle ilişkili Vili’yi 50’li, 60’lı, yıllarda tanıyanlar, onun “Avusturyalı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçan bir Yahudi” olduğunu sanmışlar. Belki de dilinden dolayı… Çünkü Çernoviç, Doğu Avrupa Yahudilerinin ana dili olan Yidiş için çok önemli bir merkezmiş. Hatta Mösyö Vili 8 yaşındayken yani 1908 yılında,dünyadaki ilk Yidiş dili konferansı, burada yapılmış.
Vili’nin ailesi konferansa katılmış mıdır bilemiyoruz. Bildiğimiz; Vili’nin bir Yahudi olarak dünyaya geldiği, baba adının“Mezes” olduğu ve ömrünü İstanbul’da geçirdiği…
Anlatılanlara göre Vili, Birinci Dünya Savaşı sırasında, 16 yaşındayken İstanbul’a gelmiş. Çernoviç, Ruslar tarafından ele geçirilince, oradaki Yahudi cemaati de saldırıya uğramış. Kaçmışlar. İçlerinden bazıları, Amerika’ya gitmek için yol almış.
Vili de öyle yapmış. Ancak Amerika yolunda İstanbul’a varmış.
Ve İstanbul onu durdurmuş.
Sonraki yıllarda Vili’ye yol arkadaşlığı yapacak olan emekli kuaför Yusuf Altunbaş, Vili’den dinlediği o günleri şöyle anlatıyor:
“Mösyö Vili, İstanbul’a Birinci Dünya Savaşı sırasında geldi. Aslında ‘yeni dünya’ diye tabir edilen Amerika’ya gitmeye çalışıyorlardı. Amerika’ya gitmek için İstanbul üzerinden gemilere biniyorlardı. Bolşevik İsyanı ile Avrupa’dan kaçanlar hep İstanbul’a
geldiler. İstiklal Caddesi’nde Balık Pazarı’nda, Çiçek Pasajı’nın orada fıçılar üzerinde oturup, bira içip beklerlermiş. Vili de işte, oradakilerdenmiş. 16 yaşındaymış. Sonra burada, Osmanlı Musevisi olan bir ailenin yanında kalmış. Adam berbermiş, Vili de onun yanında berberlik öğrenmiş. Sonra patronu Amerika’ya gitme kararı almış, Vili’yi de çağırmış; “Gel, seni de yanımda götüreyim” demiş. Vili istememiş. Türkiye’de kalmış.”
Türkiye’de kalmış ve “Kuaför Vili” olmuş. 1924 yılında, “Beyoğlu, İstiklal Caddesi no:211” adresindeki kuaför dükkânını açmış ve “dükkân sahibi” olmuş. Daha sonra İstanbul kadın kuaförlerinin meslek odasına kaydolmuş. Bugün odadaki** kayıt defterinde, Vili’nin kaydının olduğu bölümün “Mülahazat” yani “Düşünceler” başlığı altında, bir çarpı işareti ( X) var. Bu “X”, muhtemelen ölümü simgeliyor. Veya yalnızca artık mesleğini icra etmediğini…
Odadaki kayıtta Vili’nin ev adresi de yer alıyor: “Beyoğlu, İstiklal Caddesi 146/6”. Evi ile dükkânı karşı karşıyaymış. Mösyö Vili’nin eviyle dükkânı arasındaki yolculuğunu, 1964 yılında onunla çalışan emekli kuaför Şükrü Taşçı şöyle anlatıyor: “ Dükkân Atlas Sineması’nın yanında idi. Ön kısmı parfümeri, arka kısmı erkek idi. Üst kat da bayan kuaförüydü. Cilt bakımını ilk onda gördük biz. Mösyö Vili’nin salonda bir masası vardı, gelir orada otururdu. Girer girmez solda bir masaydı. Bütün gün oradaydı. Arada canı sıkıldığı zaman çıkardı. Evi zaten hemen dükkânın karşısındaydı.”
Şimdi orası bir ev değil. Vili’den sonra İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na da ev sahipliği yapan Luvre Apartmanı’nda, bugün “OXXO” isimli bir kıyafet zincirinin dükkânı var. Kuaför Vili’nin yerinde ise bir köfteci hizmet veriyor; “Bursa Izgara-Beyoğlu” tabelası ile.
Mösyö Vili, köfteden ziyade balık severmiş. Bir zamanlar onun yanında çalışan ve Vili’nin kendisine “Paşam yerine Passam” diyerek hitap ettiği Neco Tekcan, şöyle söylüyor: “Vili Boğaz’a gider arkadaşlarıyla balık yerdi. Haftada bir kere mutlaka Boğaz’a inerdi. Rakı-balık yapardı. Keyif için yerdi. Filinta gibiydi. Çok şık giyinirdi. Fuları, ayakkabıları… Pantolonu hiçbir zaman ütüsüz olmazdı.”
Vili’yi tanıyan, onu gören-bilen herkes ondan bahsederken şıklığından ve zerafetinden söz ediyor. E ne de olsa o, zamanın “sosyete berberiymiş”. 16 yaşında bir defaya mahsus Vili’ye gitmiş olan Eliza Pinhasonu böyle tanımlıyor ve diyor ki; “Vili, sosyete berberiydi. Çok çok meşhurdu. Şık bir yerdi. Ben hatırlıyorum, annem beni bir defa oraya götürmüştü. Saçımı kestirmiştim, 16 yaşındaydım.”
Eliza Hanım’ı, Madam Meri*** şu sözleriyle doğruluyor: “Şimdi herkes her yere gidiyor ama o zaman öyle değildi. Böyle yerlere gitmek için zengin olmak lazımdı. Vili’ye ancak parası olan giderdi. (…) “Safiye Ayla’yı gördüğümü hatırlıyorum.”
Safiye Ayla sahne almadan önce Kuaför Vili’ye gider, saçlarını yaptırırmış. Sonra mikrofonu alır ve söylermiş: “Bir ihtimal daha var / O da ölmek mi dersin? /Söyle canım ne dersin? Vuslatın başka âlem / Sen bir ömre bedelsin”
Mösyö Vili’nin üç büyük aşkına tanıklık etmiş Yusuf Altunbaş. Mösyö Vili de Yusuf Bey’in nikâhında şahit olmuş. Madam Rosa’dan başlıyor anlatmaya Yusuf Altunbaş: “Vili önce Musevi Madam Rosa ile evleniyor. Bir oğlu oluyor, Musa adında. Musa Amerika’ya gidiyor ve sanırım Washington Büyükelçiliği’nde çalışıyor. Rosa çok kibar kadındı. Moda’da otururdu. Şişli’deki dükkânın açılışına elinde koca bir çiçekle gelmişti. Hiç unutmam. Ayrıldılar. Sonra, Madam Eleni ile evleniyor Vili. Bir kızı oluyor. Eleni Rum’du. Ayrıldılar. O kızıyla Yunanistan’a gitti. Vili, onlara hep hediye ve para gönderirdi. Eleni’den sonra da Madam Fifi oldu.”
Şükrü Taşçı da Yusuf Altunbaş’ı doğruluyor ve kimi ayrıntıları ekliyor: “Vili’nin sevgilisi vardı Bayan Fifi. Çok zarif, çok hoştu. Grace Kelly gibi kadındı. Çok benzerdi Grace Kelly’e. Fifi sabahları, saat 11.00 gibi dükkâna gelirdi. Geç gelirdi ama her gün gelirdi. Ondan önce karısı vardı; Eleni ya da Elena. Rum’du, ondan bir kızı oldu Vili’nin. Ama karısı ona dayanamadı, kaçtı. Kızı ve karısı onu terk edince Vili, Fifi ile oldu.”
Kimin kimi neden terk ettiğini bilmek zor, fakat çok sayıda azınlığın 1955 yılında İstanbul’u terk etmesine sebep olan 6-7 Eylül Olayları’nın,Vili’nin hikâyesinin içinde de
yeri var. Vili, o Eylül gününde İstanbul’da saldırıların başlayacağı haberini almış. Haberi aldığı sırada evindeymiş. Yani dükkânının karşısındaki Luvr Apartmanı’nda. Hemen dükkâna koşmuş. Bir bidon amonyağı dükkânın girişine, merdivenlerden aşağıya doğru dökmüş. Amonyak dükkânı korumuş, keskin kokudan saldırganlar dükkâna yaklaşamamışlar ve onun açısından bir zaiyat olmamış.
Görünürde de olmamış.Fakat acaba bu olayı yaşamış olmak Vili’nin hayatında ne değiştirmiş? Bu saldırılara tanıklık etmek ona ne düşündürmüş? Böyle konuları etrafındakilerle çok konuşmazmış Vili. Ancak söylenene göre Türkiye’de bir yatırım yapmayı da akıllıca bulmazmış. “Halbuki” diyor Neco Tekcan, “iyi kazanıyordu. Ama burada hiç yatırım yapmadı. Mülkü yoktu. Ama onun kendisi Türkiye için büyük bir yatırımdı. Nasıl ki Afife Jale tiyatroda bir devrim yaptı; benim için de Mösyö Vili kuaförlükte böyle bir devrim yapmıştır. İşletmeciliği bize o öğretti. Disiplinli, otoriter, son derece şık giyinen, kendine bakan, ne istediğini bilen biriydi. Ben hayrandım ona, gerçekten hayrandım.”
Neden? Kuaför Vili’nin nasıl bir farkı vardı? Onu başka kılan neydi?
Zapt-u raptıymış farkı. Şükrü Taşçı, onun zapt-u raptını, sanayici bir zihniyete sahip olmasına bağlıyor ve fikrini şöyle gerekçelendiriyor: “Vili Kuaför tam bir sanayi idi. Vili saç yapmazdı, kasada otururdu. Sen bilmediğin bir işe gireceksin, bu işi yöneteceksin, sanayici gibi para kazanacaksın! Yanında kaç kişi çalıştırırdı… Departmanlar vardı sanki; dükkanı temizleyen özel kişi, çamaşırı yıkayan ayrı, bodrum katında çamaşır makinesi vardı. Her iş için ayrı elemanlar çalışırdı.”
Neco Tekcan da Kuaför Vili’nin havlularını anımsıyor ve diyor ki; “Yıkanan havluları müşteriler görmezdi. Diğer kuaförler havluları yıkayıp kapıların önüne asarlardı. Böyle bir avamlık vardı. Rahmetli Vili hiç bunu yapmazdı.Hiç unutmuyorum, Vili’de çalışmaya başladığımda sabah 5’te işte olurdum. 4’te kalkıyorum, Çağlayan’da oturuyorum, Şişli’ye kadar yürüyorum. 5’te dükkânda oluyorum. Rahmetli Vili 5, 10 dakika sonra yanımıza gelip; “hoşgeldiniz mon cher” derdi. 3, 4 çocuktuk. Vili, personelleri konusunda çok titizdi. 5 dakika geç gelen personeli salona sokmazdı, yollardı geri; ‘Bugün sen izinlisin’ derdi. O günlük maaşına isabet eden meblağı da Kızılay’a yollardı.”
Saatinde gelen personelin ise dükkâna giriş saatlerini not edermiş. Dakikaların önceliğine bakar, ona göre müşterileri personele yönlendirirmiş. Bu tutumları nedeniyle personelleri arasında onu bir “diktatöre” benzetenler olurmuş. Disiplini, sert yapısı nedeniyle kimisi onunla çalışırken zorlanmış fakat Vili çalışkan bulduğu insanlar arasında fırsat eşitliği yaratırmış. Şöyle diyor Neco Tekcan: “Vili’nin özelliği bay-bayan salonu olmasıydı. Bay-bayan salonu olarak Türkiye’de ilk defa Türk kuaför çocuklarına salonunu açan da Vili idi. Geçmişte Türk çocuklarını çalıştırmazlardı pek. Onlardan kuaför olmaz gibi bir imaj vardı. Ermeni, Rum ve beyaz Rus çocuklarıydı kuaför çırakları. Türk çocuklarını ilk salonunu alan Mösyü Vili’dir. Allah razı olsun, mekânı cennet olsun.”
İstanbul Kadın Kuaförleri Manikürcüleri Esnaf ve Sanatkârlar Odası başkanı Oktay Erkal da Mösyö Vili’nin bu yönünü vurguluyor ve diyor ki: “Mösyö Vili çok iyi bir idareciydi. Türk kuaförlüğüne büyük hizmeti olmuştur. Salonunun altı erkek üstü bayan kuaförüydü. Türkiye’de kuaförlüğe bir yenilik getirmiştir: Türk kuaförlerini salonunda çalıştırmıştır. Onun yanında çok insan yetişti. Vili bir isimdi Türkiye’de. ”
Peki bu isim nasıl değişmişti? Söylenenlere göre; Mösyö Vili, Soyadı Kanunu sırasında Acar soyadını almış. İsmi ise kimi kayıtlara Veli olarak geçmiş. Halbuki herkes ona Mösyö Vili olarak hitap ediyor, Vili olarak biliniyor. Veli olarak kaydının olduğu İstanbul Kadın Kuaförleri Manikürcüleri Esnaf ve Sanatkârlar Odası’nda da öyle; Vili olarak anılıp, Mösyö Vili olarak sayılıyor. Odanın bir duvarında fotoğrafı asılı. 1950 yılından. Vesikalık. Çerçevenin içinde durmaktan biraz solmuş bir fotoğraf. Bu fotoğrafının hemen üstünde, “İstanbul Kadın Saç Tuvaleti Sanatkârları Derneği 1950 Senesinde Kuruluşundan Sonra İlk Seçilen Yönetim Kurulu” yazıyor. Anlaşılıyor ki; Vili, Oda’nın kurulmasıyla beraber yönetiminde de yer almış. Belli ki söz sahibi de olduğu Yönetim Kurulu’nun, başkanı İsmail Hakkı Sun, diğer üyeleri ise; Mösyü Aristokli Angilidis, Necati Belit, Şükrü Şaşmaz, Rafet Targün ve Niko Raptopolos’muş.
Bazılarının isminin başında neden “Mösyü”nün yer aldığı tam açıklanamıyor fakat bilinen o ki Vili’nin müşterilerinin birçoğuna da “Madam” diyerek hitap ediliyor. Zira Vili’nin müşterileri arasında gayrimüslim kadınlar çoğunluktaymış…
Elena Kovaçi Uygun da bu durumu anımsıyor ve diyor ki; “Bizim cemaatte**** Vili meşhurdu. O yıllarda özellikle gayrimüslim toplumlarda çok ‘in’di! Herkes ona giderdi, biz de Şişli’ye taşınınca Vili’nin Şişli’deki dükkânına birkaç kez gitmiştik.”
Kuaför Vili bir süre sonra Şişli’ye taşınıyor fakat Şişli’deki varlığı Beyoğlu’ndaki kadar uzun sürmüyor. Atlas Sineması’nın yanından Kent Sineması’nın yanına taşınırken Kuaför Vili’nin uğradığı değişiklikleri ve aslında kendi hayatından bir kesiti şöyle anlatıyor Yusuf Altunbaş:
Mal sahibi Vili’yi Beyoğlu’ndaki dükkândan çıkarıyor. O da önce Harbiye’de çalışan Hüseyin Sağlam ile ortak oluyor, anlaşamıyorlar. O sırada Yusuf Altunbaş , Hüseyin’de çalışıyor. Vili kalp krizi geçiriyor, Yusuf’u hastaneye çağırıyor ve ona beraber çalışmayı teklif ediyor. Yusuf o sırada Amerika’ya gitmeye çalışıyor. Orada bir firma ile iletişimde. ‘Ben gidiceğim’ diyor Yusuf, ‘olsun’ diyor Vili; ‘gidene kadar gel beraber çalışalım.’ Kent Sineması’nın oradaki yeri kiralıyorlar. 1968 sonunda ortak oluyorlar ve beraber çalışmaya başlıyorlar. O sırada Yılmaz Yakar da ortak oluyor. 81’e kadar. 81 Kasım’da Vili ayrılıyor, ortaklık dağılıyor, Kuaför Vili’yi işletmeye Yusuf devam ediyor, 85-93 arası Şişli’de, 93-2013 arası Ulus’ta.
Vili’yi ortaklık yıllarından anımsayan Kuaför Yılmaz’ın müşterilerinden biri olan Ayten Tuncay, Vili’nin o günlerde kendisinde bıraktığı intibayı şöyle anlatıyor: “Vili çok terbiyeli bir adamdı, yüksek sesle konuşması yoktu. Bağırıp çağırdığını hiç duymadım. O da o dükkânda nihayetinde çalışıyordu, insanlık hali bir çocuğa yüksek sesle ‘ bunu getir’ , ‘onu niye oraya koydun’ vs. diyebilirdi. Demezdi, hiç duymadım. Gayet sakindi. Veznede dururdu, hesap yapardı. Baya bilinen, tanınan biriydi. Ve küstah değildi. Terbiyeli, efendi; tam bir İstanbul beyefendisiydi. Sonra zaten yok oldu gitti, ama nasıl gitti, nereye gitti bilmiyorum.”
Mösyö Vili’nin İstanbul’dan gidişini yani ölümünü Yusuf Altunbaş hatırlıyor:
“Vili 85’de ölüyor. Şişli Camii’nden kalkıyor cenazesi. Feriköy Mezarlığı’na***** defnediliyor. Kuaförler dışında kimsesi cenazeye gitmiyor. Kızına ve damadına haber verdiler. Onlar hastaneye geldi, doktorlar yaşama şansının %10 olduğunu söyledi, beklemediler. Döndüler. Cenazeye de gelmediler. Gelmiyorlar. Kuaförler kılıyor namazını. Defnederken imam, nüfus kâğıdına bakıyor; baba adı, doğum yeri hep yabancı! “Ben gömmem” diyor. “Bu Müslüman değil.” Kuaförler çok sinirleniyor. “Yap duasını sana ne!” diyorlar. Yapıyor.”
Kuaförler Vili’ye haklarını helal ediyorlar. “Zaten” diyor Yusuf Altunbaş: “Vili’nin Allah inancı vardı ama dine inanmazdı. Ne havraya, ne kiliseye, ne camiye gittiğini görmedim.”
Onun yeryüzünde artık görünmediği zamanlarda, ölümünden sonraki yıllarda da, Vili’nin adını Yusuf Altunbaş yaşatıyor. 2013 yılına kadar işlettiği Ulus’taki kuaför dükkânında; “Vili Kuaför” tabelası duruyor. Sonra Yusuf Altunbaş da emekliye ayrılıyor.
Ve “Vili Kuaför”kapanıyor.
Kapanıyor ama Vili tam olarak kaybolmuyor. Türkiye’nin kuaförlük tarihine, İstanbul’un geçmişine ve cherlerinin anılarına kaydediliyor.
Mösyö Vili… Kuaför Vili.
* Fransızcada “sevgili”, “canım” anlamına gelen bir hitap. ** Odanın bugünkü adı İstanbul Kadın Kuaförleri, Manikürcüleri, Esnaf Ve Sanatkârlar Odası’dır. *** Meri Hanım, adının yer almasını istemediğinden kendisinden böyle söz edilmektedir. **** Elena Hanım, Türkiye’deki Bulgar cemaatinin mensubudur. ***** Feriköy İslâm Mezarlığı’na defnedilmiş.
İletişim Yayınları’ndan çıkan Funda Şenol Cantek’in derlediği “Aynanın Önünde Cımbızın Ucunda-Kuaför Kitabı” adlı kitabında yer alan avukat Rita Ender’in kaleme aldığı “İstanbul’un Mösyösü, Kuaför Vili’si” bölümünü yazarının ve yayınevinin izniyle yayınlıyoruz.
O herkese “mon cher”* dermiş, herkes ona “Mösyö Vili”.
İstanbul’un Mösyösü’ymüş.
Mösyö olduğu her halinden belliymiş. Kılık kıyafetine bakan anlarmış; her zaman takım elbise giyer, şık bir kravat takarmış. Hakkında, “doğuştan beyefendi”denilen insanlardanmış. Tam bir “eski İstanbul beyefendisi” imiş.
Fakat İstanbullu olmak için İstanbul’da doğmak gerekiyorsa eğer; o İstanbullu değilmiş. Türkiye’deki nüfus kayıtlarına göre, Mösyö Vili, 1900 yılında Çernoviç’te dünyaya gelmiş.
O günlerde Galiçya’nın bir şehri olan Çernoviç, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeymiş. Belki bu hâkimiyetle ilişkili Vili’yi 50’li, 60’lı, yıllarda tanıyanlar, onun “Avusturyalı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçan bir Yahudi” olduğunu sanmışlar. Belki de dilinden dolayı… Çünkü Çernoviç, Doğu Avrupa Yahudilerinin ana dili olan Yidiş için çok önemli bir merkezmiş. Hatta Mösyö Vili 8 yaşındayken yani 1908 yılında,dünyadaki ilk Yidiş dili konferansı, burada yapılmış.
Vili’nin ailesi konferansa katılmış mıdır bilemiyoruz. Bildiğimiz; Vili’nin bir Yahudi olarak dünyaya geldiği, baba adının“Mezes” olduğu ve ömrünü İstanbul’da geçirdiği…
Anlatılanlara göre Vili, Birinci Dünya Savaşı sırasında, 16 yaşındayken İstanbul’a gelmiş. Çernoviç, Ruslar tarafından ele geçirilince, oradaki Yahudi cemaati de saldırıya uğramış. Kaçmışlar. İçlerinden bazıları, Amerika’ya gitmek için yol almış.
Vili de öyle yapmış. Ancak Amerika yolunda İstanbul’a varmış.
Ve İstanbul onu durdurmuş.
Sonraki yıllarda Vili’ye yol arkadaşlığı yapacak olan emekli kuaför Yusuf Altunbaş, Vili’den dinlediği o günleri şöyle anlatıyor:
“Mösyö Vili, İstanbul’a Birinci Dünya Savaşı sırasında geldi. Aslında ‘yeni dünya’ diye tabir edilen Amerika’ya gitmeye çalışıyorlardı. Amerika’ya gitmek için İstanbul üzerinden gemilere biniyorlardı. Bolşevik İsyanı ile Avrupa’dan kaçanlar hep İstanbul’a
geldiler. İstiklal Caddesi’nde Balık Pazarı’nda, Çiçek Pasajı’nın orada fıçılar üzerinde oturup, bira içip beklerlermiş. Vili de işte, oradakilerdenmiş. 16 yaşındaymış. Sonra burada, Osmanlı Musevisi olan bir ailenin yanında kalmış. Adam berbermiş, Vili de onun yanında berberlik öğrenmiş. Sonra patronu Amerika’ya gitme kararı almış, Vili’yi de çağırmış; “Gel, seni de yanımda götüreyim” demiş. Vili istememiş. Türkiye’de kalmış.”
Türkiye’de kalmış ve “Kuaför Vili” olmuş. 1924 yılında, “Beyoğlu, İstiklal Caddesi no:211” adresindeki kuaför dükkânını açmış ve “dükkân sahibi” olmuş. Daha sonra İstanbul kadın kuaförlerinin meslek odasına kaydolmuş. Bugün odadaki** kayıt defterinde, Vili’nin kaydının olduğu bölümün “Mülahazat” yani “Düşünceler” başlığı altında, bir çarpı işareti ( X) var. Bu “X”, muhtemelen ölümü simgeliyor. Veya yalnızca artık mesleğini icra etmediğini…
Odadaki kayıtta Vili’nin ev adresi de yer alıyor: “Beyoğlu, İstiklal Caddesi 146/6”. Evi ile dükkânı karşı karşıyaymış. Mösyö Vili’nin eviyle dükkânı arasındaki yolculuğunu, 1964 yılında onunla çalışan emekli kuaför Şükrü Taşçı şöyle anlatıyor: “ Dükkân Atlas Sineması’nın yanında idi. Ön kısmı parfümeri, arka kısmı erkek idi. Üst kat da bayan kuaförüydü. Cilt bakımını ilk onda gördük biz. Mösyö Vili’nin salonda bir masası vardı, gelir orada otururdu. Girer girmez solda bir masaydı. Bütün gün oradaydı. Arada canı sıkıldığı zaman çıkardı. Evi zaten hemen dükkânın karşısındaydı.”
Şimdi orası bir ev değil. Vili’den sonra İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na da ev sahipliği yapan Luvre Apartmanı’nda, bugün “OXXO” isimli bir kıyafet zincirinin dükkânı var. Kuaför Vili’nin yerinde ise bir köfteci hizmet veriyor; “Bursa Izgara-Beyoğlu” tabelası ile.
Mösyö Vili, köfteden ziyade balık severmiş. Bir zamanlar onun yanında çalışan ve Vili’nin kendisine “Paşam yerine Passam” diyerek hitap ettiği Neco Tekcan, şöyle söylüyor: “Vili Boğaz’a gider arkadaşlarıyla balık yerdi. Haftada bir kere mutlaka Boğaz’a inerdi. Rakı-balık yapardı. Keyif için yerdi. Filinta gibiydi. Çok şık giyinirdi. Fuları, ayakkabıları… Pantolonu hiçbir zaman ütüsüz olmazdı.”
Vili’yi tanıyan, onu gören-bilen herkes ondan bahsederken şıklığından ve zerafetinden söz ediyor. E ne de olsa o, zamanın “sosyete berberiymiş”. 16 yaşında bir defaya mahsus Vili’ye gitmiş olan Eliza Pinhasonu böyle tanımlıyor ve diyor ki; “Vili, sosyete berberiydi. Çok çok meşhurdu. Şık bir yerdi. Ben hatırlıyorum, annem beni bir defa oraya götürmüştü. Saçımı kestirmiştim, 16 yaşındaydım.”
Eliza Hanım’ı, Madam Meri*** şu sözleriyle doğruluyor: “Şimdi herkes her yere gidiyor ama o zaman öyle değildi. Böyle yerlere gitmek için zengin olmak lazımdı. Vili’ye ancak parası olan giderdi. (…) “Safiye Ayla’yı gördüğümü hatırlıyorum.”
Safiye Ayla sahne almadan önce Kuaför Vili’ye gider, saçlarını yaptırırmış. Sonra mikrofonu alır ve söylermiş: “Bir ihtimal daha var / O da ölmek mi dersin? /Söyle canım ne dersin? Vuslatın başka âlem / Sen bir ömre bedelsin”
Mösyö Vili’nin üç büyük aşkına tanıklık etmiş Yusuf Altunbaş. Mösyö Vili de Yusuf Bey’in nikâhında şahit olmuş. Madam Rosa’dan başlıyor anlatmaya Yusuf Altunbaş: “Vili önce Musevi Madam Rosa ile evleniyor. Bir oğlu oluyor, Musa adında. Musa Amerika’ya gidiyor ve sanırım Washington Büyükelçiliği’nde çalışıyor. Rosa çok kibar kadındı. Moda’da otururdu. Şişli’deki dükkânın açılışına elinde koca bir çiçekle gelmişti. Hiç unutmam. Ayrıldılar. Sonra, Madam Eleni ile evleniyor Vili. Bir kızı oluyor. Eleni Rum’du. Ayrıldılar. O kızıyla Yunanistan’a gitti. Vili, onlara hep hediye ve para gönderirdi. Eleni’den sonra da Madam Fifi oldu.”
Şükrü Taşçı da Yusuf Altunbaş’ı doğruluyor ve kimi ayrıntıları ekliyor: “Vili’nin sevgilisi vardı Bayan Fifi. Çok zarif, çok hoştu. Grace Kelly gibi kadındı. Çok benzerdi Grace Kelly’e. Fifi sabahları, saat 11.00 gibi dükkâna gelirdi. Geç gelirdi ama her gün gelirdi. Ondan önce karısı vardı; Eleni ya da Elena. Rum’du, ondan bir kızı oldu Vili’nin. Ama karısı ona dayanamadı, kaçtı. Kızı ve karısı onu terk edince Vili, Fifi ile oldu.”
Kimin kimi neden terk ettiğini bilmek zor, fakat çok sayıda azınlığın 1955 yılında İstanbul’u terk etmesine sebep olan 6-7 Eylül Olayları’nın,Vili’nin hikâyesinin içinde de
yeri var. Vili, o Eylül gününde İstanbul’da saldırıların başlayacağı haberini almış. Haberi aldığı sırada evindeymiş. Yani dükkânının karşısındaki Luvr Apartmanı’nda. Hemen dükkâna koşmuş. Bir bidon amonyağı dükkânın girişine, merdivenlerden aşağıya doğru dökmüş. Amonyak dükkânı korumuş, keskin kokudan saldırganlar dükkâna yaklaşamamışlar ve onun açısından bir zaiyat olmamış.
Görünürde de olmamış.Fakat acaba bu olayı yaşamış olmak Vili’nin hayatında ne değiştirmiş? Bu saldırılara tanıklık etmek ona ne düşündürmüş? Böyle konuları etrafındakilerle çok konuşmazmış Vili. Ancak söylenene göre Türkiye’de bir yatırım yapmayı da akıllıca bulmazmış. “Halbuki” diyor Neco Tekcan, “iyi kazanıyordu. Ama burada hiç yatırım yapmadı. Mülkü yoktu. Ama onun kendisi Türkiye için büyük bir yatırımdı. Nasıl ki Afife Jale tiyatroda bir devrim yaptı; benim için de Mösyö Vili kuaförlükte böyle bir devrim yapmıştır. İşletmeciliği bize o öğretti. Disiplinli, otoriter, son derece şık giyinen, kendine bakan, ne istediğini bilen biriydi. Ben hayrandım ona, gerçekten hayrandım.”
Neden? Kuaför Vili’nin nasıl bir farkı vardı? Onu başka kılan neydi?
Zapt-u raptıymış farkı. Şükrü Taşçı, onun zapt-u raptını, sanayici bir zihniyete sahip olmasına bağlıyor ve fikrini şöyle gerekçelendiriyor: “Vili Kuaför tam bir sanayi idi. Vili saç yapmazdı, kasada otururdu. Sen bilmediğin bir işe gireceksin, bu işi yöneteceksin, sanayici gibi para kazanacaksın! Yanında kaç kişi çalıştırırdı… Departmanlar vardı sanki; dükkanı temizleyen özel kişi, çamaşırı yıkayan ayrı, bodrum katında çamaşır makinesi vardı. Her iş için ayrı elemanlar çalışırdı.”
Neco Tekcan da Kuaför Vili’nin havlularını anımsıyor ve diyor ki; “Yıkanan havluları müşteriler görmezdi. Diğer kuaförler havluları yıkayıp kapıların önüne asarlardı. Böyle bir avamlık vardı. Rahmetli Vili hiç bunu yapmazdı.Hiç unutmuyorum, Vili’de çalışmaya başladığımda sabah 5’te işte olurdum. 4’te kalkıyorum, Çağlayan’da oturuyorum, Şişli’ye kadar yürüyorum. 5’te dükkânda oluyorum. Rahmetli Vili 5, 10 dakika sonra yanımıza gelip; “hoşgeldiniz mon cher” derdi. 3, 4 çocuktuk. Vili, personelleri konusunda çok titizdi. 5 dakika geç gelen personeli salona sokmazdı, yollardı geri; ‘Bugün sen izinlisin’ derdi. O günlük maaşına isabet eden meblağı da Kızılay’a yollardı.”
Saatinde gelen personelin ise dükkâna giriş saatlerini not edermiş. Dakikaların önceliğine bakar, ona göre müşterileri personele yönlendirirmiş. Bu tutumları nedeniyle personelleri arasında onu bir “diktatöre” benzetenler olurmuş. Disiplini, sert yapısı nedeniyle kimisi onunla çalışırken zorlanmış fakat Vili çalışkan bulduğu insanlar arasında fırsat eşitliği yaratırmış. Şöyle diyor Neco Tekcan: “Vili’nin özelliği bay-bayan salonu olmasıydı. Bay-bayan salonu olarak Türkiye’de ilk defa Türk kuaför çocuklarına salonunu açan da Vili idi. Geçmişte Türk çocuklarını çalıştırmazlardı pek. Onlardan kuaför olmaz gibi bir imaj vardı. Ermeni, Rum ve beyaz Rus çocuklarıydı kuaför çırakları. Türk çocuklarını ilk salonunu alan Mösyü Vili’dir. Allah razı olsun, mekânı cennet olsun.”
İstanbul Kadın Kuaförleri Manikürcüleri Esnaf ve Sanatkârlar Odası başkanı Oktay Erkal da Mösyö Vili’nin bu yönünü vurguluyor ve diyor ki: “Mösyö Vili çok iyi bir idareciydi. Türk kuaförlüğüne büyük hizmeti olmuştur. Salonunun altı erkek üstü bayan kuaförüydü. Türkiye’de kuaförlüğe bir yenilik getirmiştir: Türk kuaförlerini salonunda çalıştırmıştır. Onun yanında çok insan yetişti. Vili bir isimdi Türkiye’de. ”
Peki bu isim nasıl değişmişti? Söylenenlere göre; Mösyö Vili, Soyadı Kanunu sırasında Acar soyadını almış. İsmi ise kimi kayıtlara Veli olarak geçmiş. Halbuki herkes ona Mösyö Vili olarak hitap ediyor, Vili olarak biliniyor. Veli olarak kaydının olduğu İstanbul Kadın Kuaförleri Manikürcüleri Esnaf ve Sanatkârlar Odası’nda da öyle; Vili olarak anılıp, Mösyö Vili olarak sayılıyor. Odanın bir duvarında fotoğrafı asılı. 1950 yılından. Vesikalık. Çerçevenin içinde durmaktan biraz solmuş bir fotoğraf. Bu fotoğrafının hemen üstünde, “İstanbul Kadın Saç Tuvaleti Sanatkârları Derneği 1950 Senesinde Kuruluşundan Sonra İlk Seçilen Yönetim Kurulu” yazıyor. Anlaşılıyor ki; Vili, Oda’nın kurulmasıyla beraber yönetiminde de yer almış. Belli ki söz sahibi de olduğu Yönetim Kurulu’nun, başkanı İsmail Hakkı Sun, diğer üyeleri ise; Mösyü Aristokli Angilidis, Necati Belit, Şükrü Şaşmaz, Rafet Targün ve Niko Raptopolos’muş.
Bazılarının isminin başında neden “Mösyü”nün yer aldığı tam açıklanamıyor fakat bilinen o ki Vili’nin müşterilerinin birçoğuna da “Madam” diyerek hitap ediliyor. Zira Vili’nin müşterileri arasında gayrimüslim kadınlar çoğunluktaymış…
Elena Kovaçi Uygun da bu durumu anımsıyor ve diyor ki; “Bizim cemaatte**** Vili meşhurdu. O yıllarda özellikle gayrimüslim toplumlarda çok ‘in’di! Herkes ona giderdi, biz de Şişli’ye taşınınca Vili’nin Şişli’deki dükkânına birkaç kez gitmiştik.”
Kuaför Vili bir süre sonra Şişli’ye taşınıyor fakat Şişli’deki varlığı Beyoğlu’ndaki kadar uzun sürmüyor. Atlas Sineması’nın yanından Kent Sineması’nın yanına taşınırken Kuaför Vili’nin uğradığı değişiklikleri ve aslında kendi hayatından bir kesiti şöyle anlatıyor Yusuf Altunbaş:
Mal sahibi Vili’yi Beyoğlu’ndaki dükkândan çıkarıyor. O da önce Harbiye’de çalışan Hüseyin Sağlam ile ortak oluyor, anlaşamıyorlar. O sırada Yusuf Altunbaş , Hüseyin’de çalışıyor. Vili kalp krizi geçiriyor, Yusuf’u hastaneye çağırıyor ve ona beraber çalışmayı teklif ediyor. Yusuf o sırada Amerika’ya gitmeye çalışıyor. Orada bir firma ile iletişimde. ‘Ben gidiceğim’ diyor Yusuf, ‘olsun’ diyor Vili; ‘gidene kadar gel beraber çalışalım.’ Kent Sineması’nın oradaki yeri kiralıyorlar. 1968 sonunda ortak oluyorlar ve beraber çalışmaya başlıyorlar. O sırada Yılmaz Yakar da ortak oluyor. 81’e kadar. 81 Kasım’da Vili ayrılıyor, ortaklık dağılıyor, Kuaför Vili’yi işletmeye Yusuf devam ediyor, 85-93 arası Şişli’de, 93-2013 arası Ulus’ta.
Vili’yi ortaklık yıllarından anımsayan Kuaför Yılmaz’ın müşterilerinden biri olan Ayten Tuncay, Vili’nin o günlerde kendisinde bıraktığı intibayı şöyle anlatıyor: “Vili çok terbiyeli bir adamdı, yüksek sesle konuşması yoktu. Bağırıp çağırdığını hiç duymadım. O da o dükkânda nihayetinde çalışıyordu, insanlık hali bir çocuğa yüksek sesle ‘ bunu getir’ , ‘onu niye oraya koydun’ vs. diyebilirdi. Demezdi, hiç duymadım. Gayet sakindi. Veznede dururdu, hesap yapardı. Baya bilinen, tanınan biriydi. Ve küstah değildi. Terbiyeli, efendi; tam bir İstanbul beyefendisiydi. Sonra zaten yok oldu gitti, ama nasıl gitti, nereye gitti bilmiyorum.”
Mösyö Vili’nin İstanbul’dan gidişini yani ölümünü Yusuf Altunbaş hatırlıyor:
“Vili 85’de ölüyor. Şişli Camii’nden kalkıyor cenazesi. Feriköy Mezarlığı’na***** defnediliyor. Kuaförler dışında kimsesi cenazeye gitmiyor. Kızına ve damadına haber verdiler. Onlar hastaneye geldi, doktorlar yaşama şansının %10 olduğunu söyledi, beklemediler. Döndüler. Cenazeye de gelmediler. Gelmiyorlar. Kuaförler kılıyor namazını. Defnederken imam, nüfus kâğıdına bakıyor; baba adı, doğum yeri hep yabancı! “Ben gömmem” diyor. “Bu Müslüman değil.” Kuaförler çok sinirleniyor. “Yap duasını sana ne!” diyorlar. Yapıyor.”
Kuaförler Vili’ye haklarını helal ediyorlar. “Zaten” diyor Yusuf Altunbaş: “Vili’nin Allah inancı vardı ama dine inanmazdı. Ne havraya, ne kiliseye, ne camiye gittiğini görmedim.”
Onun yeryüzünde artık görünmediği zamanlarda, ölümünden sonraki yıllarda da, Vili’nin adını Yusuf Altunbaş yaşatıyor. 2013 yılına kadar işlettiği Ulus’taki kuaför dükkânında; “Vili Kuaför” tabelası duruyor. Sonra Yusuf Altunbaş da emekliye ayrılıyor.
Ve “Vili Kuaför”kapanıyor.
Kapanıyor ama Vili tam olarak kaybolmuyor. Türkiye’nin kuaförlük tarihine, İstanbul’un geçmişine ve cherlerinin anılarına kaydediliyor.
Mösyö Vili… Kuaför Vili.
* Fransızcada “sevgili”, “canım” anlamına gelen bir hitap.
** Odanın bugünkü adı İstanbul Kadın Kuaförleri, Manikürcüleri, Esnaf Ve Sanatkârlar Odası’dır.
*** Meri Hanım, adının yer almasını istemediğinden kendisinden böyle söz edilmektedir.
**** Elena Hanım, Türkiye’deki Bulgar cemaatinin mensubudur.
***** Feriköy İslâm Mezarlığı’na defnedilmiş.
Paylaş: