Arşiv Makaleler

Türkiye’de Yahudi Karşıtı Dili Anlamak – Türkay Salim Nefes*

Turkiye’de anti-Semitizm var mıdır? Varsa, etkisi nedir? Bu tür sorular bir kısım akademik çalışmaya konu olmakla beraber, siyaset erbabı tarafından da zaman zaman tartışılır. Özellikle siyasetçiler anti-Semitizm iddialarını savuşturmak için genel olarak 15. yüzyılda İspanya’dan kovulan Yahudileri Osmanlı’nın kabul ettiğini hatırlatırlar. İlaveten, millet sisteminde Osmanlı Yahudilerinin Avrupa’daki dindaşlarına kıyasla çok daha rahat yaşadıklarını hatırlatırlar. Aynı dil, Holocaust sırasında Türk diplomatların Türk Yahudilerini kurtarmak için büyük çaba gösterdiklerini de ifade eder. Bu iddialar, konuyu çalışan birçok tarihçi tarafından da tesçillenmistir (örneğin Shaw, 1991). Buna karşıt, diğer kaynaklar aslında siyasetçilerin ve bir takım akademisyenin çizdigi bu tablonun tamamıyla gerçeği yansıtmadığını ifade edip Türkiye’de Yahudi karşıtı dilin yaygınlığına işaret etmekteler. Örneğin, Varlık vergisi 1942’de Türk Yahudilerinin de dahil olduğu gayrimüslim azınlıklara eşitsiz ve altından kalkılması çok güç bir vergi yükü getirerek büyük bir zulm olmuştur. Bununla birlikte, bazı çalışmalar aslında Türk diplomatların İkinci Dünya Savaşı döneminde Yahudileri kurtarmaya çalışmadığını belgeleriyle göstermekte.

Kısacası, Türkiye Yahudilere tolerans göstermiştir veya göstermemiştir diye özetlenebilecek iki temel iddia var. Bu konuyla alakalı şu ana kadar yapmış olduğum araştırmalar genel olarak var mı yok mu sorusundan çok, var olmasının etkileri üzerine yoğunlaştı. Bu yazıda bir örneği ortaya koyacağım. Türkiye’de Sabataycılık ile ilgili komplo teorilerinin etkilerini araştırdığım doktora çalışmamda, 30 kitap okuruyla derinlemesine görüşmeler yaptım. Bu görüşmelerde genel olarak, bu kitapları neden okuduklarını ve bahsedilen Sabataycıların Türkiye siyasetini gizlice yönlendirdiği iddiasina ne kadar katıldıklarını sordum. Elde ettigim veriler iki önemli sonuca işaret ediyordu: (1) okurların çoğu Sabataycıların gizli olarak siyasete etkili olduklarına inanıyorlardı; (2) okurlar siyasi görüşlerine göre kitaplarda bahsedilen komploları anlmakta ve yorumlamaktalar. İlk sonuca baktığımızda, Yahudi karşıtı dile aslında toplumun kulağının aşina olduğunu ve buna inanmaya yatkın oldugunu iddia edebiliriz. İkinci sonuca baktığımızda ise okurların pasif olmadıklarını kendi siyasi görüşlerine göre bu kitapları yorumladıklarını ifade edebiliriz.

Bunun anlamı, Türkiye’de Yahudi karşıtı tavır herhangi bir siyasi görüş çerveçesinde ifade edildiginde, her an közlenebilecek bir kor halinde varlığına devam etmektedir. A partisinin B lideri bu retorigi kullandığı taktirde taraftarlarını ikna etme olasılığı oldukça yüksek, fakat siyasi rakiplerini de pragmatik olarak karşı kampa dahil olma olasılığı bulunmakta. Neyse ki, Türkiye siyasetinde son dönemlerde, önde gelen liderler Yahudi karşıtı retoriği kullanmadılar, kullandıklarında da reddettiler. Buna rağmen, TRT’de Payitaht Abdulhamid dizisinde ağırlıklı olarak resmedilen Herzl’in Yahudi komplosu, anti-Semit ateşi közlemekten başka bir işe yaramaz. Bu dil dünyanın hiç bir yerine huzur veya refah getirmemiştir.

Not: Bahsini ettiğim çalışmamın tamamına şu linkten ulaşılabilir: https://www.researchgate.net/publication/280123931_Scrutinizing_impacts_of_conspiracy_theories_on_readers%27_political_views_A_rational_choice_perspective_on_anti-semitic_rhetoric_in_Turkey

 

*Türkay Salim NEFES. Araştırma görevlisi, Sosyoloji bölümü, Oxford Üniversitesi