Şehirciliğin hukuk ve edebiyattan ibaret olduğunu düşünen Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel, yaşamı boyunca İstanbul için çalışmış. Uğruna şiirler yazılan, şarkılar bestelenen bu şehrin de, “Anayasa niteliğinde bir nazım planı”nı hak ettiğini söylemiş ve bunun için çok çaba sarf etmiş. Onlarca plan çizmiş, parklar tasarlamış, yüzlerce proje sunmuş, binlerce toplantıya, konferansa katılmış. Ve kendini mecbur hissettiğinde, mesleği gereği işinden istifa etmiş. Halka ait gezi alanına büyük bir otel yapılması kararı karşısında, çalıştığı kuruma bir mektup yazmış ve demiş ki; “Şahsi menfaatlerin revaçta olduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum.”
Aron Angel’in bu ve bunun gibi yaşam ve meslek hikâyeleri ile Nazi işgali sırasında Paris’te yaşadığı anılarının kaybolmaması için “Türkiye’nin İlk Şehir Plancısı Aron Angel” isimli kitabı derleyen Oktan Erdikmen ile söyleştik…
Bu kitabı derlemeye nasıl karar verdiniz? Aron Angel ile yollarınız nasıl, nerede kesişti?
Angel Bey’le 2009 yılında İstanbul’da tanıştık. Üniversite yıllarımızda bize çok destek olan komşumuz Diş Hekimi Kemal Göksu, o dönemde Şişli’de Alternatif Süreç isimli bir yerel gazete çıkarıyordu. Halihazırda Angel Bey’le ilgili birçok röportaj, özellikle 500. Yıl Vakfı’nda düzenlenmiş detaylı bir sergi vardı ancak kitap yoktu. Dr.Kemal Bey, bunların kaybolmaması için yeniden derlenerek bir kitap şeklinde yayımlanmasını önerdi. Kitap fikri böyle ortaya çıktı. Daha sonra Angel Bey’le Vali Konağı’ndaki evinde ve yine Nişantaşı’ndaki ofisinde defalarca buluşarak bu çalışmayı hazırladık. Oğlu Albert ve arkadaşı Rubi Asa da bu süreçte çok destek oldu.
Nasıl bir çalışma süreciniz oldu?
Angel Bey hayatımda gördüğüm en sistemli insandı. 50 yıl önceki olayları bile günü gününe, saati saatine kaydetmişti. Bana teslim ettiği belgeler arasında örneğin “3 Mart 1948 tarihinde İstanbul Valisi ile görüşmemiz” şeklinde A4 sayfasına elle yazılmış notlar vardı. Bunlar bir açıdan işi kolaylaştırırken, bir açıdan da eldeki verileri eleme konusunda kararsızlık yaşamamıza neden oldu. Çeşitli nedenlerle kitabı istediğimiz zaman içerisinde bitiremedik. Ben en çok Angel Bey’in kitabını göremeden, bir imza günü düzenleyemeden vefat etmesine üzülüyorum. Bu hala içimde kalan bir ukdedir. Öte yandan böyle bir çalışmanın ortaya çıkmasına katkıda bulunabildiğim ve Angel Bey gibi müstesna bir insanı tanıma şansı yakaladığım için de çok mutluyum.
Türkiye’nin ilk şehir plancısı olan “Angel Bey” sizce neden müstesna birisiydi?
Ben ona hep Angel Bey diyorum çünkü tanıştığımda herkes öyle diyordu. Neden Aron Bey veya Aron Angel değil de Angel Bey? Bilmiyorum. Hatta eski kayıtlarda, belediyenin dergilerinde filan da ismi ya Angel Bey ya da Angel olarak geçiyor…
Angel Bey, azimli, çalışkan, dürüst bir İstanbul beyefendisiydi. Ne zorluklara göğüs gererek mücadele ettiğini, Paris’te bombalar arasında iki üniversite arası mekik dokuyarak nasıl mezun olduğunu biliyorum. Cumhuriyetin ilk kuşağı, Angel Bey gibi idealist insanlardan oluşuyordu. Şimdiki gençler, bırakın bombalar altında okula gidip gelmeyi, biraz kar yağınca valiyi Twitter’dan kar tatili mesajlarına boğuyor. Yıllar içerisinde Türkiye’de Angel Bey gibi idealist insanlar yerine, kendi çıkarını düşünen ve her konuda pragmatist bir kasaba anlayışıyla hareket eden nesiller yetişti. Angel Bey İstanbul’un cadde ve sokaklarını çizen kişi olmasına rağmen, bir apartman dairesinde oturuyordu. İsteseydi, yolların geçtiği yerlerden araziler alıp çok zengin olabilirdi. Valiye, başbakana meydan okuyup istifa edeceğine, onların dümen suyuna gidebilirdi. Kendi gemisini yüzdürmesi için elinde bütün fırsatlar varken, Angel Bey memleketin yeşilini, doğasını, ağacını korumayı tercih etti. Bunu yaparken bedel ödemeyi göze aldı. Bu nedenle müstesna bir insandı.
Angel Bey’in, kişiliğinden dolayı ve Yahudi olmasından ötürü ödemiş olduğu bedellere ilgili algısı nasıldı? İçinde yaşadığı işgal günlerini, yaptığı seçimleri ve yaşamındaki kimi “tesadüf”leri nasıl değerlendiriyordu?
Angel Bey, o dönemde bir Yahudi öğrenci olarak Avrupa’da kalmanın hayatını tehlikeye attığını biliyordu. Türk Başkonsolosluğu defalarca kendisi uyarıp, Türkiye’ye dönmesini tavsiye etmesine rağmen, diplomasını alana kadar ısrarla Fransa’da kalmıştı. O günleri şimdi hayal etmek bile zor. Bombalanan tren istasyonundan tesadüfen kurtulmasını, Türk yetkililerin nüfus cüzdanındaki ismini ‘Harun’ olarak değiştirmelerini, Büyükelçi’nin arabasını kaçıranlar nedeniyle Türkiye’ye büyük risk altında ve çok geç gelebilmesini hep gülerek anlatırdı. Angel Bey kadere inanırdı. Bütün bunları kader olarak değerlendirirdi. Sadece bir olayı anlatırken çok duygulandığını hatırlıyorum. Paris’te yıllarca aynı apartmanda oturduğu komşusu, polisler aramaya geldiğinde onlara apartmanda hiçbir Yahudi’nin oturmadığını söylemiş. Angel Bey’in Yahudi olduğunu bilmiyormuş ve sorduğunda, “Ben burada bir Yahudi’nin oturmasına hiç izin verir miyim? Boşuna aramaya gelmişler, bulsam kendim teslim ederim” demiş. Bunu anlatırken çok duygulanırdı. Belki de Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, ‘Her şey bittikten sonra hatırladığımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği” oluyor…
Şehirciliğin hukuk ve edebiyattan ibaret olduğunu düşünen Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel, yaşamı boyunca İstanbul için çalışmış. Uğruna şiirler yazılan, şarkılar bestelenen bu şehrin de, “Anayasa niteliğinde bir nazım planı”nı hak ettiğini söylemiş ve bunun için çok çaba sarf etmiş. Onlarca plan çizmiş, parklar tasarlamış, yüzlerce proje sunmuş, binlerce toplantıya, konferansa katılmış. Ve kendini mecbur hissettiğinde, mesleği gereği işinden istifa etmiş. Halka ait gezi alanına büyük bir otel yapılması kararı karşısında, çalıştığı kuruma bir mektup yazmış ve demiş ki; “Şahsi menfaatlerin revaçta olduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum.”
Aron Angel’in bu ve bunun gibi yaşam ve meslek hikâyeleri ile Nazi işgali sırasında Paris’te yaşadığı anılarının kaybolmaması için “Türkiye’nin İlk Şehir Plancısı Aron Angel” isimli kitabı derleyen Oktan Erdikmen ile söyleştik…
Bu kitabı derlemeye nasıl karar verdiniz? Aron Angel ile yollarınız nasıl, nerede kesişti?
Angel Bey’le 2009 yılında İstanbul’da tanıştık. Üniversite yıllarımızda bize çok destek olan komşumuz Diş Hekimi Kemal Göksu, o dönemde Şişli’de Alternatif Süreç isimli bir yerel gazete çıkarıyordu. Halihazırda Angel Bey’le ilgili birçok röportaj, özellikle 500. Yıl Vakfı’nda düzenlenmiş detaylı bir sergi vardı ancak kitap yoktu. Dr.Kemal Bey, bunların kaybolmaması için yeniden derlenerek bir kitap şeklinde yayımlanmasını önerdi. Kitap fikri böyle ortaya çıktı. Daha sonra Angel Bey’le Vali Konağı’ndaki evinde ve yine Nişantaşı’ndaki ofisinde defalarca buluşarak bu çalışmayı hazırladık. Oğlu Albert ve arkadaşı Rubi Asa da bu süreçte çok destek oldu.
Nasıl bir çalışma süreciniz oldu?
Angel Bey hayatımda gördüğüm en sistemli insandı. 50 yıl önceki olayları bile günü gününe, saati saatine kaydetmişti. Bana teslim ettiği belgeler arasında örneğin “3 Mart 1948 tarihinde İstanbul Valisi ile görüşmemiz” şeklinde A4 sayfasına elle yazılmış notlar vardı. Bunlar bir açıdan işi kolaylaştırırken, bir açıdan da eldeki verileri eleme konusunda kararsızlık yaşamamıza neden oldu. Çeşitli nedenlerle kitabı istediğimiz zaman içerisinde bitiremedik. Ben en çok Angel Bey’in kitabını göremeden, bir imza günü düzenleyemeden vefat etmesine üzülüyorum. Bu hala içimde kalan bir ukdedir. Öte yandan böyle bir çalışmanın ortaya çıkmasına katkıda bulunabildiğim ve Angel Bey gibi müstesna bir insanı tanıma şansı yakaladığım için de çok mutluyum.
Türkiye’nin ilk şehir plancısı olan “Angel Bey” sizce neden müstesna birisiydi?
Ben ona hep Angel Bey diyorum çünkü tanıştığımda herkes öyle diyordu. Neden Aron Bey veya Aron Angel değil de Angel Bey? Bilmiyorum. Hatta eski kayıtlarda, belediyenin dergilerinde filan da ismi ya Angel Bey ya da Angel olarak geçiyor…
Angel Bey, azimli, çalışkan, dürüst bir İstanbul beyefendisiydi. Ne zorluklara göğüs gererek mücadele ettiğini, Paris’te bombalar arasında iki üniversite arası mekik dokuyarak nasıl mezun olduğunu biliyorum. Cumhuriyetin ilk kuşağı, Angel Bey gibi idealist insanlardan oluşuyordu. Şimdiki gençler, bırakın bombalar altında okula gidip gelmeyi, biraz kar yağınca valiyi Twitter’dan kar tatili mesajlarına boğuyor. Yıllar içerisinde Türkiye’de Angel Bey gibi idealist insanlar yerine, kendi çıkarını düşünen ve her konuda pragmatist bir kasaba anlayışıyla hareket eden nesiller yetişti. Angel Bey İstanbul’un cadde ve sokaklarını çizen kişi olmasına rağmen, bir apartman dairesinde oturuyordu. İsteseydi, yolların geçtiği yerlerden araziler alıp çok zengin olabilirdi. Valiye, başbakana meydan okuyup istifa edeceğine, onların dümen suyuna gidebilirdi. Kendi gemisini yüzdürmesi için elinde bütün fırsatlar varken, Angel Bey memleketin yeşilini, doğasını, ağacını korumayı tercih etti. Bunu yaparken bedel ödemeyi göze aldı. Bu nedenle müstesna bir insandı.
Angel Bey’in, kişiliğinden dolayı ve Yahudi olmasından ötürü ödemiş olduğu bedellere ilgili algısı nasıldı? İçinde yaşadığı işgal günlerini, yaptığı seçimleri ve yaşamındaki kimi “tesadüf”leri nasıl değerlendiriyordu?
Angel Bey, o dönemde bir Yahudi öğrenci olarak Avrupa’da kalmanın hayatını tehlikeye attığını biliyordu. Türk Başkonsolosluğu defalarca kendisi uyarıp, Türkiye’ye dönmesini tavsiye etmesine rağmen, diplomasını alana kadar ısrarla Fransa’da kalmıştı. O günleri şimdi hayal etmek bile zor. Bombalanan tren istasyonundan tesadüfen kurtulmasını, Türk yetkililerin nüfus cüzdanındaki ismini ‘Harun’ olarak değiştirmelerini, Büyükelçi’nin arabasını kaçıranlar nedeniyle Türkiye’ye büyük risk altında ve çok geç gelebilmesini hep gülerek anlatırdı. Angel Bey kadere inanırdı. Bütün bunları kader olarak değerlendirirdi. Sadece bir olayı anlatırken çok duygulandığını hatırlıyorum. Paris’te yıllarca aynı apartmanda oturduğu komşusu, polisler aramaya geldiğinde onlara apartmanda hiçbir Yahudi’nin oturmadığını söylemiş. Angel Bey’in Yahudi olduğunu bilmiyormuş ve sorduğunda, “Ben burada bir Yahudi’nin oturmasına hiç izin verir miyim? Boşuna aramaya gelmişler, bulsam kendim teslim ederim” demiş. Bunu anlatırken çok duygulanırdı. Belki de Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, ‘Her şey bittikten sonra hatırladığımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği” oluyor…
Paylaş: