Arşiv Geçmiş Zaman Hikayeleri

Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri (5/15)

Kaynak: Şalom Gazetesi, 15 Ekim 2003, Sayı: 2808, Sayfa: 8,9

KIRKLARELİ: “ISSIZ TEVADA TEK KİŞİLİK İLAHİ” (2/2) – David Forman

Erol Haker’in belgelediği Kırklareli Yahudiliği. Nüfusu 1300’den iki elin parmağından daha da aza düşen, kayıtlarca 17. yüzyılda göç ile başlayan ve gene 20. yüzyılda göç ile sönen bir cemaat. Kaybolan sinagog ve mikve, kapatılan okul, bir zamanların geçim kaynağı dernek hayatı ve sosyal yaşam.

15-ekim-2-kirklareli

KIRKLARELİ MUSEVİ OKULU

Birkaç saat önce önünde durduğumuz “ticaret ve sanayi odasının” eskiden Kırklareli Musevi Okulu olduğunu öğrenmiştik. Haker bu okul ile ilgili ilk kayıtları 1878’de bulmuş. Cemaat o yıllarda, 6-12 yaş grubu için iki okul işletirdi. Haliyle biri kızlar, biri erkekler için. Derslerde ağırlıklı olarak dini konular işlenir, eğitim dili olarak Ladino kullanılır, Raşi alfabesi ile yazılırdı. İlginç olan bir olgu, erkek okulunun öğretmen kadrosunda iki haham ve bir “hoca” yani haham olmayan ve din dışı konuları, belki temel aritmetik, coğrafya öğreten bir öğretmen olmasıydı.

Kırklareli cemaati 1897 yılında, yani erkek okulu olarak düşünülen binanın finansmanı için Alliance’ın Paris’teki merkezine başvurdu. Okul 150 erkek çocuğu alacak şekilde planlanmıştı. Üst kat konserler, okul törenleri, tiyatro ve topluluk etkinlikleri için kullanılacaktı. 1901-02 ders yılında yeni okul binası hizmete girdi. Bu vesileyle ders programı yeniden ele alındı ve din dışı konulara daha çok ağırlık verildi.

İlk resmi Alliance Okulu ancak 1911’de kız okulu ile açıldı. Bunu 1913’te erkek okulu izledi. Eski okullar bu okullarla birleştirildi ve Ladino eğitim dili olmaktan çıktı. Haker’in aktardığına göre “Derslerin %25’i İbraniceye ve dine, %10’u Türkçeye, %65’i Fransızcaya, Fransız kültürü ile ilgili konulara ve Fransızca olarak öğretilen din dışı konulara” ayrıldı. Kırklareli Yahudilerinin diğer azınlıklarla ilişkileri pek az olmasına rağmen, 1913-14 ders yılında kız okulu öğrencilerinin yaklaşık dörtte birinin Bulgar, Rum veya Türk olması bu okulun sunduğu eğitimin kalite boyutunu gösteriyordu elbette.

KIRKLARELİ AŞKENAZLARI, YAHUDİ ÇEŞMESİ, MİKVE

Haker’in kitabında bulduğumuz hazine bakın daha neler sunuyor bizlere: Kırklareli’ye ilk yerleşen Yahudilerin Doğu Avrupa Aşkenazları ve onlarla ilgili ilk kaydın 1603 yılından olduğunu bu araştırmadan öğrendik. 1674 yılında Ukrayna’dan 15-ekim-2-yildizbir göç dalgası daha olmuş. Zaman içerisinde Kırklareli’deki Aşkenaz kültürü Edirneli Sefaradların buraya yerleşmeleri sonucu yavaş yavaş sönmüş.

Haker kitabında bugün artık tahrif olmuş bazı Yahudi mekânlarından da söz ediyor. Bugünkü sinagog, iki ibadethaneden sadece biriymiş. Yıkılan diğer sinagogun yeri bilinmiyor. Evlerde henüz akan su olmadığı zamanlarda Yahudi mahallesinin ortasında bir “Yahudi Çeşmesi”nin varlığından söz ediyor Haker. Belli ki, su almaya giden kadınların dedikodu yaptıkları merkezlerden biri! Bunlardan öte sahiplerinin Müslüman olduğu hamamın içinde, hahambaşının tarifine göre inşa edilen bir mikve varmış zamanında.

YÜZ YIL ÖNCESİ GEÇİM KAYNAKLARI

Kırklareli Yahudileri gelirlerini gene Haker’in incelemeleri doğrultusunda rakı ve şarap üretimi ve bir zamanlar Aşkenaz yerleşimcilerin yaptığı gibi tereyağı ve peynir üreterek sağlarlardı. Kumaş gibi perakende mal satan orta ölçekli işletmeler ve hırdavatçıların yanı sıra, kasaba halkına ve toptan olarak Türk köylerine satış yapan büyük bakkal dükkânları da bulunurdu. Birkaç tüccar tahıl ticareti ile uğraşırdı. Girişimci ve varlıklı sınıf işgücünün %15’ini oluştururdu. Düzenli bir işi olan kişilerin sayısı işgücünün %20’sini aşmazdı. Yaklaşık %45’i bulan üçüncü grup sermaye sahibi olmayan, küçük dükkân sahipleri, sokak satıcıları ve tenekecilerden oluşurdu. Çalışabilir durumdaki dördüncü ve son grupta bulunanların %20’sinin ne belirli, ne de sürekli bir işi vardı. Hayatta kalmak için cemaatin hayır kurumlarına muhtaçtılar.

Kırklareli cemaatinin ekonomik durumu, Trakya’da benzer büyüklükteki Yahudi cemaatlerinin çoğundan göreceli olarak daha iyiydi. Belgeler cemaatin 1912 yılına kadar mütevazı ancak sağlam bir ekonomik bir yapısı olduğunu gösterir. Komşu Tekirdağ’daki gibi yardıma muhtaç kişilerin çalışanlardan fazla olmadığı kesindi.

DERNEK HAYATI

Kırklareli’de özellikle 19. yüzyılın sonunda dernek hayatı oldukça hareketliydi. Kırklareli Alliance Okulu 1878’de ve belki daha önce kuruldu. 1911’den önce “Le Cercle Israélite” ve ”Fraternité” olmak üzere iki dernek vardı. Ayrıca birçok Yahudi, İttihat ve Terakki Cemiyeti Kırklareli koluna üyeydi. 1911’de bu iki dernek birleştirilerek Uhuvvet Cemiyeti kuruldu.

Hayır dernekleri yoksullara tıbbi hizmet verir, onların çocuklarına büyük bayramlarda giyecek ve kışın aileler yakacak odun dağıtırdı. Ayrı bir kurum yoksul gelinlerin drahomalarını ve düğün masraflarını karşılar, bir diğeri ise cemaat bütçesinden tüm öğrencilere sıcak yemek verirdi.

Haker, canlı ve yoğun Kırklareli Yahudi yaşamının sonuna söyle değiniyor: “Kırklareli II. Balkan Savaşı’ndan sonra artık ekonomik açıdan fazla bir şey vaat etmeyen bir sınır kasabası konumuna gelmişti. İşin kötüsü, Yahudi cemaatinde son 50 yıldır bir nüfus patlaması yaşanıyordu. Bunun nedeni bebeklerin ve gençlerin ölümündeki büyük düşüşe karşın doğum oranlarının aynı hızla azalmasıydı. Güvenilir bir kaynağa göre 18-19 veya 20’li yaşlarının başında olan veya iş pazarına yeni giren bekâr erkeklerin %75’i II. Balkan Savaşı’nın bitişi olan 1913 yılının Temmuz ayı ile I. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olan 1914 yılının Ağustos ayı arasında yurtdışına (Genelde Fransa ve ABD’ye) göç etti.”

Bu süreç 1923 yılında yeni cumhuriyet yetkililerinin dine ve etnik kimliğe dayalı 15-ekim-2-nufusyerel iradeyi araştırmacı Rıfat N. Bali’nin terimiyle “Türkleştirmeye” yönelik adımlarıyla hızlandı. Özellikle yüzyıllardır süren millet sistemi ortadan kalktı ve Türkiye Yahudi ideolojisinin ikiz mihenk taşları olan Osmanlılık ve geleneksel Musevilik çöktü. Eski egemen güç (Osmanlı) yok olmuştu. Hızlı adımlarla ilerleyen göç dalgası ve cemaati ayakta tutan gelirlerin azalması sonucunda “Bikur Holim” (Hastaları ziyaret) dışında tüm hayır kurumları parasızlıktan kapatıldı.

Ne yazıktır ki, 1930’larda başlayan bu çöküş günümüzde dahi devam ediyor… Bizim de Kırklareli’deki ziyaretimizde gördüğümüz gibi, sinagogu bile ayakta tutmak, bu küçük cemaatin neredeyse tüm gayretini alıyor. Önemli olan soru, bu sıcak ve küçük cemaat (yani insanlar) bir gün kalmadığında, geriye ne kalacaktır?! Büyük gayretlerle ayakta tutmaya çalıştıkları birkaç mekân ve özellikle sinagogun, Silivri, Tekirdağ, Çorlu, Lüleburgaz ve önümüzdeki haftalarda tanıtacağımız Edirne, Uzunköprü, Gelibolu ve Ezine’de olduğu gibi yitirilmesine göz yumup harabe olmak üzere terk mi edelim? Elimiz, kolumuz bağlı bunu bekleyeceğimize, gelen her misafire aynı ilgiyi ve sevecenliği gösteren bu dindaşlarımız ve akrabalarımıza öncelikle biraz ilgi gösteremez miyiz? Öte yandan bu insanlar, belki de kaçınılmayacak şekilde burayı terk edeceklerse de kalacak olan bu mekânları en azından bilinçli olarak muhafaza edemez miyiz? “Burada Bir Zamanlar Yahudiler Yaşardı” mesajını esirgemek, önümüzdeki nesillere bu mirası bırakmamak anlamındadır. Bugün bunu gerçekleştiremezsek gene her şey unutulacak, tozların altında tarihe karışacak.

KIRKLAERLİ YAHUDİ TARİHİNİN ÜZÜÜCÜ BİR PARÇASI: 1934 TRAKYA OLAYLARI

Erol Haker’in kitabında yer alan, 12 canlı tanığın aktardığı 3 Temmuz 1934 gecesi yaşanan Yahudi karşıtı eylemler şöyle özetlenebilir: Kırklareli Yahudilerinin o gece dükkânları ve evleri taşlandı ve yağmalandı, kişiler zor kullanılarak gaspa uğradı, dövüldü, hırpalandı, bıçaklandı, tecavüze yeltenildi ve altın dişler zorla söküldü. Bu satırlarda o gece yaşanan olayları yargılamak veya yorumlamak bizim görevimiz değil. Amacımız, daha ziyade bu olayların neden çıktığını anlamaya çalışmak, Trakya ve özellikle Kırklareli Yahudileri üzerinde yarattığı etkileri incelemek.

Rıfat N. Bali “Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni” adlı kitabında, 1934 Trakya Olaylarını genel tarih çerçevesine oturtuyor. Bu bağlamda, Nazilerin Almanya’da 20 Ocak 1933’te iktidara gelmesini hatırlatıyor ve Türkiye’de Cumhuriyet sonrası oluşan, Nazi benzeri antisemit oluşumlarla bağdaştırıyor, o dönemin bazı yazarlarının kitleleri “saf kan”, “saf soy” ve “öz Türk” terimleri ile beslediğine ışık tutuyor.

Bundan öte, Trakya’daki Yahudi yerleşim merkezlerine yapılan saldırıların meydana gelmesine yol açan kıvılcımın İskân Kanunu olduğunu savunuyor Rıfat N. Bali. Bu kanun, azınlık asimile edilmeleri amacıyla, yoğun olarak yaşadıkları bölgelerden göçe teşvik edip başka bölgelere yerleşmelerini amaçlıyordu. Trakya Bölgesi’nin bu açıdan özel önemi vardı. Geçmişte birçok kere işgale uğramış olan Trakya’da meydana gelebilecek muhtemel bir savaşa karşı, Boğazların ve bölgenin askeri açıdan tahkim edilmesine başlanılmıştı. Bu nedenle bölgede yaşayan ve daima kuşku ile bakılan azınlıkların buradan uzaklaştırılmaları tasarlandı. Buna ek olarak Trakya’da yerleşik Yahudi tacirlerin ve tefecilerin bölgedeki köylüler ve küçük esnaf üzerinde kurduğu hâkimiyet de bölge halkını rahatsız ediyordu.

Rıfat Bali’ye göre bu üç oluşum, dünya siyasetinde büyük hızla kızışan, hatta vahşete dönüşen Yahudi düşmanlığı, bunun Türkiye yansıması ve somut olarak bu oluşumun bir eyleme dönüşmesine ön ayak olan ve hatta izin veren yeni İskân Kanunu, 1934 Trakya Olayları olarak tarihe geçen o üzücü gecenin gerçekleşmesine neden olmuştur.

Kaynakça:

Erol Haker, Bir Zamanlar Kırklareli’de Yahudiler Yaşardı, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2002

Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, 1. Baskı, 1999

Teşekkür:

Katkıları, ayırdıkları vakitleri ve ilgilerinden dolayı Hayim ve Viktorya Abravanel, Nazif Karaçam, Rıfat N. Bali, Yeşua Kaneti ve Rozi Haleva’ya teşekkür ederiz.

 

“Mozaiğin Kayıp Parçası: Trakya Yahudileri”  isimli dosyanın diğer bölümlerine buradan ulaşabilirsiniz.