Bir süredir bu platformda, “Genç Yahudiler Anlatıyor” köşesi ile Yahudi gençlerinin seslerini iletmeye ve aslında çocukluklarından itibaren toplumdaki antisemit önyargılarla baş etmeyi nasıl öğrendiklerini ve nasıl yaşadıklarını aktardım. Anladım ki “azınlık genci” olmak zormuş. Gençlerde gözlemlediklerim beni de kendim ile ilgili düşünmeye itti. Çünkü aslında hele de bugünün dünyasında “çoğunluk genci” olmak da zor! Bu yüzden müsaade ederseniz bu hafta hikayesi dinlenecek kişi ben olmak isterim. Çoğunluktan bir gencin hikayesini, benim hikayemi paylaşayım sizlerle.
Lise yıllarım her ne kadar Çanakkale’de geçse de ben “doğal olarak” Yahudi kimliğinden habersiz büyüdüm(!). Ezineli damarım olduğundan Ezine’nin kaşarını bilirdim ama koşerini bilmezdim. Çünkü öğretmezlerdi. Neden 1934’de Ezineli Yahudilerin memleketlerini terk ettiklerini kimse anlatmadı bizlere. Bayramiç’te, Gelibolu’da neler olmuştu da Yahudiler 1934 yılında kitlesel olarak memleketlerinden ayrıldılar? Onu da bilmedim…
Ülkenin neredeyse en batısındaki bir köy okulunda, birleştirilmiş sınıflarda okuyorduk. Resmi tarihin en kolay avlarıydık. Bizde sadece “İpek ipi tut” vardı. Tabii bir de din dersi vardı ki ben severdim. Çok kolay bir ders olmasıydı sebep sanırım. Derste “İslam son din”, “hak dini”, “ülkemizin dini” gibi laflar öğreniyoruz. Ne zaman müfettiş gelse herkesten sınıfın duvarında asılı Türkiye haritasından bir ili bulmasını isterdi. Daha olmadı Çanakkale’nin ilçelerini… Ezine, Bayramiç, Gelibolu… Biliyor musunuz? Çanakkale bir zamanlar en önemli Yahudi nüfusunun bulunduğu kentlerden biriydi! Biz bilmiyorduk…
2003 Eylül’ünde üniversiteye başlamak için İstanbul’a geldim. Okula başlayalı tam bir ay olmuştu ki Yahudilerin toplumsal hafızalarında yeni bir travma oluşturan, geçtiğimiz günlerde on üçüncü yılını andığımız Sinagog Patlamaları gerçekleşti. 1934 Trakya Olayları’nın yarattığı travmayı genç kuşaklar deneyimlememişti belki ama bununla onlar da öğrenmişlerdi travmayla yaşamayı… Bilmiyordum… 2003 Kasım’ında, o zamanlar Yahudi kimliği hakkında hiçbir fikre sahip olmayan, çoğunluktan herhangi bir gençten farksızdım. Ve Yahudi olgusuyla Sinagog saldırılarında da ta-nış-ma-dım!
Bir vakıf üniversitesinde (özel üniversite) Siyaset Bilimi okuyordum oysa ki. Haber gelir gelmez dersin sonlandırıldığını ve dağıldığımızı hatırlıyorum. Öğrendik ki sinagoglarda patlamalar olmuş. Okuduğum üniversite Anadolu yakasındaydı ama patlamalar karşı yakada gerçekleşmişti. “Sinagog mu? O da ne? Neyse ben yurt odama gideyim de bari Ortadoğu Sorununa çalışayım” dediğimi hatırlıyorum içimden.
Oysa lisans eğitimi sırasında o kadar çok şey öğrendim ki. En çok da AB ile ilişkiler -vakıf üniversitelerinde Siyaset Bilimi bölümlerinin olmazsa olmazıdır Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz!- ve Ortadoğu sorunu. Korunaklı, özel üniversitemde 4 sene böyle dolu dolu geçmişti. Şimdi geriye bakınca görüyorum ki o dört senede ben “kendi bilincim” üzerine henüz bir tek tuğla dahi koyamamıştım. Koyamamıştım ama ülkemiz için önemli olan Kıbrıs meselesini de Türkiye’nin Siyasi (resmi) tarihini de öğrenmiştim sonuçta. Siyaset Bilimi okuyorduk ya benimle birlikte 2008 yılında Siyaset Bilimi lisansından mezun olan her ortalama genç gibi bende “tarihimizi” iyi öğrenmiştim!
Sonra ne mi oldu? Türkiye’de Yahudi varlığı ile nasıl tanıştım ve tabii öyle ya da böyle içimize ilmek ilmek işlenen antisemitizmden nasıl mı kurtuldum? Şanslıydım. Galatasaray Üniversitesi’nde Yüksek Lisansa başladığımda resmi tarihin dışına çıkan yazarlarla tanıştım. İlk tanıştığım Rıfat N. Bali olsa gerek ve tabii sonrası da geldi…
Maalesef ülkemizde genel olarak ilköğretimden yüksek öğretime kadar okullarda verilen eğitimle antisemitizmden kurtulunmaz ancak antisemit olunur. En iyi ihtimalle bu konuda bilinçsiz kalınır. Ancak bu bilinçsizlik de potansiyel bir tehlikedir. Çünkü bilgisiz/bilinçsiz birinin, en alt düzeyde bir “bilgi akışı” ve öğrenme sonucu hızla inançlı bir antisemite dönüşmesi son derece mümkündür. Buna dönüşmek yazık ki çok kolay bu ülkede. Çünkü Antisemit olmayı öğrenmek, “Türk olmayan” herhangi bir topluluktan haz etmemeyi öğrenmek, antisemitizmden kurtulmayı ya da aynı topraklar üzerinde yaşadığımız herkesi sevmeyi öğrenmekten çok daha zahmetsizdir. Dedim ya ben şanslıydım; resmi tarih bilgimle potansiyel bir antisemit idim ama daha öğrenememiştim. Antisemitizmin ne olduğunun farkına varana ve bu tehlikeden kurtulana kadar bilinçsiz kalabilmeyi başarmıştım. Yıllar geçtikçe bırakın antisemit olmayı, antisemitizm üzerine çalışan biri olacak kadar şanslıydım…
Geçtiğimiz Pazartesi 21 Kasım 2016’da Hrant Dink Vakfı’nda “Almanya’da Nefret Söylemi ve Antisemitizmle Mücadele Pratikleri” adlı konferansa katıldım. Konferansta sunuş yapan her iki konuşmacı da Almanya’da ırkçılıkla ve antisemitizmle mücadele etmek için içlerinde bulundukları sivil toplum kuruluşlarında yaptıkları faaliyetleri bizimle paylaştılar. Almanya’da halen %15 oranında antisemit bir kitlenin var olduğundan ve antisemitizmin her yıl ölçülmekte olduğundan haberdar olmak beni çok mutlu etti. Almanya’da “öteki” olarak görülen Müslüman/Türk göçmenlerde “öteki” algısını ölçen ve onlara Yahudi kimliğini tanıtma amaçlı çalışmalar yapmaya kendini adayan konuşmacı Aycan Demirel, Müslüman gençlerini, “koşer nedir”, “Hanuka nedir” gibi kavramlarla müslüman adetleri ile ilişki kurarak aktarmaya çalışırken kimliği tanıtarak önyargılardan arındırmayı amaçladıklarından bahsetti. Almanya’da ve özellikle Müslüman/Türk göçmenlerde var olan Antisemitizmin nedenleri üzerinde de duruldu. İsrail Devleti’nin varlığı, Yahudiyi şeytanlaştırma, nasyonal sosyalizmle İsrail’in politikalarını bir tutma, Holokostla yani geçmişle yüzleşmede sıkıntı… Tüm bunları dinlerken Türkiye’de var olan antisemitizm için de ne kadar geçerli alt yapılar olduğunu düşündüm.
Bana sorarsanız bugün antisemitizmden ancak gerçek bir çoğunlukçu eğitimle kurtulabilmek mümkün olabilir. “İpek ipi tut” heceletilirken “Eliza ipi tut” da heceletilirse belki birgün antisemitizmle bu denli mücadele etmek zorunda kalmayız. Alman toplumunda %15 civarında olan antisemit kitlenin, Türk toplumunda %80 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Son günlerde İsrail’de birçok noktada başlayan yangınlar twitterda “Gazze’nin Ahı İsrail’i Yakıyor” gibi en çok paylaşılan etiket üzerinden bol bol antisemit mesajlar yayınlanması bize bu yaygın antisemitizmin boyutlarını göstermekte.
Biliyorum ki eğitim sisteminin, ülkede bugünden yarına söz konusu köklü değişime uğraması mümkün değil. Ancak toplumun Yahudi kimliğiyle tanışmasına olanak sunmak için Almanya’daki gibi inisiyatiflerin çalışmalarına ihtiyaç var. Yazılarımı sizlerle paylaşmama olanak sağlayan Avlaremoz, Antisemitizmle mücadele alanına, bu anlamda önemli bir katkı sunmaktadır. Sağlıklı bir entegrasyonun, kimliği gizleyerek değil tanıtarak mümkün olduğuna inanıyorum. Ben antisemitizm tehlikesinden kurtulduğum o günlerden bu yana başkalarını da kurtarmak için Yahudilik konusunda öğrenip, çalışırken bir yandan da öğretmeye ve aktarmaya çalışıyorum. Çalışmaya da devam edeceğim…
*Strasbourg Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktor Adayı
[email protected]
Bir süredir bu platformda, “Genç Yahudiler Anlatıyor” köşesi ile Yahudi gençlerinin seslerini iletmeye ve aslında çocukluklarından itibaren toplumdaki antisemit önyargılarla baş etmeyi nasıl öğrendiklerini ve nasıl yaşadıklarını aktardım. Anladım ki “azınlık genci” olmak zormuş. Gençlerde gözlemlediklerim beni de kendim ile ilgili düşünmeye itti. Çünkü aslında hele de bugünün dünyasında “çoğunluk genci” olmak da zor! Bu yüzden müsaade ederseniz bu hafta hikayesi dinlenecek kişi ben olmak isterim. Çoğunluktan bir gencin hikayesini, benim hikayemi paylaşayım sizlerle.
Lise yıllarım her ne kadar Çanakkale’de geçse de ben “doğal olarak” Yahudi kimliğinden habersiz büyüdüm(!). Ezineli damarım olduğundan Ezine’nin kaşarını bilirdim ama koşerini bilmezdim. Çünkü öğretmezlerdi. Neden 1934’de Ezineli Yahudilerin memleketlerini terk ettiklerini kimse anlatmadı bizlere. Bayramiç’te, Gelibolu’da neler olmuştu da Yahudiler 1934 yılında kitlesel olarak memleketlerinden ayrıldılar? Onu da bilmedim…
Ülkenin neredeyse en batısındaki bir köy okulunda, birleştirilmiş sınıflarda okuyorduk. Resmi tarihin en kolay avlarıydık. Bizde sadece “İpek ipi tut” vardı. Tabii bir de din dersi vardı ki ben severdim. Çok kolay bir ders olmasıydı sebep sanırım. Derste “İslam son din”, “hak dini”, “ülkemizin dini” gibi laflar öğreniyoruz. Ne zaman müfettiş gelse herkesten sınıfın duvarında asılı Türkiye haritasından bir ili bulmasını isterdi. Daha olmadı Çanakkale’nin ilçelerini… Ezine, Bayramiç, Gelibolu… Biliyor musunuz? Çanakkale bir zamanlar en önemli Yahudi nüfusunun bulunduğu kentlerden biriydi! Biz bilmiyorduk…
2003 Eylül’ünde üniversiteye başlamak için İstanbul’a geldim. Okula başlayalı tam bir ay olmuştu ki Yahudilerin toplumsal hafızalarında yeni bir travma oluşturan, geçtiğimiz günlerde on üçüncü yılını andığımız Sinagog Patlamaları gerçekleşti. 1934 Trakya Olayları’nın yarattığı travmayı genç kuşaklar deneyimlememişti belki ama bununla onlar da öğrenmişlerdi travmayla yaşamayı… Bilmiyordum… 2003 Kasım’ında, o zamanlar Yahudi kimliği hakkında hiçbir fikre sahip olmayan, çoğunluktan herhangi bir gençten farksızdım. Ve Yahudi olgusuyla Sinagog saldırılarında da ta-nış-ma-dım!
Bir vakıf üniversitesinde (özel üniversite) Siyaset Bilimi okuyordum oysa ki. Haber gelir gelmez dersin sonlandırıldığını ve dağıldığımızı hatırlıyorum. Öğrendik ki sinagoglarda patlamalar olmuş. Okuduğum üniversite Anadolu yakasındaydı ama patlamalar karşı yakada gerçekleşmişti. “Sinagog mu? O da ne? Neyse ben yurt odama gideyim de bari Ortadoğu Sorununa çalışayım” dediğimi hatırlıyorum içimden.
Oysa lisans eğitimi sırasında o kadar çok şey öğrendim ki. En çok da AB ile ilişkiler -vakıf üniversitelerinde Siyaset Bilimi bölümlerinin olmazsa olmazıdır Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz!- ve Ortadoğu sorunu. Korunaklı, özel üniversitemde 4 sene böyle dolu dolu geçmişti. Şimdi geriye bakınca görüyorum ki o dört senede ben “kendi bilincim” üzerine henüz bir tek tuğla dahi koyamamıştım. Koyamamıştım ama ülkemiz için önemli olan Kıbrıs meselesini de Türkiye’nin Siyasi (resmi) tarihini de öğrenmiştim sonuçta. Siyaset Bilimi okuyorduk ya benimle birlikte 2008 yılında Siyaset Bilimi lisansından mezun olan her ortalama genç gibi bende “tarihimizi” iyi öğrenmiştim!
Sonra ne mi oldu? Türkiye’de Yahudi varlığı ile nasıl tanıştım ve tabii öyle ya da böyle içimize ilmek ilmek işlenen antisemitizmden nasıl mı kurtuldum? Şanslıydım. Galatasaray Üniversitesi’nde Yüksek Lisansa başladığımda resmi tarihin dışına çıkan yazarlarla tanıştım. İlk tanıştığım Rıfat N. Bali olsa gerek ve tabii sonrası da geldi…
Maalesef ülkemizde genel olarak ilköğretimden yüksek öğretime kadar okullarda verilen eğitimle antisemitizmden kurtulunmaz ancak antisemit olunur. En iyi ihtimalle bu konuda bilinçsiz kalınır. Ancak bu bilinçsizlik de potansiyel bir tehlikedir. Çünkü bilgisiz/bilinçsiz birinin, en alt düzeyde bir “bilgi akışı” ve öğrenme sonucu hızla inançlı bir antisemite dönüşmesi son derece mümkündür. Buna dönüşmek yazık ki çok kolay bu ülkede. Çünkü Antisemit olmayı öğrenmek, “Türk olmayan” herhangi bir topluluktan haz etmemeyi öğrenmek, antisemitizmden kurtulmayı ya da aynı topraklar üzerinde yaşadığımız herkesi sevmeyi öğrenmekten çok daha zahmetsizdir. Dedim ya ben şanslıydım; resmi tarih bilgimle potansiyel bir antisemit idim ama daha öğrenememiştim. Antisemitizmin ne olduğunun farkına varana ve bu tehlikeden kurtulana kadar bilinçsiz kalabilmeyi başarmıştım. Yıllar geçtikçe bırakın antisemit olmayı, antisemitizm üzerine çalışan biri olacak kadar şanslıydım…
Geçtiğimiz Pazartesi 21 Kasım 2016’da Hrant Dink Vakfı’nda “Almanya’da Nefret Söylemi ve Antisemitizmle Mücadele Pratikleri” adlı konferansa katıldım. Konferansta sunuş yapan her iki konuşmacı da Almanya’da ırkçılıkla ve antisemitizmle mücadele etmek için içlerinde bulundukları sivil toplum kuruluşlarında yaptıkları faaliyetleri bizimle paylaştılar. Almanya’da halen %15 oranında antisemit bir kitlenin var olduğundan ve antisemitizmin her yıl ölçülmekte olduğundan haberdar olmak beni çok mutlu etti. Almanya’da “öteki” olarak görülen Müslüman/Türk göçmenlerde “öteki” algısını ölçen ve onlara Yahudi kimliğini tanıtma amaçlı çalışmalar yapmaya kendini adayan konuşmacı Aycan Demirel, Müslüman gençlerini, “koşer nedir”, “Hanuka nedir” gibi kavramlarla müslüman adetleri ile ilişki kurarak aktarmaya çalışırken kimliği tanıtarak önyargılardan arındırmayı amaçladıklarından bahsetti. Almanya’da ve özellikle Müslüman/Türk göçmenlerde var olan Antisemitizmin nedenleri üzerinde de duruldu. İsrail Devleti’nin varlığı, Yahudiyi şeytanlaştırma, nasyonal sosyalizmle İsrail’in politikalarını bir tutma, Holokostla yani geçmişle yüzleşmede sıkıntı… Tüm bunları dinlerken Türkiye’de var olan antisemitizm için de ne kadar geçerli alt yapılar olduğunu düşündüm.
Bana sorarsanız bugün antisemitizmden ancak gerçek bir çoğunlukçu eğitimle kurtulabilmek mümkün olabilir. “İpek ipi tut” heceletilirken “Eliza ipi tut” da heceletilirse belki birgün antisemitizmle bu denli mücadele etmek zorunda kalmayız. Alman toplumunda %15 civarında olan antisemit kitlenin, Türk toplumunda %80 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Son günlerde İsrail’de birçok noktada başlayan yangınlar twitterda “Gazze’nin Ahı İsrail’i Yakıyor” gibi en çok paylaşılan etiket üzerinden bol bol antisemit mesajlar yayınlanması bize bu yaygın antisemitizmin boyutlarını göstermekte.
Biliyorum ki eğitim sisteminin, ülkede bugünden yarına söz konusu köklü değişime uğraması mümkün değil. Ancak toplumun Yahudi kimliğiyle tanışmasına olanak sunmak için Almanya’daki gibi inisiyatiflerin çalışmalarına ihtiyaç var. Yazılarımı sizlerle paylaşmama olanak sağlayan Avlaremoz, Antisemitizmle mücadele alanına, bu anlamda önemli bir katkı sunmaktadır. Sağlıklı bir entegrasyonun, kimliği gizleyerek değil tanıtarak mümkün olduğuna inanıyorum. Ben antisemitizm tehlikesinden kurtulduğum o günlerden bu yana başkalarını da kurtarmak için Yahudilik konusunda öğrenip, çalışırken bir yandan da öğretmeye ve aktarmaya çalışıyorum. Çalışmaya da devam edeceğim…
*Strasbourg Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Doktor Adayı
[email protected]
Paylaş: