Suzet ile 2009 yılının sonbaharında bir kaç kez buluştuk. O da pek çokları gibi ileri yaşının getirdiği rahatsızlıklar ile, seneler evvel genç yaşında kaybettiği kocasından sonra hayatının çoğunu geçirdiği evinde yaşıyordu. Yakın zamana kadar yalnız yaşamıştı ancak artık bakıma ihtiyacı olduğundan çocuklarının onun hizmetine bakması için tuttuğu Ermeni bakıcısıyla günlerini geçiriyordu.
Onun sevdiği gibi acı Türk kahvemizi hazırlayıp getiren bakıcısının yanımıza oturmasından sonra kahvelerimizi içerken geçmişiyle içe içe yaşadığı evinde, annesi, babası, teyzeleri, kuzenleri, çocukları, seneler evvel genç yaşında kaybettiği eşi, torunları, yakın arkadaşlarının fotoğraflarının bulunduğu fotoğraf albümüne dalıp geçmişi çağırdık yanımıza. Fotoğraflara bakarken tüm hayatını anlattı. Hem akıllı hem de mücadeleci bir kadındı Suzet. Tek başına dimdik çocuklarını büyütmeyi, hayat kurmayı başarmıştı ancak hayat onu sertleştirmişti de. Öfkeliydi. Üstelik hatırlamak daha da öfkelendiriyordu onu. Onun anılarında Varlık Vergisi, “antisemitizm” vurgusu ile kendisini dahil ettiği toplumsal (dinsel) gruba yönelik bir saldırı olarak yer edinmişti. Ona öre amaç Yahudileri yok etmekti. Suzet Varlık Vergisi’ni ve o dönemi şöyle anlattı:
“Hayat vergiden çok önce de kötüydü zaten. Bir husumet, bir düşmanlık başlamıştı. Komşu komşuya lanet eder olmuştu. Bir ara bizden mal almamaya başlamıştı Türkler. O zaman ‘Yerli malı kullan, Türk malı kullan’ dediler adına. Bizimki gavur malı oldu. Bir de üstüne daha ilk savaşın toprağı kalkmadan ikincisi başladı. Üstüne de vergi geldi. Yahudileri Almanlar kamplara taşıyor, öldürüyor, kadınlarına tecavüz ediyor, parmaklarındaki yüzük için parmaklarını kesiyorlardı. Haberler korkunçtu. Hahamları bile öldürüyorlardı. Nazilerin vahşetine kimse ses çıkarmıyordu. Duyuyordum burada da Nazi yanlıları vardı. Gazetelerde mecmualarda Yahudiler hakkında atıp tutanlar vardı. Özellikle Yahudi düşmanlığı vardı onlarda Nazilerde olduğu gibi. Bu gibi art niyetli kişilerin işiydi vergi belası da. Senden istenen parayı 15 günde bulacaksın, ödeyeceksin. İstenen para az para değil. Bulmak hiç kolay değil. Hazırda parası olan ödeyebilir onu. Yoksa bir şeyleri satmaya kalktın mı değerinin yarısına gider. Bizim de başımıza bu geldi. Hazırda para yoktu tabii. Savaş yüzünden zaten elimizdekini avucumuzdakini yemiştik. Kalan bir ev bir dükkan, bir bahçe. Mecbur satılacak. Sattık. Ev de gitti dükkan da. Bir bahçe kalmıştı onu da ihtiyacı olan bir akraba için babam acıdı sattı. Gitmesin Aşkale’ye diye. Sonra başladı asıl yokluk.
Herkes amacına ulaştı. Bak git şimdi Çanakkale Çarşısına, her yer Türklerin. Herkesin gözü aydın! Dertleri neydi bilmem ama olan en çok Yahudilere oldu. Rumlar vardı o zaman mahallenin üst kısmında oturan. Onlar bizden az vergi verdiler. Yahudiysen zenginsin diye düşünüyorlar hep, oysa her milletin zengini de var fakiri de. Bizi fakirleştirmek istediler. Başardılar da. İsrail’e göç etti hep varını yoğunu kaybedenler. Bir kısmı bizim gibi kalıp baştan başladı. Gerisine de vergi çok dokunmadı. Bu memlekette ortadirek vardır ya bu vergide de olan ortadireğe oldu, bir de çok zenginlere! Belki yok etmek de istiyorlardı Naziler gibi. Ama yapmadılar sadece korkusunu yaşattılar, Rumlar, Ermeniler yaşamadı o korkuyu. Dönem Yahudileri yok etme dönemiydi.”
Suzet vergi uygulamasının en çok Yahudileri vurduğunu söylerken aynı zamanda vergi uygulamasını bilinçli ve ırkçı bir eylem olarak anlatıyordu. Nazi yanlılarının antisemit görüşlerinin bir sonucu olarak gördüğü Varlık Vergisi’ni, sohbetimizin bir yerinde “o zaman da aynı şimdi de! Vergiyi belirleyen dayınsa sana az yazar, değilse çok değil mi?” diyerek, vergi dağıtımındaki adaletsizliğe değinerek hatırlıyordu. Varlık Vergisi’yle Yahudilerin mal kaybetmekten çok, güven kaybettiğini söyleyen Suzet’e göre İsrail’e Türkiye’den göç eden Yahudilerin göç etmelerinin sebebi fakirleşmelerinin yanı sıra antisemitizmin Türkiye’de görülmesi ve artık can güvenliklerinin olmadığını düşünmeleriydi.
O, Varlık Vergisi’ni Türkiye’nin tüm gayrimüslimlerinin “gavur” olarak damgalandığı bir vaka olarak açıklasa da bir yandan da Yahudi grubunun en çok acıyı yaşadığını vurgulamaktan kendini alamıyordu. Çünkü dediği gibi dönem Yahudileri yok etme dönemiydi. Ermeni ve Rumların vergiden maddi olarak etkilendiğini ama antisemitizm korkusunu Yahudiler gibi yaşamadıklarını, o yüzden Varlık Vergisi’nin Yahudiler için daha derin bir yara olduğunu Ermeni bakıcısının yanında ispat çabası bana Connerton’ın satırlarını anımsattı: “hepimiz yapılanlar hakkında hesap sorarak, hesap vererek, birbirimizin kimlikleri ve geçmişleri hakkındaki öykülere inanarak ya da inanmaksızın, birbirimizi tanırız”.
Kaynak: F. Işıl Demirel, Çanakkale Yahudi Cemaati ile Gayrimüslim Politikalarının İzinde, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Suzet ile 2009 yılının sonbaharında bir kaç kez buluştuk. O da pek çokları gibi ileri yaşının getirdiği rahatsızlıklar ile, seneler evvel genç yaşında kaybettiği kocasından sonra hayatının çoğunu geçirdiği evinde yaşıyordu. Yakın zamana kadar yalnız yaşamıştı ancak artık bakıma ihtiyacı olduğundan çocuklarının onun hizmetine bakması için tuttuğu Ermeni bakıcısıyla günlerini geçiriyordu.
Onun sevdiği gibi acı Türk kahvemizi hazırlayıp getiren bakıcısının yanımıza oturmasından sonra kahvelerimizi içerken geçmişiyle içe içe yaşadığı evinde, annesi, babası, teyzeleri, kuzenleri, çocukları, seneler evvel genç yaşında kaybettiği eşi, torunları, yakın arkadaşlarının fotoğraflarının bulunduğu fotoğraf albümüne dalıp geçmişi çağırdık yanımıza. Fotoğraflara bakarken tüm hayatını anlattı. Hem akıllı hem de mücadeleci bir kadındı Suzet. Tek başına dimdik çocuklarını büyütmeyi, hayat kurmayı başarmıştı ancak hayat onu sertleştirmişti de. Öfkeliydi. Üstelik hatırlamak daha da öfkelendiriyordu onu. Onun anılarında Varlık Vergisi, “antisemitizm” vurgusu ile kendisini dahil ettiği toplumsal (dinsel) gruba yönelik bir saldırı olarak yer edinmişti. Ona öre amaç Yahudileri yok etmekti. Suzet Varlık Vergisi’ni ve o dönemi şöyle anlattı:
“Hayat vergiden çok önce de kötüydü zaten. Bir husumet, bir düşmanlık başlamıştı. Komşu komşuya lanet eder olmuştu. Bir ara bizden mal almamaya başlamıştı Türkler. O zaman ‘Yerli malı kullan, Türk malı kullan’ dediler adına. Bizimki gavur malı oldu. Bir de üstüne daha ilk savaşın toprağı kalkmadan ikincisi başladı. Üstüne de vergi geldi. Yahudileri Almanlar kamplara taşıyor, öldürüyor, kadınlarına tecavüz ediyor, parmaklarındaki yüzük için parmaklarını kesiyorlardı. Haberler korkunçtu. Hahamları bile öldürüyorlardı. Nazilerin vahşetine kimse ses çıkarmıyordu. Duyuyordum burada da Nazi yanlıları vardı. Gazetelerde mecmualarda Yahudiler hakkında atıp tutanlar vardı. Özellikle Yahudi düşmanlığı vardı onlarda Nazilerde olduğu gibi. Bu gibi art niyetli kişilerin işiydi vergi belası da. Senden istenen parayı 15 günde bulacaksın, ödeyeceksin. İstenen para az para değil. Bulmak hiç kolay değil. Hazırda parası olan ödeyebilir onu. Yoksa bir şeyleri satmaya kalktın mı değerinin yarısına gider. Bizim de başımıza bu geldi. Hazırda para yoktu tabii. Savaş yüzünden zaten elimizdekini avucumuzdakini yemiştik. Kalan bir ev bir dükkan, bir bahçe. Mecbur satılacak. Sattık. Ev de gitti dükkan da. Bir bahçe kalmıştı onu da ihtiyacı olan bir akraba için babam acıdı sattı. Gitmesin Aşkale’ye diye. Sonra başladı asıl yokluk.
Herkes amacına ulaştı. Bak git şimdi Çanakkale Çarşısına, her yer Türklerin. Herkesin gözü aydın! Dertleri neydi bilmem ama olan en çok Yahudilere oldu. Rumlar vardı o zaman mahallenin üst kısmında oturan. Onlar bizden az vergi verdiler. Yahudiysen zenginsin diye düşünüyorlar hep, oysa her milletin zengini de var fakiri de. Bizi fakirleştirmek istediler. Başardılar da. İsrail’e göç etti hep varını yoğunu kaybedenler. Bir kısmı bizim gibi kalıp baştan başladı. Gerisine de vergi çok dokunmadı. Bu memlekette ortadirek vardır ya bu vergide de olan ortadireğe oldu, bir de çok zenginlere! Belki yok etmek de istiyorlardı Naziler gibi. Ama yapmadılar sadece korkusunu yaşattılar, Rumlar, Ermeniler yaşamadı o korkuyu. Dönem Yahudileri yok etme dönemiydi.”
Suzet vergi uygulamasının en çok Yahudileri vurduğunu söylerken aynı zamanda vergi uygulamasını bilinçli ve ırkçı bir eylem olarak anlatıyordu. Nazi yanlılarının antisemit görüşlerinin bir sonucu olarak gördüğü Varlık Vergisi’ni, sohbetimizin bir yerinde “o zaman da aynı şimdi de! Vergiyi belirleyen dayınsa sana az yazar, değilse çok değil mi?” diyerek, vergi dağıtımındaki adaletsizliğe değinerek hatırlıyordu. Varlık Vergisi’yle Yahudilerin mal kaybetmekten çok, güven kaybettiğini söyleyen Suzet’e göre İsrail’e Türkiye’den göç eden Yahudilerin göç etmelerinin sebebi fakirleşmelerinin yanı sıra antisemitizmin Türkiye’de görülmesi ve artık can güvenliklerinin olmadığını düşünmeleriydi.
O, Varlık Vergisi’ni Türkiye’nin tüm gayrimüslimlerinin “gavur” olarak damgalandığı bir vaka olarak açıklasa da bir yandan da Yahudi grubunun en çok acıyı yaşadığını vurgulamaktan kendini alamıyordu. Çünkü dediği gibi dönem Yahudileri yok etme dönemiydi. Ermeni ve Rumların vergiden maddi olarak etkilendiğini ama antisemitizm korkusunu Yahudiler gibi yaşamadıklarını, o yüzden Varlık Vergisi’nin Yahudiler için daha derin bir yara olduğunu Ermeni bakıcısının yanında ispat çabası bana Connerton’ın satırlarını anımsattı: “hepimiz yapılanlar hakkında hesap sorarak, hesap vererek, birbirimizin kimlikleri ve geçmişleri hakkındaki öykülere inanarak ya da inanmaksızın, birbirimizi tanırız”.
Kaynak: F. Işıl Demirel, Çanakkale Yahudi Cemaati ile Gayrimüslim Politikalarının İzinde, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Paylaş: