Daniel ile 2009 yılınında tanıştığımızda kendisi 80’li yaşlarının sonuna yaklaşmıştı. İlk kez Aralık ayında bir gün beni yalnız yaşadığı evinde misafir ettiğinde uzun sohbetimize başladık. Her ziyaretim, onun koca bir ömrü gözden geçirip sandıktan benim için çekip çıkardığı anılar ile geçiyordu. O, koca bir ömrü Türkiye’de Gayrimüslim bir vatandaş olmanın getirdiği zorluklarla nasıl geçirdiğini anlatırken yalnızca kendinden değil, akrabalarından, dostlarından ve toplumdan da bahsediyordu.
Anlatırken o günlere geri dönen Daniel, evinin her bir köşesinde ona geçmişi anımsatan çerçeveli fotoğraflardan yardım alıyordu. İhtiyatlı Askerlik zamanı askere alınan babasını, büyükbabasını, dayılarını, teyzesinin eşini bana o fotoğraflardan tek tek bulup gösteriyordu; “Bak bu askerden önce, işte bu da sonra!” diyerek onun gördüğü farkları benim de görmemi istiyordu. Ona göre fotoğraflar, geçmişte yaşanan tüm o acıların belgesiydi. Yüzlerdeki değişim, yıkılan güveni, korkuları, kaybettiklerini ispatlamaya yeterdi.
Söz Varlık Vergisi’ne geldiğinde ileri yaşının hediyeleri kalp ve tansiyon rahatsızlıklarını umursamadan heyecanla o yıllara geri dönerek anlatıyordu ailesinin, yakınlarının başına gelenleri. Heyecanlanmak her ne kadar yasak olsa da aksi mümkün değildi onun için. Öfkeleniyor, çaresizliği hatırlıyordu. Naziler Avrupa’yı kasıp kavururken Türkiye’deki Yahudileri öldürmemeyi tercih eden ama varlarını yoklarını ellerinden alan devleti, askerlikleri, Aşkale’yi, parasızlığı, yolsuzluğu ve herşeyin aslında ne kadar tesadüfi olduğunu anlatıyordu. Ona göre adamı olanlar Varlık Vergisi’nden kurtulabilmişti. Olmayanlar ise bedelini ödemişti. Gerisini Daniel’den dinleyelim;
“Her gün radyodan haberleri takip ederdik. Sürekli Naziler orayı ele geçirdi. Bu kadar insan toplama kampına gitti. Yahudiler kurşuna dizildiler, fırınlarda yakıldılar falan falan. Yabancı kanalları radyodan bulur o korkunç sesin ardından gelen haberleri beklerdik her gün heyecanla. Haberlerden önce bir ‘hayynn hitler!’ gelirdi evvela. Sonra başlardı spiker işte dediğim gibi Nazi orduları şurda muaffak oldu, şu kadar Yahudiyi topladı kampa götürdü diye. İşte o zamanda geldi bu varlık vergisi de. Evlerde pek erkek yoktu. Çoğu askere alınmıştı. Terhis edilecek diye haber gelmişti ama geri dönenler daha pek azdı. Zaten dönmezler de deniyordu. Babam da askerdi. Annemin ailesinden de gidenler çok olmuştu. Tant Fani’nin kocası, annemin biraderleri tabii bir de büyükbabam… Hepsi askerdiler. Annemin ailesinin büyük kısmı daha o zamandan İstanbul’da yaşardı. Büyükbabam askerde olduğundan, büyükannem yalnızdı. Tant Fani’nin de kocası askere gidince yokluktan büyükannemin yanına taşındı. O zaman evleri Kuzguncuk’taydı. Nezih bir Yahudi semti orası o zamanlar. Büyükbabam askerden erken döndü. Hastalıktan. Ardından babam. Yasa çıkınca duyduk ki onun kocası da askerden dönmüş. Tam sevinmişken vergiyle kaybettiler her şeylerini. Evleri, eşyaları haraç mezat satıldı. Yine de yetmedi. Borçları kalınca kocasını bu kez de Aşkale’ye kampa alacaklardı. Tabii Büyükbabam askerliğini o Aşkale denen yere yakın yaptığından biliyor oranın ne zor olduğunu. İmdatlarına yetişiyor hemen. Evini satıyor, kendi borcu, onların ki anca karşılanıyor. Tant Faniyi öyle kurtarıyor bir kez daha koca yolu beklemekten. İstanbul çok kayıp vermiş o zaman. Bize gelince. Burada idari heyet o kadar da insafsız davranmamış. Listeler asıldığında babam gidip bakmış hepimiz için belirlenen vergi için bir şeyler satılmış. Zaten pek bir şey yoktu elimizde. O askerdeyken elde avuçta ne varsa satılmıştı. Bizimki gene iyiydi ama daha çoğunu verenler de oldu. İşin doğrusu o listeyi yapanlar seni bilip severse acıdı, yoksa varını yoğunu aldı. Ama Aşkale işi kötü oldu tabii. Onun korkusu sardı herkesi. Kimse rahat uyumadı o senelerde. Ha çalışma kampı ha toplama kampı. Askere gidenler için de vardı aynı korku. Evde, gidenlerle ilgili konuşulduğunu hatırlıyorum. Askere gidenler gibi Aşkale’ye gidenler için de dönemezler denirdi. Tabii bir de söylentiler vardı, şurada fırınlar kuruldu Yahudileri yakacaklar o fırınlarda diye. Korkunç şeylerdi bunlar tabii ama inanıyorduk. Çaresiz hissediyorduk. Öyle bir zamandı ki kimseye güven olmuyordu ve Yahudiysen kellen koltuktaydı. Söylentiler yalan mıydı? Bilmem ama o korku fenaydı.”
Daniel için Varlık Vergisiyle ve öncesindeki askerlik ile her şey kalıcı olarak değişmişti. Bu değişim onun için fotoğraflardan görülecek kadar nesnel bir değişimdi. Güven yıkılmış yerine korku gelmişti. Öyle bir zamana gelmişti ki varlık vergisi, para, mal, mülkten çok düşünülen candı. Verginin ona anımsattığı Aşkale korkusuydu. “Ya kampa gönderilenler Avrupa’dakiler gibi geri dönmezlerse?” Onun için Varlık Vergisi’nin ya da İhtiyatlı Askerlik’in bir farkı yoktu. Can korkusu da aynıydı, yokluk da. Hatırladıkları için de belki de en önemlisi kaybedilen mallar ya da ardından gelen yokluk, fakirlik değil, Aşkale’ye sürgüne, askere diye gönderdikleri sevdiklerinin geri dönememesinden duydukları korkuydu. Ya dön-e-meselerdi?
Kaynak: F. Işıl Demirel, Çanakkale Yahudi Cemaati ile Gayrimüslim Politikalarının İzinde, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Daniel ile 2009 yılınında tanıştığımızda kendisi 80’li yaşlarının sonuna yaklaşmıştı. İlk kez Aralık ayında bir gün beni yalnız yaşadığı evinde misafir ettiğinde uzun sohbetimize başladık. Her ziyaretim, onun koca bir ömrü gözden geçirip sandıktan benim için çekip çıkardığı anılar ile geçiyordu. O, koca bir ömrü Türkiye’de Gayrimüslim bir vatandaş olmanın getirdiği zorluklarla nasıl geçirdiğini anlatırken yalnızca kendinden değil, akrabalarından, dostlarından ve toplumdan da bahsediyordu.
Anlatırken o günlere geri dönen Daniel, evinin her bir köşesinde ona geçmişi anımsatan çerçeveli fotoğraflardan yardım alıyordu. İhtiyatlı Askerlik zamanı askere alınan babasını, büyükbabasını, dayılarını, teyzesinin eşini bana o fotoğraflardan tek tek bulup gösteriyordu; “Bak bu askerden önce, işte bu da sonra!” diyerek onun gördüğü farkları benim de görmemi istiyordu. Ona göre fotoğraflar, geçmişte yaşanan tüm o acıların belgesiydi. Yüzlerdeki değişim, yıkılan güveni, korkuları, kaybettiklerini ispatlamaya yeterdi.
Söz Varlık Vergisi’ne geldiğinde ileri yaşının hediyeleri kalp ve tansiyon rahatsızlıklarını umursamadan heyecanla o yıllara geri dönerek anlatıyordu ailesinin, yakınlarının başına gelenleri. Heyecanlanmak her ne kadar yasak olsa da aksi mümkün değildi onun için. Öfkeleniyor, çaresizliği hatırlıyordu. Naziler Avrupa’yı kasıp kavururken Türkiye’deki Yahudileri öldürmemeyi tercih eden ama varlarını yoklarını ellerinden alan devleti, askerlikleri, Aşkale’yi, parasızlığı, yolsuzluğu ve herşeyin aslında ne kadar tesadüfi olduğunu anlatıyordu. Ona göre adamı olanlar Varlık Vergisi’nden kurtulabilmişti. Olmayanlar ise bedelini ödemişti. Gerisini Daniel’den dinleyelim;
“Her gün radyodan haberleri takip ederdik. Sürekli Naziler orayı ele geçirdi. Bu kadar insan toplama kampına gitti. Yahudiler kurşuna dizildiler, fırınlarda yakıldılar falan falan. Yabancı kanalları radyodan bulur o korkunç sesin ardından gelen haberleri beklerdik her gün heyecanla. Haberlerden önce bir ‘hayynn hitler!’ gelirdi evvela. Sonra başlardı spiker işte dediğim gibi Nazi orduları şurda muaffak oldu, şu kadar Yahudiyi topladı kampa götürdü diye. İşte o zamanda geldi bu varlık vergisi de. Evlerde pek erkek yoktu. Çoğu askere alınmıştı. Terhis edilecek diye haber gelmişti ama geri dönenler daha pek azdı. Zaten dönmezler de deniyordu. Babam da askerdi. Annemin ailesinden de gidenler çok olmuştu. Tant Fani’nin kocası, annemin biraderleri tabii bir de büyükbabam… Hepsi askerdiler. Annemin ailesinin büyük kısmı daha o zamandan İstanbul’da yaşardı. Büyükbabam askerde olduğundan, büyükannem yalnızdı. Tant Fani’nin de kocası askere gidince yokluktan büyükannemin yanına taşındı. O zaman evleri Kuzguncuk’taydı. Nezih bir Yahudi semti orası o zamanlar. Büyükbabam askerden erken döndü. Hastalıktan. Ardından babam. Yasa çıkınca duyduk ki onun kocası da askerden dönmüş. Tam sevinmişken vergiyle kaybettiler her şeylerini. Evleri, eşyaları haraç mezat satıldı. Yine de yetmedi. Borçları kalınca kocasını bu kez de Aşkale’ye kampa alacaklardı. Tabii Büyükbabam askerliğini o Aşkale denen yere yakın yaptığından biliyor oranın ne zor olduğunu. İmdatlarına yetişiyor hemen. Evini satıyor, kendi borcu, onların ki anca karşılanıyor. Tant Faniyi öyle kurtarıyor bir kez daha koca yolu beklemekten. İstanbul çok kayıp vermiş o zaman. Bize gelince. Burada idari heyet o kadar da insafsız davranmamış. Listeler asıldığında babam gidip bakmış hepimiz için belirlenen vergi için bir şeyler satılmış. Zaten pek bir şey yoktu elimizde. O askerdeyken elde avuçta ne varsa satılmıştı. Bizimki gene iyiydi ama daha çoğunu verenler de oldu. İşin doğrusu o listeyi yapanlar seni bilip severse acıdı, yoksa varını yoğunu aldı. Ama Aşkale işi kötü oldu tabii. Onun korkusu sardı herkesi. Kimse rahat uyumadı o senelerde. Ha çalışma kampı ha toplama kampı. Askere gidenler için de vardı aynı korku. Evde, gidenlerle ilgili konuşulduğunu hatırlıyorum. Askere gidenler gibi Aşkale’ye gidenler için de dönemezler denirdi. Tabii bir de söylentiler vardı, şurada fırınlar kuruldu Yahudileri yakacaklar o fırınlarda diye. Korkunç şeylerdi bunlar tabii ama inanıyorduk. Çaresiz hissediyorduk. Öyle bir zamandı ki kimseye güven olmuyordu ve Yahudiysen kellen koltuktaydı. Söylentiler yalan mıydı? Bilmem ama o korku fenaydı.”
Daniel için Varlık Vergisiyle ve öncesindeki askerlik ile her şey kalıcı olarak değişmişti. Bu değişim onun için fotoğraflardan görülecek kadar nesnel bir değişimdi. Güven yıkılmış yerine korku gelmişti. Öyle bir zamana gelmişti ki varlık vergisi, para, mal, mülkten çok düşünülen candı. Verginin ona anımsattığı Aşkale korkusuydu. “Ya kampa gönderilenler Avrupa’dakiler gibi geri dönmezlerse?” Onun için Varlık Vergisi’nin ya da İhtiyatlı Askerlik’in bir farkı yoktu. Can korkusu da aynıydı, yokluk da. Hatırladıkları için de belki de en önemlisi kaybedilen mallar ya da ardından gelen yokluk, fakirlik değil, Aşkale’ye sürgüne, askere diye gönderdikleri sevdiklerinin geri dönememesinden duydukları korkuydu. Ya dön-e-meselerdi?
Kaynak: F. Işıl Demirel, Çanakkale Yahudi Cemaati ile Gayrimüslim Politikalarının İzinde, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Paylaş: